
Keyifli okumalar dilerim herkese lütfen vote ve yorum yapmayı unutmayın :)
İNSTAGRAM : @MİSS_VOLERE23
❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️
İnsan kırıldığında sessizleşirdi. Behram da öyleydi… Canı yanıyordu, hem de derinlerden, en acıyan yerinden. Ama yine de sustu. İçinde kopan fırtınaları kimseye göstermedi. Gözleri uzaklara dalıyor, dudakları kilitlenmiş gibi açılmıyordu.
Sanki konuşsa daha çok kanayacaktı, o yüzden içine gömdü kelimelerini. Geceleri kimsenin duymadığı çığlıklarla ayakta kaldı. Gündüzleri dimdik durdu, kimseye eğilmedi. Ama her sessizliği biraz daha çökertti omuzlarını.
Behram’ın suskunluğu, basit bir sessizlik değildi. O suskunluğun içinde kırılmış hayaller, yarım kalmış cümleler ve gizlenmiş acılar vardı. İnsan kırılınca susardı ya, işte Behram’ın suskunluğu da en çok bu yüzden ağırdı.
Sevdiği kadının yüzüne uzun uzun baktı. Kısa sürede alışkanlık edinmişti Aydan’ı uyurken izlemeyi, ama artık bir süredir bunu yapamıyordu. Gözleri her Aydan’a takıldığında, hastane koridorunda söylediği o sözler saplanıyordu zihnine. Ne kadar zaman geçerse geçsin unutamıyordu.
Kırgındı… hem de derinden. Kırgınlığı Aydan’a, kızgınlığı ise kendisineydi. İçinde bir yer, o anı yüzlerce kez yeniden yaşamış gibi sızlıyordu. Dudaklarının kenarı belli belirsiz titredi, bakışlarını kaçırmak ister gibi bir an başını yana çevirdi ama olmadı. Ne yaparsa yapsın, gözleri yine Aydan’a dönüyordu.
Aydan’a hâlâ kıyamıyordu. Ne kadar canını yakmış olsa da içinde bir ses ona karşı hep yumuşaktı. Aydan şimdi “Behram, gelmen lazım.” dese, hiç düşünmeden kalkıp giderdi. Bunu biliyordu ve bu bilmek, onu en çok yaralayan şeydi. Çünkü kırgınlık ne kadar derin olursa olsun, sevgisi ondan daha büyüktü.
Yutkundu, boğazında düğümlenen sözleri geri itti. Dudaklarını araladı, bir şey söylemek istedi ama sustu. Sessizliği, gözlerindeki kırgınlıkla birleşip daha ağır bir hâl aldı. Parmak uçları, istemsizce koltuğun kenarını sıktı; içinde fırtına koparken dışarıdan yalnızca sessiz, derin bir bakış bırakıyordu geriye.
Sehpanın üzerindeki telefonu çalmasıyla Behram bakışlarını Aydan'dan koparıp arayan kişiye baktı. Ekrandaki ismin beklediği kişi olduğunu anlayınca telefonu eline aldı. Ardından ayağa kalkıp elini cebine attı ve alyansını çıkardı, bir süre elinde döndürdü. Bakışlarını Aydan'a çevirdi. Aydan'a söz vermişti, asla çıkarmayacaktı ama şimdi ise elindeydi.
Hafifçe yutkundu. Boğazına oturan o sert düğümü dağıtamıyordu. Gözleri, Aydan'ın huzurlu yüzünde, dudaklarının kenarında gezen belli belirsiz gülümsemesinde takılı kaldı. Alyansı sıkan parmakları bembeyaz olmuştu. Aydan'a bu sözü verirken hissettiği o derin sadakat ve sonsuzluk duygusu, şimdi elinde tuttuğu o küçük metal parçasıyla birlikte yüreğine ağır bir yük gibi çöküyordu.
Bakışlarını Aydan'dan çekip elindeki alyansa baktı, bir süre daha elinde döndürdükten sonra sanki bir yeminini, bir sözünü oraya hapsediyormuş gibi usulca sehpanın üzerinde olan kağıtların üzerine bıraktı. Metal, cam sehpa yüzeyine hafif bir tık sesiyle değdi. Bu ses, Behram'ın içinde koptu sandığı fırtınanın tek dışa vuruşuydu.
Son kez Aydan'a dönüp baktı. Belki de son görüşüydü onu. Uzun uzun izlemek istedi, kısa bir ömrün kaldı deseler Aydan'ın yanına gelip yine aynı şekilde uzun uzun izlerdi onu. Yüzünün her bir kıvrımını, alnına düşen gölgeleri, kirpiklerinin titrek duruşunu zihnine kazımaya çalıştı. Ölürken gördüğü son yüz onun yüzü olsun isterdi.
Bir keresinde "gözlerimi seninle açtım, seninle kaparım" demişti ve o sözü bir şekilde tutardı. Dudaklarının kenarı acı bir tebessümle hafifçe kıvrıldı. Derin bir nefes alıp başını yavaşça iki yana salladı. Parmakları istemsizce kağıtların üzerindeki alyansa uzanıp bir an durdu. Onu tekrar almamak için büyük bir irade gösterdi.
Behram, göğsünü şişiren o son nefesi dışarıya bıraktıktan sonra, yüzüne soğuk bir ciddiyet maskesi takındı. Sanki içerideki tüm kargaşayı bir saniyede dindirmişti. Yüzündeki acı ve pişmanlık yerini kararlılığa ve mecburiyete bıraktı. Telefonu kulağına götürdü.
Ne sesini yükseltti, ne de aceleci davrandı. Bedenini dik tuttu, omurgasındaki o tanıdık çelik sertliğini geri getirdi. Gözleri son bir kez Aydan'ın uyuyan yüzüne kaydı, sonra hızla oradan çekti.
Telefonun diğer ucundaki ses, sessiz, tok bir otoriteyle doluydu.
"Geliyorum."
Behram'ın sesi, tıpkı alyansı bıraktığı gibi hafif ama kesin bir tınıyla havada asılı kaldı. Cevabı beklemeden kapattı ve telefonu pantolonunun cebine attı. Arkasını dönüp omuzları biraz daha çökmüş bir halde odadan çıktı. Kapıyı usulca arkasından çekti. Ardında sözünü tutmanın ve ihanet etmenin arasında sıkışıp kalmış bir sessizlik ve bir çift yüzük bırakmıştı.
❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️
Dijvan bakışlarını Nur dan çekmedi, uzun uzun izledi onu. Geçmişini sarmış bir kadın uyuyordu yanında, Uzun yıllardır kalbine kimseyi almamışken bir gece ansızın kapısın da beliren bir kadını hem evine almıştı hemde yüreğine.
Dijvan, yavaşça uzanıp elini Nur'un yüzüne yaklaştırdı ama dokunmadan havada tuttu. Parmaklarının ucunda, yıllardır bastırdığı bir özlem, dokunmaktan korktuğu bir gerçeklik titreşiyordu. Nur'un açık kahve saçları yastığa dağınık bir huzurla yayılmıştı, yüzü ise çocuksu bir masumiyetle uyuyordu. Ona bakarken, Dijvar'ın çelik grisi gözlerindeki o keskin, korunmacı ifade ilk defa yumuşuyor, yerine derin bir keder ve hemen ardından taze bir umut yeşeriyordu.
Gözleri, Nur'un hafifçe aralık dudaklarına kaydı. Bir anlığına dudaklarının kenarında belli belirsiz bir gülümseme gördüğünü sandı; belki de sadece görmek istedi. Yılların yalnızlığı, taşlaşmış duvarları arkasına hapsettiği tüm duyguları, bu uykudaki kadının varlığıyla bir bir çözülüyordu.
Dijvan yutkundu, boğazında düğümlenen bir şeyi serbest bırakmaya çalışırcasına. Bu kadın, bir gece ansızın gelip onun düzenli, buzlu hayatını altüst etmişti. Onu evine alırken tek bir düşüncesi vardı: sadece korumak ve kollamaktı . Kaçtığı her kimse onu o insanlardan korumaktı
Dijvan 'ın yüzünde, sert çehresine alışık olmayan bir yumuşama belirdi. Kendisine ait olmayan bir kederi omuzlamış gibi, hafifçe kaşlarını çattı. Derin bir iç çekti, omuzları bu görünmez yükün altında hafifçe çöktü. Korumak... Bu kadar kolay olacağını düşünmüştü. Bir duvar örüp onu ardına alacaktı. Ama Nur, elinde bir kibritle gelmiş, Dijvan' nın yıllardır buz tutmuş iç dünyasını tutkulu bir yangına çevirmişti.
Dijvan'ın havada asılı kalan eli, en sonunda pes etti ve Nur'un yanağındaki yumuşak, tüy kadar ince tele dokundu. Dokunuş öylesine hafif, öylesine ihtiyatlıydı ki, bir kelebeğin kanadı bile daha ağır basabilirdi. O an, Dijvan'ın kalbinde yıllardır sessiz duran bir davul, yavaş ve ritmik bir şekilde atmaya başladı. Yüreğindeki buz, yalnızca erimek kalmayıp, buharlaşıyor, yerine sıcak, yakıcı bir his bırakıyordu.
Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Ciğerlerine dolan havayla birlikte, Nur'un teninden gelen o narin koku da burnuna ulaştı; tanıdık gelmiyordu, ama anında huzur ve aidiyet hissi veriyordu. Dijvan bu zamana kadar hiçbir yere ait olmamıştı; şimdi ise ait olduğu yer, yanında uyuyan bu kadının yanıydı.
Parmak ucuyla yanağını okşarken, Nur hafifçe kımıldadı. Dijvan'ın nefesi kesildi ama onun yerine dudakların da küçük bir gülümseme oluştu. Dijvan' nın dokunuşuna rağmen Nur uyanmadı, sadece dudaklarından belli belirsiz bir "mhm" sesi çıktı ve daha rahat bir pozisyona geçti.
Bu küçük tepki, Dijvan'ın geri çekilmek üzere olan elini durdurdu. Elini Nur'un saçlarına götürdü ve parmaklarını yumuşak tellerin arasında gezdirdi. Bu kadar hassas bir şeye, bu kadar kırılgan bir gerçeğe dokunmak... Bu, onun için yepyeni bir deneyimdi. Sert yüz hatları, yavaşça çözüldü ve koyu kahverengi gözlerinde, Nur'u kaybetme korkusuyla örülmüş acı bir şefkat belirdi.
"Yangın..." diye fısıldadı, sesi kuru bir çıtırtı gibi çıktı. Bu yangın, onu yakıp kül etmek yerine, ilk defa gerçekten ısıtıyordu. Onu koruma düşüncesi, yerini, onun tarafından iyileştirilme isteğine bırakmıştı. Dijvan, kendini korumayı bırakıp, bu kadının ateşiyle yanmaya razıydı. Başını hafifçe Nur'a doğru yaklaştırdı ve bir fısıltıdan çok bir nefes olan tek bir kelime dudaklarından döküldü
"Nur..."
"Nur..." kelimesi, o sessiz odanın içinde sadece iki dudağın arasından kaçan buhar gibi kayboldu. Dijvan, bekledi. Nur'un nefesi, uyku ritmini bozmadı; düzenli, hafif ve güven vericiydi. Sanki dünyadaki tüm tehlikelerden habersiz, derin bir kuyuya sığınmış gibiydi. Dijvan'ın kalbindeki o yeni filizlenen umut, bu masum uyku karşısında daha da kök saldı.
Yüzündeki yumuşak ifade, yavaşça yerini oyuncu bir kıvılcıma bıraktı. Onu sarmalayan ağır, melankolik hava dağılmış, yerine nadiren rastlanan, çocuksu bir neşe gelmişti. Yıllardır görmediği bu hisle birlikte, dudaklarının kenarı hafifçe yukarı kıvrıldı.
" ne annem Nur' u mu çağırıyor? bide acil mi?" diye hafif yüksek sesle bağırdı.
Nur, duyduğu keskin ve telaşlı sesle irkilerek yerinden fırladı. Gözleri aniden açılmış, kalbi göğüs kafesinde bir kuş gibi çırpınıyordu. Soluk soluğa, etrafına bakındı; bedeni gerilmiş, yüzünde belirgin bir korku ve şaşkınlık vardı. Yarı karanlık odada ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. "Ne... ne oldu? Kim çağırıyor?" diye kekeledi.
Dijvan'ın boğazından koyu, kesik kesik bir ses yükseldi. Bu ses, önce yutulan bir kıkırdama, ardından kontrol edilemez, bir kahkahaya dönüştü. kahkahası odanın içinde çınlamaya devam etti. Nur'un paniklemiş, dağınık saçlı ve uykulu yüzü, onun için komedinin doruk noktasıydı.
Nur, Dijvan'ın kahkahalarını duyunca beynindeki korku sisi aniden dağıldı. Gözleri kısıldı, dehşet yerini alevlenen bir kızgınlık ve utanç duygusuna bıraktı. Yüzüne kan hücum etmişti. Bir anlık duraksamadan sonra, eli hızla başını koyduğu, yumuşak, büyük yastığa uzandı.
Tek bir kelime etmeden, yastığı iki eliyle kavradı ve tüm gücüyle, hala kahkahalarla boğuşan Dijvan'ın yüzüne patlattı. Yastığın yumuşak darbesi, kahkahasını boğuk bir "Öf!" sesiyle kesti. Dijvan, şaşkınlıkla gülerken sustu, yastık yüzünde kalmıştı. Gözleri, Nur'un şimdi hafifçe dudaklarını büzmüş, zafer kazanmış, ancak hala sinirli bakan gözleriyle buluştu.
Yastığı hızla yüzünden çeken Dijvan, nefesini toparlamaya çalışırken, "Hey! Bu haksızlık ama!" diyebildi, sesinde hala bitmemiş kahkahanın izleri vardı.
Nur ise, kollarını göğsünde kavuşturup, burnundan soluyarak, "Asıl senin yaptığın haksızlık, nasıl nasıl uyandım senin haberin var mı? Dijvan ağa" diye homurdandı . Ancak sesinin tonundaki hafif titreme, korkusunun tamamen geçmediğini ele veriyordu. Dijvan, onun bu hallerine gülümsemesini gizleyemedi.
Dijvan, Nur'un yastık darbesiyle şaşkınlığını üzerinden attığında, yüzündeki afacan gülümseme yavaşça soldu. Nur'un yüzündeki gerçek korku izlerini görmüştü ve bu, içini anında bir pişmanlık duygusuyla doldurdu. Kahkahası artık tamamen
kesilmişti.
"Haklısın," diye fısıldadı, sesi bu sefer yumuşak ve içtendi. Başını hafifçe eğdi, yüzüne gölge düştü. "Çok kötü bir şakaydı. Seni korkutmak istemedim, gerçekten özür dilerim." Gözlerindeki oyuncu kıvılcımların yerini şimdi dürüst bir mahcubiyet almıştı.
Nur, hala kolları bağlı ve gergin bir ifadeyle oturuyordu. Ancak Dijvan'ın sesindeki içtenlik, onun da öfkesini yumuşatmaya başlamıştı. Omuzları hafifçe düştü.
Dijvan, yattığı yerde ona doğru uzandı ve çok yavaş, tereddütlü bir hareketle Nur'un koluna dokundu. Parmakları, Nur'un tenine değer değmez, sanki bir mıknatıs çekimi varmış gibi, nazikçe onu kendine doğru çekti.
Nur, başta hafifçe direndi, ama Dijvan'ın ona bakan şefkat dolu gözlerindeki samimiyet karşısında karşı koymayı bıraktı. Dijvan, onu incitmekten korkar gibi, nazik bir güçle kendine çekti. Nur'un başı, kendini doğal bir şekilde Dijvan'ın geniş göğsüne yasladı. Onun güçlü, düzenli kalp atışını kulağının hemen altında hissediyordu.
Dijvan'ın kasılmış bedeni aniden gevşedi. Nur'un ağırlığı ve kokusuyla sarmalanmak, ona aradığı o huzuru vermişti. Gözlerini kapattı, bir elini hemen omzuna, diğerini ise Nur'un ipeksi, dağınık saçlarına götürdü. Parmakları, saç tutamlarının arasında kayboldu.
Başını eğdi ve Nur'un saçlarının tepesine, uzun, sıcak bir öpücük kondurdu. Öpücük, sessiz bir mühür gibiydi; bir af ve bir söz.
Derin bir nefes aldı ve boğuk, kalpten gelen bir tınıyla fısıldadı
"Sen benim yangınımı söndüren değil, beni yakan ama buna değen tek şeysin, Rojbin' nim
Bu sözler, hem az önceki "yangın" fısıltısına bir gönderme, hem de ona duyduğu karşı konulmaz sevginin dürüst bir itirafıydı. Nur, onun göğsüne daha sıkı sarıldı, yüzünde huzurlu bir tebessüm belirdi yüzünde.
Nur, Dijvan'ın göğsüne yaslanmış, huzurla gülümsüyordu. Kalp atışının ritmi, ona güven ve sakinlik veriyordu. Dijvan'ın uzun parmakları, hala saçlarının arasında yavaşça geziniyor, hafifçe okşuyordu. Odanın içinde sadece ikisinin nefes sesleri ve kalplerinin uyumlu vuruşları vardı.
Dijvan, başını eğdi, çenesini yumuşakça Nur'un saçlarına dayadı ve gözlerini kapattı. Az önceki gürültülü kahkaha ve telaşlı uyanışın ardından gelen bu derin sükûnet, sanki zamanı durdurmuştu.
Nur, başını hafifçe yukarı kaldırdı, onun çenesine yakın bir yere, sanki orası dünyanın en güvenli yeriymiş gibi, bir öpücük kondurdu. Bu, sessiz bir teşekkürdü.
Dijvan, bu minik dokunuşla gözlerini açtı. Gözleri, loşlukta bile parlayan, yoğun bir duyguyla doluydu. Elini Nur'un yanağına kaydırdı ve baş parmağıyla yumuşakça okşadı.
"Sana baktıkça... rojbinim," diye mırıldandı, sesi boğuk ve sevgiyle yoğrulmuştu. "Her şey yerli yerine oturuyor sanki. Öncesi bulanık, sonrasıyla ilgilenmiyorum bile. Sadece bu an var."
Nur'un gözleri hafifçe kapandı, bu hitap şekli içini titretiyordu. Rojbin, Kürtçede 'gün ışığım' anlamına geliyordu ve onun dilinden dökülen bu kelime, Nur'un karanlığını aydınlatan bir fener gibiydi.
Nur, Dijvan'ın parmağının altındaki yüzünü biraz daha eğdi ve fısıldadı: "Sen de benim..." Kelimeler boğazında takılı kaldı, bakışları Dijvan'ın gözlerine kenetlendi.
Dijvan gülümsedi. Omuz silkerek, o her şeyi bilen, kendine güvenen adam edasıyla devam etti: "Senin yangının. Biliyorum. Ama bu sefer yakıp kül etmek yok, değil mi?"
Nur, başını iki yana salladı, yüzündeki o tatlı ifadeyle gülümsedi "Hayır. Bu sadece... ısıtıyor."
Dijvan, Nur'un "Bu sadece... ısıtıyor" fısıltısıyla kalbinde yanan duygunun artık kontrol dışı olduğunu biliyordu. Eğildi ve Nur'un dudaklarına bir kez daha yaklaştı; bu seferki, bir onaydan çok, bir teslimiyet anıydı.
Dudakları buluştuğunda, odadaki tüm soğukluk aniden dağıldı. İlk dokunuşları yavaş ve ihtiyatlıydı, sanki ikisi de bu narin anı bozmaktan korkuyordu. Nur'un elindeki yastık yatağa düşerken çıkardığı hafif ses, bu anın tek tanığıydı.
Nur, bir anlık tereddütten sonra, yavaşça ellerini Dijvan'ın ensesine uzattı, parmakları saç diplerine dolanırken onu daha da kendine çekti. Bu karşılık, Dijvan'ın içindeki ateşi harladı.
Öpücük, aniden bir fısıltıdan bir gürlemeye dönüştü. Dijvan'ın dudakları daha kararlı, daha derin bir arzuyla Nur'unkileri arıyordu.
Vücudundaki tüm gerilim, parmak uçlarından Nur'a aktarılıyordu. Nur'un nefesi kesilmişti, ama bu keskinlik onu boğmak yerine, canlandırıyordu.
Dijvan, alt dudağını nazikçe kavradı ve geri çekildi, sadece nefes almak için yetecek kadar. Gözleri kapalıydı, kalp atışı göğsünün altında hızlanmıştı. Alnını, Nur'un alnına dayadı, ikisinin de sıcak nefesi birbirine karışıyordu.
"Rojbinim," diye bir kez daha mırıldandı, bu kelime artık bir hitap değil, bir iç çekiş gibiydi.
Sonra gözlerini açtı. Gözlerinde, az önceki şakacı kıvılcım tamamen sönmüş, yerini derin, yırtıcı bir ciddiyet almıştı. Nur'un yüzünü, baş parmağıyla okşadığı yanağı arasına aldı ve onu kendine çekti.
Bu son öpücük, alev alevdi. Sanki Dijvan, tüm o tuttuğu yangını, tüm o koruma içgüdüsünü, tüm o yeni filizlenen aşkı bu tek eylemle mühürlemek istiyordu. Nur, kollarını onun sırtına doladı, kendini bu sıcak, sarsıcı duyguya tamamen bıraktı. Onların öpüşmesi, odayı saran loş havayı bile değiştiren, iki yalnız ruhun birbirine kavuştuğu bir andı.
Nur, dudaklarının üzerinde hissediyordu; bu sadece bir öpücük değildi, bu, Dijvan'ın sessiz itirafıydı.
Öpücük, artık sadece bir itiraf değil, gözü kara bir arzuya dönüşmüştü. Dijvan, kendini geri çekmek bir yana, Nur'un saçları arasındaki parmaklarını daha da sıktı ve onu yatağa doğru hafifçe itti. Vücudunun tüm ağırlığıyla onu ezmekten sakınarak, nazik ama kararlı bir hareketle, yatağın üzerinde Nur'un hemen üzerine çıktı. Elleriyle yatağa destek olurken, ikisinin yüzleri bir nefes mesafesiyle ayrıldı.
Nur, bu yakınlıktan gelen yoğunlukla başı dönmüş gibiydi. Gözlerini tekrar kapatıp, boynundaki ellerini Dijvan'ın geniş omuzlarına kaydırdı. Onun kaslarının altındaki sıcaklığı hissediyordu.
Dijvan, bu anı bir saniye bile boşa harcamadan, dudaklarını tekrar Nur'un dudaklarına bastırdı. Bu seferki öpücük, daha derin, daha tutkuluydu. Sanki yıllardır biriken tüm özlem, bu tek anda patlamak istiyordu.
Nur'un tişörtünün altından, Dijvan'ın eli yavaşça kaydı. Parmakları, kumaşın yumuşaklığını aşıp, Nur'un sıcak tenine değdiğinde, ikisi de derin bir nefes aldı. Dokunuşu, nazik ama elektrikleyiciydi. Dijvan'ın parmak uçları, Nur'un bel kıvrımında dolanırken, o yangın hissi bir kez daha, ama bu sefer çok daha güçlü bir şekilde geri gelmişti. Nur'un nefesi, hızlanmış, küçük bir inilti dudaklarından kaçmıştı.
Dijvan'ın yüzü, tutkunun yarattığı ciddiyetle gerilmişti. Gözleri kapalıyken bile, sadece dokunuşuyla Nur'a ne kadar bağlı olduğunu hissettiriyordu. Dudaklarını, Nur'un dudaklarından ayırdı; yavaşça, isteksizce.
Ancak bu bir geri çekiliş değildi. Hemen ardından, dudaklarını Nur'un çene çizgisine kaydırdı ve oradan, yumuşak, ıslak öpücüklerle hassas boyun bölgesine indi. Nur'un teni, onun dudaklarının altında adeta alev almıştı.
Nur, başını geriye doğru eğdi, kendini Dijvan'ın büyüleyici dokunuşlarına teslim etti. Gözleri kapalıydı ama yüzündeki ifade, acı ile hazzın sınırında dans ediyordu. Dudaklarından, boğuk ve tutkulu sesler dökülüyordu.
Dijvan, Nur'un boynunda bir iz bırakacak kadar derin bir öpücükten sonra, nefes nefese durdu. Başını kaldırıp, Nur'un yarı aralık, şaşkın ama aynı zamanda arzu dolu gözlerine baktı. Yüzünde, bu ilişkinin artık geri dönülmez bir yola girdiğini bilen, mağrur ve derin bir ifade vardı.
"Sen," diye fısıldadı, sesi boğuktu. "Sen benim sonum ve başlangıcımsın, Rojbinim."
Dijvan'ın boynuna kondurduğu son, derin öpücüğün ardından söylediği sözler, odanın havasını tamamen değiştirmişti. Geri çekildi, ama sadece Nur'un gözlerine bakmak için. Gözlerindeki yoğunluk, artık sadece tutku değil, kararlı bir istek taşıyordu. Odanın loşluğunda bile bakışları, Nur'a tüm çıplaklığıyla ne istediğini anlatıyordu. Sözlere gerek yoktu; bu bakış, bir dürüstlük yemini gibiydi.
Nur, alt dudağını hafifçe ısırdı. Hâlâ Dijvan'ın altında, nefes nefese yatıyordu ama artık vücudundaki gerilim korkudan değil, yüksek bir heyecandandı. Gözleri, Dijvan'ın gözlerindeki ateşi gördü ve ona aynı yoğunlukla karşılık verdi. Kelimeler boğazında düğümlenmişti, ama bakışları her şeyi söylüyordu: istiyordu.
Dijvan, yavaşça, sanki bu anın ciddiyetini vurgular gibi, üstündeki tişörtün eteklerini tuttu. Gözlerini Nur'dan ayırmadan, tek bir akıcı hareketle tişörtünü başının üzerinden çıkardı ve kenara fırlattı.
Şimdi, yarı karanlıkta, Dijvan'ın kusursuz kaslı göğsü Nur'un üzerine bir gölge gibi düşüyordu. Terlemiş teni parlıyor, nefes alıp verirken göğüs kafesi inip kalkıyordu. Bu görüntü, Nur'un son direncini de kırmıştı.
Nur, sessizliğini bozmadan, sadece hafifçe başını salladı. Bu, bir fısıltıdan bile daha güçlü bir onayı, bir davetti.
Dijvan'ın yüzünde, bu sözsüz izinle birlikte, derin bir rahatlama ve zaferin karışımı olan bir ifade belirdi. Yüzü, bir anda daha da yumuşadı ama hareketleri daha da kesinleşti.
Ateşlenen Anlar
Dijvan, Nur'un üzerindeki tişörte uzandı. Parmakları, tişörtün yakasını yavaşça kavradı. Gözleri bu an bile Nur'un gözlerinden ayrılmıyordu, ondan izinsiz hiçbir şey yapmak istemezcesine. Nur da ona yardım eder gibi, kollarını hafifçe yukarı kaldırdı.
Tişört, Nur'un başından yavaşça sıyrılırken, Dijvan'ın bakışları onu takip etti. Kumaş omuzlarından ve göğsünden kayıp yatağa düştüğünde, odanın içindeki hava aniden daha da yoğunlaştı.
Nur'un teni, Dijvan'ın karanlık bakışları altında kendini savunmasız ama güçlü hissediyordu. Vücudunu saran utangaç bir kızarıklık yüzüne yayılmıştı.
Dijvan, bir an durdu. Yüzünü Nur'un boynuna yaklaştırdı, ama bu sefer öpmedi. Aksine, derin bir nefes aldı, sanki Nur'un kokusunu içine çekerek bu anı kaydetmek istiyordu.
Ardından, Nur'un hassas boyun çizgisinden başlayarak, omuzlarına, oradan da köprücük kemiğine doğru yumuşak öpücükler dizmeye başladı. Öpücükler, küçük ve kesikti ama her biri, Nur'un bedeninde titreşimler yaratıyordu. Nur, sırtını hafifçe yay gibi gerdi, parmakları Dijvan'ın omuzlarını daha sıkı kavradı.
Dijvan, Nur'un tenindeki bu karşılığı hissettiğinde, içindeki tutku tamamen serbest kalmıştı. Öpücükleri artık boynu ve omuzları arasında daha tutkulu bir hal alıyor, elleri ise Nur'un bedeninde daha cüretkar bir keşfe çıkıyordu.
Oda, iki alevin birbirine karıştığı bir yangın yerine dönmüştü. Geriye sadece nefeslerin kesik kesik sesleri ve tenin tene değme hissinin yarattığı derin bir heyecan kalmıştı.
Dijvan, başını Nur'un boyun girintisine gömmüş, oradan göğüslerinin arasına doğru ıslak ve iz bırakan öpücükler bırakıyordu. Her bir dokunuşu, bir öncekinden daha derin bir arzu taşıyordu. Nur'un nefesi, artık tutkulu inlemelere dönüşmüştü; elleri, Dijvan'ın saçlarını daha sert bir şekilde kavrıyordu. Oda, yayılan tenin sıcaklığı ve yoğun nefes alıp vermelerle titriyordu. İkisi de, dünyanın geri kalanından kopmuş, sadece birbirlerine odaklanmışlardı.
Tam o anda, kapının önünden korkak ve aceleci bir ses duyuldu.
Kapı, hafifçe ve çekingen bir ritimle üç kez tıklandı. Hemen ardından, bir kadının sesi, sessizliğin ortasında bir çığlık gibi yankılandı:
"Ağam... Meryem Hanım sizi çağırıyor. Hemen gelsinler dedi, çok önemliymiş."
Ses, kapalı kapının arkasından bile telaşlı geliyordu ve bir anda odaya soğuk bir gerçeklik rüzgarı getirdi.
Dijvan'ın tüm vücudu aniden kas katı kesildi. Tutkuyla gerilen kasları, öfkeyle sertleşti. O anın içinde donup kalmış, Nur'un tenindeki öpücükleri yarım kalmıştı. Başını yavaşça yukarı kaldırdı, gözlerindeki yoğun ateş aniden keskin bir sinire dönüştü.
Nur, sarsılarak gözlerini açtı. Kalbi hızla çarpıyordu ama bu kez heyecandan değil, utanma ve hayal kırıklığının karışımından dolayıydı. Dijvan'ın göğsü altındaki pozisyonu ve odanın dağınık hali, durumu daha da mahcup kılıyordu.
Dijvan, başını Nur'un omzuna düşürdü ve boğuk, derin bir fısıltıyla mırıldandı. Kelimeler, daha çok kendi kendine söylenen, kontrol edilemeyen bir küfür gibiydi
"Lanet olsun..."
Sinirle dişlerini sıktığını Nur hissedebiliyordu. Bu anın, bu kadar kaba ve zamansız bir şekilde bölünmesi, Dijvan'ı çileden çıkarmıştı. Yüzündeki ifade, az önceki tutkulu aşktan eser taşımıyordu; yerine sert, karanlık bir gölge düşmüştü.
Kapıdaki ses, cevapsız kalınca bir kez daha yükseldi: "Ağam, acil dediler..."
Dijvan, derin bir nefes alarak kendini zorla kontrol etti. Nur'un üzerinden yavaşça doğruldu, omuzları ve göğsü hiddetle inip kalkıyordu. Yataktan kalkmadan önce, yüzü kızarmış ve mahcup duran Nur'a doğru eğildi.
Yanağına kısa, sıcak bir öpücük bıraktı ve gözlerindeki söz verilmiş bir devam ifadesiyle: "Hemen geleceğim, rojbinim. Bu bitmedi." diye fısıldadı.
Aceleyle yataktan kalktı ve tişörtünü alıp üzerine geçirdi. Kapıya doğru yürümeden önce, Nur'a son bir kez, yoğun ve kararlı bir bakış fırlattı. Nur ise, dağınık saçları ve hızla çarpan kalbiyle yatakta kalmış, nefesinin düzene girmesini bekliyordu.
Dijvan, kapıyı sinirle çekip kapattıktan sonra, hızla odadan uzaklaştı. Vücudundaki hâlâ kabaran tutku ve anının bozulmasının getirdiği hiddet yüzünden adımları merdivenlerde sert ve gürültülüydü. Zihninde, Nur'un teninin sıcaklığı ile annesinin "önemli" dediği konunun soğukluğu çarpışıyordu.
Konak, bu saatte bile kendine has ağır ve resmi bir sessizliğe sahipti. Dijvan, geniş taş merdivenlerden avluya doğru indi.
Merdivenin son basamağına yaklaştığında, bakışları avludaki loş ışık altındaki grubu buldu. Kalbi, Nur'un yanında bıraktığı sıcak anın etkisiyle hızla çarparken, göreceği manzaranın soğuk ciddiyetine kendini hazırladı.
Avluda, beklediği gibi üç kişi vardı.
Ortada, dimdik ve heybetli duran annesi Meryem Hanım vardı. Yüzü, her zamanki gibi taş kesmiş, dudakları ince bir çizgi halini almıştı; bu, bir karar anının ifadesiydi. Gözlerinde, asla taviz vermeyen, sert bir irade vardı. Annesinin hemen yanında, aşiret giysileri içindeki, iki erkek duruyordu. Biri, sakalı ağarmış, yüzünde derin çizgiler vardı. Diğeri ise daha gençti. Dijvan’a hitaben gelen adamın yüzünde de ciddi, beklentili bir ifade asılıydı.
Dijvan, merdiveni tamamlayıp onların birkaç adım uzağında durdu. Az önceki tutkulu ve çocuksu tavrı bir anda silinmiş, yerine aşiretin ağası kimliği geri gelmişti. Yüzündeki kaslar gerildi, bakışları anında sertleşti ve sorgulayıcı bir hal aldı.
"Meryem Ana," diye seslendi, sesi derin ve otoriterdi. Gözleriyle yanındaki iki misafire kısa bir baş selamı vererek, "Hizmetli çok acil bir durum olduğunu söyledi. Ne var?" diye sordu. Ses tonundaki sabırsızlık ve gerilim gizlenemiyordu. Sanki bu anı kimin böldüğünü ve nedenini hemen öğrenmek istiyordu.
Meryem Hanım, oğlunun gözlerindeki bu hiddetli bakışı fark etti ama umursamadı. Gözlerini kısarak, tek kelime etmeden yanındaki yaşlı adama işaret etti. Bu hareket, 'Konuşması gereken o' demekti.
Yaşlı adam, boğazını temizledi ve ağırbaşlı bir sesle söze başladı. Dijvan'ın yarı çıplak, heyecan dolu bir anın ortasından koptuğunu bilmeden, konunun ciddiyetine yakışan bir giriş yapıyordu.
Adam, Meryem Hanım'dan aldığı onayla, sesine ağır bir ciddiyet katarak söze başladı: "Ağam... Son günlerde kirli bir dedikodu yayılmaya başladı, biliyor musun? Konuşulanlar senin ve aşiretimizin adını lekeliyor."
Dijvan'ın yüzündeki gergin ifade daha da koyulaştı. Kolları göğsünde kavuşuktu, bekledi.
Adam, bakışlarını Dijvan’ın sert gözlerinden kaçırarak devam etti: "Senin, Dayı' nın sevdiği kadını zorla elinden aldığın ve zorla ona sahip olduğun söyleniyor, ağam. Sanki bir esirmiş gibi..." Adamın sesi, cümlenin sonunda alçaldı, konunun ağırlığı altında ezilmişti.
Bu sözler, buz gibi bir şok etkisi yarattı. Dijvan'ın sinirle kasılan çene hattı belirginleşti. Vücudunda, az önceki tutkudan kalan son izler bile saf öfkeye dönüştü. Gözleri kısıldı, bakışları yaşlı adamın üzerine bir kılıç gibi saplandı. Adama doğru bir adım attı, avludaki sessizliği delen, derin bir tehdit yayıyordu etrafa.
Tam o sırada, Meryem Hanım'ın soğuk ve tok sesi araya girdi: "Dur, Dijvan. Daha fazlası var. Sakin ol."
Dijvan, annesinin emriyle duraksadı ama öfkesi yatışmamıştı. Bakışlarını annesine çevirdi, gözleri bir fırtınanın ortasındaydı. Meryem Hanım'ın yüzü, bir taştan oyulmuş gibi duygusuzdu; dedikodunun kendisini bile şaşırtmadığını gösteriyordu.
adam, Meryem Hanım'ın sert uyarısıyla tereddüt etti.
Elleriyle oynamaya başladı, belli ki bu sözleri söylemekten çekiniyordu. Ama Meryem Hanım'ın keskin bakışı onu mecbur bıraktı.
Yutkundu ve daha alçak bir sesle, ama yine de avluda yankılanacak netlikte konuştu: "Ve... ve hanımağamız için de konuşuyorlar. Para için erkeklerin peşinde olduğu, ailesinin namusuna gölge düşürdüğü söyleniyor, ağam. Ayrıca... ayrıca kızın zaten bir sevdalısı varmış. Senin için onu düğün gecesi bırakıp kaçmış, aile ocağını kirletmiş diyorlar."
Bu son sözler, Dijvan'ın sinirini patlama noktasına getirdi. Sadece kendi onuruna değil, Nur'un namusuna da dil uzatılmıştı. Az önce koynunda tuttuğu, "Rojbini" dediği kadına atılan bu iftiralar, onu çıldırttı.
Yüzündeki tüm kan çekilmiş, teni beyaz bir öfkeyle gerilmişti. Gözleri, yaşlı adama ölümcül bir nefretle baktı "NE DİYORSUN LAN SEN !" diye kükredi. Sesi, konağın taş duvarlarında bir deprem gibi yankılandı.
ürkek duran aşiret üyesinin üzerine yürüdü. Genç adam, bu öfke patlaması karşısında donup kalmıştı. Dijvan, tek bir hamleyle adamın gömleğinin yakasına yapıştı, parmakları kumaşı sıkarken boğazını da neredeyse sıkıyordu.
Dijvan'ın yüzü, genç adamın yüzüne tehlikeli bir şekilde yaklaştı. Genç adamın gözleri korkuyla açılmıştı.
" benim hanımıma kim-" demişti ki öfkeyle, merdivenin ucundan "Ne diyorsunuz siz?" Nur'un sesi, az önceki titrek fısıltıdan eser taşımıyordu; şimdi keskin ve otoriterdi.
Nur, bir anlık tereddüdü üzerinden atmış, üzerindeki mahcup havayı söküp atmıştı. Birkaç adım daha atarak merdiven sahanlığına indi ve sırtını dimdikleştirdi. Şalının altından görünen kırışık pijamasına rağmen, duruşu bir hanımağaya yakışır bir ihtişam taşıyordu. Gözleri, ne kocasına ne de annesine takıldı; doğrudan genç ve yaşlı aşiret üyelerine kilitlendi. Yüzündeki ifade, korkudan arınmış, sadece hakarete uğramış bir gurur taşıyordu.
Meryem Hanım'ın yüzündeki sert ifade bile bir anlığına şaşkınlıkla gevşedi.
Nur'un bakışları, avludaki herkesi tek tek süzdü ve sonunda buz gibi bir tonla konuştu
"Benim namusum ve kocamın adı, bu konağın çatısı altında, hatta bu topraklar üzerinde hiç kimsenin ağzına sakız edilemez." Başını hafifçe yukarı kaldırdı, sesi her kelimesiyle güçleniyordu. "Burada söylenenler, o iftiraları yayanların ağızlarının pisliğini gösterir. Benim kapımı çalıp, benim kocamı meşgul edecek kadar önemli bir konuysa, bu iftiraları yayanlar kimdir? Onları bana söyleyin."
Gözleri ateş saçıyordu. Bu, Dijvan'ın savunmaya mecbur bıraktığı bir kadının değil, kendi onurunu canla başla koruyan bir hanımağanın duruşuydu.
"Ben bu konağın geliniyim, bu toprağın hanımağasıyım," dedi, sesi artık tartışılmaz bir kesinlikteydi. "Benim hakkımda konuşulan her söz, bu aşiretin şerefini ayaklar altına alır. Kim ki benim ve kocamın aleyhine bir laf eder, bilsin ki karşısında sadece Dijvan Ağa'yı değil, beni de bulacaktır. Ve ben, benim namusuma laf edenleri asla affetmem."
Avludaki genç adamın yüzü, bu cüretkar çıkış karşısında korkuyla sarardı. Meryem Hanım ise, Nur'a bakarken kaşlarını çattı, yüzünde şaşkın bir gurur karışımı vardı.
Dijvan'ın ise, öfkesi bir anda derin bir hayranlığa dönüşmüştü. Yumrukları gevşedi. Gözlerinin içi parlıyordu. Nur'un bu yiğit ve keskin tavrı, onu koruma içgüdüsünü yeniden alevlendirmişti. Yüzünde, 'İşte benim karım' diyen, gururlu ve sahiplenici bir ifade belirdi.
Nur, avludaki herkesin üzerindeki etkisini anladı. Ne Dijvan'ın siniri, ne de Meryem Hanım'ın otoritesi şu anki anın gücünü aşabilirdi. Gözleri hala yaşlı ve genç aşiret üyelerinin üzerindeydi. Sesi, önceki ifadelerinden daha da keskin ve komut verici bir tona büründü.
"Şimdi beni iyi dinleyin," dedi, sesi soğuk bir çelik gibiydi. "Sizden ricam değil, emrimdir: Geri dönün ve o dedikoduyu yayanlara haber salın."
Başını gururla kaldırdı, bakışları sanki tüm aşireti süzüyordu. "Onlara deyin ki ; Hanımağa Nur, kocası Dijvan Ağa hakkında, bu ocağın şerefi hakkında tek bir yalan söz daha duyarsa..." Durdu. Bu kasıtlı duraklama, sözlerinin etkisini artırmıştı. Genç adam korkuyla yutkundu. Yaşlı adam ise öylece baktı.
"...karşılarında sadece bir kadını değil, bu konağın ve bu aşiretin gücünü bulacaklar. Benim hakkımda, kocamın hakkındaki her iftira, doğrudan aşiretimizin kalbine indirilmiş bir hançerdir. Ve o hançeri kim tutuyorsa, ben o eli kökünden kırarım!"
Nur'un yüzünde, az önce Dijvan'ın altında tutkuyla yanan kadından eser yoktu; yerine korkusuz bir kadın duruyordu.
Dijvan, Nur'un bu gözü pek çıkışıyla büyülenmişti. Az önceki öfkesi tamamen dinmiş, yerini sınırsız bir gurura bırakmıştı. Yüzündeki gergin kaslar gevşedi, dudaklarının kenarı fark ettirmeden hafifçe yukarı kıvrıldı. Gözleriyle, 'İşte bu, benim Rojbinim' der gibiydi. Nur'un korkusuzluğu onu deli ediyordu, ama aynı zamanda ona olan hayranlığını da katlıyordu.
Meryem Hanım, bu cesur hamle karşısında daha fazla sessiz kalamadı. O da, Nur'un bu kesin ve kararlı duruşunu onaylamak zorundaydı.
"Duyduklarınızı iletin," dedi Meryem Hanım, sesi ilk kez Nur'un sözlerine bir destek ekliyordu. "Hanımağanın sözleri aşiret de kanundur artık."
Yaşlı adam ve genç, Nur'a doğru saygıyla başlarını eğdiler. Bu konuşmanın daha fazla uzatılacak bir yanı kalmamıştı. Onlar için bu durum, getirdikleri dedikodudan çok, yeni Hanımağa'nın gücünün bir gösterisi olmuştu.
"Emredersiniz Hanımağam, Ağam," diyerek hızla avludan ayrıldılar. Yalnızlığın Ardından Avluda sadece Dijvan, Nur ve Meryem Hanım kalmıştı.
Meryem Hanım, Nur'a derin, ölçücü bir bakış attı. Yüzündeki ifade, hala mesafeliydi ama artık içinde gizli bir takdir vardı. "Bu meseleyi halledeceğim, Dijvan," dedi, sadece oğluna hitap ederek.
Ardından, Nur'a bakmadan avludan uzaklaştı.
Avluda sadece Dijvan ve Nur kalmıştı. Dijvan, yüzünde geniş, sahiplenici bir gülümsemeyle Nur'a doğru yürüdü. Nur'un yorgunluğuna rağmen hala dimdik durduğunu gördü. Yanına geldi ve yavaşça, gururla Nur'un omzunu kavradı.
"Rojbinim..." dedi, sesi sevgi ve övgüyle doluydu. "Sen sadece bu konağın değil, bu aşiretin de sırtını dayadığı o sağlam dağsın artık."
Nur, bu beklenmedik, içten söze karşı gözlerini usulca kaldırdı. Siyah irislerinde günün tüm gerginliği ve zaferi bir parlayıp söndü. Dudaklarının kenarı, zar zor fark edilen, yorgun ama içten bir tebessümle hafifçe kıvrıldı. Omuzlarında hissettiği Dijvan'ın elinin sıcaklığı, az önceki gerginliğin soğukluğunu alıp götürüyordu.
"Yoruldun mu?" diye sordu Dijvan, başparmağıyla Nur'un kumaşı üzerinden nazikçe okşayarak. Gözleri, Nur'un alnındaki hafifçe çatılmış çizgilerde geziniyordu. Endişe değil, derin bir hayranlık vardı bakışlarında.
Nur, derin bir nefes aldı. İçine çektiği hava, avlunun ferah, temiz kokusunu taşıyordu.
"Biraz," diye fısıldadı. Sesi, az önce emirler veren Hanımağa'nın otoritesinden çok, yorgunluğunu yeni itiraf etmiş bir kadının yumuşaklığına dönmüştü. "Ama bu yorgunluk, içimde büyük bir hafifliğe yer açtı, Dijvan."
Dijvan'ın gülümsemesi daha da derinleşti. Eşinin gözlerinin içine baktı. Gördüğü şey, artık kararsızlık ya da korku değildi; sadece hak edilmiş bir güç ve kendine güvenin dingin duruşuydu.
Başını yavaşça eğerek Nur'un alnına sıcak bir öpücük kondurdu. Dudakları çekilirken, fısıltısı sadece Nur'a ait olacak kadar yakındı
"Sen benim Hanımağamsın, Rojbinim. Seninle gurur duyuyorum."
Nur'un yanaklarına hafifçe pembe bir renk yayıldı. Bu onay, az önce Meryem Hanım'ın zoraki takdirinden çok daha değerliydi.
🤍🤍🤍🤍🤍🤍🤍🤍🤍🤍🤍🤍🤍🤍🤍🤍🤍
Gün ışığı yüzüme vurmasıyla yüzümü buruşturdum. Işıktan kaçmak için diğer tarafıma döndüm. Döndüğümde yanımın boş olduğunu gördüm. Behram yanımda yoktu. Elim, başını koyduğu soğumuş yastığa gitti.
Biliyordum gideceğini, sabah uyandığımda yanımda olmayacağını ama yine bir şekilde umut etmiştim. Gözlerim yatağın diğer yarısında, hala Behram'ın şeklini koruyan çarşafın izlerinde gezindi. Yastıktan gelen, artık silikleşmeye yüz tutmuş o tanıdık, erkeksi kokuyu içime çekmeye çalıştım. Nafile. Koku da, Behram'ın bıraktığı iz de çoktan uçmaya başlamıştı.
Kaşlarım yavaşça çatıldı, dudaklarım büküldü. Yüreğimde, çok tanıdık ama her seferinde daha derinden sarsan bir hayal kırıklığı sızısı yayıldı. Sanki içeriden bir el boğazımı sıkıyordu. Gözlerimi tavana diktim, gözbebeklerim boşlukta sabit kaldı. Dün geceki fısıltıları, teninin sıcaklığını, vedalaşırken yüzünde gördüğüm o gizlenmiş acıyı hatırladım.
Yatağın içinde dizlerimi karnıma doğru çektim, kendime bir top gibi sarıldım. Omuzlarım hafifçe titredi. Ağlamak değildi bu, daha çok içeriden gelen bir üşümeydi. Sanki Behram'la birlikte odanın tüm sıcaklığı da çekip gitmişti.
Üzerimde hiçbir şey yoktu. Dün geceki o yakınlığın kanıtı olan çıplaklığım, şimdi odadaki soğuk havayla ve yanımdaki boşlukla yüzüme çarpıyordu. Yatakta daha fazla kalamayacağımı anladığım da .
Yavaşça, yatağın kenarından sarktım. İlk işim, komodinin üzerinde duran, Behram'a ait büyük, koyu renkli gömleği almak oldu. Hızla üzerime geçirdim. Kumaş, Behram'ın silik kokusunu taşıyordu ve bu, bir an için olsun ona sarılıyormuş hissi verdi. Etekleri dizlerime inen bu büyük gömleğin içinde, kırılgan ve kayıp hissediyordum.
Vücudum ağır, uzuvlarım uyuşmuş gibiydi. Odada gezinen bakışlarım sehpanın üzerindeki kağıtlara takıldı.
Kağıtların üzerinde, evlilik alyansımız duruyordu.
Alyansı gördüğüm an, bükülmüş olan dudaklarım düzeldi, yüzümdeki tüm ifade bir anda silindi. Ne hayal kırıklığı, ne üzüntü. Sadece donuk, keskin bir şaşkınlık. Gözlerim, metalin ışıkta parlayan soğukluğuna kilitlendi. Behram söz vermişti. Asla çıkarmayacaktı.
Yavaşça sehpanın yanına yürüdüm, sehpanın üzerinde alyans, alyansın altında katlı bir kağıt vardı. Kağıt yerine alyansa uzandım. Parmağımda taşıdığım kendi alyansımın yanına, avucumun içine koydum onu. İki küçük metal halka, avucumun içinde ağır bir ihanet duygusu yarattı.
Avucumun içinde duran iki küçük halka… Soğuk, ağır ve yabancı. Oysa bir zamanlar o halkalar, sonsuzluğu simgeliyordu. Şimdi ise sadece içimdeki ihaneti büyütüyorlardı. Gözlerim doldu, bakışlarım bulanıklaştı ama yine de elimden bırakmadım onları. Sanki bıraksam, yaşadığım her şey yalan çıkacakmış gibi.
Parmaklarımı yavaşça kapattım, sonra yeniden açtım. Hâlâ oradaydılar. Hâlâ kalbime yük olmaya devam ediyorlardı. Boğazıma oturan düğümle nefes almak zorlaştı, dudaklarımın kenarından acı bir tebessüm kaydı.
Bakışlarımı masanın üzerindeki kâğıda çevirdim. Avucumdan alyansları bırakmadan, titreyen elimle uzandım. Parmaklarım katlı kâğıda değdiğinde, içimden istemsiz bir ürperti geçti. Açmaya cesaret edemedim bir an… Ya orada yazanlar, kalbimin son kırıntısını da paramparça ederse?
Ama merak ağır bastı. Derin bir nefes alıp kâğıdı açtım. Karşıma çıkan tanıdık yazıyı görür görmez kalbim hızla çarpmaya başladı. Gözlerim satırların üzerinde gezinirken dudaklarımdan boğuk bir fısıltı döküldü
“Beni… bırakmış…”
O an dünya sessizleşti. Kelimeler gözümden kalbime aktı, her biri içimde keskin bir iz bıraktı. Yaşlar süzüldü yanaklarımdan, kâğıdı ıslattı. Ama elimden bırakmadım. Sanki Behram’ın sesini bu satırlarda duyuyordum. O konuşuyor, ben dinliyordum.
Benim için yazılmış bir veda…
Benim için bırakılmış bir son…
Bizim için yazılmış bir veda...
Bizim için bırakılmış bir son...
Aydan’ım...
Sana ilk kez "Aydan'ım" dediğim gün, sanki bütün dünya nefesini tutmuştu. O anki coşku, şimdi ise kalbimin sızısına dönüştü. Artık o ritim yok, sadece boğazıma oturan, gitgide büyüyen o veda düğümü var.
Neden mi yazıyorum? Çünkü ben Behram'ım.
Sessizliğin, kayboluşun adamıyım. Hiçbir zaman veda etmedim, hep çekip gittim. Ama sen, benim gitmeye kıyamadığım, adını mırıldanmaya doyamadığım tek gerçeğim oldun. Sana sessizce sırtımı dönüp gitmek, seni bir yalanla terk etmek olurdu.
Ve ben... sana son kez de olsa doğruyu borçluyum.
Biliyorum, bu mektubu okurken canın yanıyor. Özür dilerim, bunu bile bile yazdığım için. Ama inan ki, bu kağıt parçası elimde, ben de yanıyorum. Senin canını yakmaya korkarken.
Aydan, sen benim içimdeki bütün hayalleri nasıl yaktın?
Özür dilerim. Bu soruyu sana sormamalıydım, seni bir kez daha yaralamamalıyım....
Hatırlar mısın, sana Çoban Yıldızı'nın hikayesini anlatmıştım. Kavuşamayan, araya mesafeler girmiş sevdalıların hikayesini. Gece ile gündüzün, hiç kesişmeyecek iki yolun ortasındaki tek tanık...
Aydan, sen benim Çoban Yıldızı'mdın. Benim gibi bir gölgeye, en karanlık gecelerde bile bir yön, bir umut veren tek ışık. Sen vardın diye ben de vardım. Gökyüzümde, her daim orada olacağını bildiğim tek sözdü varlığın.
Ama şimdi bu karanlık hayatım aydınlandı. Güneş, benim için çok parlak doğdu. Ve sen... Sen artık o karanlık gökyüzünde parlayan, yol gösteren ışık değilsin. Aydınlıkta, senin gölgen bile kayboldu. Ben de... seni göremiyorum.
Sensiz kalan bu aydınlık yol, beni sadece sensizliğe götürüyor. Ellerimde tuttuğumu sandığım bütün o yarım kalmış umutlar, seninle birlikte avuçlarımdan kayıp gitti.
Belki de gitmek, bu kör edici aydınlıkta, kayboluşu kabullenmektir. Ben sende kaybolduğum kadar, kendimde de kaybolmayı öğrendim. Şimdi senden ayrılıyorum ki, bu kayboluşun içinden kendime çıkabileyim.
Bu veda... inan hiç kolay değil. Bu satırları titreyen ellerle yazıyorum.
Gidişimi anlatacak cesaretimi bulamadım, bu yüzden sana bir şarkı bıraktım; Her mısrasında sana sessiz vedam gizli
Teoman'ın "Çoban Yıldızı" şarkısı.
Dinle onu, Aydan. O şarkının her mısrası, sana edemediğim sessiz yeminimdir. O dizelerde benim yüzüm, benim suskunluğum, sana olan bütün bitmemiş sözlerim gizli.
Sen... benim Çoban Yıldızı'mdın. Yolumu aydınlatan. Geceye ışık olan.
Şimdi ben yokum. Ama o şarkı hep kalacak. Tıpkı senin, benim kalbimin gökyüzünde, en parlak ve en acıtan yıldız oluşun gibi.
Hoşça kal... Canımın en çok yandığı.
Behram
Satırların sonuna geldiğimde gözlerim artık hiçbir harfi seçemiyordu. Yaşlar sayfayı bulanıklaştırmış, kelimeleri birbirine karıştırmıştı. Boğazımdan kopan bir iniltiyi bastıramadım. Bir an ellerimden güç gitti ve kâğıt parmaklarımın arasından süzülerek yere düştü.
O an dizlerimin bağı çözüldü, sehpanın yanına çöktüm. Avucumda hâlâ alyanslar vardı ama onları bile hissetmiyordum artık. İçimde sadece dev bir boşluk, kulaklarımda çınlayan sessiz bir terk ediliş vardı.
“Behram…” dedim kısık bir sesle, ardından hıçkırıklarım bastı her şeyi. Artık tutamadım kendimi; sesli, derin, kontrolsüz bir şekilde ağlamaya başladım. Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülüp dudaklarıma ulaştığında tuzlu bir acı bıraktı.
Ellerimle yüzümü kapatsam da sesim odayı dolduruyordu. Sanki içimde sakladığım bütün acı, bir anda dışarı fırlamıştı. Mektup yerdeydi, ama ben onu hâlâ kalbimde, her satırında Behram’ın vedasıyla hissediyordum
Dizlerimin üzerine çökmüş, ellerimle yüzümü kapatmıştım. Hıçkırıklarım boğazımı yakarken gözyaşlarım ellerimin arasından süzülüp yere damlıyordu. Yerde, biraz önce elimden düşen mektup öylece duruyordu. Her satırı, kalbime kazınmıştı artık.
Avucumda sımsıkı tuttuğum alyansları hissettim. Metali soğuktu, ama içimdeki pişmanlığın sıcaklığı ellerimi kavuruyordu. Dudaklarım titredi, boğuk bir sesle fısıldadım
“Biliyorum… seni çok kırdım Behram. Keşke zamanı geri alabilsem. Keşke hiç susmasaydım, gururuma yenilmeseydim…”
Gözlerimi kapattım, anılar birer birer zihnime üşüştü. Onun bakışları, gülüşü, bana kızarken bile gözlerindeki o ışık… Hepsi şimdi benden uzak, benden alınmış gibiydi.
“Belki de bu veda, benim sana yaptıklarımın bedeli,” dedim kısık bir sesle. Hıçkırığım cümlemi yarıda kesti. Omuzlarım sarsıldıkça içimdeki suçluluk büyüyordu.
Elimdeki alyansları avucuma bastırdım. Acı, kalbimdeki sızının yanında hiçbir şeydi. Oysa bir zamanlar bu halkalara bakınca sonsuzluğu görüyordum. Şimdi ise sadece kaybettiklerimi… ve geri getiremeyeceklerimi.
Sesim tükenirken dudaklarımdan dökülen son fısıltı, odaya yayılan sessizlikte yankılandı
“Affet beni Behram…”
🎀🎀🎀🎀🎀🎀🎀🎀🎀🎀🎀🎀🎀🎀
Behramın vedasını yazmak beni aşırı zorladı :( ilk zorlandığım sahne hastane de ki aydanın sözleri oldu, şimdi ise behramın veda mektubu. Kaç defa yazıp sildim bilmiyorum... Bazıları keşke behram terk etmeseydi falan diyecek ama bu bölümü yazarken behram kendisi yazdırdı bana... 2 haftadır bu düşünce ile savaştım behram gitmeyecekti benim kafamda ama bölümü yazmaya başladığım da behram beni yönetti ve sonuç... Veda.... Bundan sonra nasıl ilerleyecek hep birlikte göreceğiz... Diğer bölüm de görüşmek üzere kendinize cici bakın....
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |