11. Bölüm

11-kişisel mesele

sevim Öğmenoğlu
sevim_svim

"Her şey neden bu kadar yavaş ilerliyor Furkan?"

Furkan gözlerini masanın en ucundan bana çevirdi.

"Esra'nın kaybının kişisel bir mesele olmaması için çok çabalıyorum Hazal."

Onun gözlerinin içine baktım. Sağ gözü seyiriyordu.

"Biliyorum," Dedim. "Ne kadar çok çabaladığının farkındayım."

"Her zaman haberlere veriyoruz. Fakat sosyal medyada insanların yorumları çok korkutucu. Sana karşı kini olan insanların bunu kullanarak sana karşı laf atmasına izin vermemelisin."

"Hiçbiri umrumda değil. İnsanlar konuşur, konuşur. Susturamazsın."

"Eren'i takip ettiriyorum ama ortada şüpheli bir hareket bile yok."

"Evet."

Ayağa kalkıp çevremde bir tur attıktan sonra bir polis memuru hızla koşarak odaya girdi.

"Öz...Özür... Özür dilerim...Bir arama...Huh.'

Polis memuru derin bir nefes alıp devam etti:

"Esra kendisi aradı. İyi olduğunu söyledi."

Bir anlık sessizlik odanın içine çöktü. Kalbim duracak gibi oldu. Furkan, elindeki dosyayı masaya bıraktı, yüzü kaskatıydı.

"Ne?" diye fısıldadım.

"Az önce aradı," dedi memur, gözlerini benden kaçırarak.

"Bir telefon kulübesinden aramış. Nerede olduğunu söylemedi ama iyi olduğunu, kendisi için endişelenmememizi istediğini belirtti. Bütün ilanların, haberlerin kaldırılmasını istediğini söyledi."

Furkan kollarını göğsünde kavuşturdu, yüzü gölgelendi. "Sesini tanımlayabildiniz mi? Kesin Esra mıydı yani?

Memur başını salladı. "Evet. Kayıt alındı, ses analizi de yapacağız ama büyük ihtimalle oydu. Sakin konuşuyordu. Sadece... fazla kontrollüydü."

Başını hayır yapar gibi salladı: "Sesi robot gibiydi. Söylediğimiz sorulara neredeyse tek kelimeyle cevap verdi.

İçimde bir şeyler ters gidiyormuş gibi hissettim. Esra gerçekten iyiyse neden geri dönmüyordu? Neden sadece bir aramayla yetiniyordu?

"Furkan..." diye fısıldadım, boğazımdaki düğümü yutkunarak.

O, gözlerini benden kaçırarak ayağa kalkıp odanın içinde bir tur attı. Sonra derin bir nefes aldı ve yere sabitlenmiş bir noktaya bakarak, neredeyse kendine konuşur gibi, "Bu iş burada bitmedi," dedi. "Bu işte bir iş var."

"O Esra olamaz." Dedim.

"Neden?" Dedi az önce gelen polis. Ses tonundan boş bulunduğu anlaşılmıştı.

"Esra ne olursa olsun tek tek konuşmaz, her zaman bir konudan bahsederken başka bir konudan da bahseder.

Polis memuru hafif gülümsercesine dudakları titreyerek bana baktı ama Furkan'a hitaben konuştu: "Size attım ses kaydını. Kontrol edebilirsiniz."

Furkan bilgisayarda birkaç tuşa bastıktan sonra yüzüme baktı.

"Hazal, seni tehlikeye atmak istemediğimden, hem de güvenlikten dolayı seninle bundan sonra davanın detaylarını paylaşamayacağım."

Bir an Furkan'ın sözlerini sindirmeye çalıştım. İçimdeki öfkeyi bastırmaya çalışarak derin bir nefes aldım.

"Ben zaten bu işin içindeyim, Furkan," dedim, sesimi titrememesi için düzenlemeye çalışarak.

"Esra benim için sadece bir kayıp vakası değil, benim kardeşim."

Furkan gözlerimi kaçırmadan bana baktı. "Biliyorum," dedi yavaşça.

"Ama bu artık sadece bir kayıp vakası değil. Bu işin içinde bir şeyler dönüyor ve seni buna daha fazla bulaştırmamam gerekiyor."

Furkan'ın ifadesini inceledim. Kararından dönmeyeceğini anlamıştım ama içimde bir şeyler hâlâ ona direnmek istiyordu.

"Bu beni daha çok endişelendiriyor," dedim sonunda.

"Bana hiçbir şey anlatmazsan, her şeyi en kötü haliyle hayal edeceğim."

Furkan, kısa bir süre tereddüt eder gibi yüzüme baktı ama sonra başını iki yana salladı. "Sana söz veriyorum, eğer gerçekten bilmen gereken bir şey olursa, seni haberdar ederim. Ama bazı şeyleri öğrenmemen senin için daha iyi, Hazal."

Odadaki hava benim için ağırlaştı. İçinden yükselen isyanı bastırmaya çalışarak yavaşça başımı salladım. Furkan'ın haklı olabileceğini biliyordum ama bu beni durdurmaya yetmeyecekti.

Eğer Esra'nın başına gerçekten bir şey geldiyse, kendim bir kenarda onun cesedinin bulunmasını bekleyemezdim.

"Tamam," dedim sonunda Furkan'dan gözlerimi kaçırarak.

"Ama eğer Esra'nın bana ihtiyacı olursa, hiçbir şey beni durduramaz."

Furkan kararlılığımı fark ettiğinde derin bir nefes aldı ama bir şey söylemedi. Çünkü biliyordu-ne yapıp edip bu işin peşini bırakmayacaktım.

Adliyeye döndüğümde beynimdeki bütün düşünceleri bir anlığına sildim. Silmek zorundaydım çünkü o davanın sonucunda bir ceza vermek zorundaydım. -Ya da ertelemek-

Herkesten önce mahkeme salonuna girdiğimde oturup saati beklemeye başladım. Saat dolduğunda mahkeme heyeti girdi. Giren herkes bana baş selamı verdikten sonra yanlarıma oturdular. Onlardan en sonra kâtibe Hanım girdi. O da bana baş selamı verdi ve yerine oturdu. Sanık olarak belirlenen kişi ilk girdi. Üzerindeki takım elbiseyle bir yere varabileceğini düşünüyordu sanırım.

Sinir katsayım artarken sakin olmak için kendime söz verdim. Derin nefesler aldım ama bunu belli etmiyordum yanımdakilere. Benim görevim adaleti sağlamaktı. Ne olursa olsun bunu kendime hatırlatmam gerekiyordu bazen.

Sanığın avukatları girdi içeri. Yine o, Deniz adındaki adam vardı içlerinde.

İnsan suçlu olunca böyle oluyordu demek ki.

Sağ bacağımı titretmeye başladım.

Bütün avukatlar benimle göz teması kurduğunda o başını eğene kadar ona baktım. Sağıma ve soluma gözlerimle bakıp yine önüme, bu sefer de Kâtibe Nergis Hanım'a bakmaya başladım.

Ardından diğer avukat geldi. Nur GÖKALP'in ailesinin tuttuğu avukat...

İlk önce sanığın avukatlarından biri dinlenmeye başlandı.

" Sayın Başkan, değerli hâkimler... Müvekkilim Milletvekili Can Adanalı'nın oğludur, evet. Ancak bu, kendisinin suçlu olduğu anlamına gelmez. Müvekkilim, hakkındaki tüm suçlamaları reddetmektedir. Cinayetle hiçbir ilgisi yoktur ve bu tür ciddi bir suçla ilişkilendirilemez. Savunmamızın en temel noktası şudur: Olayla ilgili somut delil bulunmamaktadır."

Savunma avukatı, salonda suskun bir şekilde dinleyenlerin gözlerine bakarak konuşmasına devam etti.

"Öncelikle, müvekkilim hakkında ileri sürülen cinayet suçlamaları, tamamen asılsız ve temelsizdir. Olayın başından itibaren, müvekkilimin hiçbir şekilde mağdurla ilişkisi olduğu kanıtlanmamıştır. Müvekkilim, mağdurla yalnızca iş ortamında ve zaman zaman sosyal olarak görüşmüştür. Herhangi bir tehdit, kavga ya da başka bir olumsuz durum söz konusu olmamıştır. Bu dava, başkalarının sebepsiz iddialarına dayanarak müvekkilimin itibarıyla oynanmasını sağlayan bir komploya dönüşmüştür."

Avukat bir adım daha ileriye gitti, ellerini masanın üstünde birleştirerek ciddiyetini pekiştirdi.

"Cinayetle suçlanan birinin, bir canı almaktan hiç zevk almadığını biliyoruz. Ayrıca, müvekkilim sağduyulu, topluma saygılı bir insandır. Evet, kendisi zaman zaman sert bir siyasetçi olabilir, ancak bu, ona cinayet işleme hakkı vermez. Hem kişisel, hem de mesleki duruşu, insan hayatına saygıyı esas alır. Müvekkilim, hiçbir koşulda öldürme eylemi gerçekleştirmemiştir."

Nur GÖKALP'in avukatına baktığımdaysa o konuşmaya başladı.

"Sayın Hâkime Hanım, kendisi saat cuma 23:50 sıralarında nerede olduğunu kanıtlayacak bir şey sunamamıştır. Gizli tanığın ifadesine göre de bu kişi Nur GÖKALP'in evinin yakınlarında bulunmuştur. Nur GÖKALP, Ozan ADANALI Bey'den evlilik dışı bir çocuk dünyaya getirmek istemiştir ama Ozan Bey, Nur Hanım'ı elindeki artı on sekiz görüntüleri internet ortamında yaymakla tehdit etmiştir. Nur Hanım'da el mecbur bebeği aldırmıştır."

"Bu yüzden bebek mi aldırılır? Nasıl kanıtlarsınız böyle bir şeyi bilmiyorum," Dedi sanık.

Sanığın yanındaki avukatlardan biri öksürdü ve onun susmasını sağladı.

Nur Gökalp'in avukatı, hafifçe gülümseyerek başını yana eğdi.

"Sayın Hâkim, sanığın avukatı müvekkilinin suçsuzluğunu kanıtlamaya çalışırken ilginç bir noktaya değindi: Ozan Adanalı'nın sağduyulu, topluma saygılı bir insan olduğunu söyledi. Doğru mu?"

Sanığın avukatı gözlerini kırpıştırarak başını salladı. "Elbette. Müvekkilim her zaman etik değerleri benimsemiştir."

Avukat kaşlarını kaldırdı. "O zaman... etik değerleri benimsemiş bir insan, müvekkiliniz, Nur Gökalp'i tehdit etmek yerine neden medeni bir şekilde konuşmadı? Yani, diyorsunuz ki, Ozan Adanalı topluma saygılıdır, ama özel hayatında bir kadını artı on sekiz görüntüleriyle tehdit edecek kadar acımasız olabilir mi?"

Sanık avukatı cümleleri tartarken tereddüt etti. "Müvekkilim... böyle bir tehdidi asla yapmadığını söylüyor."

Nur'un avukatı hafifçe başını salladı. "Öyle mi? O hâlde, sanığın savunması şu şekilde mi: 'Ben o gece orada değildim, ama olsaydım bile bunu yapmazdım?' Çünkü saat 23:50'de nerede olduğunu kanıtlayamıyor, değil mi?"

Sanık öne doğru eğildi. "O saatte evimdeydim!"

Nur'un avukatı anında tepki verdi. "Harika! O zaman evde olduğunuzu kanıtlayacak bir şey sunabilirsiniz. Güvenlik kamerası, mesaj kayıtları, tanıklar?"

Sessizlik.

Avukat derin bir nefes aldı ve masaya eğildi. "Sayın Hâkim, sanığın bir savunma yapmaya çalışırken her seferinde kendi ifadeleriyle çeliştiğini görebiliyor musunuz? Önce 'Benim olayla ilgim yok.' dedi. Sonra 'Ben Nur Gökalp'i öldürmedim.' dedi. Şimdi de 'Ben evdeydim ama bunu kanıtlayamam.' diyor."

Mahkeme salonunda hafif bir uğultu yayıldı.

Nur'un avukatı devam etti:

"Ve en önemlisi... Sanık, Nur Gökalp'in ona evlilik dışı çocuktan bahsettiğini inkâr etmedi. Bunun üzerine sinirlendiğini de reddetmedi. Eğer Ozan Adanalı'nın bu olayla hiçbir ilgisi olmasaydı, en basitinden, 'Bana böyle bir şey söylemedi, böyle bir olay yaşanmadı.' demez miydi?"

Sanık bir an avukatına baktı, sonra tekrar avukata döndü. "Bunlar varsayımlar! Bir kanıtınız yok!"

Nur'un avukatı gülümsedi. "Kanıt mı dediniz? O hâlde duruşmaya birkaç dakika ara verelim. Çünkü az önce, Ozan Adanalı'nın Nur Gökalp'le yaptığı bir telefon görüşmesinin ses kaydı adli laboratuvardan ulaştı. Ve içinde tam da az önce bahsettiğimiz konular geçiyor."

Salonda soğuk bir sessizlik oluştu.

Sanık kıpkırmızı kesilirken Nur'un avukatı cübbesini düzeltti ve bana döndü.

"Sanığın söyledikleri artık yalnızca kelime oyunlarından ibaret. Oysa bizim oyunumuz, gerçeği ortaya çıkarmak üzerine kurulu, Sayın Hâkim."

Yanımdaki heyetten gözleriyle onay alıp insanlara döndü.

"Mahkememize bir saatlik bir ara verilmiştir. Bu arada her şey hazır olsun. Ayrıca ikinci oturumda tanıklar da dinlenecek. Ona göre hazır olun."

Heyet ve Hazal tarafından karar çoktan verilmişti fakat her şey prosedüre göre ilerlemek zorundaydı. Yargılama sürecinin güvenilirliği ve adilliği için belirlenen kurallar çerçevesinde hareket etmek gerekiyordu. Hazal, masasındaki dosyayı kapatırken gözleri salonu hızlıca taradı. Sanık tarafı tedirgin, müştekiler ise sabırsızdı.

Arkasını dönüp heyetle birlikte salondan çıkarken, yanında yürüyen bir görevli alçak sesle sordu:

"Tanıklardan biri son anda ifade vermek istemediğini söyledi. Ne yapalım?"

Kaşlarımı çattım ama duraksamadan yanıtladı:

"Zorla getirme kararı çıkarmayacağız. Ama ikinci oturum başlamadan önce kendisiyle konuşmak istiyorum."

Koridorun sonunda bekleyen Buse, benimle göz göze gelmesiyle başını hafifçe eğdi. Yanına yaklaşıp fısıltıyla sordu:

"Bu dava seni fazlasıyla yoruyor, farkındayım. Ama kendini unutmadan ilerle, tamam mı?"

Derin bir nefes aldım. Yorulmuştum, evet. Ama şu an duramazdım. "Merak etme," dedim hafifçe gülümseyerek. "Daha işimiz bitmedi."

Buse, sanki gözlerimin altındaki yorgunluk izlerini fark etmiş gibi baktı, ama bir şey söylemedi. Benim durmayacağımı, kendimi sonuna kadar zorlayacağımı biliyordu. İçimden geçenleri bir kenara iterek saate baktım. Bir saatim vardı hâlâ

"Ben tanıkla konuşmaya gidiyorum," dedi kararlı bir sesle. "Sen de Yusuf'a haber ver, o da burada olsun."

Buse başını sallayıp uzaklaşırken, derin bir nefes aldım ve avukatların dinlenme odasına yöneldim. Kapıyı açtığımda, içeride gergin bir hava hâkimdi. Tanık, genç bir kadın, ellerini sımsıkı birbirine kenetlemiş, huzursuzca kıpırdanıyordu.

"Beni zorlamayın," dedi sesi titreyerek. "Konuşamam. Bunu yapamam."

Onun karşısındaki sandalyeye oturdum. Gözlerini kaçırmadan doğrudan ona baktım. "Korktuğun şey nedir?" diye sordum. "Sana zarar vermeyecekler. Biz buradayız.''

Kadın başını iki yana salladı. "Siz buradasınız ama ya sonra? Mahkeme bittiğinde ne olacak? Onlar hâlâ orada olacak, değil mi?"

Düşündüm. Tanığın çekindiği kişilerin kim olduğunu biliyordum ama bunu ona hissettirmemem gerekiyordu.

"Senin korkularını anlıyorum," dedi yumuşak bir sesle. "Ama unutma, bu davadaki tek tanık sen değilsin. Ve söylediklerin, adaletin yerini bulmasını sağlayacak."

Kadın gözlerini benden kaçırdı, parmaklarını avuçlarının içinde kıpırdattı. Bekledim. Ona baskı yapmak istemiyordum, ama konuşmasını sağlamalıydım.

Kapı aniden açıldı. İçeri giren Yusuf, önce Hazal'a sonra da tanığa baktı. Yüzünde ciddi bir ifade vardı. "Sadece iki dakikam var," dedi Hazal'a. "Dışarıda işler karışıyor."

Hazal, Furkan'a göz ucuyla baktı ama dikkatini tekrar tanığa çevirdi. "Ne yapmaya karar verdin?" diye sordu.

Kadın derin bir nefes aldı. Gözlerinde kararsızlık vardı ama aynı zamanda içinde bir şey kıpırdanıyordu. Sonunda başını kaldırdı ve fısıldadı:

"Tamam... Konuşacağım."

Kadına kocaman gülümsedim.

''Yapabileceğine inanıyorum.''

Kendimi mahkeme salonuna zorla attığımda derin bir nefes verdim sırada adliyenin koridorlarını bir ses doldurdu: ''Tamam,çekilin.''

Ses çok fazla yüksekti. Tüm kararlılığımla kapıdaki polise doğru baktım. Sonrasında bir ambulans sesi duydum.

''Sanık. Ozan Adanalı.'' dedi Polis memuru.

''Ne olmuş ona?''

Ayağa kalkıp sorumu tekrarladım.

''Anahtarı bileğine saplamış.''

Yüzüm ekşidi.

''Ne!?''

Polis dışarı çıktığında bende ardından çıktım.

 

Bölüm : 11.06.2025 12:17 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...