19. Bölüm

On Sekiz/Kıyamam!

sevim Öğmenoğlu
sevim_svim

"Çok okuyanı severim." Derken elimdeki kitaba bakıyordu. Onu umursamadan okumaya devam ettim çünkü vakit geçmiyordu.

 

"Konusu ne?"

 

"Bir kadınla adamı anlatıyor işte. Klasik."

 

"Sen sevmezdin romantik şeyler?"

 

"Hayatımda yeterince gerilim var." Deyip sırıtmaya çalıştım ama beceremedim.

 

Yanıma aniden biraz daha yaklaşınca kalbim yerinden çıkacakmış gibi atmaya başladı.

 

"Hâlâ mı korkuyorsun benden? Bak sana zarar vermedim hiç."

 

Kesik izi kalmış boynuma gitti bir anda elim. Sonra çektim.

 

"Nedense hoşuma gidiyorsun." Diye birdenbire çıkıverdi ağzımdan.

 

Benden izin almadan dizime yattığında elim onun saçlarına gitti. Ters şekilde yüzüme bakarken çok şapşal görünüyordu.

 

Gülümsedim. İnsan her türlü şeye adapte olabiliyordu.

 

"Annemler beni yetimhaneye verdiğinde henüz 10 yaşındaydım." dedi.

 

Onun küçüklüğünü nedense hayal edemiyordum. O hiç çocuk olmamış gibi geliyordu bana.

 

"Neden bıraktılar bilmiyorum. Çok ağlamıştım." Dedi. Kendimi hemen hemen o yaşlardayken hayal ettim. 8'inde tecavüze uğramış, 9'unda tüm ailesi tarafından terkedilmiş küçük bir kız çocuğu olarak...

 

"Ben de sırf anneme benziyor diye bir kadına anne demiştim. Sonra o beni aldı." Dedim.

 

"Biliyorum. Neyse, ailem zengindi. Ben birdenbire o ortama geçince, kendimi bok gibi hissetmiştim. İnsanları da sevmezdim zaten ama şimdi 11 kişiyle, 11 yataklı bir odada kalıyordum. Çıkan yemekleri beğenmediğim için çok dayak yedim Güneş." Dediğinde ona acımamaya çalışıyordum. O benim hayatıma acımamıştı çünkü. O bir katildi. Bense bir psikoloji öğrencisi. Biz ne kadar olabilirdik ki?

 

Içimdeki karmaşık duygularla başa çıkmaya çalışıyordum. Onun geçmişi beni etkilemiş olabilir miydi? Ama aynı zamanda onun gerçek yüzünü de görmüştüm. Bir katilin duygusal geçmişi ne kadar önemli olabilirdi ki? Ama yine de içimde bir çelişki vardı. Belki de onu daha iyi anlamak için biraz daha zaman geçirmem gerekiyordu...

 

Aslında dediğime bakmayın. Onunla tam bir buçuk aydır kesik kesik de olsa aynı yerdeydim. Eğer karşıdan gören biri olsaydınız onunla konuşmak için can atardınız. Masum görünüşüne takıntılı bir ruh hastası gibi bakakalırdınız. Bazen bana çok iyi davr...

Dizimden kalktı.

''Benden korkuyor musun hâlâ?'' dedi saçlarını karıştırarak. Günde kaç milyon kez yapıyordu acaba?

 

Omuz silktim ve bakışlarını kaçırdım. "Senin hakkında ne hissedeceğimi bilmiyorum" diye itiraf ettim.

 

"Karanlık bir geçmişin var ama aynı zamanda seni anlamak istememi sağlayan bir tarafın da var. Kafa karıştırıcı."

 

Gözlerinde anlayışla başını salladı. "Senden anlayış ya da af beklemiyorum" dedi sessizce. "Beni sadece şimdi olduğum kişi olarak sevmeni istiyorum.''

 

Derin bir nefes alıp bakışlarıyla buluştum. "Deneyeceğim" dedim. "Ama bu kolay olmayacak."Hüzünlü bir şekilde gülümsedi. "Biliyorum" dedi. "Ama denediğin için teşekkür ederim." Olduğundan oldukça nazik davranıyordu.

 

Kıçım senden daha kibar!

 

Sessizce otururken, onda göründüğünden daha fazlası olup olmadığını merak etmeden duramadım. Belki, sadece belki, kurtuluş için bir şans vardı. Görünüşünün altında daha derin bir şeyler olduğu hissinden kurtulamıyordum. Kurtuluş olasılığına inanmamı sağlayan bir şey. Ama aynı zamanda onun geçmişinde gizlenen karanlığı da görmezden gelemezdim. Sessizce otururken, onun hikayesinin katmanlarını açığa çıkaracağıma dair kendime sessiz bir söz verdim. Karakterinin karmaşıklığını anlamak ve gerçekten değişme şansı olup olmadığını görmek. Bu kararın beni iyi ve kötü hakkında bildiğimi sandığım her şeye meydan okuyacak bir yola sürükleyeceğini bilmiyordum.Onun gözlerine baktığımda benden gözlerini kaçırdı. ''S...Saye...'' deyip ona iki kolumu birden açtım. Kollarımın arasına girip başını göğsüme dayadı.

''Beni kimse sevmiyor Güneş.''

 

ÇÜNKÜ KATİLSİN AMK!

 

''Kıyamam.'' dedim.

 

''Saye...'' derken ona onun kaçırdığı ve eninde sonunda sıkılınca öldüreceği kişi olduğumu düşünmemeye çalışarak: 'Hep göğsümde uyu.'' dedim. Yüzüme baktı.

 

''Çok güzelsin Güneş.''

 

Gülümsedim. Burada akıl sağlığımı nasıl koruyacaktım en ufak fikrim yoktu.

 

''Kapat gözlerini, güvendesin.'' dedim.

 

''Öldürmeyeceksin değil mi beni?'' dediğinde onun görebileceği gibi boynumu kaldırıp bıçak izini gösterdim.

 

''Aferin.'' dedi.

 

'Ona sımsıkı sarıldım ve elimden geldiğince ona güven vermeye çalıştım.

 

"Seni asla incitmeyeceğim, Saye. Benim yanımda güvendesin," diye fısıldadım, sözlerimin onu biraz rahatlatacağını umarak.

 

Ama derinlerde, içindeki karanlığın hesaba katılması gereken bir güç olduğunu biliyordum. Ve onu bundan koruyacak kadar güçlü olup olmadığımdan emin değildim.

 

Gözlerini kapatıp göğsüme yaslanırken, karanlıkla doğrudan yüzleşmek anlamına geliyordu. Gölge'nin içindeki şeytanların yok edilecek bir şey olmadığını biliyordum. Bunu ben değil sadece kendisi yapabilirdi.

 

Uzanırken düşündüğüm şeyler arasında onun doğal kokusu da vardı. Bir adam hem bu kadar acımasız, hem de nasıl bu kadar bebeksi olabiliyordu, bunu anlamam mümkün değildi.

 

Belki de içindeki çelişkiler beni çeken şeydi, belki de onu gizemiydi. Ne olursa olsun, onun etkisi altında kalmamak imkansızdı. Her hareketi, her sözü beni derinden etkiliyordu. Onunla ilgili düşüncelerim bir türlü netleşmiyordu. Belki de bu da onun büyüsüydü. Her neyse, artık ondan uzak durmam gerektiğine karar verdim.

 

Ama ne zaman kararımı uygulamaya kalksam, bir şekilde onun yanında buluyordum kendimi. Belki de kaderimiz bir şekilde birbirimize bağlıydı. Ama ben yine de direnmeye çalışacaktım, çünkü onun tehlikeli tarafını da biliyordum. Yine de, onun doğal çekiciliği ve gizemi beni benden alıyordu. Bu karmaşık duygularla baş etmek zor olacaktı, ama benim için imkansız bir şey yoktu.

 

Bir buçuk ay önceki hayatımın anılarının yavaş yavaş silinmeye başladığını fark ediyordum.

 

Ne kadar onlara tutunmaya çalışsam da anıların parmaklarımın arasından kum gibi kayıp gittiğini hissedebiliyordum.

 

Sanki bir parçamın yavaş yavaş uzaklaşıp kaybolmasını izlemek gibi tuhaf bir duyguydu bu. Ne kadar istesem de bunu durduramayacağımı biliyordum. Ve her gün geçtikçe, kendimi geçmişimin kalan parçalarına tutunurken, onları sonsuza dek kaybolmadan önce çaresizce korumaya çalışırken buldum.

 

Kendimi sık sık düşüncelere dalmış, belirli bir anın veya olayın ayrıntılarını hatırlamaya çalışırken buluyordum. Sadece benden uzaklaştığını fark etmek için.

 

Sanki kıyıda duruyormuşum, dalgaların ayaklarımın altındaki kumu yavaş yavaş aşındırmasını izliyordum ve yumruklarımı ne kadar sıkarsam

kum taneleri yine de parmaklarımın arasından kayıp gidiyordu. Her geçen gün kendimden bir parçayı kaybettiğimi bilmek acı verici bir farkındalıktı. Ancak umutsuzluğa rağmen, kalan azıcık şeye tutunmaya, bazı anıların bozulmadan kalacağı umuduna tutunmaya, bazıları ise boşluğa gömülmeye yemin ettiğini biliyordum. Zaman geçtikçe, bazı anıların silinip gittiğini kabul etmeye başladım. ulaşamayacağım bir yerde. Yeni anlara yer açmak için bazı anlardan vazgeçmem gerektiğini bilmek acı-tatlı bir farkındalıktı. Böylece, kayıp anıların bıraktığı boşluğu dolduracaklarını umarak yeni anılar yaratmaya odaklandım. Ama derinlerde, ne kadar yeni anılar biriktirirsem biriktireyim, kaybettiklerimin özlemini çeken bir parçamın her zaman olacağını biliyordum. Bu, tutunmakla vazgeçmek arasında, geçmişe değer vermekle bugünü kucaklamak arasında sürekli bir savaştı. Ve bu hassas dengede ilerlemeye devam ederken, anılar silinse de kim olduğumun özünün her zaman kalacağını bilmek teselli buldum.Şey diyordu ismini hatırlamadığım bir şarkıda: 'Düşersem eğer etmez kimse merhamet, yanlışlara rağmen hala gülümseyerek, ya barışmam gerek ya savaşmam gerek.'

 

Gölge'ye baktığımda gözleri tamamen kapalıydı, düzenli nefes alıyordu ve rahat gözüküyordu. Elimi yanağına koydum, boğazıma dayanan bıçak kadar soğuktu. Müzeye koyulası yakışıklılıktaydı. Onun detaylarını fark ettikçe daha çekici gelmeye başlıyordu. Böyle bir şey olmamalıydı. Biz olamazdık, biz çok ayrıydık. O bir katildi, Katil!

 

Onun hakkında böyle hissetmemeliydim. Ama kendini taşımasında, o kapalı gözleri açıldığında ve bana bakışında beni çeken bir şey vardı. Uzak durmam gerektiğini biliyordum ama ona çekilmeden de duramıyordum. Tehlikeliydi, bunu çok iyi biliyordum. Ama üzerimdeki çekimini inkar edemezdim. Dikkatli olmam gerektiğini kendime hatırlattım. Sonuçta o bir katildi. Ve bunu kendime unutmama izin veremezdim. Tehlikeyi, onun içinde gizlenen karanlığı kendime hatırlatmam gerekiyordu. Ama onu ne kadar uzaklaştırmaya çalışsam da, kendimi ona ateşe çekilen bir güve gibi çekilmiş buldum. Oynadığım tehlikeli bir oyundu ama direnemedim. Ondan iğrenmem gerektiğini biliyordum ama bunun yerine kendimi açıklanamaz bir şekilde onun esrarengiz cazibesine kapılmış buldum. Dikkatli yürümem gerekiyordu çünkü ona fazla yaklaşmanın sonumu getireceğini biliyordum. Ama çekiliş inkar edilemezdi ve kendimi tehlikeli bir uçurumun kenarında sendelerken buldum; atlamam mı yoksa güvenli bir yere mi çekilmem gerektiğinden emin değildim. Direnmem gerektiğini biliyordum ama neye direnmem gerektiğini bilmiyordum. Sanki kaçamadığım manyetik bir çekime sahipti. O tehlikeydi, dipsiz uçurumdu. Unutamazdım. Ama kafamda çalan tehlike çanlarına rağmen kendim onun gizemini çözmek isterken buldum. İnce buz üzerinde, dipsiz uçurumun kenarında yürüyordum ve işin garibi bunu biliyordum. Bundan haz alıyordum. Bilinmeyenin heyecanı direnilemeyecek kadar baştan çıkarıcıydı. Dikkatli olmam gerekiyordu ama onun yakınında olmanın getirdiği korkuyla karışık heyecan vericiliği inkar edemezdim.

 

Kollarını belime sarıp daha da yayıldı.

 

Şefkat istiyordu. Ben de ona çokça vermeliydim. Bu benim için iyi olurdu. Gözlerimi kapatıp saçlarını okşamaya devam ettim. Okşadım, okşadım, okşadım...

 

Kim diyebilirdi ki "O bir katil!" Diye. Hiçkimse diyemezdi.

 

Yutkundum.

 

Rüya olsaydı bunlar...Uyansaydım...

 

Kum taneleri misali elimden alıp giden zamanı geri alabilseydim, o otobüse hiç binmeseydim.

 

Gözümden bir damla yaş aktı. Benim yüzümden buradaydım. Eda yaptığı her şeye rağmen beni gazetede yazmamaya ikna etmeye çalışmıştı.

O sırada sırtıma dayadığım yastıklardan bir tanesini kafamın altına koyarak yatıp, buraya gelene kadar neler yaşadım, neler yaptım onu hatırlamaya çalıştım. Onları hatırlamak istedim, mutlu olmaya çalıştım ama hayır, hatırlayamıyordum, olmuyordu. Buraya gelmeden önce neleri severdim, neleri sevmezdim hatırlayamıyordum. Daha başka şeyler düşünmeye çalıştım: Mesela buradan sonra ne olacak, eve dönebilecek miyim, okulum tekrar görebilecek miyim? Efnan'ın söylediklerinin yalan olabileceği ihtimali geçti aklımdan. Ona her zaman güvenemezdim çünkü o da bir katildi. Bir katile ne kadar güvenebilirdiniz ki?

Ne kadar doğru söylediğimi bilebilirdiniz? Hayır bilemezdiniz.

 

Midemde garip bulantı hissederken ağzımı tuttuğum sırada kapıdan anahtarla açılma sesi geldi. Hiç bozuntuya vermeden gözlerimi kapattım ve uyuyormuş gibi yaptım.

 

İçeri girdiğinde tek kişi olduğunu anladım.

 

"Nerede acaba?" Dedi. İlk başta Ömer'e benzettim sesini. Ayak sesleri salona kadar geldiğinde tekrar konuştu.

 

"Siz...Ha?...İkinizi de sikeyim." Dedi

 

Hoop, usta, kim kimi sikiyor, ne oluyor?! Pardon??

 

Şaka maka, Ömer değildi bu. Buradaki tek destekçim...

 

"Madem..." dedi. "Madem birsiniz, ikinizi de öldüreceğim..."

 

Kalbimin sesini yeniden duyuyordum amk. Çok hızlı atıyordu.

 

Gözlerimi açtığımda onu gördüm. Bıçağı, benim Saye'ye yaptığım gibi en yukarısına kaldırmış, gözlerime bakıyordu. Ellerimi Saye'nin saçından çekip havaya kaldırdım.

 

"Eğer gidersen kimseye söylemem, yemin ederim." Dedim.

 

"Çık oradan. Eğer onu uyandırırsan sana yemin ederim ki kalbini söküp köpeklere veririm."

 

Seni sikeyim ben, ben senin olmayan beynini sikeyim nasıl bir fantezi bu ya!? Kalbimi sökecekmiş, üstüne köpeklere verecekmiş! Peh!

 

Gölge ağır uyuyordu bu sefer. Yavaşça onun bedeninin altından çıkıp ayağa kalktım.

 

"Ne olur, bana zarar verme, ben bir şey yapmadım sana. Ne istiyorsan yap, derdin onunla, benimle değil."

 

Derken ben fark etmeden arkamdan bir kız gelip bıçağı boynuma tuttu.

 

Bunların da boyun fantezisi bitmiyor lan.

 

"Gökçe ben," dedi. "İyi boyun keserim."

 

Buna bir karşılık vermem gerekiyordu. Altta kalamazdım. 'Eğer söz söyleme bakımından altta kalırsan, daha başlamadan kaybetmişsindir demektir!' Sözünü hatırladım Gölge'nin.

 

Karşımdaki adamsa Saye'ye yaklaşıyordu.

 

"Ben de Peri," derken onun elindeki bıçağı tutup ayağımı geriye doğru hamle yapıp kadını adama doğru itikleyip ikisinin aynı anda dengelerini kaybetmelerini sağlayıp evde çığlık attım. "Ben de Peri, güzel tekme atarım."

 

Gölge bir anda belindeki bıçağa sarılıp ayağa kalktı. Uyku sersemi gibi görünüyordu ama kendindeydi.

 

Her şeye rağmen önümüzdeki kadın belinden çıkardığı farklı bir bıçağını bıçağını kaldırıp üzerime atıldığında elimdeki bıçağı kalbine... Siktir!

 

Elimdeki bıçağı kalbine sapladım. Ve geri çıkardım.

 

Yüzüme, ellerime kan sıçradı.

 

Kadın yere düştüğünde arkasındaki adam kaçtı ama ne benim, ne de Gölge'nin umurunda oldu. Bana baktı, yerdeki kadına baktı, bana baktı, yerde can çekişen kadına baktı.

 

Gözlerimiz anlık olarak birbirine odaklandığında bıçak elimden düştü.

 

"B...Ben bilerek yapmadım. O... Saldırdı sen de gördün, ben..." Dedim ve koltuğa otururken Saye beni kolumdan çekip göğsüne bastırdı.

 

"Sakin ol kelebeğim, bir şey yok." Dedi.

 

"Ben...O öldü mü?" Dedikten sonra, birkaç saniye durdu ve kafasını kaldırdı.

 

"Muhtemelen öldü veya birkaç dakikaya ölecek kelebeğim. Kalbinden bıçakladın onu."

 

İlk önce "Ben yapmadım." Diye çığırıp amaçsızca tekrar tekrar bunu bağırmaya başladım.

 

"Sakin ol. Ben her şeyi gördüm. Onun suçu."

 

Yere gözümün ucuyla baktığımda yerde olan kan birikintisiyle midem bulandı.

 

Onun kollarının arasından çıkmak için neredeyse çırpınıyordum ama o beni bırakmamakta ısrar ediyordu.

 

"Bak, ona ne olur bak, yaşıyor mu!?" Diye bağırdığım sırada beni başıyla onayladı ve beni bıraktı. Kan birikintisinin etrafından dolanarak baş kısmına geçti kadının.

 

"Yaşıyor mu?" Dediğimde gözlerimin içine baktı.

 

"Ölmüş."

 

Ellerime bakıp midem bulanınca oluşan kan birikintisinin içinden geçerek yanıma geldi ve hiçbir şeyi umursamadan beni kucağına aldı.

 

"Midem..." Dedim.

 

"Şşş, şarkı mırıldan." Dedi. Aklıma şarkı gelmiyordu.

 

"Aklıma gelm...iyor." dedim.

 

"En sevdiğin şarkıyı söyle. Yoksa yapabileceklerimi tahmin edemezsin." Dedi. Bana bir şey yapmayacaktı biliyordum ama...Neyse.

 

"Yaklaştırsana, yavaş yavaş

Kendini bana.

Al içine tekrar, derinine...Sakla.." derken yine ani mide bulantısı geldi.

Banyoya girdiğimizde ben, benim için ayrılan pembe renk banyo terliklerini giymem için onun kucağından indim.

 

"Çıkabilirsin dışarı." Dedim zorla.

 

"Gerek yok. Rahatına bak." Deyip yanıma kadar geldi.

 

"Sen yanımdayken rahat olamıyorum."

 

"Peki, nasıl istersen." Derken konuşmasını öksürük böldü. Bana arkasını dönüp birkaç kez öksürdü ve yine konuşmaya başladı: "İşin bitince çık. Duşunu sonra alacaksın. Seninle konuşmam gerekenler var. Kapıdayım."

 

Gölge'den:

 

Banyonun kapısını kapatıp çıkışa doğru yöneldim. Görkem kapıda, az önce içerde olan çocuğun yanındaydı. Ona göz kırpıp çocuğu salmasını söyledim. Ne de olsa bu bir oyundu ve ben kazanmıştım... Hiçbir şey yapmadan.

 

Çocuğun yanına gidip sırıttım.

 

"Bir an beni gerçekten öldüreceksiniz sanmadım değil." Dedim.

 

"Yok abi," dedi. Görkem abi'yle sen ne isterseniz onu yaptık. Olan Gökçe'ye oldu."

"İnan Gökçe umurumda bile değil." Dedim. Gerçekten de değildi. Bir kere zaten benim güzellik standartlarıma uymuyordu bile.

 

Ben kimseden bir şey rica etmem. Söylediğim yapılmak zorunda zaten. Kimse dipsiz bir ormanın ortasında ölmek istemezdi en azından.

 

Üstünlük kurmayı seviyordum. Her anlamda.

 

"Tamam abi." Dedi çocuk ikiletmeden. Diğer neredeyse 'Bir Ordu' insanın arasına karışırken gülümsedim. İstediğim kıvama geliyordu. Güneş Demir.

 

"Girin alın şu kadını içerden hiç estetik gözükmüyor ayrıca." Deyip başımı gökyüzüne kaldırıp içime oksijen doldurdum.

 

Açık hava gibisi yoktu gerçekten.

 

İsimlerinin Miray ve Doğukan olduğunu hatırladığım iki kişi, kadını 4-5 dakikaya çoktan dışarı çıkarmışlardı bile. Diğerleri de yere çukur kazıyordu.

 

"Arkadaşlar derin kazın. Sevgilimin üzülmesini istemiyorum." Deyip içeri girdim.

 

Salonda oturup yerlerin temizlenmesini izleyen Güneş ise beni gördüğü gibi bana sarıldı. Sarı Papatya'mın bana böyle bağlı olmasını sevmiştim aslında.

 

Elimle saçlarını sevdim. Papatya'm kan kokuyordu.

 

Yüzüne baktım.

 

"İyisin değil mi?" Derken yüzünde kalan kan izleri duruyordu.

 

Onun için büyük Travma. Ama alışacak.

 

"Sakin ol kelebeğim, sen yapmasaydın, o sana zarar verecekti ve benim tarafımdan emin ol daha büyük acı çekecekti. Sen kendini savundun."

 

Konuşmuyordu.

 

"Uyumak ister misin?"

 

Evet anlamında başını salladığında onu kucağıma alıp yatak odasına girdim.

 

"Şarkı ister misin? Mutsuzken genelde Teoman dinlemeyi seviyorsun. Eda söylemiş."

 

"Hı-hı." Dedi başını her zamanki evet anlamında sallayarak. Onu sanki sanki bir bebek gibi kucağıma alıp başını göğsüme dayandırdığımda aldığım o kanla karışık yasemin çiçeği kokusu...

 

Beni benden alıyordu resmen.

 

"Hayal Meyal açıyorum." Dediğimde tepki vermedi. Ben seviyordum en azından bunu.

 

Ortak noktamızdı kesinlikle!

 

"Uyuyamıyorum." Deyip yeşilin güzel tonu olan gözleriyle gözlerime baktı.

 

"Şarkıya odaklan. İyi gelecektir."

 

Başını göğsümden kaldırıp çıktı yataktan.

 

"Duş alacağım." Dedi.

 

"Peki." Deyip üzerimi çıkardım. Pantolonumun cebinden çıkardığım sigarayı da yaktım.

 

"İster misin bir tane?" Dedim ona bakarak.

 

"Hayır. Şu an değil. Çıkınca." Deyip bornozunu aldı ve gitti.

 

"Kısıtlı özgürlük, özgürlük müdür?" Diye geçirdim içimden. Bilmiyordum. İçinde yaşadığımız toplum çocuk/kadın tacizcilerini, tecavüzcülerine neredeyse ceza bile vermiyordu ama onları öldürüp adaleti sağlayanlara ceza veriyordu. Ne kadar da komikti değil mi?

 

6 yaşındaki çocukla evlenenlere bir şey yapmayıp, birkaç kişiyi taciz edip öldürenlere bir şey yapmayıp, sırf tacizciye 'tacizci' dendi diye insanlara ceza kesmek adalet mi? Bu normal mi? Bu 'adalet' mi? Sahi, adalet neydi ya? Çok fazla sorguluyordum bu aralar. Neyse!

 

Elimdeki sigarayı söndürüp mutfağa ilerleyip dolabı açtım ve şarabı aldım. Başım ağrıyordu.

 

Şarabı açıp bardaklıktan aldığım kadehe yarım şekilde doldurup bir kerede içip yatak odasına gittim. Yatağın yanındaki komodinin üzerine kadehi koyup Güneş'i bekledim... Dakikalarca.

 

Odanın kapısını açtığında bembeyaz yüzünün muhtemelen bastırmaktan pespembe olduğunu gördüm.

 

"İyi misin?" Dediğimde az önce banyoya girmeden hazırladığı kıyafetlerine doğru dönüp üstündeki bornozu yere bırakması bir oldu. Onun tüm çıplaklığıyla bedenini süzerken kendimi elimdeki şaraba odaklandım.

 

O üzerine iç çamaşırlarını geçirdiği sırada ben de sigara yakıyordum. Üzerine giydiği uzun, beyaz, çizgili gömlek içindeki kırmızı iç çamaşırını rahatça gösteriyordu.

 

Başını tıpkı bir kedi gibi omuzuma sürtüp koluyla koluma sarıldı.

 

"Ben de istiyorum." Dedi. Islak saçlarından üzerine su damlaları damladıkça içi gözüküyordu.

 

"Sigara mı şarap mı?"

 

"Hem sigara, hem şarap."

 

Elimde olan sigarayı ve kadehi ona uzattığımda tereddüt etmeden alıp bacak bacak üzerine attı.

 

"Sana asla tecavüz etmeyecektim." Dedim birdenbire. "Sadece korkmanı istemiştim." Diye de devam ettim.

 

Sırıttı.

 

"Alışkınım ben, önemli değil."

 

Böyle söylemesi sinirlerimi bozmuştu. Öfke nöbetlerimden biri geliyor gibi hissettim ama kendimi frenlemeliydim.

 

"İyi iş çıkardım."

 

"Hangi konuda?"

 

"Bensiz de hayatta kalabileceğini öğrendim."

 

"Seninle tanışana kadar hayatım tehlikede değildi... Hiçbir zaman da olmadı."

 

"Eda'nın sana vurup balkondan itmesi de hayatının tehlikeye atılmasına girer. Ölebilirdin."

 

"Yanlışlıkl..."

 

"Yanlışlık falan değildi beni bir daha asla kandırmaya kalkma. İnan ki hoş şeyler olmaz. Gerçek manada. Eda anlattı hepsini. Teker teker. Çok kez onun yüzünden öyle hallere girmişsin, hepsini bilerek yapmış ve sen fark etmemişsin bile kelebeğim."

 

Başını hayır anlamında salladı. Yeşil gözlerinde fazlaca hayal kırıklığı görüyordum.

 

Sağ yanağıma titreyen elleriyle gözünden bir damla yaş akaram dokundu. Çok soğuktu ama benim için problem değildi bu.

 

"Seni istiyorum." Dedi sessizce. Yanağımı okşarken bir yandan dudağımı öpüyordu.

 

"İstediğine emin misin?" Dedim dudaklarımı ondan çekip. Adaleti sağlayan bir katil olabilirdim, bu benim için gurur kaynağı da olabilirdi ama onun eksik noktalarından yararlanacak alçak bir tecavüzcü değildim.

 

Onun gömleğini çıkardığımda kapı aniden açıldı ve karşımda bir adet Görkem ve Efnan görmem bir oldu.

 

Mümkünse ikinizi de sikeyim!

 

"Dedim yiyişiyorlardır diye, sen dinlemedin beni Efnan." Deyip Efnan'ın koluma vurdu.

 

Efnan dudaklarını ısırıyordu.

 

"Eee, biz gidelim madem." Deyip ikisi de kapıyı sertçe vurup çıktıkları gibi birbirlerine diklenişleri, aptalca suçlayışları duyulmaya başladı ve onlar uzaklaştıkça sesler kesildi.

 

"Afedersin ben..." Deyip göğsüme sarıldı tekrar Güneş.

Bölüm : 22.12.2024 02:01 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...