10. Bölüm

10-Şükür Etmek

sevim Öğmenoğlu
sevim_svim

CarPlay: Aracın içinde, telefonunuzu bağladığınızda, görüntülü veya sesli arama yapma, mesaj gönderme ve alma gibi özellikler sunan radyomsu cihaz.

❀❀❀

 

Bir elinde kahve, masanın üzerinde de elindeki dosyanın detaylarını okuyordu. Olayın içindeki fiiller, failler, delliler...

 

Hepsi Nur GÖKALP'in ölümünün sonucuna çıkıyordu. Asıl sorun olan ise devlette yönetimde bulunan birkaç kişinin olaya karışması dahilinde gerçekleşiyordu. Derin bir nefes alıp kahvesinden bir yudum içti.

 

Yusuf'un "Yüksek Profilli Bir Dava," dediğini anımsadı.

 

Hatırlıyordu. Yusuf bir elinde kahvesi, diğer elinde sigarasıyla Hazal'ın gözlerine bakarak konuşmuştu: "Bu işin altından kalkabilir misin bilmiyorum," demişti.

 

Şimdi ise Hazal bu dosyayla boğuşuyordu. Olay yeri cinayet fotoğraflarında ve dosyadaki ifadelerle bir şeyler vardı... Bir eksiklik sanki.

 

"Benim işim suçluya bir ceza vermek." Dedi.

 

"Ben bir hakimim. Benim görevim suçlu yakalamak değil, suçluya gerekli cezayı vermek."

 

"Ama ya gerçek suçlu yargının ulaşamayacağı bir yerdeyse? O zaman ne yapacaktı? Sistem mi kazanacaktı, yoksa adalet mi?"

 

Sinirle başını başını masaya koydu ve gözlerini kapattı. Derin nefes alışverişleri eşliğinde birkaç dakika öylece bekledi.

 

"Ben bir hakimim ve sakin olmalıyım. Her ne olursa olsun ben her şeyin altından kalkarım." Diye düşündü.

 

Sonra ayağa kalktı ve evin içinde biraz gezindi. Zihnini berraklaştırmak için camı açıp derince bir nefes aldı, derince bir nefes verdi.

 

Sanki evin içinde sıkışıp kalacak gibi duruyordu. Dosyanın garip görünen kısmını tekrar açtı ve tekrar tekrar okudu.

 

'Onların kim olduğunu bilmiyorsun Hazal,' demişti Yusuf. 'Bu insanlar sadece dosyada değil, gerçek hayatta da tehlikeli.'

 

Şimdi o sözler kafasında yankılanıyordu.

 

"Bilmiyorum." Dedi kendi kendine. Eliyle saçlarını karıştırdı. Duruşma bir sonraki pazartesiydi. Ama sanığın eli çok uzundu.

 

"Bazen bu meslekten nefret ettiğim oluyor." Dediği sırada telefonu çaldı. Annesi arıyordu.

 

"Merhaba anne." Dedi Hazal.

 

"Merhaba kızım." Dedi Hazal'ın annesi de.

 

"Nasılsın anne?"

 

"İyiyim kızım. Sesini özlediğim için aradım. Müsaitsindir umarım."

 

"Evet, size her zaman müsaitim."

 

"Ah güzel kızım benim," diye yakındı annesi. "Olanları çoktan duydum, seninle de konuştuk ama, bir sonuç çıkmadı mı daha kınalı kuzumdan."

 

Derin bir nefes verdi genç kadın.

Başını sanki annesi onu görecek gibi, sağa-sola, hayır anlamında salladı ve, "I-ıh," diye bir ses çıkardı.

 

"Haberlerde hep görüyoruz. İnşallah bulunur yavrum.." Derken, annesinin elinden telefonu babası aldı söylenerek.

 

"Kırk yılda bir kızım müsait oluyor, onu da sen konuşuyorsun. Rahat bırak kızımı." Diye sitem etti. Hazal güldü.

 

"Hoparlöre alın bari telefonu." Dedi babasına hitaben.

 

Hazal'ın annesi, babası kendisi kıkırdadı.

 

"Kızım misafirler geldi." Dedi babası.

 

Hazal da, "O zaman herkese selam söyle. Ben işime geçeyim babacığım? Ne dersiniz?"

 

"Olur kızım, olur. Dikkat et kendine görüşürüz."

 

"Görüşürüz babacığım."

 

Hazal telefonunu kapatıp masanın üzerine bıraktı.

 

"Evet Hazal... Bakalım dosyalardan , olaylardan, insanlardan daha ne kadar kaçacaksın?" Diye konuştu kendi kendine. Sonra kendine tekrardan kahve yapmak için ayağa kalkacaktı ki telefonu çaldı.

 

Arayan: Aras

 

Birkaç kez yutkunup telefonu açıp açmamakla alakalı karara varmaya çalıştı ve açmaya karar verdi.

 

"Efendim Aras?" Dedi soğuk bir sesle.

 

Aras ise o anda gülümsüyordu Hazal'ın sesini duyduğu için. Bir anda tüm söyleyeceği şeylerin birbirine karışmış olduğu gerçeğiyle de yüzleşti.

 

"Merhaba." Dedi sonunda.

 

"Merhaba Aras."

 

"Rahatsız etmiyorum değil mi seni?"

 

"Hayır etmiyorsun. Bir şey mi oldu?"

 

"Hayır bir şey olmadı. Sadece o dava için konuşmak istemiştim seninle."

 

"Ben o dava hakkında konuşmak istemiyorum."

 

"Her zaman yanında olduğumu bilmeni istiyorum."

 

"Bu benim sorunum değil mi?"

 

"Evet senin sorunun ama..."

 

"Aması yok, Aras. Bu benim sorunum ve bu benim sorumluluğum."

 

"Bunun altından tek başına kalkabileceğine emin misin?"

 

"Eminim Aras. Şimdi kapatmam gerek."

 

Genç kadın telefonu kapattığında Aras'ın sözleri zihninde yankılandı: "Bunun altından tek başına kalkabilecek misin?"

 

Hazal, Buse'yi aramak üzereyken bir an durdu. Telefonunun ekranına baktı ve derin bir nefes aldı. Yusuf'un söyledikleri de bir kez daha zihninde yankılandı: "Bu dava çok derin, dikkatli olman gerekiyor."

 

Dosyayı gizlilik nedeniyle kimseyle paylaşamayacağını biliyordu. Ama Yusuf… O bu dava hakkında zaten bilgi sahibiydi. Hem deneyimliydi hem de Hazal’ın karşılaştığı zorlukları anlayabilecek biriydi.

 

Telefon rehberinde Yusuf’un adını buldu ve aradı. Birkaç çalma sesinden sonra Yusuf’un derin, sakin sesi duyuldu.

 

"Efendim, Hazal?"

 

"Merhaba Yusuf. Rahatsız etmiyorum, değil mi?"

 

"Hayır, asla. Nasılsın? O dava seni biraz yıpratıyor gibi. Ayrıca Esra ne oldu? Bir gelişme var mı?

 

Hazal, derin bir nefes aldı. "Esra'nın durumu için hayır ama dosya durumu için, evet, açıkçası durum düşündüğümden daha karmaşık. Dosyada bir şeyler eksik ama ne olduğunu çıkaramıyorum. Belki senin yardımın dokunabilir diye düşündüm."

 

Yusuf bir an sessiz kaldı, ardından güven verici bir şekilde konuştu. "Tabii ki, Hazal. Dosya hakkında konuşabiliriz. İstersen bir araya gelip detaylıca inceleyelim."

 

"Bu gece mümkün mü?" diye sordu Hazal, sesi biraz aceleciydi.

 

"Senin için her zaman mümkün. Hadi gel, sen gelene kadar ben de eve geçmiş olurum."

 

"Sağ ol. Çok teşekkür ederim."

 

Önceki günlere nazaran daha hızlı giyinen Hazal, çantasını alıp dışarı çıkıyordu ki, dosyayı unuttuğunu fark etti. Kapıdan içeri ilk defa ayakkabılarını çıkarmadan girip dosyayı masanın üzerinden aldı ve dışarı çıktı. Arabasına binip çantasını arka koltuğa koydu. Bir slow şarkı açıp kontağı çevirdi ve gaza basıp ilerlemeye başladı. Evinden uzaklaşırken gözü bir anda dikiz aynasından yansıyan arka koltuğun görüntüsüne takıldı.

 

Kayra...Oradaydı...

 

Arabayı ani frenle durdurup arka koltuğa baktığında ise boş olduğunu gördü. Çok korkmuştu.

 

Hazal, elleri direksiyonda, birkaç saniye boyunca derin nefesler aldı. Kalbi hala hızla atıyordu. Dikiz aynasında gördüğü şeyin gerçek olmadığını biliyordu ama bu his onu derinden sarsmıştı. Kendi kendine mırıldandı:

 

“Kayra burada değil, Hazal. Sadece yorgunsun. Sakin ol…”

 

Arka koltuğa bir kez daha baktı; boştu. Ama zihnindeki o anın yankısı gitmek bilmiyordu. Kayra'nın gözleri... Ona bir şey söylemeye çalışıyormuş gibi bir ifade vardı yüzünde.

 

“Bu dava... Bu dava beni mahvedecek,” diye fısıldadı.

 

Arabayı tekrar çalıştırdı, ama artık müzik çalmıyordu. Sessizlik daha iyi bir seçenek gibi geliyordu. Yola devam ederken Yusuf’un evine yaklaştığını fark etti. Kendi kendine, “Belki Yusuf’a her şeyi anlatmalıyım,” diye düşündü. Sadece dava değil, gördüğü şeyler... Ya da gördüğünü sandığı şeyler.

 

Yusuf’un evine vardığında, kapının önünde durdu. Arabadan çıkmadan önce bir süre bekledi. Aynada kendine baktı. Gözleri yorgun ve düşünceliydi. Derin bir nefes alarak çantasını ve dosyayı aldı, kapıyı çaldı.

 

Kapıyı Yusuf açtı. Üzerinde sade bir gömlek ve koyu pantolon vardı. Hazal’a kısa bir süre baktı, sonra içeri buyur etti.

 

“Gel bakalım, anlat neler oluyor,” dedi Yusuf, masaya iki kahve bırakırken.

 

Hazal, dosyayı masanın üzerine koydu ama konuşmadan önce bir an durdu. Elleriyle kahve kupasını tuttu, sıcağı avuçlarında hissetti. Yusuf sessizce bekliyordu.

 

“Yusuf,” dedi sonunda Hazal, sesi biraz titrek çıkmıştı. “Sadece dosya değil. Sanırım… Sanırım başka bir şeyler de var. Belki bana öyle geliyor ama…”

 

“Belki mi?” Yusuf’un kaşları hafifçe kalktı. “Anlat. Her ne olursa olsun, seni dinliyorum.”

 

Hazal, Yusuf’a dikiz aynasında gördüğü şeyi anlatmaya başladı. Konuşurken elleri biraz daha titremeye başlamıştı. Yusuf dikkatle dinliyordu, araya girmedi. Hazal bitirdiğinde, Yusuf derin bir nefes aldı.

 

“Hazal,” dedi Yusuf, bir an gözlerini dosyadan Hazal’a çevirerek. “Kayra’nın ölümünü kabullenemediğini biliyorum. Ama bu gördüğün şeyler... Bu, yalnızca zihninin sana oynadığı bir oyun olabilir.”

 

“Ya değilse?” diye sordu Hazal, Yusuf’un gözlerinin içine bakarak. “Ya gerçekten bir şeyler yanlış gidiyorsa? Ya sadece bu dava değil, her şey kontrolümden çıkıyorsa?”

 

Yusuf bir süre sessiz kaldı. Sonra sakin bir tonla, “Bunu çözmek için buradayım,” dedi. “Ama önce hem bu dava hem de senin için net bir yol çizmeliyiz. Her şeyi sırasıyla ele alacağız, tamam mı?”

 

Hazal başını salladı. Yusuf’un varlığı, içinde bir nebze de olsa güven hissi uyandırmıştı. Ama yine de zihnindeki görüntüler... Onları nasıl susturacağını bilmiyordu.

 

"Dosyada tutarsızlıklar var." Dedi Hazal aniden.

 

Yusuf dikkat kesildi, kahvesinden bir yudum alırken gözlerini Hazal’ın yüzünden ayırmadı.

 

“Ne tür tutarsızlıklar?” diye sordu.

 

Hazal, masanın üzerindeki dosyayı açtı ve birkaç sayfayı hızla karıştırdı. Gözleri satırlar arasında gezinirken parmağıyla bir noktayı işaret etti.

 

“Bak,” dedi Hazal, Yusuf’a doğru dosyayı çevirerek. “Tanık ifadelerinde ciddi bir uyumsuzluk var. İlk ifadelerde Nur Gökalp’ın son görüldüğü yer net bir şekilde belirtilmiş. Ama birkaç gün sonra verilen ek ifadeler bu noktayı çelişkili hale getiriyor. İki tanık aynı saat için tamamen farklı yerlerden bahsediyor.”

 

Yusuf, kaşlarını çattı ve dosyaya eğildi. İfadeleri dikkatle okurken yüzüne ciddi bir ifade yerleşti.

 

“Biri yalan söylüyor,” dedi. “Ya da… birileri bir şeyleri örtbas etmeye çalışıyor.”

 

Hazal derin bir nefes aldı. “Aynen öyle. Ama asıl mesele şu ki, tanıklardan biri devletle bağlantılı bir kişi. Diğeriyse, olayın merkezine yakın bir isim. Eğer bu ifadeler üzerinde daha fazla durursam...” Sözleri yarım kaldı, gözleri Yusuf’a endişeyle baktı.

 

“Eğer bu ifadeler üzerinde durursan, sana engel olmaya çalışacaklar,” diye tamamladı Yusuf. “Bu yüzden bu davayı yüksek profilli olarak tanımladık.”

 

Hazal başını eğdi. “Yapmam gereken doğru şeyi bulup gerçek suçlunun kim olduğunu ortaya çıkarmak. Ama bu sistemin içinde bunu ne kadar başarabilirim, bilmiyorum.”

 

Yusuf, derin bir nefes alarak sandalyesine yaslandı. “Bir şeyleri ortaya çıkarmanın yolu, önce kime güveneceğini bilmektir, Hazal. Bu davada yalnızca kendine güvenmek zorundasın. Ama unutma, yalnız olmak zorunda değilsin.”

 

Hazal, Yusuf’un bu sözlerinden güç alarak derin bir nefes aldı. Sonra, dosyayı kapatarak ayağa kalktı. “Bunu çözmek için elimden geleni yapacağım,” dedi kararlılıkla.

 

“Yapacaksın,” dedi Yusuf, arkasına yaslanarak. “Ama önce biraz dinlenmelisin. Zihnin yorgunken doğru karar vermen zor.”

 

Hazal, hafifçe gülümsedi. “Haklısın. Ama bir şey daha var,” dedi, Yusuf’a dönerek. “Sanığın bağlantıları sadece devlet içinde değil gibi görünüyor. Bu iş daha da karışacak.”

 

Yusuf başını salladı. “Bunu biliyordum. O yüzden dikkatli olmanı söyledim.”

 

Hazal, çantasını alırken bir an durdu. Gözleri Yusuf’a baktı ve hafifçe gülümsedi. “Teşekkür ederim, Yusuf. Bana inandığın için.”

 

Yusuf, ciddi bir ifadeyle karşılık verdi. “Her zaman, Hazal."

 

Hazal, Yusuf'un gözlerine bakarken tekrar gülümsedi.

 

"Gidiyorum o zaman, seni daha fazla meşgul etmeyeyim?"

 

"İstersen ben bırakırım." Diye teklif etti Yusuf. "Sorun olmaz bana." Diye de devam etti.

 

Hazal ise onu kibarca reddetti. Yusuf, Hazal kapıdan dışarı çıkarken ona el sallayarak kapıyı kapattı. Hazal gerçekten çok iyi bir hâkimdi. Ama bu olay onu sürdürtebilirdi.

 

Gözünün önüne gelen bir tutam saçı kulağının arkasına koyarak kapıdan çıktı.

 

"Kim bilir şu koca İstanbul'da ne hayatlar var." Dedi kendi kendine. "Benim nasibime düşense buymuş."

 

Sonra arabasında carPlay'den Aras'ı aradı. Bir gözü yolda, diğer gözüyee arama ekranındaydı. Telefon birkaç çalmadan sonra açıldı. Hiç lafı dolandırmadan sordu: "Buluşmak ister misin?"

 

"Koroner Bypass'a gireceğim. İşim uzun sürecektir. 6 saat kadar."

 

"Peki, görüşürüz."

 

"Görüşürüz."

 

Aras'ın sesi soğuk gelmişti. O soğukluğu hissetmişti Hazal. Ama ona ayıracak zamanı olmadığını hissetti. Arabasına binip sosyal medyada dolaşırken o çok sevdiği film yıldızı'nın gönderisine denk geldi.

 

Sezin Ateş.

 

"Hayat onlara güzel," diye geçirdi içinden.

 

"Ne kadar da dertsizler. Her gün bir partide, bir ödül töreninde, sevgilisiyle ne kadar da mutlu. Bir de kendi haline bak Hazal. Çok acınasısın."

 

Arabasını çalıştırıp evine doğru sürdü arabayı ama İstanbul trafiği ona ölüm gibi geliyordu şu anda. Normalde trafikte kalmayı dert etmezdi ama sinirlenmeye başlamıştı içten içe. İnternette insanlar ne kadar da kusursuzdu. Ne kadar da güzellerdi...

 

Keşke bende öyle olsam, diye geçirdi içinden.

 

"Nefret ediyorum her şeyden." Dedi seslice. Ama sustu.

 

Annesi ona küçükken olduğu her hâle şükür etmeyi öğretmişti. Bu durumda şükür edecek bir şey bulamadı kendince -Aslında çok vardı- ama yine de dudaklarından o kelime çıktı.

 

"Bu halime de şükürler olsun."

 

Hazal, o an durup derin bir nefes aldı. Boğazına bir düğüm oturmuş gibiydi ama bir yandan da içinde bir huzur kıpırtısı hissetti. Şükür etmek ona her zaman çocukluk günlerini, annesinin ona verdiği öğütleri hatırlatırdı.

 

"Bu halime de şükürler olsun," diye tekrarladı, bu sefer biraz daha sakin bir ses tonuyla. Annesinin yüzü gözlerinin önüne geldi. Hep aynı sözlerle ona moral verirdi: "Hayat bir sınav kızım. Ama her sınavın sonunda bir ödülü vardır."

 

Arabayı trafikteki yoğunluğa rağmen sabırla sürmeye devam etti. Radyo açıkken bir şarkı çalmaya başladı. Şarkı, Hazal'ın lise yıllarında en sevdiği şarkılardan biriydi. Kendi kendine gülümsedi.

 

"Hayat bazen garip oyunlar oynuyor," diye düşündü. "Bir yandan her şey üzerime geliyor gibi hissediyorum, bir yandan da böyle ufak şeylerle rahatlamamı sağlıyor."

 

Telefon ekranına bir kez daha baktı. Aras’ın soğuk ses tonu kulaklarında çınlıyordu hâlâ. "6 saat kadar..." Bu sözleri düşününce Aras’a karşı bir suçluluk duygusu kapladı içini. Belki de işine odaklanmak için böyle mesafeli davranıyordu. Ama Hazal bunu Aras’a sormak yerine içine kapanmayı tercih ediyordu her zaman.

 

Sezin Ateş’in gönderisini yeniden düşündü. Filtrelerin ardında ne olduğunu kim bilebilirdi ki? "Belki o da benim gibi hissediyordur," dedi kendi kendine. Ama bu düşünce bile ona yeterince teselli olmamıştı.

 

Bir yandan trafiğin açılmasını beklerken, içindeki çelişkiyle boğuşuyordu. Kendine daha fazla yüklenmemeye karar verdi. "Yarın her şey daha farklı olacak," diye mırıldandı. "Belki de bugün yapmam gereken şey sadece biraz durmak ve dinlenmek."

 

Sonunda eve ulaştığında yorgundu ama içinde hâlâ ufak da olsa bir huzur vardı. Çünkü annesinin öğrettiği en önemli şeyi bir kez daha hatırlamıştı: Şükür etmek, bazen hayatın en karanlık anlarında bile insanı aydınlatırdı.

 

Bölüm : 26.01.2025 00:11 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...