Tevafuk: İki varlığın veya olayların belirli şartlar ve uyum karşılığında karşılaşmaları, bir araya gelmelerine tevafuk deniliyor.
****
Gözlerimi açıp elimi sağ tarafa götürdüğümde gördüğüm boşlukla irkildim.
Ama bu irkilmem fazla sürmedi çünkü salondan birinin Saye olması üzerine, iki kişinin sesi geliyordu. Ben gözlerimi ovalayıp ayağa kalkmış salona ilerlerken tüm algılarım yavaş yavaş açılmış, konuşan ikinci kişinin Görkem olduğunu fark etmiştim.
"Site hazır ama bunu yapmak zorunda mısın?" Dedi Görkem.
"Öyle olması gerekiyor. Sana dediklerimi yap sadece kâfi. Geri kalanı bende zira bu kadar kargaşa ve kaos yeter."
Görkem ve Sâye tek kelime etmedi.
Birkaç dakika daha bekledim. Sonunda Sâye'den olduğunu düşündüğüm bir öksürük geldi ve sonrasında Sâye konuştu: "Oku," dedi. "Nasıl?"
"İyi ama bunu ona yaptırmamalısın."
"Bana bağlı mı görmek istiyorum sadece. Alt tarafı birini öldürecek. Daha önce yapmadığı şey değil. Tabi eğer bunu kızını korumak için yapacak çünkü öldüreceği kişi, onun kızını öldürmek istiyor. Kızının ölmesini istiyorsa buyursun yapmasın. Çok da önemli değil. Kendi işimi kendim halledebilirim."
Dişlerimi sıkıp elimi karnıma koydum.
O bizi biliyor muydu? Yani seni, Kumsal..?
Birkaç adım geriye gidip öksürerek dışarı çıktığımda Görkem bana gülümsedi. İlk defa Sâye'den başka biri bana gülümsedi.
Sempatik bir çocuktu ama beni öldürmeye bir tık fazla meraklıydı sanki.
Sâye, beni gördüğü gibi Görkem'in elindeki kağıdı ve zarfı çekip bacağıyla koltuğun arasına koydu.
Ben oraya bakarken Görkem, tüm dikkatimi dağıtırcasına bana sırıtmaya başladı. Tüm vücudumu süzmesi rahatsız ediciydi.
"Hayırlı olsun mu demeliyim?" Dedi bir bana, bir de Sâye'ye bakarak.
Yutkunup Sâye'ye baktım. Gerçekten her şey öğrenilmiş miydi.
Sâye aniden ayağa kalktığında titreyip elimi karnıma koydum.
"Sakın bir şey yapmaya kalkma yoksa..!" Diye bağırdığımda gülümsedi.
"Benden bir bebeğim olacağını saklamışsın Güneş."
Alt dudağını hafif öne getirdi.
"Keşke söyleseydin." Dedi göz kırparak.
Bana daha da yaklaşıp elini karnıma koyarak dudağımı nazikçe öptüğünde geri çekildim.
"Hayır. Cinsiyeti kızmış ayrıca Sevda'dan duyduğuma göre."
Ben Sâye'ye şaşkınca bakarken Görkem elini kaldırdı.
"Güneş, kızının adını Mars/Venüs koyup, Gölge'yle yavaş yavaş güneş sistemini tamamlarsınız." Deyip kahkaha attı.
Sâye de bana destek verdi: "Arkadaşım olduğun süre boyunca yaptığın en iğrenç espriydi sanırım."
"Kaliteliydi." Dedi Görkem burun kıvırarak. Eğer Eda hâlâ arkadaşım olsaydı, bana ihanet etmeseydi ikisini hayallerimde evlendirebilirdim.
"Madem öyle Görkem, çocuklarım da, Sâye de etrafımda dört dönerdi." Deyip kahkaha attım.
"İğrenç." Dedi Görkem. "Senin esprilerin daha iğrenç Güneş."
"Eda'nın esprileri daha berbat." Dediğinde Sâye'ye döndüm. Tam bunun hakkında sorular sormaya başlayacaktım ki, susturdum kendimi.
Oturduğum koltukta rahatça karnımı okşadığımda Sâye yanıma oturdu. Yine elini karnıma koydu.
"Yıldız," dedi. "Benim güzel kızım."
Hayır Kumsal. Modern isim canım bir kere. Sen ne anlarsın Allah'ın unuttuğu..?
"Kumsal." Diye düzelttim onu. "Kumsal olmasını istiyorum isminin."
"Yıldız dediysem Yıldız." Dedi.
Görkem'in muzip gülümsemesi birkaç dakika öncesinden bile daha alaycı hâle geldi. Doğmamış çocuğumun adı üzerinde tartışırken Saye elini hafifçe karnımın üzerinde gezdirip dokundu.
Hava dile getirilmeyen güzel duygular ve cevaplanması gereken sorularla dolmuştu. Artık endişesiz şekilde fakat meydan okuma karışımı bir duygu hissediyordum. Olduğum yerde kaldım.
"Kumsal," diye ısrar ettim, altta yatan saçma belirsizliğe rağmen sesim sertti.
Bana öylece bakan Saye'nin gözleri yumuşadı, dudaklarında bir gülümseme belirdi.
"Yıldız" diye tekrarladı, yumuşak ama kararlı bir ses tonuyla.
Bense her zamanki (!) kararlılığımdan taviz vermeden başımı salladım.
Bendeki gerilimi hisseden Görkem, şakacı ama biraz da bıkkın bir ses tonuyla araya girdi: "Kumsal dersek Yıldız'dır...Pardon Kumsal'dır"
Fakat onun beni ve ortamı yumuşatmaya yönelik çabası başarısız oldu. Ben, Saye ve Görkem'e bakarken çelişkili duyguların kabardığını hissettim.
Hatta şu an tamamen anda değil de geçmişte, karmaşık hayatlarımızda oluşturmayı başardığımız kırılgan barışa gölge düşürmek için üzerlerimizde beliren alaycı gülümsemelere odaklandım.
Saye'nin karnımdaki eli rahatlatıcı bir varlıktı, içimde büyüyen yeni hayatın bir hatırlatıcısı gibiydi.
Ben onunla aramdaki belirsizliklere ve çözülmemiş sorunlara rağmen, kızımı dünyaya davet etme ortak beklentisiyle paylaştıkları bağda teselli bulmaya çalıştım.
Günışığı pencereden süzülüp odaya sıcak bir ışık saçarken, başımı camdan çıkarıp gökyüzüne çevirdim başımı ve gözlerimi kapattım. Dakikalar sonra gözleri açıp derin bir nefes aldım.
O anda kızımı koruyacağına, onu geçmişin gölgelerinden ve geleceğin belirsizliklerinden koruyacağıma dair tekrardan sessiz bir yemin ettim.
Sâye'ye döndüm: "Bence bebek için seçeceğimiz isim dünyada sen ve benim tersime bir umut sembolü, dünyada bir ışık feneri olmalı."
Elimi karnıma koyup konuştum sanki o bana cevap verecek gibi: "Değil mi anneciğim?"
Sonra Sâye'ye baktım ve gülümsedim. Gerçekten hiçbir tepki vermemiş miydi?
"Ne yani? Benim kızım deniz feneri mi?" Dedim kıkırdayarak.
"Iyy," dedi Saye, "Ne biçim espriydi o?"
Onunla dalga geçer gibi dil çıkardım, sonra yine Görkem'e döndüm.
"Bence Deniz Işık ARSLAN. Çok güzel oldu." Dedi Görkem.
Saye'nin soyadı 'Arslan' mıydı? Daha havalı bir şey beklemiştim. Katil sonuçta?
Hem ayrıca sanki onun soyadını alacaktı bebek, tabi ki benim soyadımı alacaktı.
"Deniz Feneri Arslan, diyorsun yani?" Diye tekrarladım esprimi.
"Yıldız Işık olsun." Dedi Sâye.
İsim hafızanıza sıçayım sizin.
"Yok en iyisi dünyamıza ısı ve ışık veren büyük gök cismi olsun kızın adı." Diye tersledim.
"E zaten o burada var ki?" Diyerek beni gösterdi Görkem.
"Efnan Işık?" Dedim birdenbire ve elimin hemen altında bebeğimin hafif hareketlerini hissettim.
"Hareket ediyor!" Diye bağırdığımda Sâye de Görkem de birbirlerinden bana döndü.
"Efnan Işık dediğimde hareket etti Sâye!" Derken Sâye çoktan yanıma kadar gelmiş, elini karnıma koymuştu. Tabi ben durur muyum?
Gülerken aynı anda gözlerimden yaşlar süzülüyordu. Buğulu buğulu bakıyordum.
"Ağlama şapşal." Dedi Görkem ayağa kalkıp bana sarılarak. Ne olmuştu bunlara böyle de 360 derece dönmüşlerdi?
Sessiz sözlerin ve sessiz gözlerin ardından kızımın minik hareketleri eşliğinde koltuğa oturttu beni Sâye.
"Çok duygusallaştık yeter." Dediğinde elinin tersiyle göz yaşımı sildiğinde yutkundum. Elimi karnıma götürüp okşamaya başladım. Ne de olsa kızım bana her türlü güç verirdi değil mi?
"Seni ve onu öldürmek isteyen biri var." Dediğinde kanım çekildi gerçekten ama sanki onları duymamışım gibi şaşkın bir yüz ifadesi takındım yüzüme.
"Nasıl yani? Ben ne yapabilirim bu konuda, sen varsın ya..?"
"O kadar merak etme. Adamı yakaladık zaten."
"Bunu senin yapmanı uygun bulduk Görkem'le." Deyip anlık Görkem'e baktı ve yine bana dönüp konuşmaya devam etti. O sırada da Görkem kaşlarını hayır anlamında yukarı kaldırdı birkaç kez. Sâye kendi fikrini ikisinin fikriymiş gibi mi lanse ediyordu ama bu detay ne kadar önemliydi hiçbir fikrim yoktu.
"Ama ben...Hamileyim." diyebildim sadece. "Ben insan öldüremem."
"Daha önce öldürdüğün kişileri insandan saymıyorsun o halde."
"O da sen ve bebeğini öldürmek istiyor."
"İlk fırsatta olacak. Kızını gerçekten çok seviyormuşsun(!)."
"Tamam," dedim dişlerimi sıkıp aynı anda yumruklarımı sıkarak.
Durumun saçmalığı üzerimda ağırlığını bastırırken, zihnim çelişkili duygularla yarışıyordu. İçimde büyüyen hayatı şiddetle koruyan bir annenin koruyucu içgüdüsünün içimde yükseldiğini hissettim. Ancak tehdit ne olursa olsun bir başkasının daha canını alma düşüncesi beni derin bir huzursuzluk duygusuyla doldurdu.
Görkem'in başını hayır anlamında sallamasıyla yeniden düşünmem için yaptığı sessiz çağrı zihnimde yankılandı.
Gözlerim korku ve endişe karışımını ele veriyordu.
Saye'nin gözleri gözlerime değerken gölgelerde gizlenen tehlikenin kasvetli bir resmini çizdi.
Derin bir nefes verdim. Biri bu sessizliği bozup konuşmalıydı yoksa ben kafayı yiyecek gibiydim.
Ama ben konuşmadan Sâye ses çıkardı.
Kalbimdeki titremeye rağmen kararlı bir ses tonuyla karşılık verdim.
"Çocuğumu korumak için yapılması gerekeni yapacağım" dedim.
İleriye doğru attığım her adımda, önümdeki yolun zorluklarla ve fedakarlıklarla dolu olacağını biliyordum.
Ne kadar gün yeni doğsa da ruhum, güneş ufkunun altına dalıp vadiye uzun gölgeler düşürüyordu.
Korkak cesaretim, inançlarım ve ölü ruhum...
"Güzel." Dedi Sâye. "Ben onu öldüğünde bulunması için şehire çok da yakın olmayan ama yine de yakın denilebilecek bir yere götüreceğim. Sonra eve döneceğim."
"Ben ne yapacağım peki?" Dedim.
"Sen Görkem'le peşimden geleceksiniz. Görkem'in gözetiminde onu tam başından 3 kez vuracaksın. Ve döneceksin. Bu diğerlerinden daha basit."
"Ya bir şekilde yakalanırsak?" Diye bir soru sordu Görkem. Tek sorun bu muydu?
"Yakalanmayacaksınız. Size bunun teminatını veririm." Dedi Sâye de.
Bunu yapmak istemiyordum. İçimde kötü bir his vardı.
"Bunu yapmakta emin misiniz? Şehire biraz dâhi yakınsa yakalanma ihtimaliniz çok fazla." Dedi Görkem yine.
"Eğer yakalanırsak sen üzerine alıcaksın ben zaten orada olmayacağım. Güneş'in tek saçının teline bir şey olursa canını kendi elimle alırım. Bundan asla çekinmem." Dedi Sâye de Görkem'e.
"Ben bahçeye çıkıyorum. Midem bulanıyor her zamanki gibi." Dedim.
"Kimse yok bahçede dikkat et. Ordu dağıldı." Dedi Sâye dalga geçer gibi ama yüzü bir garip gözüküyordu. Üzgün müydü?
Ordu derken çevrede sürekli durup dolaşan insanları kastediyordu. İlerleyip koridordan geçtim. Kapıya ulaşınca kapıyı açtım ve kapıdan dışarı baktım. Her daim burada olan insanları görmeyince kendimi bir garip hissettim. Bahçe bomboştu.
Terliklerime baktığımda yerlerini göremedim. Onun yerine beyaz renk yeni alınmış gibi gözüken spor ayakkabılar vardı. İçeri girip Sâye'ye sormak istedim ama evde benden başka kadın mı vardı sanki? Hepi topu 3 kişiydik evin içinde ve bunlar da kadın ayakkabısıydı. Onları giyip merdivenlerden aşağı indim. Kapının hizasına duran büyük ve biraz yüksek taşa oturup çevreme bakmaya başladım. Sanki buraya veda ediyor gibi hissediyordum kendimi.
Niye böyle bir şey hissediyordum?
Gidecektim ve dönecektim yine. Zaten Sâye beni bırakmazdı ki bir yere gitmeme.
Ben öylece otururken ayak sesleri duydum açık kapıdan. Arkamı döndüm kimin geldiğine bakmak için ama çok da tahmin edilemez değildi. Bu Sâye'nin adım sesleriydi. Gelip hızlı yanıma oturdu ve kolunu omuzuma atıp beni kendine çekti. Rahatsız olmuyordum.
"Beni bırakma olur mu Sâye?" Dedim. Gerçekten beni bırakmamasını istiyordum. Onu seviyordum ve ondan başka hiçbir kimsem yoktu.
"Şşşt," dedi. "Ben seni neden bırakayım Güneş'im?"
"Sen Işık'ın annesisin, benim sevgilimsin."
Gözlerimi kapatıp yüzümü onun yüzüne yaklaştırırken arkadan, "Ah, yeter ama! Aile var aile!" Diye bir ses geldi.
Anan seni yaparken keşke bana sorsaydı da senin benim sevgilimle öpüşmeme her seferinde engel olduğun gibi ben de seni yapmasına engel olsaydım Görkem.
Sâye, Görkem'e gerçek anlamda kızgın bir bakış attığında Görkem hızla içeri girdi.
"Yakında bu çocuğu sikicem." Diye de ekledi Sâye.
İşaret parmağımı dudaklarıma götürüp sus işareti yaptığımda aynı anda karnımı işaret ettim. "Duyacak, sus, kötü örnek olma çocuğa." Dedim.
"Bizim böyle biri olduğumuzu ona hiç söyleme tamam mı?" Dedi.
"Biz insan öldürdük, öldürüyoruz Güneş."
"Önemli değil." Deyip sarıldım.
"İlk geldiğim güne lanet ediyordum, ben...Korkuyordum sadece."
"Aklımda böyle bir şey yoktu aslında. O yazıların, söylediklerin, profesyonel gibi yorumlamalar...Beni buna onlar teşvik etti." Dediğinde gözlerim doldu.
Senin, sen beni teşvik edip yapmaya zorladın demeye getirdiğin şey benim benliğimin, kariyerimin sonu oldu.
"O bizim kızımız değil mi?" Dedi gülümserken.
"Evet. Bizim Işık'ımız." Dedim aynı şekilde ona cevap verirken.
Elini pantolunun cebine atıp çıkardığında elindeki kolyeye gözüm kaydı. Kalp şeklindeydi ve sanırım içime fotoğraf koyulabilen kolyelerdendi.
"Senin için aldım. İçine sen ve benim, yani ikimizin fotoğrafını koydum." dedi gülümseyerek.
"Çok güzel." dedim, duygularımı gizlemeye çalışarak.
"Sen de tak istersen." dedi, kolyeyi uzatarak.
Gözlerim dolmaya başladı, bu sefer gözyaşlarımı tutamadım.
"Teşekkür ederim." dedim, kolyeyi alırken.
''Tek başına takabilir misin?''
''Aslında...Evet.'' dedim ve birkaç dakikanın ardından kolyeyi taktım.
Başını evet anlamında salladı.
Bu anı sonsuza kadar hatırlayacaktım Sanırım. Biz, onunla Güneş ve Saye olmaktan fazlasıydık. Ve ben, onu sonsuza dek sevecektim. Gözlerimiz dolu dolu bakıştık ve birbirimize sarıldık. Bu anın tadını çıkarmak istedim, çünkü biliyordum ki bize tevafuk çarpmıştı.
Hem...Işık'ımızın bize getirdiği mutluluk ve sevgiyle dolu anlar, hayatımızın en değerli anıları olacaktı. Güçlüydük, birlikte mutluyduk ve birlikte sonsuza dek devam edecektik. Güneş, Sâye ve Işık, bir aile olarak sonsuza dek birbirlerine bağlı kalacaktık. Ve bu bağlılık, hiçbir şeyin üstesinden gelemeyeceği kadar güçlü olacaktı.
Saye yanımdan kalkıp içeri girdi.
''Üşütmeden sen de gir içeriye güzelim.''
''Tamam can...Canım...'' dedim şaşkın bir şekilde.
Basamaktan ben de kalkıp derin bir iç çektim. Mutfaktan gelen yemek kokularını neredeyse içime çekerek takip ettiğimde Görkem'i masanın başında bir şeyler gömerken gördüm.
''Ne yiyoruz?'' diyerek oturduğum masada Görkem'im ağız şapırdatmaları hariç bir ses duymuyordum.
''Hey!'' diye bağırdığımda Görkem büyük lokmasını bir anda yutup, 'Ne!?' dedi.
''Ne, ne Görkem? Ne yiyorsun?''
''Krep.'' dediği gibi ayağa kalktım.
''Var mı?'' deyip birkaç saniye çevresine baktıktan sonra bana baktı ve ellerini iki yana bilmiyorum der gibi açtı: ''Yokmuş.''
Tam karşımda oturan Görkem'in önündeki tabağı kendi önüme çektim: ''Ben iki kişiyim. Bana yemek yemek daha çok lazım.
O da benim önüme geçen tabağı çekti.
"Senin iki kişiliğin beni ilgilendirmez aslan parçası. Bana ver onu."
İus
Neredeyse iki küçük yaramaz kardeş gibi kavga ediyorduk onunla.
"Bebek misiniz?" Diye bir ses duyduğumuzda ikimiz de tabağı bırakıp ellerimizi önümüze çektik.
"Ne bebeği canım?" Diyerek Sâye'ye baktım.
"Hiçbir şey." Dedim tabağı önünden biraz daha itikleyerek. "Görkem krep yiyor da, tadını merak etmiştim."
Yanımızdan öylece geçip gidip mutfağın kenarında duran ısıtıcıyı açıp içinden krep dolu tabağı aldı.
"İçine bakmanız yeterliydi." Dedi solgun solgun.
"Neyin var?" Dedi Görkem elinde rulo şeklinde sarmış krepi ağzına atarken. Ağzı o kadar dolu gözüküyordu ki... Offf!
"Sevişmek istemeyen kadınların uydurduğu yalan bu. Başka bir yalan bul." Dedi ve güldü Görkem.
"Kendini çok komik sanıyorsun Görkem." Deyip kaşlarını çattı Sâye.
"Of!" Diye bağırınca ikisi de delirmişim gibi bana baktı. "Açım ben! Yemek istiyor!"
"Anladık. Otur da ye." Diyerek araya girdi Sâye.
Normalde iki kezde yiyemeyeceğim kadar krepi bir kerede yemiştim... Tam 5 tane!?
Masadaki hiçbir şeyi dolaba kaldırmadan kalkıp salona geçerken Görkem arkamdan bağırdı: "Sen niye kaldırmıyorsun?"
Benim yerime Sâye cevap verdi.
Salonda duran 3'lü koltukta oturmuş bir şeylere bakıyordu muhtemelen. Ya da resim çiziyordu.
"Ne o?" Diyerek salona atladığımda gördüğüm şeyle donakaldım.
Sence amk? Çok beğendiğim şapşal.
"Ay, çok beğendim." Dedim gidip onun boynuna sarılarak. "Çok özlemişim."
"Televizyon izlemeyi sevmiyordun?"
Hakkımda her şeyi bir şekilde -arkadaşlarım yüzünden- bildiği için şaşırmıyordum artık.
"Şey...Aslında evet genelde belgeselleri ve o garip şeyleri bilgisayarımdan izliyordum."
Kanalları değiştirirken bir haber kanalına denk geldi ve durdu. Kadın bir kameradan diğerine geçti.
''Haber saati son bulmadan önce, neredeyse tüm Türkiye'nin, arka planda ise tüm ekiplerin aylardır tek bir izine dahi rastlamak için çalıştığı 'Yanan otobüs ve Peri Ege' vakası gündemde yavaş yavaş yerini kaybediyor, arama ekiplerinin hepsi neredeyse sahadan çekildi. Buradan son bir kez sesleniyoruz ki: Eğer yaşıyorsan, seni bulacağız Peri. O zamana kadar yaşamayı başarırsan, sonraki hayatında tüm Türkiye olarak senin arkandayız. Nerede olursan ol, biz seni bulacağız. Unutma ki, hiçbir şey sonsuza kadar gizli kalamaz. Seni bulacağız ve gerçeği öğreneceğiz. Sana ulaşmak için her yolu deneyeceğiz ve adaletin yerini bulmasını sağlayacağız. Seni bekliyoruz, seni seviyoruz.''
Ardından Eda ve diğerlerinin görüntüleri ortaya çıkmıştı. O kadar fazla ağlıyordu ki gören de nerede olduğumu bilmiyor sanacaktı, ki sanıyorladı da.
''Değiştirir misin kanalı?'' Dedim.
''Al ne istersen aç.'' diyerek kumandayı bana uzattı ve sonrasında bir şeyler mırıldandı kendi kendine. Duymadım.
Kumandayı alıp koltuğun üzerinde bağdaş kurdum. Üzerimdeki yün hırkayı da çıkarıp üzerime örtünce tam film moduna girmiştim.
Kanalları dolaşıp bunaltıcı haberlerden kendimi uzaklaştırmaya çalıştım. Bir yemek programına geldiğimde sunucu enerjik bir şekilde yeni bir tarif anlatıyordu. Tavanın cızırdayan sesi ve hazırlanan yemeğin kokusu neredeyse burnuma geliyordu. Basit yemek pişirme eylemine odaklandım, onun hızla artan düşüncelerimi sakinleştirmesine ve ağrıyan kalbimi dindirmesine izin vermeye çalıştım ama dikkatim çok çabuk dağılmıştı yine. Kanalı değiştirip bir müzik kanalında kaldım. Reklamlardaydı ama kısa süreceğini biliyordum.
''İlk çıkan şarkı benden sana olsun o zaman. Türk-şarkı geleneğini sürdürelim, öyle değil mi?'' dedim Saye'ye bakarak.
Reklamın bitmesini beklerken bir anlığına göz göze geldiğimizde gülümsedik birbirimize. Sonrasında televizyondan bir şarkının melodisini duyunca gözlerimi Saye'den kaçırıp televizyona döndüm. Şarkı kulağıma ninni gibi gelirken gözlerimi kapattım...
***
Uyandığımda televizyon kapanmış, çevremde Görkem ve Saye'nin ayak seslerini ve konuşmalarını duyuyordum her zamanki gibi.
''Sadece bu kadar.'' dedi Saye.
''Yapmasan?'' diye karşılık verdi Görkem.
''Hadi uyandır Güneş'i. Sonra çıkayım ben. Söyle Siyah giyinsin. Tenine çok yakışıyor.'' dedi.
Görkem hafifçe güldü ve "Tamam, senin dediğin gibi yapacağım" dedi. Ardından odadan çıktı ve bir süre sonra koltuğun kenarına gelip omzuma dokununca refleks olarak "heh?" Diye bir ses çıkardım. Yine güldü.
Bu aralar çok fazla gülüyordu ama hayırlısı.
"Kendini mental olarak hazırladın mı papatya tanesi?"
"Bebek? O buna mental olarak hazır mı?"
"Bilmem. Kendisiyle konuşmadım daha."
Sonra üzerime yaklaşıp karnıma yakın şekilde eğildi.
"Küçük papatya tanesi..." Deyip yüzüme baktı: "Ve bu da onun katil annesi."
"Beni kendinle karıştırma Görkem.
Cevap vermeyip kalktı. Etrafma baktığımda Sâye yoktu.
Görkem alt dudağını öne getirerek bir omzunu kaldirip indirdi.
Çoktan yorulup oturduğumda aradan çok fazla geçti. Ne kadar geçti bilmiyorum ama evde mesaj sesi yankılandığında Görkem aniden ayağa kalkıp ''Hadi.'' dedi. ''Gidiyoruz.''
Beni kolumdan nahifçe tutup önden önden yürütmeye başladığında dediğini ikiletmeden yürümeye başladım. Arabaya binip o sürmeye başladığında, ''Çok gerginim, Saye nerede? O neden önden gitti?'' dedim.
''Kafasına eseni yapıyor da yaptırıyor da, bilmiyor musun? Gittiğimiz yer buradan neredeyse iki saatlik bir yer hemen hemen.''
''İzmir'in içinde miyiz şu an yoksa başka bir şehirde miyiz?''
"Tam olarak neredeyiz?" Deyince de sanki küfür ediyor gibi yüzüme baktı.
"Çok stresliyim." Diyerek çocuk gibi mızmızlanırken bir eliyle torpidoyu açıp içinden çikolata çıkardı.
"Var." Deyip torpidonun içinden küçük, minicik bir bebek gibi gözüken şişeyi çıkardı.
"Bu şişe niye bu kadar minik Görkem?"
"Ne bileyim ben Güneş. Almışız işte."
"Milattan önce 400 yılından kalma bir su mu bu?"
Suyu açıp kokladım. Garip kokuyordu ve ayrıca sıcaktı.
"Oğlum, bunu saklayın bunu bulurlarsa sizi tarihini eser kaçakçılığından yakalarlar he!" Diyerek dalga geçtim. Gerçekten de öyleydi.
Ömr-ü hayatımda gördüğüm en sıcak, en değişik kokan suydu ve Görkem bana cevap vermemekte gerçekten ısrar ediyordu.
Sudan zehirlenmemek için Allah'a yalvararak suyu bir dikişte bitirdiğimde, "Öh be!" Dedi.
Onu yansılayarak taklit ettiğimde de o bana gözlerini devirdi.
"Şarkı açayım mı telefonundan?"
"Ama Efnan Işık istiyor. Tekmeliyor şarkıyı duyunca." Dedim.
"Bakma öyle şapşal, ben söylüyordum şarkıyı."
"Aç bakalım ama oradan değil." Dedi ve o ultra ihtiyaç kutusu fantastik ve içinden olağanüstü sular çıkan torpidodan bir telefon çıkardı.
"Şimdi sana söyliyeyim, öncelikle...Kimseyi arayamazsın içinde hat yok. Polis ve benzeri bir şeyi aramaya çalışırsan yine söyliyeyim... İçinde hat yok. Bilgilendirme bu kadar. Benim telefonun internetine bağlayacağız telefonu." Dedi ve interneti açıp şifreyi söyledi. Aylar sonra telefon kullanmanın verdiği afallamayla kendimi trajik şekilde mutlu hissettim.
Teype takıp telefona bakarken yolu izliyordum. Kilit ekranını kapatıp açınca bugünün tarihine baktım.
İçimden şarkıyı mırıldandırken, klasik ben olarak gözlerimi kapattım. Sanırım en sevdiğim huyum her zaman ne durumda olursam olayım uyuyor olabildiğimdi.
Genç kız gözlerini kapattığında Görkem ona gülümseyerek baktı. Aralarında tek masum olan oydu, o öyle düşünüyordu.
Güzeldi, zekiydi, korkunç ve çevresine zararlı bir cazibesi vardı.
Eski kız arkadaşına çok benziyordu.
Yanlışlıkla öldürdüğü eski kız arkadaşına.
**
"Neden beni aldattın!?" Demişti Görkem, Ayla'nın üzerine yürüyerek.
Ayla sarışın, renkli gözlü ve mankenleri aratmayacak kadar güzel bir kızdı. Görkem'le çocukluktan beri sevgiliydiler o güne kadar.
Ayla önceki gün gittiği bardan bulduğu bir adamla sevişmiş, üstelik yakalanmıştı. Ayla ve Görkem'in evindeydiler. Adam yoktu.
**
Nasıl unuturdu o kanları? O odayı? Yaptığı caniliği? Zaman hiçbir şeyi çözmüyordu ona göre... Sonsuz uçurumda kendini öldürmediği sürece. Ama yapamazdı işte. Her şeye rağmen yaşamayı seviyordu. Uykunun yarı ölüm, ölümün ise sonsuz uyku olduğunu biliyordu.
Böyle olsun istememişti. Farklıydı. Gerçekten böyle olsun istememişti ama olmuştu.
Ne şiirler yazmıştı Görkem, bir kitabı olmasa da şiir defteri vardı onun, güzel yazmıştı. Eskiden.
Nahif ruhu o gün kendini kapatıp şiirlere küsmüştü.
Görkem tekrardan gözlerini yoldan ayırıp Güneş'e baktı. Onun yaşayacağı şeyler için çoktan kendini suçlamaya başlamıştı bile.
Telefondan açtığı şarkıyla düşüncelerini dağıtmaya çalıştı. Hem mırıldanıyor, hem de az sonra olacaklara kendini hazırlamaya çalışıyordu.

onu bir Başka bir resim oluyorlar
Başka bir adla, başka bir zamanda
Rastlasaydım demiştim ya o gün sana
Vazgeçtim, kaçmak yok, söz bu kez
Çok güzel uyuyorsun diye orada
Bak çok gevezeysem hadi kapat çenemi
Sözcükler ne ki duygular yanında
Utanacağım şeyler söyleyebilirim şimdi
Ya da bırak hazır açmışken kapılarımı
Kalbime biraz daha temiz hava girsin
Yalancıyımdır biraz ama bana inan
Yine fazla içmiştim bu akşamda
Sağır, kör, dilsiz görünür kalbim
Ama bil, ben aslında iyi biriyim
Bilirim, çok kirlidir aşk sicilim
Sadakat konusunda da pek iddialı değilim
En iyi gel Ortaçgil dinleyelim
Çok düşündüm kaçayım diye ama dedim;
Ne zaman anlaşmış kalple beyin?
Yaprak gibi titriyorken kalbim....
Saye'nin konumunu attığı yere gelmişlerdi. Söylediği adam tam karşıda onlara arkası dönük şekilde dururken Görkem, Güneş'i uyandırdı. Zamanı gelmişti artık bazı şeylerin. Güneş arabadan çıktığında adım adım arabanın etrafından dönüp Görkem'e yakınlaştı. O yaklaştıkça Görkem geriliyordu. Güneş gülümsedi ve ona elini uzatıp: "Kızım için." Dedi. Görkem silahı belinden çıkarıp Güneş'e verdiğinde sadece birkaç dakika içinde hayatı değişecekti genç kadının.
"Nasıl tutayım silahı?" Dedi Güneş.
"Efnan nasıl öğrettiyse." Dedi Görkem de. Güneş pozisyon alıp bir gözünü kapattı. Karşıdaki adamsa yere paralel olan ağaç kütüğüne oturmuş sigara içiyordu.
"Yapamayacağım galiba." Dedi Güneş.
"Yap hadi, bitsin gitsin. Eve dönelim. Saye bizi bekliyor." Dedi.
Güneş başını onaylar biçimde sallarken içindeki garip ve kara bulutlarla kaplanmış his daha da güçleniyordu.
Hayatının son saniyelerinin, son sigarasıydı bu.
Güneş, adamın hareketlendiğini fark ederek aniden tetiğe bastı.
Ve bam! Tam da başından vurdu.
Kapüşonlu adam yüzüstü yere düştü ve çevresinde bir kan birikintisi birikmeye başladı.
"Bu kadardı." Dedi Görkem. "Hadi gidelim."
"Peki." Dedi Güneş ve arabaya hızla bindi: "Gidelim."
Görkem arabayı çalıştırıp geri geri giderken Güneş kafasını cama dayadı. Gözlerinde ufak ufak yaşlar birikmeye başlarken gözlerini kapattı ama bu sefer uyuyamıyordu.
Kaset dönüp dönüp başa sarıyordu.
Araba, arkasında toz izi ve silah seslerinin yankılarını bırakarak hızla o uğursuz yerden uzaklaştı.
Güneş, yaşananların ağırlığının ağır bir kefen gibi omuzlarına çöktüğünü hissedebiliyordu. Yere düşen adamın görüntüsü zihninde canlanıp her detayı zihine canlı bir şekilde kazınıyordu.
Demek ki insanları öldürmek toplamda 10 saniye, diye düşündü. Kendi ölümü kaç dakikada olacaktı acaba?
Sessizlik içinde ilerlerken Görkem, ifadesi okunamayan bir şekilde önündeki yola odaklandı. Ne konuşuyor, ne de yüzünde doğru düzgün bir ifade gözüküyordu.
Son yaşananların kasveti Güneş'in zihninde geri sarılıp duruyor, her kare irdelenip analiz ediliyordu. Haklı bir amaç için de olsa cana kıyma gerçeği vicdanına ağır gelen bir yüktü.
Güneş'in aklının gerisinde bu görevi planlayan isim... Saye belirdi.
Önlerinde başka hangi görevler vardı ve Saye'nin dünyasının gölgelerinde onu nasıl bir karanlık bekliyordu?
Yaptıklarının ardından doğru ile yanlış arasındaki çizgi bulanıklaşırken Güneş, seçimlerinin sonuçlarıyla boğuşmaya başladı. Gökyüzünün kasvetliliğine doğru ilerledikçe önündeki yol... Önlerinde uzanan belirsiz yolu yansıtarak sonsuzca uzuyordu. Silah sesinin yankıları zihnindan uzaklaşmaya çalışırken, Güneş'in ruhunun derinliklerinde dolaşan y bir hayalet olarak hatırası kaldı.
Geçmişteki eylemlerinin kaseti çalmaya devam etti, her kare, seçtikleri geri dönüşü olmayan yolu hatırlatıyordu. Ve bilinmeyene doğru yolculuk ederken, verdiği kararın ağırlığı üzerlerine çöküyor, kaderini henüz anlayamadıkları şekillerde şekillendiriyordu.
Yol konuşmadan, tek bir kelimesiz geçti.
Aslında Güneş, ölen adama üzülmüyordu ki. Onu tanımıyordu bile. Hatta Güneş, direkt olarak hiçbir şeye üzülmüyordu. Sadece kendinin öyle davranması gerektiğini düşündüğü için öyle davranmaya kendini zorluyordu. Çünkü normal insanlar böyle davranırdı.
Ama o normal değildi. Yaşadığı olaylar da normal değildi.
Hayatında olan hiçbir şey olağan, her gün yaşanan olaylardan değildi.
Saatler sonra eve girdiğinde hava kararmak üzereydi. Kapının önünde ayakkabılarını çıkarıp içeri girip, "Sâye?" Diye seslendi.
Bağırırken aynı anda bütün odalara bakıyordu.
Mutfağa girip Saye'nin sabah yaptığı kreplerden iki tanesini bir tabağa koydu. Üzerine salça ve peynir de ekleyip salona geçti. Salonun ışığını açtı ve krepleri yedi. Kocaman bir kavanozla birlikte suyunu da içti. Yorgundu. Hem fiziksel, hem duygusal olarak.
Ama en çok canını yakan duygusal acıydı. İçten içe yiyip bitiriyordu onu. Her gece kabuslarında kalbi yerinden sökülmüş bir bebek görmesine bile sebep oluyordu.
Karnını okşadı. Her zamanki gibi yalnızdı evde. Bu bazen çok canını sıkıyordu. Beyni, gidişte yol boyunca dinlediği şarkıları karıştırıp yeni, saçma sapan bir mix yapıyordu.
Elindeki boş krep tabağını masanın üzerine bırakıp ellerini ıslak mendille sildi. Koltuğa kıvrılıp uzandı ve tavana gözlerini kilitlerlerken aynı anda karnını sevdi. Dakikalar dakikaları kovaladıkça, dakikalar saatlere dönüştü. Neredeyse gece yarısı olmuştu ama Sâye hâlâ dönmemişti.
Ayağa kalkıp kumandayı eline aldı. Biraz televizyon izleyebilirim Sâye gelene kadar, diye düşündü. Kanallarda gezerken hiçbir şey beğenmediğini fark etti. Bir tane müzik kanalına denk geldiğinde durdu.
Aşk ateşi, yanar yanar söner mi?
Gönül yarası bir gün geçer mi?
Öyle sevdim içim dışım enerji.
Eğer başını alıp kaçıp giderse
Olur da bir gün beni terk ederse
Hangi dağda ölürüm bilmem bilinmez
Ah bebeğim beni ne çok severdin
E ne oldu şimdi bu aşk böyle biter mi?
Güneş sonuna kadar dinlediği şarkıyı aynı şekilde mırıldanarak kanalları geçerken yine gördüğü şeyle ayağa kalkıp televizyona yaklaştı. Gerçek olamazdı.
"Başından tam üç kez vurularak öldürülen kişinin kimliği adli tıp teknisyenleri tarafından belirlendi. Yeni ismi Çağan Kandemir olan faili meçhul cinayetlere bir yenisi daha araştırılıyor." Diyordu kadın. Buraya kadar her şey normaldi ama gösterilen fotoğrafta Saye'nin fotoğrafı vardı.
"Hayır!" Diye çığlık attı kadın. "Hayır!"
Derin bir nefes alıp kumandayı yere attı. Dışarı çıkmak için dış kapıyı zorladı ama kilitliydi.
"Sikik kapı! Açıl!" Diye çığlık attı. Kapıyı ileri geri sarsalarken vuruyordu da.
Ağlamıyordu ama nefes nefeseydi.
Aniden aklına, Saye'nin onun çantasına bıraktığı zarf geldi. Koltuğun arkasına öylece atılmış çantayı hızla alıp içindeki zarfı aldı. Saye, ona, 'Bunu al ve beni görene kadar asla açma' Demişti.
"Allah'ım lütfen olmasın... Allah'ım lütfen olmasın..."
Genç kadın zarfı açtı. İçindeki Sâye'ye ait birkaç fotoğraf, ve bir küçük kesilmiş kağıt çıktı.
Güneş, ayakta durmakta zorluk çekiyor, bacakları titriyordu.
Bundan sonra kendi cinayetlerini araştıracaksın zakkum çiçeğim...
Genç kadın elindeki kağıdı düşürüp ekranda hâlâ dönüp duran Sâye'sinin haberine baktı. Sol gözünden bir damla yaş akarken sertçe sildi.
Sakin bir tavır fakat öfkeli bir bakışla olduğu yere çöktü. Gözü hâlâ televizyondaydı.
"Sana söz veriyorum Sâye'm her cinayetimi yazacağım."
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
1.39k Okunma |
43 Oy |
0 Takip |
35 Bölümlü Kitap |