
Sessizliğin ortasında verilmiş bir savaş vardı ortamda, herkes diken üzerinde bekliyordu. Ortamda çıt çıkmıyordu sanki biri bir şey dese bir anda ortam tekrar gerilecek gibiydi.
" eğlence yeni başlıyor gibi" dedi ferzan eğlenen bir ses tonu ile. Ferzan bakışlarını kapıdan çekip dijvana ordan da yerde kanlar içinde bilinci yarı açık yarı kapalı adem karaya çevirdi.
" cidden bir kız için değdi mi ya bu kadar tantana" dedi küçümser bir şekilde.
Ortamda bir tek eğlenen ve konuşan oydu.
Kimse ona cevap vermedi. Silahların dumanı hâlâ avlunun ağır havasında asılıydı. Dijvan, Ferzan’a öfkeyle baktı. Elleri titriyordu ama bu titreme korkudan değil, öfkedendi. Nur bunu fark etmiş gibi dijvan 'nın elini daha sıkı tuttu,dijvan ise elinde ki sıcaklığa baktı ordan da Nur' un yüzüne.
Nur’un yüzü solgundu ama gözleri kararlıydı. O an, kelimeler gereksizdi. Birbirlerine sadece bakarak anlaştılar. Nur, yanında olduğunu, korkmadığını, bu savaşta yalnız olmadığını anlatmak ister gibiydi.
Dijvan derin bir nefes aldı, gözlerini kapatıp kısa bir anlığına öfkesini bastırmaya çalıştı “Senin gibiler için insan hayatı hiçbir zaman değerli olmadı,” dedi sonunda, sesi buz gibiydi. “Ama biz, sevdiklerimizi korumak için gerekirse canımızı veririz.”
Ferzan alaycı bir şekilde başını hafifçe yana eğdi. “Romantik cümleler için yanlış yer, yanlış zaman,” dedi. “Hâlâ anlamıyorsunuz değil mi? Bu savaş çoktan başladı.” Dijvan bir adım ileri çıktı, gözleri kanlı yere, sonra Adem Kara’nın kıpırtısız bedenine kaydı. Yerde yatan adam, onun kan bağı olan dayısıydı ama içinde ne bir acı ne de bir vicdan vardı. Sadece öfke... derin, kemiren bir nefret.
“Nerede başladıysa, orada bitecek,” dedi Dîjvan dişlerini sıkarak. “Bitmez ise de savaşı aleyhimize yapar, yine sizi bu topraklardan yok ederiz.” İçindeki öfkeyi zor tutuyordu, sesi her kelimede biraz daha sertleşiyordu.
Avluda derin bir sessizlik oluştu. Adem Kara’nın adamları ve Ferzan’ın silahlı birkaç adamı gerilimle ellerini silahlarının kabzasına götürdü. Bir çatışma çıkması an meselesiydi. Dîjvan’ın yanında duran kendi aşiretinden üç adam ise tetikteydi; gözleri Ferzan’ın adamlarında, parmakları tetikteydi.
Hatice, Dîjvan’ın hemen arkasındaydı. Yüzü solgun, ama ifadesi hâlâ soğuk ve vakurdu. Ne Adem’in yerde kanlar içinde yatışı, ne de ortamdaki gerginlik onu korkutuyordu. Ama Dijvan’ın öfkesinin nereye evrileceğini biliyordu.
Ferzan, başını kaldırdı. Omzunu dikleştirip Dîjvan’a küçümser bir ifadeyle yaklaştı. “Ne yapacaksın? Herkesi mi öldüreceksin? Kan dökerek mi kuracaksın yeni düzeni? Seninle Adem’in farkı ne o zaman?”
“Ben kimseyi zorla almadım yanımda,” dedi Dîjvan, sesi derinleşerek. “Ne bir kadını, ne bir halkı, ne de bir kaderi. Seninle Adem Kara'nın yaptığı tek şey zorbalıktı.”
Nur, sessizce Dîjvan’ın arkasında duruyordu. Onun sırtına baktı, gergindi, nefes alışları hızlanmıştı. Ama aynı zamanda dimdikti.
Hatice o anda öne çıktı. Avluda yankılanan sesiyle ortamı kesti:
“Yeter!” diye bağırdı. “Burada bir damla kan daha dökülürse, bu toprakları sadece zalimler değil, biz de terk ederiz. Herkesin hesabı olacak, ama bu çatışmayla değil!”
Ferzan, Hatice’ye döndü.
“Sen de mi , Hatice abla ? Kardeşini yerde bırakacak kadar ondan vazgeçtin mi?”
Hatice bir adım daha attı, Adem’in yanına geldi. Kardeşinin cansız gibi duran bedenine kısa bir bakış attı. Sonra başını kaldırdı, Ferzan’ın gözlerinin içine baktı.
“Ben ondan, senin safına geçtiği anda vazgeçtim,” dedi. “Artık sadece bir ismi var. Bizden biri değil.”
Bu söz, Adem’in adamlarında bile bir kıpırdanma yarattı. Sessizlik içinde bir iki adım geri çekilenler oldu. Ferzan’ın adamları da gergindi; planladıkları kadar güçlü değillerdi artık.
Dîjvan Nur’un elini tuttu.
“Şimdi ya çekip gidersiniz,” dedi gözlerini Ferzan’a dikerek. “Ya da bu avluda gömülürsünüz. Tercih sizin.”
Ferzan, Dîjvan’ın sert hamlesine rağmen kahkaha attı.
“Cidden mi?” dedi alayla. “Bak çocuk… Çok sevgili dayın Adem Kara’yı artık ben bile durduramam.”
Sözleri bir zehir gibi avluya yayıldı. Ardından başını hafifçe çevirip çenesiyle Dîjvan’ın arkasında duran Nur’u işaret etti.
“Onu almadan durmayacak. Bugün geçti belki… ama yarın? Ayağa kalktığı anda, ilk işi Nur’u senden almak olacak.”
Tam o an, yerde kanlar içinde yatan Adem Kara inledi. Tüm dikkat bir anda ona döndü. Nefes almakta zorlanıyor gibiydi ama inadından ya da öfkesinden, sesini çıkarmayı başardı. Dudaklarından kopuk bir mırıltı geldi:
“Bu iş… bitmedi…”
Dîjvan dönüp ona baktı. İçinden bir şeyin koptuğunu hissetti. O adam onun çocukluğunda bir dayıydı belki, ama şimdi bir kabustan farkı yoktu. Kan bağını bir hançer gibi taşıyan bir figür. Ve hâlâ tehdit savuruyordu. Hâlâ Nur’un adını ağzına alacak cüreti buluyordu.
“Gelsin alsın bakalım, alabiliyor mu?” dedi Dîjvan, bir adım daha öne çıkarak. “Bana sığınmış bir kadını asla dokundurtmam… tâ ki Nur istemediği sürece.”
Ferzan yine güldü. Bu defa kahkahası daha sakin, ama içinde başka bir niyet taşıyordu, geçmişe açılan kirli bir kapının anahtarı gibiydi.
“Cidden… tam soyunu yansıtıyorsun, Dîjvan Azamet " dedi “ aynı irade, aynı hırs… Sevgili babanda da vardı.”
Dîjvan’ın yüzü bir an dondu. Ferzan’ın bu sözleri, açık bir savaştan çok daha derin bir yeri hedef almıştı. Sessizlik bir an için avluyu örttü. Nur, Dîjvan’ın elini sıktı, onun gerildiğini hissetmişti.
Ferzan bir adım attı, artık meydan okumaktan çok eski bir sırrı hatırlatıyor gibiydi.
“Senin o çok az konuşan, her adımı hesaplı baban… o da böyle bakardı. Gözlerinde aynı tutku, aynı inat. Ama bilirsin ki, onun hikâyesi de öyle kahramanca bitmedi.”
Dîjvan’ın gözleri bir an karardı. Hatice hanım hemen oğlunun yanına geldi, sertçe konuştu “Adını bile anma burada, Ferzan. Onurlu insanların geçmişini senin ağzın kirletmesin.”
Ferzan alayla gülümsedi ama Hatice’nin gözlerinde gördüğü sertlik, onu susturdu. Yine de geri çekilmedi.
“Siz geçmişinizi unutursunuz… ama biz asla unutmuyoruz, Hatice hanım. Ne Dîjvan’ın babasını, ne bu toprağa kimlerin ne ektiğini.”
Dîjvan bu kez çok daha sakin bir tonda konuştu. Gözlerini Ferzan’a dikti
“Ben babam değilim. Onun hataları da doğruları da benim yoluma ışık olmaz. Ben kendi yolumu kendim yakarım. Ama şunu bil: Eğer geçmişten bir iz daha Nur’un hayatına ulaşırsa, o iz kimden kalmış olursa olsun, kökünden söküp atarım.”
Ferzan bir an duraksadı. Ardından yüzünü buruşturdu ve son kez meydandaki herkese göz gezdirdi.
“Ne olduğunu sandığınız kadar güçlü, ne de unuttuğunuz kadar masumsunuz. Geçmiş geri döner, Dîjvan. Daima.” dijvan çenesini yukarı kaldırdı meydan okurcasına “Umurumda değil,” dedi Dîjvan, çenesini kaldırarak. Gözleri sert, sesi meydan okurcasınaydı.
“Geçmiş, gelecek… Hiçbiri umurumda değil. Benim için önemli olan tek şey, şu an. Şimdi. " başını çevirip Nur' a baktı" Şu an korumam gereken bir kadın, arkasında durmam gereken bir söz, ve susarsa yok olacak bir hakikat var.” dedi
Nur, korku dolu gözlerle Dîjvan’a bakıyordu. Karşısındaki adam, tüm dünyaya meydan okuyor, kimseye boyun eğmiyordu. Ama Dîjvan’ın bakışları, ferahlatıcı bir güce sahipti. Nur, o bakışların içinde yalnızca bir şey gördü: koruma. Sadece kendini değil, onu da savunacak bir adam.
Dîjvan, Nur’a uzun uzun baktı. Gözleri, kömür karası gibi derin ve kararlıydı. Ama sadece gözleri değildi ona dokunan. Onun saçları, geceyi andıran siyah kıvırcıkları, adeta bir rüzgar gibi Dîjvan’ın aklında dönüp duruyordu. Her bir kıvrımda, her bir tutamda bir hikâye gizliydi. Bazen korku, bazen umut, bazen de kaybolmuş bir geçmişin yankıları.
Nur, Dîjvan’ın bakışlarıyla sanki zamanın dışına çıkmış gibiydi. O an, ne Ferzan’ın tehditleri ne de Adem Kara’nın varlığı vardı. Sadece Dîjvan ve o vardı. Dîjvan’ın gözlerindeki kararlılık, ona bir güven duygusu veriyordu. “Her şeyin sonuna varırım,” demişti. Ama bu an, ona tek bir şey hatırlatıyordu: Şimdi ve burada. Gelecek bir kenara atılmıştı, geçmişse çoktan geride bırakılmıştı.
Dîjvan, nihayet gözlerini ondan ayırdı ve başını hafifçe eğdi. “Sadece birlikte olmalıyız, Nur,” dedi, sesi yumuşak ama kararlıydı. “Geriye dönüp bakmak yok. Gelecek ne getirirse getirsin, ben hep burada olacağım. Şimdi seninle… Her şeyin sonuna kadar.”
Nur, gözlerini bir an yere indirdi, ardından tekrar Dîjvan’a baktı. Bir kez daha elini sıkıca tuttu, bu defa korkusuzca. “Seninle olmak… o zaman ne olursa olsun, ben buradayım.”
Dîjvan’ın içindeki karanlık, bir parça olsun aydınlanmış gibiydi. Belki de bu, sadece bir başlangıçtı. Ama bu başlangıç, onun ve Nur’un ortak yolculuğunun temeli olacaktı.
Ve avluda, tek bir karar verilmişti.
Dîjvan uzun zamandır düşünüyordu. Aklında dönen onlarca soru, kalbinde taşıdığı binlerce duygu vardı. Ama hepsinin sonunda vardığı tek bir sonuç vardı: Doğru karar buydu. Bu karmaşanın içinde, bir düzene, bir güvene, bir bağa ihtiyaç vardı. Ve o bağ, gözlerinin önünde dimdik duran, ona güvenle bakan Nur'du.
Bakışlarını Nur’dan çekip yavaşça etrafına baktı. Her bir yüz, sessiz ama merakla ona dönmüştü. Sonra gözleri annesi Hatice Hanım’a takıldı. Aralarında kelimesiz bir bağ vardı. Dîjvan hiçbir şey söylemeden bakınca, Hatice Hanım oğlunun gözlerinde kararını okudu. Yılların annesi, tek bir bakıştan anlamıştı her şeyi.
Sessizce başını salladı. Onaylarcasına. Gururla. Sanki "Artık zamanıdır" der gibi.
Dîjvan bu onayı alınca bir adım öne çıktı. Bakışları adem karada oyalandı ardıdan ise merakla ona bakan ferzana sonra ise Sesi avluda yankılandı " izleyin adem kara ile, kendi avlusunda, kendi evinde, gözlerinin önünde şimdi burda Nur ile evleneceğim" dedi.
Kimse bunu beklemediği için şaşırdı, Ferzan da, Nur ise öylece dijvana baktı. Kendini bile bile ölüme atıyor gibiydi.
Adem kara yerde öfke ile inlediğinde dijvan adem karaya küçümser bir bakış atıp Nur 'a döndü " ne gelecekse senden gelsin Nur, ben sana söz verdim ve o sözümü tutacağım. Kendi canın için kendi canımı koyarım önüne ama sana asla bir daha aynı acıları yaşatmam, yaşamana izin vermem" Nur' a elini uzattı
" tut elimi şimdi burada herşeye bir son verelim, yada burda yeni bir yangın başlatalım seninle ve bu yangını beraber yaktığımız gibi beraber söndürelim."
Nur’un gözleri dolmuştu. Kalabalığın uğultusu, Adem Kara’nın öfkeli inlemeleri, Ferzan’ın alaylı bakışları... Hepsi silinmişti zihninden. O an, yalnızca Dîjvan’ın sesi, sözcüklerinin içtenliği ve uzatılan eli vardı dünyasında.
Dîjvan’ın gözleri kararlıydı ama içinde büyük bir kırılganlık da gizliydi. Onun için bu sadece bir nikâh değil, hem kendi geçmişine başkaldırı hem de Nur’a bir yemin, bir bağlılıktı.
Nur, uzatılan ele baktı. Bir adım attı. Sonra bir adım daha. Kalbi yerinden çıkacak gibiydi ama adımlarında tereddüt yoktu. Tüm hayatını değiştirecek bir kararın tam ortasındaydı ve ilk kez, bu kadar emin hissediyordu.
Dîjvan’ın elini tuttu.
Avluda bir sessizlik çöktü. Dîjvan hafifçe gülümsedi, sonra başını çevirip nikâh memuruna döndü " o zaman lütfen kaldığınız yerden devam ediniz tek fark" Bakışları öfke ile bakan adem karaya çevirdi " damat farklı" dedi
Nikâh memuru, Dîjvan’ın sözleriyle bir an durakladı. Kalabalıktan hafifçe bir uğultu yükseldi. Birkaç kişi bastırılmış bir gülümsemeyle bakıştı, bazılarıysa hâlâ şoktaydı. Ama Dîjvan’ın sözleri sadece bir meydan okuma değil, aynı zamanda bir ilan, bir zaferdi.
Adem Kara ise yerde kıpırdanmaya çalıştı, yüzünde öfke ile karışık acı vardı. Dudaklarından anlaşılmaz mırıldanmalar döküldü. Ferzan, göz ucuyla ona baktı ama bir şey söylemedi. Bu an, artık onun müdahale edeceği bir an değildi. Dîjvan, bu oyunun başrolüne geçmişti.
Memur başını hafifçe eğdi. “Elbette,” dedi. Dosyasını yeniden açtı. “Devam ediyorum,” diyerek elindeki defteri ağır bir hareketle masaya koydu.
Dîjvan ile Nur, avlunun ortasına kurulan sade ama vakur masaya birlikte yürüdü. Yan yana oturdular. Dîjvan’ın duruşunda kararlılık, Nur’un yüzünde ise hâlâ bir şaşkınlık ve içinde büyüyen umut vardı. Kalabalık sessizce olanları izliyordu. Herkesin gözü bu beklenmedik nikâh törenindeydi.
Adem Kara ise yerde kıpırdanmaya çalıştı, yüzünde öfke ile karışık acı vardı. Dudaklarından anlaşılmaz mırıldanmalar döküldü. Ferzan, göz ucuyla ona baktı ama bir şey söylemedi. Bu an, artık onun müdahale edeceği bir an değildi. Dîjvan, bu oyunun başrolüne geçmişti.
Memur sesini yükselterek konuşmaya başladı “Saygıdeğer şahitler huzurunda, Dîjvan azamet ve Nur Demir’in evlilik birliğini kurmak için buradayız. Bu evlilik, yalnızca iki insanın değil, aynı zamanda iki hayatın, iki kaderin ortak noktada buluşmasıdır.”
Sözlerini tamamladıktan sonra yüzünü ilk olarak Dîjvan’a döndü “Dîjvan azamet , hiçbir zorlama olmadan, kendi hür iradenizle Nur Demir ile evlenmeyi kabul ediyor musunuz?”
Dîjvan, gözlerini Nur’dan ayırmadan ve sesi kararlı bir şekilde yanıtladı “Kabul ediyorum. Onu koruyacağıma, yanında duracağıma, asla terk etmeyeceğime yemin ederim.”
Memur başını onayla salladı ve ardından Nur’a döndü “Nur Demir, hiçbir baskı altında olmadan, kendi hür iradenizle Dîjvan azamet ile evlenmeyi kabul ediyor musunuz?”
Nur’un gözleri hafifçe doldu. Kalbi kıpır kıpırdı, ama bu sefer korkudan değil, bir sığınak bulmuş olmaktan. Sesi biraz titreyerek, ama içtenlikle cevap verdi:
“Kabul ediyorum. Beni karanlıktan çıkaran bu adamla, her şeye rağmen yürümeye razıyım.”
Avluda bir uğultu oldu. Bazı fısıltılar, bazı iç çekişler... Memur belgeleri önlerine koydu. Önce Dîjvan kalemi aldı, adını net ve büyük harflerle yazdı. Ardından Nur, kalemi eline alırken Dîjvan onun elini hafifçe sıktı. Nur da imzasını attı.
Şahitler imzaladıktan sonra memur belgeleri kapattı. Başını kaldırdı ve gözlerinin içiyle konuştu:
“Bugünden itibaren resmî olarak karı-kocasınız. Evliliğiniz hayırlı olsun.”
Dîjvan, Nur’un elini tuttu. Ayağa kalktı ve Nur’u da kaldırdı. Kalabalığın önünde eğilmeden, korkmadan, açıkça alnına bir öpücük kondurdu. Bu, sahiplenmenin değil, güvenin öpücüğüydü.
Ferzan bir adım geri çekildi, bakışları kararmıştı. Adem Kara ise yerden başını zorlukla kaldırıyor, bakışlarını ikisinin ellerinde kenetli parmaklarına dikiyordu. Yenilgiyi kabul etmek istemeyen bir adamın bakışlarıydı bu.
Bir anlık sessizlik, Dîjvan’ın Nur’un elini tutmasıyla dağıldı. Kalabalık hafifçe alkışladı, bazıları sessizce gözyaşlarını sildi. Hatice Hanım, avlunun kenarında sessizce dua ediyordu. Oğlunun başlattığı bu savaşta ona bir şey olmaması için ama onun yanında Gözleri dolu doluydu, yüzünde derin bir huzur vardı. Oğlunu yıllar sonra ilk defa böyle görüyordu.
Dîjvan, Nur’a dönüp kısık sesle fısıldadı
“Artık kimse seni benden alamaz. Ne kan, ne korku, ne de geçmiş.”
Nur sadece başını sallayabildi. Avluda artık sadece yeni bir hayatın ayak sesleri vardı.
🤍🤍🤍🤍🤍🤍🤍🤍🤍🤍🤍🤍🤍🤍
Behram ferzanın söylediklerine inanmak istemiyordu ama ferzanı da çok iyi tanımıştı yaparım dedi ise yapa bilecek bir adamdı.
Aydanı tekrar aradı... Tekrar aradı... Tekrar aradı... Ama sonuç değişmedi Aydan telefona bakmadı.
Konağın önüne geldiğin de hızla arabadan indi ve koşarak aynı hızla Konaktan içeri girdi " Aydan" diye seslendi.
Bir süre sonra mutfaktan Aydan yerine Gülcan ile Metin çıktı. Behram bu simaları tanımıyordu ama Aydan’ın bahsettiklerinden hatırlıyordu; çocukluk arkadaşlarıydı bunlar.
Behram, bir adım attı onlara doğru. "Aydan nerede?" dedi, sesi sertti ama içinde bir çatlak gizliydi, sabrının sonundaydı.
" dışarı çıktı. Abisi geldi onunla beraber çıkmıştılar" dedi Gülcan çekingen bir şekilde " Nereye gittiler? Bir şey söyledi mi Aydan?” diye sordu, sesi bu kez daha derin, daha ağırdı. Bir cevaba değil, gerçeğe ihtiyacı vardı.
Gülcan başını iki yana salladı.
“Bir şey söylemedi... Sadece ‘biraz dışarı çıkacağım’ demişti,” dedi, sesi hâlâ çekingen, gözleri Behram’ın sert bakışlarında takılı kalmıştı.
Behram bir adım daha yaklaştı.
“Ne zaman çıktı?” diye sordu bu sefer, telaşı artık sesine açıkça yansımıştı.
Metin ile Gülcan, Behram’ın bu ani telaşına anlam veremediler. Birbirlerine kısa bir bakış attılar. Gülcan, göz ucuyla Metin’e döndü, sanki sözü ona bırakmak ister gibiydi.
Metin, Behram’ın yüzündeki gerginliği görünce ciddileşti. “Yaklaşık kırk dakika oldu. Ama neden bu kadar endişelisiniz? Aydan, abisiyle birlikte çıktı sonuçta. Bir sorun mu var?”
Behram derin bir nefes aldı ama bu nefes, içindeki yangını söndürmeye yetmedi. Gözleri bir anlığına yerdeydi, sonra başını kaldırdı, sesi bu kez neredeyse yalvarırcasına çıktı:
“Nereye giderler peki? Allah rızası için söyleyin... Aydan’la abisi nereye gider?”
Gülcan ile Metin göz göze geldiler, kısa bir sessizlik oldu. Gülcan kaşlarını çatmış, hatırlamaya çalışıyordu; Metin ise bir an duraksadı, sonra hafifçe başını salladı.
“Şu arka sokakta... boş alanda bir büyük ağaç vardı,” dedi Metin sonunda. “Aydan’la abisi genelde oraya gider. Küçüklüklerinden beri öyle. Sessiz bir yer... Konuşmak istediklerinde orayı seçerler.”
Behram, Metin’in bu sözlerini duyar duymaz harekete geçti. Gözleri kararlılıkla dolmuştu “Sağ olun,” dedi kısaca, yüzü gergin ama sesinde bir kararlılık vardı artık.
Behram daha fazla beklemedi, gözlerindeki kararlılıkla hızla konağın kapısını açtı ve dışarı fırladı. Arkasında kalan Metin ile Gülcan ise şaşkınlık ve endişeyle sadece bakakaldılar. Behram’ın hâlini çözemediler; öyle bir telaş, öyle bir öfke ve korku vardı ki içinde, ikisi de ağzını açıp tek kelime edemedi.
Behram, konağın bahçesinden çıkar çıkmaz koşmaya başladı. Ayakları sanki yere değmeden ilerliyordu. Soluğu kesilmişti ama duramazdı.
Sevdiği kadın tehlikedeydi…
Yüreğim dediği kadın tehlikedeydi…
Ve onun yanında olması gerekiyordu. Ne pahasına olursa olsun.
Adımlarının yönü belliydi artık. Metin’in bahsettiği arka sokak, o eski ağaç, Aydan’ın çocukluğunun saklandığı o köşe… Kalbi sanki oraya doğru çekiliyordu.
Köşeyi dönerken duraksamadan ilerledi. Dar sokaklardan geçerken gözleri dört bir yanı tarıyor, her yüreği sıkıştıran saniyede aklında tek bir düşünce geliyordu ; ya benim yüzümden aydana bir şey olursa düşüncesi...
✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨✨
Büyüdüğümüzde masallar bize anlamsız gelirken, küçükken o masallara inanıp geleceğin aynı masallardaki gibi bir hayat olacağını hayal ederek büyürdük. Prensler gelecek, prensesler kurtarılacak, kötüler daima kaybedecekti. Zannediyorduk ki hayat da öyle adil olacak. Her gözyaşı bir gülüşle silinecek, her karanlık bir umutla aydınlanacaktı.
Ama zamanla anladık ki gerçek hayat masallar gibi işlemiyor. Prensler bazen geç geliyor, bazen hiç gelmiyor. Kötüler her zaman kaybetmiyor, hatta çoğu zaman en önde yürüyor. Biz büyüdükçe, hayallerimiz küçüldü. Masalların büyüsünü yitirdik, çünkü gerçekler çok daha sertti.
Yine de... içimizde bir yerde o çocuk kaldı. Belki hâlâ bir gün, her şeyin masallardaki gibi olacağına inanmak istiyor. Belki de sadece bir masala sığınacak kadar yorgunuz artık...
Başımı kaldırıp ağacın tepesine baktım, küçükken olduğu gibi hâlâ kendine hayran bırakıyordu. Uzun bir meşe ağacıydı, yaprakları rüzgârda sallandıkça ses çıkıyordu ve bu ses her zaman olduğu gibi bana huzur veriyordu.
Gözlerimi kapattım, rüzgârın serinliğini yanağımda hissettim.
Dallarda kuşların cıvıltısı yankılanıyordu, sanki her biri beni çocukluğuma geri çağırıyordu. O günleri düşündüm… dizlerim yara içinde, ellerim toprakla kirli, ama kalbim bugünkünden çok daha hafifti.
"Bakıyorum da daldın hemen hayallere Aydan Hanım, abini unuttun valla," diyen abimin sesiyle başımı ona çevirdim.
Gülümsedim, dudaklarımda istemsiz bir sıcaklık yayıldı. Her zamanki gibi alaycı ama sevecen bakıyordu bana
"Unutur muyum abim ben seni hiç, canımsın sen benim," dedim içten bir tebessümle. Sesimdeki sevgi, yılların biriktirdiği anılar kadar gerçekti.
Abim gözlerini kısıp bana baktı, sonra başını iki yana sallayıp güldü.
"Sen böyle konuşunca hemen yumuşuyorum işte. Ama az önce öyle dalmıştın ki, gelip omzuna dokunsam bile fark etmezdin."
"Doğru diyorsun," dedim başımı yana eğip. "Bazı anlar var ya... insanın içine öyle yerleşiyor ki, ne zaman biraz nefes alsam, hemen oraya dönüyorum."
Abim sustu bir an. Sonra sesi yumuşaklaştı.
"İyi ki dönebileceğin bir yer var. Burası hâlâ senin sığınağın, değil mi?"
Başımı salladım.
"Her şey değişti ama burası aynı kaldı. Ağaç, rüzgâr, kuşlar... ve sen."
"Ben mi?" diye sordu, kaşlarını hafif kaldırarak "Evet, sen. Ne kadar zaman geçse de, beni en iyi sen anlarsın. Hiç sormadan, yargılamadan."
Abim derin bir nefes aldı, sonra, "Sana söylemek istediğim şeyler var Aydan... bunun biri Behram ile ilgili," dediğinde, içimde tanıdık bir ürperti hissettim. Kalbim bir anlığına durup yeniden atmaya başladı sanki.
Gözlerimi ona çevirdim. içimde beliren huzursuzluk her şeyi bastırıyordu.
"Behram mı?" dedim, sesim neredeyse fısıltıya dönüşmüştü.
"Evet," diye devam etti, gözlerini yere dikerek. "Onunla ilgili bazı şeyleri yeni öğrendim... ve senin bilmen gerektiğini düşünüyorum."
Kaşlarımı çattım, kalbim hızla atmaya başlamıştı. "Abi, ne demek bu? Ne öğrendin? Sakladığı bir şey mi var?"
Başını hafifçe salladı, bakışlarını sonunda bana çevirdi.
"Behram göründüğü gibi biri değil Aydan. Seninle olan ilişkisini, geçmişini, bağlantılarını… her şeyi sorgulamak zorunda kaldım. Ve bazı şeyler var ki… duyman kolay olmayacak."
Yutkundum. Ağacın dalları rüzgârla birlikte hışırdadı, yapraklar yukarıdan üzerimize usulca dökülüyordu. O ses, biraz önce huzur verdiği yerden şimdi yavaş yavaş içimi daraltmaya başlamıştı.
"Ne saklıyor abi? Lütfen açık konuş," dedim, içimde sabırdan geriye kalan son parçayı da zorlayarak.
Abim kuruyan dudaklarını diliyle ıslattı, gözlerinde söylemekle susmak arasında sıkışmış bir çatışma vardı. Dudaklarını aralayacakken...
"Aydan!"
Diye bağıran tanıdık ses, dağın yamacından gelen sert bir rüzgâr gibi üzerimize çarptı. İkimiz de bir refleksle sesin geldiği yöne döndük. Behram hızlı adımlarla yaklaşıyordu; yüzü gergin, gözleri doğrudan bana odaklıydı.
Abim, iç çekerek başını öne eğdi. Yanımda, belli belirsiz ama öfke saklı bir tonda bir şeyler mırıldandı.
Behram bir süre sonra yanımıza hızla geldiğinde, durmakla durmamak arasında tereddütlü bir an yaşadı, sonra hiç düşünmeden doğrudan yanıma geldi. Kollarını sıkıca bana doladı. Göğsü hızlı hızlı inip kalkıyordu, nefes nefeseydi.
"İyi misin?" dedi kulağıma, sesi kısık ama titrek. "Seni bulamayınca—"
Sözleri boğazına düğümlendi. Sarılışında bir endişe, belki de bir korku vardı ama ben hareketsiz kaldım. Ne karşılık verdim ne de kollarına karşılık sarıldım. İçimde bir şeyler donmuş gibiydi.
Abim bir adım geri çekildi, gözlerini üzerimizden ayırmadan izledi bizi. Yüzü ifadesizdi ama dudaklarının kenarındaki gerilim her şeyden daha çok şey söylüyordu.
"Behram," dedim nihayet, yavaşça kollarından sıyrılarak. "Nefes nefese gelişinin sebebi nedir? Böyle koşarak gelmenin sebebi nedir , yoksa başka bir şey mi oldu?"
Behram gözlerimin içine baktı ama cevabı hemen vermedi. Sanki söylemek istedikleri, söyleyemediklerinin arkasına saklanıyordu.
"Bir şey oldu," dedi sonunda. "Ama burada konuşamayız. Lütfen, bana güven. Gel hadi, gidelim evimize."
Elini uzattı, tutmam için.
Bir an duraksadım. Elinin titrediğini fark ettim. Gözlerinde endişe ve korku vardı. Ama aynı zamanda bir şeyleri saklamaya çalışıyordu.
Abim, yanımda sessizce duruyordu. Yüzü ifadesizdi ama gözleri Behram'a kilitlenmişti. Sanki onun içini okumaya çalışıyordu.
"Aydan," dedi Behram, sesi yumuşak ama ısrarcıydı. "Lütfen."
Elini tuttum. Parmakları soğuktu. Gözlerimi ondan ayırmadan, "Tamam," dedim. "Ama bu sefer, her şeyi anlatacaksın." Behram başını salladı. "Söz veriyorum," dedi. Behramın bakışları kısa süreliğine abime döndü, bir süre abimi bakışları ile ölçüp tartıktan sonra başı ile selam verdi abim ise selamını almadan öylece behrama baktı.
Bakışlarım ikisinin arasında gidip gelirken, elimi behramın elinden çektim, behram bu hareketim ile bakışlarını bana çevirdi, kaşlarını çatmıştı. gece karası gözleri ise sanki sessiz bir fırtına gibi titredi.
" neler oluyor Aydan" diye sorduğunda
" bilmiyorum behram onu sen ve" bakışlarımı abime çevirdim " abim söyleyecek. Benden bir şey saklanıyor ama ne bilmiyorum şimdi bana biri açıklasın neler olur? "
Behram sıkıntı ile nefesini dışarı verip elleri ile saçlarını karıştırdı ardıdan bir adım geri gidip arkasını döndü, bir süre öylece kaldı en sonun da bana döndüğün de yüzünde bir endişe ve merak vardı
" bak anlatacağım sana herşeyi ama burdan gitmemiz lazım lütfen?" dedi yine aynı şekilde.
Başımı iki yana salladım " olmaz bana gerçekleri anlatmadan hiç bir yere gitmiyorum" dediğim anda bir anda ağacın gövdesine kurşun saplandı.
Behram, aniden silah sesini duyar duymaz refleksle hareket etti. Bir hamlede yanıma gelip beni kolumdan tutarak hızla yere çekti. Vücudunu bana siper etmişti. Kurşunun geldiği yöne bakarken yüzü ciddiyetle gerilmiş, gözleri etrafı tarıyordu.
“Eğil! Sakın kıpırdama!” diye fısıldadı, sesi titriyordu ama kararlıydı.
Ağaçların arasından ikinci bir kurşun sesi daha duyuldu. Bu kez Behram’la aramızdaki mesafeye çok daha yakın bir noktaya saplandı. Toprağa düşen yapraklar ve toz havaya karıştı. Behram, eliyle cebinden tabancasını çıkardı, çevreyi kolaçan etti.
" sikeyim böyle işi" Behram, dişlerini sıkarak küfrettikten sonra hızla cebine uzandı ve telefonunu çıkardı. Parmakları aceleyle ekranda dolaştı, ardından kulağına götürdü. Arama sesi yalnızca bir kez çaldı. Karşı taraf hemen açmıştı.
“Dijvan! Dinle beni, vaktimiz yok. Bizi buldular, Ateşli Tepe’nin kuzey yamacındayız. Yanımda o da var, evet, aynen öyle. Acil gelmen lazım. Bilmiyorum kaç kişi göremedim uzaktan sıktı. Evet... Tamam ama acele edin "
Telefonda dijvanın sesi anlaşılmasa da Behram'ın gözlerindeki rahatlama anlık da olsa hissediliyordu. Başını sallayarak konuşmaya devam etti. “Evet, en fazla on dakikanız var. Yoksa buradan çıkamayacağız.” dedi ve telefonu kapatıp cebine geri koydu
Telefonu kapattıktan sonra bana döndü. Yüzü hâlâ sertti ama gözlerinin derinliklerinde beliren o küçük kıvılcım, umut gibiydi. “Dijvan geliyor,” dedi kısık sesle. “Güvendiğim adamlarıyla birlikte… Dayanmak zorundayız.”
Etrafa göz gezdirdim. Uçsuz bucaksız bir arazinin ortasındaydık. Sadece tek başına yükselen yaşlı bir meşe ağacı vardı arkamızda, sığınabileceğimiz tek yer. Toprak kuru, hava ağırdı. Sessizlik boğucuydu.
Behram’ın sözleri kalbime işlememişti. Gözyaşlarım göz kapaklarımın arkasında titreyip dururken, korkuyla sordum:
“Behram… Korkuyorum. Kim bunlar? Ne istiyorlar bizden?”
Beni bir anda kollarının arasına çekti. Sırtımı ağacın gövdesine yasladı, kendisi önümde kalkan gibi durdu. Başım göğsüne yaslanınca, kalbinin deli gibi atan ritmini duydum. Sığınacak tek yer oydu artık.
“Gidelim,” dediğim zaman, sesi çatallaştı. “Keşke beni dinleseydin, Aydan…”
Gözlerimi kapattım. İçimde bir şey parçalandı. Haklıydı. Onun her uyarısına kulak tıkamıştım. Her “dikkatli olalım” dediğinde başka bir bahane bulmuştum. Ama şimdi, bu çıplak arazinin ortasında, bir meşe ağacının ardında ölümle burun buruna beklerken, o uyarılar birer çığlığa dönüşüp zihnime çarpıyordu.
“Bilmiyordum böyle olacağını…” diye fısıldadım, gözyaşlarım yanaklarıma aktı. “Sana zarar gelsin istememiştim.”
Behram başını yana çevirdi, gözlerini ufka dikti. Gökyüzü griydi, hava pusluydu. Uzakta bir kuş çığlığı duyuldu, sonra tekrar sessizlik.
“Sana zarar gelmesin diye sustum… Ama gördün mü? Sessizlik de bazen kurşun gibi işler insana.”
Birden meşe gövdesine bir kurşun daha isabet etti. Saniyelik bir sarsıntıyla yere daha da eğildim . Behram elini kafama koyup gövdesini biraz daha bana siper etti. Ağzının içinde bir şey mırıldanırken aklıma gelen şeyle başımı panikle kaldırdım " behram, abim" dedim.
" Aydan hedef o değil sensin anladın mı? Ne benim ne abin şuan hedef sensin tamam mı?"
Sözleri zihnime kurşun gibi saplandı. Bir anlığına sesleri duyamadım. Kalbim boğazıma tırmanırken, dudaklarım titredi. “Ne demek ben? " diye sordum.
Behram sorumu duymazdan gelip "hadi dijvan neredesin be oğlum" diye mırıldandı.
Bir kurşun tekrar ağaca saplandı, behram ise üzerime daha da eğilip beni tamamen kapattı. Kendi canını düşünmeyip sadece beni düşünüyordu " behram sen açıktasın sana zarar gelecek" dedim titreyen sesim ile.
" benim canım senin canından geçiyor Aydan, sen var olduğun sürece ben hep varım" Sözleri öyle derindi ki, kurşunların sesi bile bir anlığına kulaklarımda sustu. Boğazıma bir yumru oturdu, gözlerim doldu ama ağlayamadım. Ağlasam da o anın hakkını veremezdim. Çünkü Behram bana sadece aşkını değil, canını da sunuyordu.
“Behram…” dedim kısık bir sesle, elim istemsizce göğsüne uzandı, siper ettiği bedenine dokundum. Kalbi çılgınca atıyordu, benimkine denk bir korkuyla belki, ama onda bu korkunun yerini kararlılık almıştı.
Tam o sırada, birkaç kurşun daha ağaca saplandı, biri o kadar yakındı ki kabuk parçaları saçıldı saçlarımın arasına. Behram başını eğip göz göze geldi benimle " canın canımdır, kalbin, kalbimdir... Sen nefes aldığın sürece ben varım Aydan şuan senin canın için savaşmam gerekirse savaşırım" dedi ve bakışları ile etrafa baktı en son omzunun üzerinden arkasına baktıktan sonra bana döndü " koşa bilir misin?" diye sordu
Bir an duraksadım. Vücudumda korku ve adrenalin birbirine karışmıştı. Ama Behram’ın gözlerindeki o sarsılmaz kararlılık beni yakaladı. Başımı ağır ağır salladım, “Evet... Koşabilirim,” dedim, nefesim düzensiz çıkıyordu.
Behram hızla üzerime daha da eğildi, bir eli hâlâ başımda, diğer eli silahına gitmişti. Kurşunlar ağaç gövdesine saplandıkça toprak titreşiyor, kabuk parçaları saçlarıma düşüyordu. Yüzüme eğildi, alçak bir sesle konuştu:
“Sen hızla arkaya doğru koşacaksın. Ben burada kalıp adamı oyalayacağım. Az ilerde bir harabe ev var, oraya git. Saklan. Birazdan Dijvan gelir.”
Kalbim sıkıştı, ne dediğini anlamak istemedim önce. “Hayır,” dedim hemen, “hayır, seni burada bırakmam Behram!”
Omuzlarıma bastırıp beni hafifçe kendinden uzaklaştırdı, ama gözleri gözlerimdeydi. “Aydan, bu oyun değil. Eğer ikimiz aynı anda koşarsak, ikimizi de vururlar. Seni koruyamam. Ama sen koşarsan... seni hayatta tutabilirim.”
Başımı iki yana salladım, gözlerim doldu. “Beni değil, kendini düşün artık! Ne olur gel birlikte kaçalım! Lütfen Behram, yalvarıyorum...”
O anda yere çömelmişti ama aniden dizlerinden destek alıp ayağa kalktı. Bedenini tamamen kurşunlara siper etmişti. Ben de kendimi toparlayıp peşinden kalktım, kolundan tutup onu çekmeye çalıştım. “Gitmiyorum sensiz!” diye haykırdım.
Behram bana döndü, gözleri öfkeyle değil, acıyla doluydu. Yüzüme iki eliyle sarıldı, alnımı alnına yasladı. “Ben sensiz gitmeyi hiç istemedim. Ama sensiz kalmayı hiç kaldıramam Aydan. Şimdi gözümün içine bak ve bana güven.”
Yutkundum, ellerim hâlâ onun bileklerinde. Nefesim titriyordu.
“O harabe eve kadar... sadece oraya kadar söz ver, tamam mı?” dedim.
Behram küçük bir baş hareketiyle onayladı. “Söz.”
Ve sonra hızla arkasına döndü, silahını eline aldı. Sırtı yeniden bana siper olmuştu.
“Şimdi Aydan!” diye bağırdı. “Koş!”
Ayaklarım yere kazık gibi çakılıydı bir an. Sonra tüm gücümü toplayıp, yüreğimi geride bırakıp, Behram’ın ardından değil… onun hatırına harabe eve hızla koştum.
Ayaklarım tökezleyerek ilerliyordu, kalbim sanki ciğerlerime sığmıyor, her nefeste yanıyordum. Behram’ın sesi hâlâ kulaklarımdaydı: “Koş!” Başımı bir an olsun çevirmedim. Çünkü biliyordum… eğer bir kez bile arkamı dönersem, geri dönerdim. Ve bu defa ikimiz de çıkamazdık oradan.
Toz ve çamur içinde nefes nefese harabe eve vardım. Taşları dökülmüş duvarların ardına sığındım. Dizlerimin bağı çözülmüş gibiydi, yığılıp kaldım yere. Sırtımı soğuk duvara yasladım, ellerim titriyordu. Parmaklarım hâlâ Behram’ın tenini arar gibiydi.
“Ne olur…” diye fısıldadım kendi kendime, “ne olur geri gel Behram…”
Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Belki birkaç dakika, belki sonsuzluk kadar uzun bir sessizlik. Tek duyduğum şey, uzaklardaki çatışma sesleri ve kalbimin atışıydı. Sonra bir çıtırtı duydum.
Elim hemen belime gitti, ama silahım yoktu. Nefesimi tuttum.
Adımlar...
Yaklaşıyordu.
Harabe evin girişinde bir gölge belirdi. Gözlerimi kısmaya çalıştım ama toz, korku ve gözyaşı görüşümü bulanıklaştırmıştı.
“Dijvan!” dedim neredeyse boğuk bir çığlıkla.
Gölge bir adım daha yaklaştı. O karanlık bakışları, sert ama güven veren yüzü… evet, oydu.
Dijvan, omzundaki tüfeği indirerek yanıma çömeldi. “İyi misin?” diye sordu kısa ve net.
Cevap veremedim. Sadece başımı salladım, sonra hızla sordum: “Behram nerede?!”
Dijvan’ın çenesindeki kaslar gerildi. Bakışlarını kaçırmadı ama yüzü taş gibiydi.
“Onu almaya geldim,” dedi. “Ama önce seni buradan çıkarmam lazım.” Başımı şiddetle iki yana salladım. “Hayır! Onsuz hiçbir yere gitmem! Lütfen Dijvan… onun başına bir şey gelirse—”
“Elimden geleni yapacağım,” dedi kararlı bir sesle. “Ama şimdi burası da güvenli değil. Beni zorlama, Aydan. Hayatta kalmak istiyorsan, şimdi benimle geleceksin.”
Sesi bıçak gibi keskindi, içinde tehdit yoktu ama ağırlığı vardı.
“Lütfen, Dijvan…” dedim kısık bir sesle. Dizlerimin titrediğini hissediyordum. Ayağa kalktım, elim taş duvarın kenarına gitti. Kalbim küt küt atıyordu. Cesaretimi toparlayarak başımı yavaşça duvarın kırık kenarından uzattım.
Gözlerim bir anda açıldı, nefesim boğazıma takıldı. “Hayır…” diye fısıldadım, şokla geri çekildim.
Dijvan hemen yanıma geldi, “Ne oldu?” diye sordu ama cevap veremedim. Gözlerim doldu, başımı yavaşça tekrar çevirip baktım.
Gözlerim yaşla doldu. “Hayır… Bu olamaz…”
Dîjvan da bakışlarını keskinleştirip baktığım yöne baktı., gördüklerim merhaba karşısında öylece şaşkınlık içerisinde kalırken dijvan benim tam tersim bu anı bekliyormuş gibiydi
Kuruyan dudaklarımı ıslatıp “Bu… bu ne demek oluyor?” dedim, neredeyse kendime sorar gibi.
Dijvan sorum ile kısa süreliğine bakışlarını bana çevirdi ardından alçak sesle " tahmin ettiğimiz gibi çıktı herşey" dedi.
💛💛💛💛💛💛💛💛💛💛💛💛💛💛
Behram hızla ondan uzaklaşan kadına baktı, korkuyordu. Biliyordu ama onun canı için kendi canını ortaya koymaya hazırdı. Bakışlarını Aydan dan çekip elinde ki silaha baktı, çok az kurşunu vardı ve şuan kaç kişilerdi bilmiyordu.
Tek bildiği burdan kolay kolay çıkamayacağı. Derin bir nefes alıp tekrar başını arkaya çevirdi, en son gördüğü aydanın harabe evin arkasına çoktan geçmiş olduğuydu.
Ağaca artık kurşun saplanmıyordu, ortam gereksiz sessiz ve gergindi.
Behram saklandığı ağacın arkasından çıkmak için hamle yaptığı anda karşısında ona silah doğrultmuş biri ile karşılaştı, refleksle oda aynı şekilde silahını kaldırıp adama doğrulttu.
Behram öfkeyle " sen" dedi dişlerinin arasından.
Karşısındaki adam, Behram’ın tanımaktan hiç hoşlanmadığı bir yüzdü. Gözlerinde tanıdık bir kin, dudaklarında alaycı bir gülümseme vardı.
“Ne sandın Behram Ağa,” dedi adam, silahını milim bile oynatmadan. “Bu dağın kurdu sensin sandın hep ama artık o oyun bitti.”
Behram’ın parmağı tetiğe hafifçe dokundu, ama hâlâ sıkmamıştı. “Yine hainliğinle çıktın karşıma,” dedi. “Yıllar geçti ama senin içindeki pislik hiç değişmedi.”
Adam bir adım yaklaştı, ama temkinliydi. “Senin gibi adamların devri geçti. Aydan’ı da kendini de kurtaramayacaksın.”
Bu söz Behram’ın içine kor gibi düştü. Aydan’ın adını duymak, kanını daha da kaynattı. Gözleri bir anlık karardı ama aklı, tetiği hemen çekmemesi gerektiğini fısıldadı.
Behram dişlerini sıkarak, “Hiç şaşırtmadın, tahmin etmiştim,” dedi. Sesi boğuktu, öfkeyle titriyordu. “Senin gibiler değişmez… Sadece kukladır ferzan nasıl kullanıyorsa seni diğerleri gibi sende öylesin .”
Adam, dudaklarının kenarında sinsice kıvrılan bir gülümsemeyle, “Demek hâlâ aynı kibirle konuşuyorsun,” dedi. “Ama bu kez o kibri kırmak bana düşecek.”
Behram çenesini yukarı kaldırdı, gözleri karanlıkta bile alev alev yanıyordu. “Sizin gibilerden korkan, sizin gibi olsun,” diye meydan okudu. Sesi tok, meydan okuyan bir yankı gibi boş arazinin içinde dolaştı.
Adamın gözlerinde bir anlık tereddüt belirdi, ama hemen ardından yeniden nefretle büküldü kaşları. “Senin cesaretin hep başına dert oldu, Behram. Bugün son dert olacağım.”
Behram gülümsedi, soğuk ve tehditkâr. “Bugün... ya sen ölürsün ya da ben. Ama şunu unutma, ben ölürsem bile önce seni yanıma alırım.” adam kibirle gülümsedi
" kim, kimi alır görürüz behram ağa" adam bakışlarını harabe olan eve çevirdi, dudaklarında tehlikeli bir gülümseme oluştu ve ardından tekrar behrama döndü
" Aydan burda olmamasına üzüldüm, neredeyse bütün eğlenceyi kaçırıyor şuan" dedi
Behram’ın içi buz kesti. Adamın sözleri yalnızca bir tehdit değildi, içinde ima dolu bir gerçeklik taşıyordu. O tehlikeli gülümseme… harabeye çevrilen bakış… ve Aydan’ın adıyla birlikte gelen o iğrenç cümle.
Gövdesi bir anlık öfkeyle titredi. Yumruğunu sıktı, eklemleri bembeyaz kesildi. Gözleri adamın gözlerine kilitlendi, kurda bakan başka bir kurt gibiydi.
“Sakın…” dedi, sesi buğulu ama öfkeyle dolu. “Sakın adını ağzına bir daha alma.”
Adam alaycı bir kahkaha attı. “Ne var Behram Ağa, korktun mu? Belki çoktan biri onu buldu bile. Belki de şu an—”
Cümlesini bitiremeden Behram bir yıldırım gibi hamle yaptı . Yumruğu adamın çenesine çarptığında çıkan ses, yaprakların hışırtılarını bastırdı. Adam sendeledi, ağzının kenarından kan süzüldü ama gülümsemeye devam etti.
Behram silahını adamın alnına dayadı, gözleri kinle kıvılcımlandı. “Yemin ederim, Aydan’a bir şey olduysa… bu dağları mezar yaparım size.”
Adam gülümsedi, alayla. “Hadi ama… en az senin kadar ben de onu düşünüyorum. Neticede benim kardeşim, değil mi Behram?”
Behram’ın dişleri sıkıldı, tetiğe daha çok bastı. “Kes sesini! Ne kardeşliğinden bahsediyorsun sen? Sen onun kanından olmaya bile layık değilsin. Hainsin sen!”
Adamın yüzünde sahte bir masumiyet belirdi. “Ne yani? Onu korumaya çalışmak hainlik mi oldu şimdi?”
Behram bir adım daha yaklaştı, silahın ucu adamın alnına daha da bastırıldı. “Sen onun arkasından dolanıp canına kast etmek istedin Onu, kendi kanını, öldürecek kadar küçüldün . Ne abilik kaldı sende, ne insanlık.”
Adam bir an sessiz kaldı. Sonra başını hafif yana eğip pis bir gülümsemeyle, “Senin gibi bir herifin zayıf noktası, kız kardeşim olsa bile gözümü kırpmadan öldürürüm ,” dedi.
Behram’ın parmakları tetiğe iyice bastı, öfkeyle kasları gerildi. Ama yine de ateş etmedi. Göz göze geldiler. Adamın gözlerinde insanlığa dair tek bir iz kalmamıştı. Soğuk, karanlık, hesapçı…
Behram dişlerinin arasından konuştu “Sendin dimi o tetikçi, Ferzanın bahsettiği tetikçi . Aydan ile konuşmak için getirmedin dimi buraya, onu öldürmek için getirdin dimi? "diye sordu behram
Adam, Behram’ın sözleri karşısında bir an durdu. Gözlerinin içindeki alay, yerini kısa süreli bir sessizliğe bıraktı. Sonra başını hafifçe kaldırdı, yüzünde buz gibi bir sırıtış belirdi.
“Demek Ferzan da konuştu ha?” dedi, sesi tok ama umursamazdı. “Evet... sendin değil mi diye soruyorsun ya… bendim. O tetikçi dediğiniz kişi bendim.”
Behram’ın gözleri kısıldı. Silahını yeniden adamın alnına dayadı. Tetiğe olan baskısı artıyordu.
“Senin derdin Aydan’la konuşmak falan değildi… onun yüzüne bile bakacak kadar insan değilsin. Onu buraya tuzakla çektin… öldürmek için. Kendi kanını!”
Adam başını iki yana salladı, sakin ama hasta bir zihnin rahatlığıyla konuştu “Konuşmak, öldürmek… ikisi de birer yöntem Behram "
Behram’ın nefesi hızlandı, göğsü inip kalkıyordu. “Sen nasıl bu kadar acımasız ola bilirsin? O senin öz kardeşin. Hiç mi vicdanın sızlamadı? ”
Adam başını hafifçe eğdi, yüzündeki gülümseme bu kez acı bir sırıtışa dönüştü. “Vicdan mı?” diye tekrar etti alayla. “Vicdan, yıllar önce toprağa gömdüğüm bir şeydi. O zamanlar biz açken, biz yerin dibindeyken kimse sormadı vicdan nerede diye. Şimdi mi geldi aklınıza?”
Behram şaşkınlık ve öfkeyle baktı adama. “Açlık, yoksulluk, terk edilmişlik… ne olursa olsun, sen kendi kanını hedef aldın Gürdal Bu... bu başka bir şey. Bu, insanlıktan çıkmak.”
Gürdal behramın sözlerini umursamadı aksine kahkaha attı " umurumda değil insanlıkmış, kardeş miş. Benim tek derdim seni bitirmek ve bu yol kardeşimden geçiyorsa hiç acımam"
Behram gözlerini kısarak ona baktı, sesinde donuk bir tehdit vardı
“Senin ne düşündüğün önemli değil Gürdal. Beni bitirmeye çalışırken, unutma ki ben de bu oyunu senin sonun için oynuyorum. Kardeşini kullandığın her adım, kendi sonunu hızlandırır.”
Gürdal alayla omuz silkerek cevap verdi
“Sonumu mu? Benim gibi biri için son, sadece başlangıçtır Behram. Senin yüreğinde taşıdığın o boş umutlar, beni burada durduramaz.”
Behram silahını yeniden doğrulttu, kararlılıkla “Belki de bugün, bu umudun gerçek olduğunu göstereceğim sana.”
Tam o anda, harabenin olduğu taraftan aydanın çığlık sesi yükseldi.
❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️
Hayal kırıklığı göğsümün tam ortasına gelip oturmuştu, bakışlarımı dijvandan çekip behram ile abime baktım, bir birleri ile bir şey konuşuyordu. Bir süre sonra abim güldü daha sonra ise behram hızla abime yumruk attığın da yerimden çıkmak için hamle yaptım. Dijvan hamle yapmam ile kolumdan tuttu, bakışlarımı dijvana çevirdim " lütfen dijvan bırak gideyim" dedim adeta yalvaran bir şekilde.
Dijvan olumsuz bir şekilde başını iki yana salladı " olmaz Aydan burdan çıkmaman lazım" dediğinde öfkeyle kolumu dijvandan çektim ve kolumu ondan kurtardım "umurumda değil anlamıyormusun bir şeyler var ortada bir şeyler dönüyor ve ben bilmiyorum abim behram hakkında bir şey söylemek istiyordu" dedim ve öfkeyle " şimdi ise abim ile behram bir birine silah çekiyor sebep? Neden?"
Dijvan bir adım geri çekildi, gözleri karanlık bir sis gibi üzerime çökmüştü. "Aydan, bazı şeyler seni korumak için gizli tutuldu," dedi, sesi her zamanki kadar sakin ama içinde bir fırtına gizliydi.
"Ben korunmak istemiyorum!" dedim sesim titreyerek. Kalbim deli gibi atıyordu, nefesim hızlanmıştı. "Gerçeği bilmek istiyorum, ne olursa olsun."
Dedim ve yerimden fırlayıp saklandığım yerden çıkmak için harekete geçtim. Toprağın kokusu burnuma dolarken, ayaklarım irademe boyun eğmiş gibi Behram ve abimin bulunduğu tarafa doğru hızla yürümeye başladım. Arkamdan gelen ayak seslerinden, bu defa Dijvan’ın beni durdurmaya çalışmadığını anladım. O da peşimden geliyordu.
Boş arazinin ortasında, biraz ileride iki silüet seçiliyordu. Abim’le Behram... Gerginlik havayı kesiyordu adeta. Adımlarımı hızlandırdım, kalbim yerinden kopacak gibi atıyordu.
Yaklaştıkça ikisinin birbirine ne kadar yakın ve ne kadar tehlikeli bir çizgide durduğunu fark ettim. Abim’in dudağından kan sızıyordu, Behram’ın gözleri öfkeyle parlıyordu. Behram'ın eli silahının tediğine yakındı . Abimin ise behramın yumruk atması ile silahı yere düşmüştü ama aralarında ki gerilim için tek Bir kıvılcım yeterdi...
"Yeter!" diye haykırdım, sesim rüzgârda yankılandı. İkisi de aynı anda başlarını bana çevirdi. Abim'in yüzünde şaşkınlık, Behram’ınkinde ise abime saf bir nefret vardı
“Behram yapma, indir o silahı!” diye bir adım attım ileri, sesim titriyordu. İçimdeki korku, öfke ve çaresizlik birbirine karışmıştı. Ama Behram yerinden kıpırdamadı. Gözleri hâlâ abimin üzerindeydi, parmakları tetiğin üzerinde gergindi.
“Aydan…” dedi dişlerinin arasından, sesi karanlık ve kararlıydı. “Ya abin ölecek burada… ya da ben.”
“Bu bir çözüm değil!” diye haykırdım. “Ne senin ölümün bir şeyi düzeltecek, ne de onun! Sen gerçekten bunu mu istiyorsun? Bu şekilde mi bitsin her şey?”
Abim sessizdi. Gözlerini Behram’dan ayırmadan konuştu:
“Beni vuracaksan, çek tetiği. Ama sakın Aydan’ın arkasına sığınma Behram. O artık seni koruyamaz.” Behram’ın çenesi titredi, kaşları çatıldı. Bir anlık kararsızlık geçti bakışlarından. Silah hâlâ havadaydı ama eli titriyordu.
"Behram yapma lütfen... Konu her neyse, ne yaşamış olursan ol, bu değil çözüm. Yapma..." dedim, gözyaşlarımı tutamadan. İçimde bir parça hâlâ ona inanmaya çalışıyor, hâlâ onu o karanlıktan çekip alabileceğimi umuyordu.
Behram gözlerini abimden çekip bana çevirdi. Bakışları paramparçaydı. Umutsuzluk, öfke ve yorgunluk birikirken sesi çatlamıştı.
"Aydan... anlamıyorsun. Bu adam… sonun olacak. O beni değil, seni korumak bahanesiyle senin hayatını karartacak. Senin gibi birini bu dünyaya bırakmazlar. Sadece biçim değiştirirler ama niyetleri hep aynı kalır."
"Sen de aynı şeyi yapıyorsun!" diye fısıldadım. "Sen de beni kendince koruyorsun. Ama aslında beni hiç duymuyorsun Behram. Ben savaş istemiyorum! Ne seninle ne abimle! Ben sadece... huzur istiyorum."
Behram başını eğdi, dudakları titredi. Bir şey söyleyecek gibi oldu ama yutkundu. Ellerini havada tuttu, silahı bırakmaya meyilli gibiydi ama kararsızdı. O an sanki geçmişle gelecek arasında sıkışıp kalmış gibiydi.
Behram’ın sesi çaresizlikle yankılandı:
"Aydan, ben sadece seni korumaya çalışıyorum, anlamıyor musun? Senin canın için savaşıyorum burada!"
Sesi çatlamıştı, gözleri kızarmış. Elleri hâlâ havadaydı ama parmakları titriyordu. Kalbiyle savaşıyordu belli ki; hem içindeki karanlıkla, hem de benim gözümde yitirmekten korktuğu son parçasıyla.
“Koruyarak mı?” dedim boğuk bir sesle. “Beni koruyorsan neden bu kadar korkuyorum senden Behram? Neden abimle birbirinize silah doğrultuyorsunuz? Bu savaş, senin içindeki boşluğu doldurmaz. Beni de geri getirmez.”
Behram bir adım attı bana doğru. Behram bana doğru bir adım daha atarken dijvan
" behram dikkat et" demesi ile behram bakışlarını arkasına çevirdi, bakışlarımı behramın arkasına çevirdiğim de gördüğüm manzara ile nefesimi tuttum, abim behrama silah doğrultmuş bir şekilde nefretle behrama bakıyordu.
Behram da refleksle silahına uzandı, Gürdal silahı indirir indirmez o da hızla kendi silahını çekti ve ona doğrulttu.
Kalbim sanki bir anlığına durdu. Nefesim göğsümde sıkıştı.
İkisi de tetikteydi. İkisi de yaralıydı. Ama en çok ben, tam ortasında eziliyordum bu savaşın.
Gürdal'ın sesi karanlık ve kararlıydı:
“Aydan’a zarar verenlerden biri de sensin Behram. Ona söylediklerin, sakladıkların, yalanların…”
Gözlerini Behram’a dikti, silahın emniyetini açtı.
“Düşmanları bedenine zarar verir, sen ruhuna. Ve ben şimdi burada, bu zehri temizleyeceğim.”
Behram, silahı elinde ama parmağı tetiğe gitmemişti henüz. Gözlerinde bir kıvılcım parladı, sonra sönmeye yüz tuttu.
“Sen onun hayatına sadece abi olarak bakıyorsun,” dedi. “Ben onun acısına ortak oldum. Ben onu sevdim. Hatalarımla, yanlışlarımla... ama sahici oldum. O bana hayatta ilk defa ‘iyi’ biri olma şansı verdi. Sen şimdi o şansı kafasına sıkarak mı geri alacaksın?”
“Yeter!” diye haykırdım, gözyaşlarım çağlayarak yanaklarımdan akıyordu.
“İkinizi de sevdim ben. İkiniz de beni bir yandan koruyup bir yandan yıkıyorsunuz. Ne olur… Silahlarınızı indirin! Ne olur yapmayın!”
Bir adım attım, ama adımım havada asılı kaldı. Çünkü tam o anda... Abim Behram’a bir adım daha yaklaştı ve başını hafifçe eğerek, sadece onun duyabileceği şekilde bir şeyler fısıldadı.
Abim her ne dedi ise behramın sırtı gerildi ardıdan abim parmağını tetiğe koydu ve dudaklarında daha önce görmediğim bir gülümseme oluştu ardıdan tetiğe kuvvet uygulamaya başladığın da Zaman durmuş gibiydi. Her şey sessizleşti bir anlığına...
Sonra...
Silah sesi yankılandı.
Kurşunun sesi boş arazide yankılandı
Ardından bir çığlık döküldü dudaklarımdan , boğazımı yırtarak çıkan o çığlık, geceyi paramparça etti.
Dizlerimin üzerine çöktüm. Gözlerim karardı.
Ama kurşun kimi vurmuştu? Hangi yürek parçalanmıştı, hangisi hâlâ atıyordu... Yüreğim dediğim adam mı? Yoksa kanımdan, canımdan olan adam mı?
Zaman bunu söyleyecekti....
🤍🤍🤍🤍🤍🤍🤍🤍🤍🤍🤍🤍
Evet sezon finalini nasıl buldunuz bakalım? Sizce vurulan kim oldu dersiniz?
Birazcık heyecanlı bitti sanırım DKDLSLSLLS henüz yeni sezon Tarihi belli değil birazcık ara vermek istiyorum tutkunun notalarına. Şuanlık asker kurgusuna bakacağım biraz... Onun için yazmaya başladım bile en kısa zamanda onuda yayınlayacağım. Şimdilik görüşmek üzere kendinize cici bakın 💐
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |