
Saçlarımı seven bir ele gözlerimi araladığımda başımın orada kimseyi görememenin verdiği huzursuzlukla gözlerimi açtım. Gözlerim tüm gece ağlamaktan şişmişti.
Beynimin içinde yankılanan 3 silah sesi beni öldürüyordu. Her birisi, her saniye teker teker kalbimden vuruyordu.
Sâye ölmezdi, öldürürdü değil mi?
Koltukta doğrulup kapıya doğru bakarken aniden sertçe açıldı kapı.
"Günaydın hırçın prenses." Dedi Görkem.
Cevap vermedim ama bir süre sonra ona soru sorma ihtiyacı hissettim.
"Dün beni buraya neden kilitledin?"
"Dışarda kendine zarar verebilirdin. Hazırlan bu arada, gidiyorsun."
"Ne?"
"Evet. Gidiyorsun işte. Araba ehliyetin var mı?"
Başımı hayır anlamında salladım.
"Hımm," dedi. "Peki kullanmasını biliyor musun?"
"Hayır. Tam olarak değil. Neden?"
Gözlüklerimi çıkarıp gözlerine baktım. Ne diye aptal aptal sorular soruyordu.
"Git o zaman." Dedi.
"Ne?"
"Evet git. Özgürsün."
Burnum yanmaya ve gözlerim dolmaya başlamıştı. Onca şeyden sonra beni serbest mi bırakıyordu? Kafayı mı yemişti bu çocuk!?
"Görkem beni öylece salamazsın." Dedim.
"Kahvaltı yap, git diyorum sana. Merak etme ben de geleceğim arkandan ama ortalık durulsun ondan sonra."
"Ben tek gidemem..."
"Onlara hiçbir şey hatırlamadığını söyleyeceksin tamam mı? Saye'nin isteği bu."
"Nasıl?"
"Yani buydu."
"Bana tek başına mı git diyorsun?"
"Evet." Karnıma baktı.
"Bence ikiniz de ölmeden eve dönebilirsiniz."
"Görkem saçmalama istersen." Ona doğru adım attım.
Üzerime yaklaşıp bileklerimden tutup sırtımı duvara dayadı.
Soğuk duvar tenimle temas ettiğinde soğuk tüm vücudumu sarmıştı. Bu sahneyi hatırlıyordum ama oyuncular değişmişti.
"Bana böyle davranamazsın." Dedim.
"Eğer istesem seni şu saniye öldürürüm ama özgür bırakmayı seçiyorum. Şimdi git." Deyip önümden çekildi. Aylarımı geçirdiğim bu eve öylece baktım. Üzerimdeki siyah elbise askılıydı, en azından üzerimde hırka vardı. Ben hareket etmeyince beni yine bileğimden çekip dışarı çıkardı sertçe. Ve yerin girişinde duran siyah çantamı peşimden attı.
"Git."
Ve kapıyı üzerime kapattı.
Acımasız pislik köpek!
Büyük bahçeye bakakaldım öylece.
Elimdeki resim defterini açıp içine baktım ama fazla göremedim bir şeyleri.
Bengü hoca bir derste demişti ki, bakmak her zaman görmek değildir. Onu yaşıyordum şu an. Ağlasam, bağırsam umursayacak mıydı? Hayır. O halde bunlara gerek yoktu.
Merdivenlerden aşağı indiğimde gözüme büyük çınar ağacı takıldı. Sonra göz devirip ilerlemeye devam ettim. Kaza yaptığımız gün neredeyse aklıma kazıdığım yol gözümde canlandı. Ben şimdi özgür müydüm?
Aylardır istediğim şey bu değil miydi benim? Özgürlük.
Özgürlük neydi? Şimdi niye buradan gitmek istemiyordum?
Koşup yokuştan inerken arkama baktım. Buraya ilk geldiğimde oldukça görkemli gelen ev, artık harabeydi benim için.
Koşmaya devam ettim, ettim, ettim... Sanki küçücük bir kızdım ve gece su içip odama giden koridorda beni kovalayan hayali -belki de gerçekten olan- hayaletten kaçıyordum.
Tepeden aşağı koşarken rüzgar saçlarımızı dağıtıyor, güneş yüzümü ısıtıyordu. Ayak seslerim boş yolda yankılanırken bu, o evde yaşadığım kaos ve hapsolmuşlukla tam bir tezat oluşturuyordu.
Her adım, yeni bir başlangıca doğru bir adım, hikayemi yeniden yazma şansı gibi geldi. Geçtiğimiz birden fazla ayın anıları gözlerimin önünden geçti; korku, belirsizlik, acı...
Ama her geçen an, bir özgürleşme duygusunun üzerime çöktüğünü hissettim. Göğsüme baskı yapan ağırlık yavaş yavaş kalkıyor, yerini geleceğe dair bir umut ışığına bırakıyordu galiba.
O yine bildiğim anayolu görünce nefes almak için durdum. Dünya önümde sonsuz olasılıklarla dolu olarak uzanıyordu.
Derin bir nefes aldım. havada kokuyor olan özgürlüğün kokusunu içime çektim.
Benim bile yeni keşfettiğim kararlılıkla, önümde, kaderimde ne varsa onu kucaklamaya hazır olarak yolun kenarından yürümeye başladım. Sanırım koşmamalıydım. Midem bulanıyordu.
Önümdeki yol belirsizdi ama yeni keşfedilen bir güç ve dayanıklılıkla yürümeye devam ettim.
Artık aylar önce o eve giren o korkak kız değildim ben. Daha güçlüydüm, daha akıllıydım ve karşıma çıkan her türlü zorlukla yüzleşmeye hazırdım. Ve bilinmeyene doğru yürüdükçe içimde bir huzur duygusu vuku buldu. Geçmiş arkamdaydı ve geleceği şekillendirmek benim elimdeydi. Her adımımda dünün acısını ve üzüntüsünü geride bırakmak için yemin ettim kendime. Daha parlak bir yarının vaadini kucakladık kızımla, Yıldız'ımla.
Gözümde büyüyen kocaman yol yürüdükçe uzuyor gibiydi. Belki de şu an tamamen ters yöne gidiyordum bilmiyordum. Telefon alabilseydim keşke, diye düşündüm yokuştan inerken.
Çantadan gelen titreşimlerle kalbim yerinden çıkacak gibi attığında duraksadım.
Çantamı hızla açıp içine baktığımda pembe kaplı telefonum çantamda öylece duruyordu ve bir sürü mesaj ana ekrana düşüyordu.
"Polis." Dedim.
"Polisi aramalıyım."
Acil aramalara girip üç haneli numarası tuşlamakta buldum çareyi.
1-5-5
Daha birkaç saniye bile geçmeden açıldı telefon.
"Kiminle görüşüyorum?" Dedi bir kadın sesi.
Aylar sonra çevremden başka birinin sesini duyuyordum. Yol kenarına oturmakta buldum çareyi.
"Ben..." Dedim.
Hattaki kadın derin bir nefes verdi.
"Hanımefendi iyi misiniz? Sorun nedir? İsminiz nedir?"
"Peri Ege..." Diyebildim sadece. Çok fazla ağlıyordum.
Kadının şaşkınlığı sesine yansıdı.
"Peri Ege?" Dedi.
"Hı-hı." Dedim
"Sorun nedir?" Dedi. "Güvende misiniz?"
"Ev...Evet, sanırım."
"Tek misiniz?"
"Tekim. Sizi de..."
Burnumu çektim.
"Sizi de bu yüzden aradım."
"Bana konum bildirebilir misiniz?" Dedi ama sesindeki heyecan anlaşılabilir şekildeydi, sadece bana bunu belli etmek istemiyordu mantıken. Derin bir nefes alıp iyi şeyler düşünmeye çalıştım.
"Ben hamileyim, bebek ve ben varız. Neredeyim bilmiyorum."
"Tamam telefonu mümkün olduğunca kapatmayın Peri Hanım. Konumunuza erişmeye çalışıyoruz. Çevrenizde bize söyleyebileceğiniz herhangi bir bilinir öğe var mı? Bir nesne? Tabela gibi..."
Çevreme baktım. Ağaç ve yoldan başka bir şey yoktu. Sadece çokça oluşmuş, sanki belirli bir yeri, bir mezarı gösterir gibi bir daire çizmiş sarmal şeklindeki siyah gülleri fark ettim. Sarmalın sonunda tam ortada kırmızı bir gül vardı.
Siyah gül, ölüm.
Kırmızı gül, kan.
"Sadece ayırt edici özellik sarmal şeklindeki siyah güller var. Büyük bir daire çizmişler. Bir mezar gibi."
"Bir mezar gibi?"
"Evet."
"Anlıyorum. Şarjınız kaç?"
"68. Buraya gelmenize yeter mi?"
Kadın bir anlık tereddüt ederek konuştu.
"Evet."
Histerik bir gülüş attım istemeden.
"Kurtuldum mu şimdi ben?"
Kadın bana cevap vermedi.
"Peri Hanım sizi anlıyorum ancak sizi buraya sağ salim getirebilmemiz için sakin olmanız gerekli. Bana kendinizden bahsedebilir misiniz? Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?"
"Kendimi kullanılmış hissediyorum. Size bir soru soracağım, ben neredeyim?"
"Görünüşe göre merkezden oldukça uzaktasınız fakat bu dert değil neredeyse kurtuldunuz. En yakın birimimiz geliyor sizi almaya. Ve yanında diğer destek ekipler."
Ağlama dozum yavaş yavaş şiddetlenirken kadının soluklarının hızlanması dikkattimi dağıtıyordu.
"Kaç saate gelirler?"
"Yarım.. Belki de bir saat. Eğer polis aracından başka herhangi bir araba size gelmenizi söylerse lütfen gitmeyin."
"Tamam."
"Bana bebeğinizden bahsedin. O kaç haftalık?"
"On altı haftalık.
"Güzel." Derken ilerlerden bir yerden polis siren sesi duyuldu.
"Geldiler." Dedim çığlık atarcasına.
"Polis kimliklerini görene kadar araca binme." Dedi.
Büyük polis arabası yavaşça yanıma yaklaştırdığında 3 kadın ve 1 erkek polis arkadan, bir tane sürücü koltuğundan, bir tanesi de sürücü koltuğunun yanındaki ön koltuktan ellerindeki polis kimlikleriyle çıktılar. Arkalarında neredeyse yine bir polis ordusu, çevik kuvvet ve jandarma ekipleri vardı. Hepsi bir anda üzerime gelmemek adına geride kaldılar. Sadece saydığım 6 kişi benim kişisel özel alanıma giriyordu.
"Ben Oğuzhan Kara." Dedi şoför koltuğundan inen memur. Sonra onun yanındaki koltuktan inen de kendini tanıttı. "Ben de Egemen Kılıç." Deyip bana bir adım attı.
Kadınlara teker teker baktığımda küt, sarı saçlı olan memur bana sevecen bir tavırla gülümsedi ve kimliğini bana çevirdi. "Sevil Erdağ." Dedi.
Sonra diğer ikisi de sırayla: " Senem Gökay," dedi. Uzun boylu ve esmerdi. Diğeriyse Nilay İçöz." Dedi. Senem'e tezat oldukça beyaz tenli ve siyah saçlıydı.
Gülümseyemedim.
"Tamam," dedi bana ilk kendini tanıtan, "Eğer hazırsan gitmemiz gerekli...Senin için..."
Cevap vermedim ve arabaya yürüdüm. Konuşmak istemiyordum.
"İyi misin?" Dedi ikinci konuşan. Egemen'di adı sanırım.
Başımı ileri geri olmak şeklinde evet anlamında salladım. Memur koluma dokunduğunda hızla ve telaşla çektim kolumu. Kadın memurlardan isminin Senem olduğunu hatırladığımsa Egemen'e sertçe baktı.
"Tamam," dedi Egemen ufak bir telaşla. "Bir şey yok. Buyurun arabaya."
Arka koltuğa ilk Senem bindi. Ardından Nilay.
Sonra ben bindim. Beni tam ortalarına almışlardı. Bende sonraysa Sevil bindi.
Nilay, "Sevil su versene kıza." Dediğinde Sevil sanki aydınlanmış gibi, "Ha? Evet." Dedi ve hemen yandaki şişe suyunu verdi.
Kapanmış olan telefonu umursamayarak çantama koydum. Artık güvende miydim?
Arkama baktığımda polis arabasını eşraflar sarmış, bir çember oluşturmuşlardı.
Biz ortada gidiyorduk. Bu kadar kısa sürede organize olmaları çok farklı geldi.
"Nasıl geldin buraya?" Dedi Sevil yüzüme bakarak.
"Aslında... Soruları merkezde mi alsak-versek? Bizim de ona çok sorumuz var emin ol." Dedi Oğuzhan.
Herkesi teker teker gözlerimle süzdükten sonra Egemen dikiz aynasından gözlerime baktı. Dişlerimi sıktım. Derin bir nefes alıp dışarıyı izlerken kendimi dilimi yutmuş gibi hissediyordum.
Sadece konuşman gerek...
Sadece konuşman gerek...
Ama içimdeki endişe ve korku beni sarmıştı. Ne olacağını bilmiyordum, neyle karşılaşacağımı kestiremiyordum. Egemen'in gözlerindeki endişeli bakışları fark ettim. Belki de bu durumdan kurtulabilirdim. Gözlerimi tekrar dışarı çevirip sessizce yolculuğa devam ettim, içimdeki karmaşayı bastırmaya çalışarak. Her şeyin iyi sonuçlanacağına inanmak istiyordum. Ancak, içimdeki endişe bir türlü dinmek bilmiyordu. Polis arabasının hızla ilerlemesiyle birlikte kalbim daha da hızlı atmaya başladı. Egemen'in dikiz aynasından bakışları ve hafif tebessümü beni rahatlatmaya çalışsa da, korkularımın üstesinden gelmek zorundaydım. Ne olursa olsun, cesur olmalı ve karşıma çıkacak her durumu göğüslemeliydim. Yolculuğun sonunda bizi nelerin beklediğini kestiremiyordum, ama bir şekilde bu durumun üstesinden geleceğime inanmak istiyordum. Gözlerimi kararlı bir şekilde önüme dikerek, içimdeki karışıklığı bastırmaya çalıştım ve sessizce yolculuğa devam ettim. Umudumu kaybetmeden, geleceğe dair umut dolu düşüncelerle dolup taşmaya çalışarak...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.61k Okunma |
41 Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |