34. Bölüm

Otuz Üçüncü-Çoban Yıldızı

sevim öğmen
sevim_svim

Ayağa kalktığımda birkaç adım atarken başım dönüp sendeledim ama tekrar düşmedim. Dudağımdan akan kırmızı sıvının demir tadı ağzıma geldi. Dakikalardır çekilen saçlarımın acısı dinmişti.

 

Göz göze baktığımız saniyeler sanki saatlermiş gibi gelirken gözlerimden yaşlar süzülüyordu.

 

"Neden bana böyle yaptın?" Dedim duygu belirtisi olmayan -ya da benim öyle sandığım- sesimle.

 

"Ben...Yapmak istemedim." Dedi.

 

"Bana yaptığına bak," derken kanayan kaşımı ve dudağımı işaret ediyordum. Karnımı korumaya çalışırken yüzümün sağ tarafını çarpmıştım yere.

 

Cevap vermedi.

 

Gülümsedim.

 

"Mutlu musun Saye? Yüzümden mutlu musun?"

 

Onun sert tutuşundan kızarmış bileklerimi gösterdim.

 

"Bak, sen yaptın. Eminim baban da böyledir senin. Ona benziyorsundur."

 

Konuşurken dudağım bükülmüştü. Elimi yumruk yapıp gözlerimi sildiğimde kaşıma değdiğim elimin üzeri kan oldu.

 

"Sağ ol sana bağlanmamam gerektiğini tekrar ve tekrar yüzüme vurduğun için."

 

"Özür dilerim, Güneş."

 

Ne yapıyordum bilmiyordum ama histerik ve garip şekilde kendi kendime gülmeye başladım.

 

Yüzü gerçekten şaşkın duruyordu. Üzerimdeki beyaz, uzun yırtmaçlı elbiseye dudağımdan damlayan kanı fark edince durup arkamı döndüm.

 

Titreyen ellerimi kontrol etmek çok zordu. Dişlerimi sıkarak odaya yürüdüm ve girip kapıyı kapattım. Ben gel demedim, o da gelmedi zaten.

 

Yatağın kenarına oturdum, üzerimi bir yorgunluk dalgasının kapladığını hissettim. Damarlarımda dolaşan adrenalin azalmaya başlıyor, kendimi bitkin ve boş hissetmeme neden oluyordu.

 

Saye'nin kapıya yaklaşan ayak seslerini duyabiliyordum, kapıyı yavaşça çalmadan önce tereddüt ediyordu.

 

''Güneş, girebilir miyim? İyi misin?''

 

Cevap vermedim, zihnim bir duygu kasırgası tarafından tüketildi. Öfke, ihanet, kafa karışıklığı; hepsi birbirine karışarak beni yutmakla tehdit eden bir fırtına yarattı.

 

Saye odaya girdiğinde endişe ve suçluluk dolu gözlerini üzerimde hissedebiliyordum. Bakışlarıyla yüzleşmek yerine elbisemdeki kana odaklandım. Aramızdaki sessizlik ağır ve boğucuydu.

 

Sonunda Saye konuştu, sesi fısıltıdan biraz yüksekti. "Güneş lütfen... Ben bunların olmasını istemedim. Seni asla incitmek istemedim. Sen benim en değerlimsin."

 

Ona baktım, gözlerim soğuk ve mesafeliydi.

 

"Ama beni kırdın Saye. Ve şimdi seni affedebilir miyim bilmiyorum."

 

Saye'nin gözleri yaşlarla doldu ve bir adım daha yaklaşıp titreyen elini bana doğru uzattı. "Lütfen Güneş, biliyorum batırdım, her zamanki gibi. Elime yüzüme bulaştı yine her şey. Çok üzgünüm. Bunu düzeltmek için her şeyi yapacağım..." deyip duraksadı yüzüme bakarak. Ve tekrardan konuşmaya devam etti: ''Ama sen de üzerime geldin.''

 

Başımı salladım ve dudaklarımdan acı bir kahkaha kaçtı.

 

"Bunun için artık çok geç Saye. Aşılması mümkün olmayan bir çizgiyi aştın. Artık geri dönüşü olmayan bir noktadasın "

 

Elini yanına bıraktı, yanaklarımdan gözyaşları akıyordu. "Seni seviyorum Güneş. Lütfen bana bunu sana kanıtlama şansı ver." dedi.

 

Gözlerimi kapattım, içimde dönen acıyı ve kafa karışıklığını engellemeye çalıştım. Tekrar açtığımda Saye hâlâ orada duruyordu.

 

''Çok canın yanıyor mu?'' dedi.

 

Cevap vermedim. Bundan sonra bir süre konuşmama karar almıştım sanırım...En azından onunla.

 

İşaret parmağımı dudaklarıma bastırıp sus işareti yaptım ona.

 

''Konuşur musun benimle?'' dediğinde başımı hayır anlamında salladım.

 

Bundan sonra böyle aslan parçası. İşine geliyorsa..!

 

''Çocuk gibi davranma.''

 

İçimdeki çocuğu sen, siz öldürdünüz.

 

''Yüzüme bak.'' dediğinde ona baktım.

 

''Beni seviyorsun.'' dediğinde yüzümü alaycı bir ifadeye bilinçli şekilde büründürüp.

 

''İyi misin Güneş?''

 

İyi miyim Saye?

 

Kendimi yatağa bırakıp gözlerimi kapattım.

 

Hayal edecektim, daha güzel günleri.

 

Şehrimin sokağında yürüyordum. Hava rüzgarlıydı ama sıcak esiyordu her zamanki gibi. b-Baktığım turuncu güneş ufukta yavaş yavaş sönerken ay çıkıyordu. Her şey geride kalmıştı. Tüm bu lanet, bu filmin sonunda üzerimden çekilmiş, ve yalnızdım. Bazı evler görüyordum, ışıkları yanıktı. Çoğunda kapalı perdenin ardından yansıyan gölgeler, ailecek bir akşam yemeğinin yendiğinin habercisiydi.

 

Ama şanslıydım ki bu 'kanlı oyunun sonunda ben yaşıyordum, biz kızımla, Kumsal'ımla yaşıyorduk.

 

Kumsal, ellerim arasında büyüyen küçük bir çiçek gibi, her gün biraz daha büyüyord...

 

Omuzuma dokunan elle gözlerimi açtım.

 

Çocuk hayal dünyama bile müdahale ediyordu.

 

''Ağlama. Anneme benziyorsun.''

 

Anneni sikeyim Saye. Seni hiç doğurmamayı yeğlerdi, eminim.

 

''Tamam kabul.'' dedi ellerini iki yana açarak.

 

''Sana zarar verdim ama hiç böyle yapmazdın. Neden konuşmuyorsun?''

 

Bana neredeyse vurdun ve... Bende zarar verilecek bir duygu bırakmadın artık. Kızım ölebilirdi.

 

''Seni seviyorum Güneş. Sadece...Korkuyorum ben sana zarar vermekten ben...Ben sana hiç vurm...Sana seni sevdiğimi söylemek istemiştim. Hepsi beynimdeki sikik ses yüzünden, ben kaybettim kendimi bilmiyorum.''

 

Çok hızlı konuşuyordu.

 

Beni sevdiğini söylemek istedin, ama ben artık duygularımı kaybettim. Kumsal'ın varlığı bile yeterli değil, benim yaralarımı iyileştirmek için. Artık her şey çok geç. Sadece sessizce git ve beni yalnız bırak.

 

Saye sanki gözlerimden onun gitmesini istediğimi anlamış gibi sessizce odadan çıktı ve kapıyı hafifçe kapattı. Yalnız kaldığımda gözlerimde biriken yaşlar boğazıma düğümlendi. Kumsal'ın şu an yanımda, bu yatakta olmasını ya da onun odasına gidip onun yüzünde ki o masum gülümsemeyi görmek isterdim. Belki de onun varlığı bana güç verebilirdi... Yine yatağa uzanıp yorganı üzerime çekip elimi karnıma koydum. Ona dokunup, onu hissetmek istedim. Belki de onun sevgisiyle yaralarım iyileşebilirdi. Onun sıcaklığı beni sarhoş edebilirdi.

 

Belki de hayat bize yeni bir başlangıç sunabilirdi, belki de her şey daha iyi olabilirdi. Ama şu an, tek yapabileceğim Kumsal'ı hissedip onu korumak, en azından onun varlığıyla biraz olsun huzur bulmaktı.

 

Elim karnımdayken aklıma takılmış, muhtemelen artık asla tekrar edemediğim şarkıları hatırlamaya çalışmak yerine aklımda kalan tek şarkıyı söylemeye karar verdim.

 

Yazar'dan

 

Saye, Güneş'in odasından çıktıktan sonra birkaç dakikayı kapının önünde geçirdi. O aradaki sessizlikten sonra içerden ince bir mırıltı, bir ses geldi.

 

Güneş'inin sesi.

 

"Şimdi ölmek istemem bir kalbi sarmadan

Aşkı tatmadan daha, onla sarhoş olmadan

Hiç sevişmeden daha

Şimdi ölmek istemem, daha hiç...gülmeden," diyordu.

 

"Çoban yıldızı," diye geçirdi içinden. Bu şarkıyı seviyor muydu yoksa aklında kalan tek şarkı o muydu, bilinmez, sürekli bunu söylüyordu yalnız kaldığında, diye düşündü.

 

Çoban Yıldızı, aslında bir yıldız değilmiş. Güneş'e ikinci yakın, açısından dolayı onun ışığını en iyi yansıtan ve Yunan mitolojisinde güzellik tanrıçası Afrodit'le özleştirilen Venüs gezegeniymiş.

 

Fakat çok çok eski zamanlardan beri Türklerde, Çoban Yıldızı denmesinin bir sebebi varmış.

 

Dedim ya, uzun uzun zaman önce diye.

 

Dağlarda kuzuları, keçileri otlatan, yakışıklı kelimesinin yanında yakışıksız kalacağı bir çoban varmış. Bir gün çoban yine her zamanki gibi dağa çıkıp yine kuzularını, keçilerini otlatırken koyunlarına türkü söyler, kaval çalar, derken gün batar, akşam olur ve yıldızlar görünmeye başlar.

 

Çoban geçen zamanın farkına varmadan türkü söylemeye devam ederken yıldızlardan biri çobanı görür ve çok beğenir. Çoban toplanır evine gider, yıldız üzülür. Ertesi akşam çoban yine çıkar, yıldız yine onu izlermiş.

 

Bir gece, iki gece derken yıldız, gecelerce çobanı izlemiş ve dayanamayıp yeryüzüne inmiş. Fakat doğada bir kanun varmış: Yeryüzüne inen yıldızlar yüzüne bakmaya doyamayacağın harikalıkta peri kızına dönüşürlermiş.

 

Çoban ve Peri kızı konuşmuş, günlerce aynı ağacına altında buluşmuşlar.

 

Çobanın karısı bir gün bunu fark edip de Peri Kızı'na büyü yaptırmış.

 

Çoban dağa çıkmaya devam etmiş ama yıldız inemez olmuş artık. Adam yeniden kendi kendine türküler okumaya başlamış, her gün o dağa çıkmış yıldızı seyretmiş ama yıldız bir daha yeryüzüne inememiş.

 

O gün bugündür bize en uzak yıldızın adı çoban yıldızı olmuş.

 

Çoban Yıldızı'nın tüm hikayesi gözlerinin önünden geçip kulağında çınlarken Saye de şarkıyı mırıldanmaya başlayarak salona ilerledi.

 

"Zamanın varsa

Ben hiç kimsem olmadan

Tepeden tırnağa ona hiç sarılmadan

Şimdi ölmek istemem kalbine dokunmadan

Hadi al götür beni, hâlâ benimmişler gibi

Evime, yurduma

Taze meyve tatları yağmurlarında

Çoban yıldızı..."

 

Güneş'in odasına geri dönecek gibi hissetti bir anlığına. Ama dönemezdi çünkü küçükken olmaktan korktuğu yerdeydi. Onu fark etmişti az önce.

 

Güneş'e ne yapmıştı o öyle?

 

Salonda komodine benzer çekmeceyi açıp içinden tentürdiyot ve pamuk aldı. Ona yalnızca kendinin yardım edebileceğini düşünüyordu.

 

Onun odasına doğru giderken ayakları geri geri gidiyordu. İlk başta, en, en başta daha ona vururken yarattığı eserden memnun olmuştu ama şu an ne olmuştu da bir anda duyguları değişmişti?

 

Hayatında sık karar değiştiren biri değildi ama o buraya ilk geldiğinde onu bir fahişeden farksız gören Sâye, şu an onu kendi düşüncesine göre en değerlisi olarak görüyordu. Fakat değer vermek nasıl olur onu bilmiyordu.

 

Nefesi kesilirken koridordan geçip Güneş'inin kapısını hızla açtığında Güneş'i aniden yatakta doğruldu.

 

Yüzündeki ve elbisesindeki kan kurumuştu. İlk defa kan gördüğünde kendini bu kadar kötü hissetmişti Sâye.

 

"Uyuyor muydun?" Dedi Sâye merakla ama uyumadığını biliyordu. Onu konuşturmak için demişti ancak bu sorusu yanıtsız kalmıştı. Sadece buna karşılık olarak Peri, başını hayır anlamında salladı.

 

"Güzel." Dedi Sâye, Peri'nin yanına oturup tentürdiyotu pamuğa dökerken.

 

Bölüm : 16.01.2025 18:39 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...