2. Bölüm

2. BÖLÜM

Miss_volere23
sessizkiz22

Keyifli okumalar dilerim herkese! Lütfen vote ve yorum yapmayı unutmayın. Hepinize kucak dolusu sevgiler gönderiyorum! ❤️

​İNSTAGRAM :@RAZİYE_MLL22

​Şehir değişmişti. İnsanlar değişmişti. Kısacası, geldiği bu topraklar eski topraklar değildi.

​"Ağam, mezarlığa gidecek misiniz?" dedi Salih, bozuk Türkçesiyle. Behram, bakışlarını taş evlerden çekti. Derin bir nefes alıp dışarı verdi.

​"Hayır," dedi, kısa ve net bir cümleyle.

​Salih, bakışlarını tekrar yola çevirdi.

​İnsan bedenen değişirdi ama kırgınlık ve öfke duygusu değişmezdi. Behram için de öyleydi. Bu topraklardan kaçıp giderken on sekiz yaşındaydı, şimdi ise yirmi altı. Bir kez olsun öfkesi ve kırgınlığı dinmemişti. Evden çıkarken ailesine, "Anca acınıza gelirim," demiş, kapıyı çekip gitmişti. Dediğini de yapmıştı. Babası öldüğünde sadece cenazesine gelmiş, oradan ne eve uğramış ne de başka bir yere gitmişti. Doğruca İstanbul'a geri dönmüştü. En fazla bu viran şehirde iki saat kalmıştı ve bu, Behram için yeterliydi.

​"Ağam, hastalığınız hâlâ devam ediyor mu?" diyen Salih'in sorusuyla Behram, daldığı düşüncelerden çıktı. Bu hayatta baba sevgisi görmediği yetmezmiş gibi bir de bu hastalığı vardı.

​Bezgince nefesini dışarı verdi. "Sence beni kan tutar mı, Salih?" diye sordu.

​Salih, yoldan kısa bir süre bakışlarını çekti ve dikiz aynasından Behram'a baktı. "Hayır, Ağam," dediğinde Behram "O zaman..." diyerek cümlesini tamamlamadı. Salih sadece "Anladım," dediğinde, Behram'ın hastalığının hâlâ devam ettiğini anlamıştı.

​Salih, bakışını tekrar yola çevirdi. Behram ise yine dışarıyı izlemeye koyuldu.

​Bir süre sonra Salih'in ani freniyle Behram öne doğru hafifçe hareket etti. Salih, omzunun üzerinden "Özür dilerim Ağam," dediğinde Behram, "Sorun değil de ne oldu?" diye sordu, kaşlarını çatarak.

​Salih bakışlarını yola çevirdiğinde Behram da çevirdi.

​Yolda yirmi dört yaşlarında, yağız bir delikanlı duruyordu. Behram'ın kaşları şaşkınlıkla kalktı. Yoldaki delikanlı ise yüzündeki küstah gülümsemesiyle ona bakıyordu. Delikanlı başını yana çevirdi, her kim geliyor ise hızla arabanın diğer tarafına dolandı ve kendini yolcu koltuğuna atıp kapıyı kapattı.

​Nefes nefese, "Abi, gazla gözünü seveyim!" dediğinde Salih arabayı çalıştırdı ve sokaktan hızla ayrıldı.

​Yolcu koltuğundaki kişi ise başını pencereden çıkardı. Sokaktaki kalabalığa, "Barış Atasoy'u yakalamak o kadar kolay mı lan! Siz kimin aşiretinin oğluna bulaştınız, haberiniz yok. Boşuna Atasoy olmadık biz, bebeğim!" diye bağırdı.

​Barış'ın bağırmasıyla kalabalıktan küfürler ve tehditler yükseldi. Barış ise gülerek orta parmağını gösterdi.

​Bir süre sonra Salih, Barış'ın ensesinden tutup kedi gibi kafasını içeri çekti ve pencereyi kapattı. Barış ise çocuk gibi, "Ya abi, niye yaptın ya? Ne güzel iki dakika eğleniyorduk," dediğinde Salih, başıyla arkayı işaret etti.

​Barış, bakışlarını arkaya çevirdiğinde dudaklarından bir küfür kaçtı. Behram, başını 'Günü göreceksin sen' dercesine salladı.

​"Abi ya!" dediğinde Barış, koltukta yan döndü. Yüzünde, her zamanki gibi arsız bir gülümseme vardı.

​Barış, Atasoyların en küçük oğlu idi. Çapkın, uslanmaz, kafasına ne eserse onu yapanlardandı. Ama bunların yanı sıra abisine ve abilerine bağlı bir çocuktu. Gerekirse abileri için kendi canından bile vazgeçerdi. Aile kavramı onun için bir sözcükten ibaret değildi, aile onun için yaşam demekti.

​"Hayırdır abi, dönmeyecektin sen buralara?" dediğinde Behram bezgince nefesini dışarı verdi. "Annem aradı, mecburen."

​Barış sırıttı. "Vay be, Meryem Sultan'a bak sen! Seni bile dize getirmiş."

​Behram, "Merak etme kardeşim, seni de getirir dize," dedi. Hemen arkasından ekledi: "Kalıcı değilim zaten, akşama döneceğim."

​Barış'ın yüzü asıldı. Barış en çok Behram abisini seviyordu, ondan ayrı kalmak bile istemiyordu. İstanbul'dayken mutlaka her saat başı arardı.

​Behram, kardeşinin yüzü asıldığını fark edince öne doğru uzandı ve Barış'ın saçlarını karıştırdı. Barış, abisinin bu hamlesiyle geri çekildi, çocuk gibi "Ya abi!" dedi.

​Behram'ın yüzünde ufak bir gülümseme oluştu. "Seni de yanımda götüreceğim aslan parçası, merak etme," dediğinde Barış'ın gözlerinin içi parladı.

​"Cidden mi?"

​Behram başını salladı. Barış, çocuk gibi hevesle arkasına yaslandı.

​Behram, kardeşinin bu hâli ile yüzündeki gülümseme büyüdü. Barış onu ne kadar sinir etse de, hep onun için çabalardı. Derdi oldu mu saatlerce dinlerdi. Derdi demişken, Barış'ın tek derdi, neden bu kadar kardeşlerin içinde en yakışıklı oluşu idi. Behram ise Barış'ın bu hâlini bile sessizce dinler, ona göre akıl verip ona göre davranırdı.

❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️

​Kucağımdaki parmaklarımla oynamaya devam ettim çünkü başımı kaldırır isem babamın yakıcı bakışları ile karşılaşırdım.

​"Kaç saat oldu! Aradım yok. Bir daha aradım, sonra hanımefendi 'hastanedeyim' dedi!" dedi, onuncu kez aynı azarı atarak.

​Annem ise, "Kızım, çok korktuk, bir şey oldu diye," dedi, sesi ağlamaklıydı.

​Başımı kaldırdım. Babam arkası dönük, pencereden dışarıya bakıyordu. Elinde, hiç düşürmediği, dedemden yadigâr tespihi vardı. Tespihi hızlı hızlı çekiyordu; bu hareket, onun ne kadar sinirli olduğunun işaretiydi.

​Anneme çevirdim bu sefer bakışlarımı. O, babamın aksine ağlamak üzereydi. Anneler böyleydi, ağlarlardı. Babalar ise belli etmeden, korktuklarını azarlayarak gösterirdi.

​"Özür dilerim. Ben sizi korkutmak istemedim, sadece dediğim gibi bir arkadaş için gittim hastaneye," diye mırıldandım.

​Annem içli içli ağlamaya başladı. Bir yandan da, "Ah kızım, yüreğimize indi valla," diye yakınıyordu. Babam ise hiçbir şey demeden öylece pencereden dışarıyı izliyordu. Bakışlarımı tekrar ellerime indirdim. Tırnaklarımın dibindeki etleri tek tek koparmaya başladım. Babam eğer dışarı bir daha çıkmama izin vermez ise nasıl dans ederim stresi ile boğuşuyordum.

​Babam sesli bir şekilde nefesini dışarı verdi. Sonra ise dönüp sertçe, "İki saat sonra, sözünü kestiğimiz oğlan ile ailesi gelecek. Hazırlan," dediğinde başımı hızla kaldırdım ve babama baktım.

​"Ne demek iki saat sonra baba? Biz—"

​Babam anında elini kaldırdı ve sözümü kesti. "Ben onlara dedim diyeceğimi. Çocuklardan biri istemez ise olmayacak nişan. Bir nevi görücü gibi," dedi. Sonra da hızla odadan dışarı çıktı.

​Odada annemle kaldığımda, annem oturduğu koltuktan kalktı ve yanıma geldi. Yüzüme düşen saçı kulağımın arkasına sıkıştırdı. "Biliyorum kızım ama baban çağırdı. 'Gelmeyin' desek ayıp olur."

​Bakışlarımı anneme çevirdim. Ağlamaktan gözleri kızarmıştı. Ben başlı başına anneme çekmiştim. Küçük bir burnum, hafif belirgin dudaklarım ve kahverengi gözlerimle annemin kopyası idim.

​"İstemediğimi söyledim anne. Ayrıca kim gelirse gelsin, umurumda değil," dediğimde annem, yalvarır bir şekilde, "Lütfen kızım. Gelen sıradan insanlar değil, koskoca aşiret. Koskoca aşirete hanım ağa olarak gideceksin," Saçlarımı okşadı. "Rahat etmeni istiyoruz kızım," dedi.

​Annemi arkamda bıraktım ve hızla odadan çıkıp, odama girdim. Odama girdiğimde kapımı kapattım. Sırtımı kapıya dayadım, gözlerimi kapattım.

​Beni istemeye gelenlerin aşiret olması umurumda değildi.

​Derin bir nefes alıp verdim. Her şey yeteri kadar zor iken bir de başımıza görücü çıkmıştı. Bakışlarım duvardaki saate kaydı. Neredeyse akşam olmuştu. Annemin dediğine göre akşam yemeğine davet edilmişlerdi ve biz genelde akşam yemeklerini altıda yerdik.

​Kapının tıklanmasıyla "Gel," dedim. Kapı açıldı. Kapının aralık kısmından Eflal'in kafası belirdi. Bakışları odayı taradı, en sonunda yatağın üzerinde oturan beni gördüğünde gülümsedi.

​"Geldiler abla! Babam seni bekliyor," dediğinde yataktan kalktım. Eflal kapıyı açtı. Heyecanla, "Maşallah, enişte bey çok yakışıklı!" dediğinde gözlerimi devirdim. Eflal fazlasıyla cıvıl cıvıldı, benim aksime bayağı güler yüzlüydü.

​Eflal'in koluna girdim ve odadan dışarı çıktım. Eflal bir yandan adamın yakışıklı oluşundan bahsederken bir yandan da aşağıya iniyorduk. Aşağıdaki sesler giderek arttı. Ardından ise görüş alanımıza aile üyeleri girdiğinde öylece kala kaldım. Benimle beraber Eflal de durdu.

​"Ne oldu abla?" diye sordu.

​Bir süre sonra o da beni fark etmesi ile şaşkınlıkla kaşları kalktı.

​Eflal tekrar ne oldu sorusunu sorduğunda, kekeleyerek, "Bu... bu adam sana bahsettiğim adam!" Bakışlarımı Eflal'e çevirdim. "Bu adam, kafasına taş atıp yardığım adam Eflal!" dedim. Eflal de şaşırmıştı bu duruma.

​Kim şaşırmaz ki? Sokakta bayılttığın aşiret ağası, seni istemeye gelen kişi olmasına...

​Kader mi? Şans mı? Bilmem ama bence bizim asıl hikâyemiz şimdi başlıyordu...

​Evet Aydan'ın dediği gibi, onların hikâyesi şimdi yeni başlıyordu! :) Diğer bölümde görüşmek üzere, kendinize cici bakın! 💚

Bölüm : 20.12.2024 21:06 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...