31. Bölüm

Otuzuncu

sevim Öğmenoğlu
sevim_svim

"Nedense sana bir türlü ısınamadım sarı çocuk!" Diye bağırdığımda ses tüm mahzende yankılandı.

 

"Sen hain bir arkadaşsın." Diye de devam ettim.

 

"Güneş'e ihanet ettin."

 

Yere baktı.

 

"Kime ihanet ettim?" Dediğinde yüzüne geçirdiğim yumrukla sarsıldı.

 

"Bana Peri dedirmeye çalışma! Peri sahte bir isimdi, sahte bir kimlikti. Aynı şehirde farklı isimle yaşamak insanı ne kadar değiştirir ki? Katil yine katildir."

 

"Ne katili?" Dedi.

 

Onun boğazını tutup nefessizlikten yüzü morlaşana kadar sıktım.

 

"Sen...Onun sevgilisiydin değil mi?" Derken içimde kinden başka bir şey yoktu.

 

"Sikik zevklerin için onu kullanacaktın." Dedim tekrar sözü alarak.

 

"Onu seviyordum."

 

"O yüzden o sarhoşken onu taciz ettin?" Derken sırıttım.

 

"Ben tacizci değilim sadece anlıktı. Eda çağırdı beni eve. Hem...Sen orada yoktun."

 

Tekrardan boğazını tuttum.

 

"Benim adım ne?" Dedim

 

"Benim adım gölge, karanlık benim kalbimde, ruhumun her köşesinde."

 

"Ve,' deyip duraksarken onun etrafında tam bir tür attım: "Derinliği ortaya çıkaran sessizlikle buluşunca beni göremezsin. Ben ateşim, ben gölgeyim. "

 

Deyip elimdeki silahla onu başından kısa mesafeden vurdum. Ses kulaklarımda yankılanırken gülümsedim.

 

"Görkem!" Diye bağırdığımda saniyede yanımda biten Görkem'e kısa bir bakış attıktan sonra silahı yere atıp çıktım.

 

Burnuma dolan garip lavanta kokusuyla, başımı o tarafa döndürdüm.

 

Güneş bahçedeki çimlerin üzerine yatmıştı. Gökyüzünü seyrederken hiçbir şey umrunda değil gibi duruyordu.

 

Silah seslerinin yankıları ve havadaki lavanta kokusuyla çevrelenmiş halde burada dururken, içimde bir duygu karmaşası oluştu. Beni tüketen acıdan ve karanlıktan kaçma, kendi canıma kıyarak kendi acıma son verme dürtüsünü hissettim.

 

Kendimi yok etme fikri, içimde öfkelenen kargaşaya cazip bir çözüm gibi görünüyordu. Ancak, duygularımın kaosunun ortasında, başka bir şeyin parıltısı ortaya çıkamadı bir türlü!

 

İçimdeki çelişkili, garip arzularla boğuşuyordum. Kendi hayatıma son verme dürtüsü ile kurtuluş için yanıp sönen umut arasındaki mücadele, sorunlu ruhumda şiddetli bir savaş başlattı.

 

Güneş uzandığı çimlerden ayağa kalkıp yanıma geldi.

 

"Midem bulanıyor."

 

"Dün de iyi degilmişsin. Sevda'yla konuştum."

 

"Evet. Kontrole geleceğini söyledi beni."

 

"Gelmedi mi hâlâ?" Diye sordum kaşlarımı çatarak.

 

"İki aydır böyleyim neredeyse. Stres kaynaklı olduğunu düşünüyorum."

 

Gözlerimi devirip parmaklarımı saçlarımın içine geçirip geri çıkardım.

 

Gerginken dişlerini sıkıyordu şu anki gibi.

 

"Niye gerginsin?" Diye sordum. Benden bir adım çekilip başını öne eğdi.

 

"Neyin var Güneş?" Dedim. Üstümdeki kan lekelerini saymazsak gayet de doğal görünüyordum ve korkutucu olduğumu düşünmüyordum. Böyle davranması açık ara saçmalıktı.

 

"Yok bir şey." Derken onun üzerine gidecektim ki, karşıdan Sevda'nın arabası göründü.

 

"Bunu konuşacağız." Deyip arabaya doğru yürüdüm.

 

Sevda'nın arabasına yaklaştığımda yüzündeki endişeyi görebiliyordum.

 

Hızla arabadan inip yanıma koştu. "Neler oluyor? Her şey yolunda mı?" diye sordu Sevda, sesi endişe doluydu. Hala birkaç metre ötede duran, solgun ve endişeli görünen Güneş'ime baktım.

 

Sevda'ya " Biliyorsun ki neredeyse iki aydır kendini iyi hissetmiyor. Stresten olabileceğini söyledi ama inanmıyorum." diye açıkladım.

 

Dikkatini Güneş'e çevirince Sevda'nın ifadesi yumuşadı. "Hadi, seni kontrol edelim," dedi nazikçe ve onu eve doğru yönlendirdi.

 

Eve ilerlerken Güneş, birkaç kez öğürdü. Durumu kötüleşiyor gibiydi. Sevda onun elini sıkıca tutarak teselli ve güven veren sözler söylediğini varsayıyordum. Onları duymasam da Sevda'nın beden dili bunu söylüyordu.

 

Ben arkalarından ilerlerken Sevda bir anda yüzüme döndü.

 

"Gölge, gelme. Hasta-doktor gizliliği lütfen..." Dediğinde Güneş de bana dönmüştü. Onun gözlerine baktığımda yüzü yalvarır bir ifade alınca derin bir nefes verdim.

 

"Peki."

 

Sol kolumdaki saate baktım.

 

"14 dakika 55 saniyeniz var." Dediğimde ikisi de şaşırmış sekilde yüzüme baktı. Ben de tekrar saate baktım.

 

"14 dakika 50 saniyeniz var. Siz bilirsiniz." Dedim ve oradan uzaklaşır gibi arkamı dönüp birkaç adım attıktan sonra tekrar saate bakıp bağırdım.

 

"14 dakika 42 saniyeniz var!"

 

İkisi de bana cevap vermedi.

 

Bu kadınlar neyden anlıyordu ki zaten!

 

Onları merak ediyordunuz, üzerime gelme diyorlardı. Merak etmiyordunuz, neden merak etmiyorsun diye kızıyorlardı!

 

Peri'den

 

Sevda denen kadın bana o kadar iyi davranıyordu ki, ondan Efnan olduğu hissini almıştım.

 

"Şey..." Dedim şakayla karışık onun sözünü keserek.

 

"Beni öldürmezsin değil mi?"

 

"Saçmalama." Dedi Sevda. "Efnan kadar aptal değilim."

 

Kolumu biraz sıkıyordu tutarken ama umursamadım.

 

Cebinden bir anahtar çıkarıp kilitli olan kapılardan birini açtı. Burası daha önce gördüğüm bir odaydı. Diğerlerinden daha büyüktü, içersi neredeyse önceden gördüğüm birçok hastaneden daha kullanışlı teknolojik aletlerle doluydu.

 

"Buyur." Dedi Sevda. "Burası benimle Efnan'ın mekanıydı." Deyip kıkırdadıktan sonra yüzü düştü ama modunu yüksek tutmaya çalıştığı belli oluyordu. Yüzünde yine alaycı bir sırıtış oldu: "Artık sadece ve sadece benim mekanım. Yat bakalım sedyeye." Dedi.

 

Çıktığım bir-iki ufak merdivenden sonra sedyeye uzandım.

 

"Karnını aç. İlk şüphem hamilelik." Dediğinde ellerimin, bacaklarımın... Neredeyse her hücremin titrediğini hissettim.

 

"Korkma. Zaten burada kalıcısın yani." Dedi. Derin nefesler verirken karnıma neredeyse vıcık vıcık diyebileceğim bir kıvamda jel sürdü. Birkaç yere hafifçe bastırdıktan sonra sedyenin hemen yanında duran ultrasonun elle tutulan kısmını karnıma sürtecekken elini tuttum.

 

"Dur."

 

"Ne oldu?"

 

"Eğer öyle bir şey varsa bana, ona söylemeyeceğine dair söz vermeni istiyorum."

 

"Neden böyle bir şey yapayım?" Dedi Sevda sessizce.

 

"Lütfen..." Dedikten sonra gözlerimi onun gözlerinden kaçırdım.

 

"Sadece o...Bebek istemiyor. Ben de istemiyorum."

 

Sevda dudağının kenarını ısırdı.

 

"Öyle bir şey varsa senin için görmezden gelebilirim belki. Ama sonucuna sen katlanırsın söyliyeyim. Ben kurtulurum. Doktorum ben, görememişim der geçerim."

 

Dişlerimi sıktım.

 

"Bak, anla lütfen beni. Korkuyorum."

 

Oturduğu sandalyeden ayağa kalktı.

 

"Küçük bir çocuk gibi davranıyorsun Güneş. Büyü biraz."

 

"Gözlerimi kapatacağım." Dedim.

 

Bu anı gerçek anlamda sevgilimle veya eşimle yaşamak vardı, diye düşündüm. Her kimse artık elini sıkı sıkı tutup onun yüzüne bakmak, sevinmek.

 

Ama bu durumda...Pek bir mümkünlüğü yoktu sanki.

 

"Hazır olduğunda söyle jeli yenileyeceğim." Deyip karnımı sildi.

 

"Ben sonsuza kadar beklerim seni ama o bekler mi emin değilim." Diye de ilave ederek kapıyı işaret etti gözleriyle.

 

Ne güzel memleket amk. Dingo'nun ahırı zaten bu ev, herkes girip çıkıyor.

 

Göz devirdim.

 

"Tamam sür."

 

Gözlerimi kapatıp elle tutulan cihazın karnıma sürtünüşünü hissetmemeye çalıştım. Biraz bastırıyordu, bu da canımı yakıyordu.

 

Sevda birkaç kez öksürünce ona bakmam gerek gibi hissettim kendimi.

 

Tek gözümü açıp baktığımda sırıtıyordu.

 

"Ne sırıtıyorsun?" Dediğimde sırıtışı daha da büyüdü. Küçük siyah-beyaz ekranı işaret ettiğinde içinde aptal, küçük bir insancık vardı. Bu açıkça belliydi.

 

"Tahmini 13. Haftandasın."

 

Hassiktir! Şaka mı amk!?

 

Yutkundum.

 

"Bu aptal küçük şey bebek mi?" Dedim şaşkınlıkla. Gözlerim dolu doluydu.

 

Bu sevinçten değil, öğrenince Saye'nin bebeğimi yaşatmayacağı içindi.

 

"Ve evet, 3. Ayını doldurmak üzeresin muhtemelen. Bu yüzden cinsiyetimiz de belli," dedi.

 

"Ne cinsiyeti?" Dedim.

 

"Gölge senin aptal olduğunu söylemişti. Kızım, ayıkamadın galiba sen olayı? Bebeğin var karnında."

 

Gerçekten ayıkamamıştım.

 

Gözlerimden yaşlar süzülürken kapı çaldı.

 

"Size fazladan beş dakika veriyorum. Yoksa hasta-doktor demem dalarım içeri." Diye bağırdı Saye.

 

Siktir git piç..!

 

"Kız mı?" Derken kendi sesimi ben bile doğru düzgün insan gibi duymuyordum.

 

Kapı hâlâ çaldığında ve zaman baskısı arttıkça oda bir aciliyet duygusuyla doldu. Hala gözlerimde yaşlar varken ve durumun şoku içime çökerken, bir duygu dalgası hissettim. Zaten gergin olan atmosfere Saye'nin sert uyarısı da eklendi. O anda kendimi durumun gerçekliğiyle boğuşurken buldum.

 

Hamilelik haberi, geleceğin belirsizliği ve Saye'nin yapabileceklerine dair korku...

 

Hepsi zihnimde korkunç bir girdap gibi dönüyordu. Meydan okuma ve kırılganlığın bir karışımıyla düşüncelerimi ve duygularımı toplamaya çalıştım.

 

Saye'ye yönelik duygularım, anneliğin ezici farkındalığına -Deyim yerindeyse bir bulamaç veya girdap gibi- karışıyordu.

 

Duygu karmaşasının ortasında sesimi çıkarmaya çalışırken oda sessizliğe gömüldü. Ve bu daha korkutucuydu.

 

Orada durup haberlerle ve alınacak yaklaşan kararlarla boğuşurken, içimde bir kararlılık titreşti.

 

Önümdeki zorluklara rağmen, yoluma çıkan her şeyle yüzleşmek için gereken gücü bulacağımızı içten içe biliyordum. Belki bulamayacaktım ama en azından deneyecektim.

 

Ve bir seçim yapmam gerektiğini fark ettim.

 

Kapı sertçe çalmaya devam ederken derin bir nefes aldım, gözyaşlarınızı sildim ve kendimi önümdeki fırtınaya hazırladım.

 

"Bebek kız mı, erkek mi?" Dedim yine sessizce.

 

Sevda gülümsedi.

 

"Kız."

 

"Kız mı?" Dediğimde başını, beni hiç bekletmeden olumlu anlamda salladı.

 

3 Aydır,

 

13 Haftadır,

 

90 gündür,

 

2184 saattir,

 

Karnımda bir kız vardı.

 

Bir bebek.

 

Benim kızım.

 

Jeli hızla sildikten sonra elimi karnıma koyup yavaşça ayağa kalktım. Kapıda beliren Saye'nin gölgesine aldırmadan elimi karnımdan çekip kapıyı açtım.

 

Onun yüzüne bakmadan dümdüz koridordan ilerleyip mutfağa geçtim.

 

Sevda ve Saye de peşimden geldi.

 

İkisi bir şeyler konuşuyordu. Bir yandan onları dinlerken bir yandan da kahve yapıyordum kendime.

 

"Eee," dedi Saye merakla. "Neyi varmış? Hamile falan değil di'mi?" Onlara dönüp Sevda'nın yüzüne baktım. Saye'nin bana arkası dönük olduğu için rahatça Sevda'ya söylememesini işaret edebiliyordum.

 

"Ben..." Dedi Sevda benden gözünü kaçırarak. "Ben aslına öyle bir şey görmedim. Eğer hamileyse bebeğin oluşma ayına göre görünüp görünmemesi değişir tabi ki."

 

"Yani yok diyorsun?"

 

Sevda başını olumlu anlamda salladı.

 

Saye, oturduğu sandalyede rahatlamış bir pozisyon alarak ellerini masaya koydu.

 

"En azından hamile değilmiş." Dedi. Muhtemelen burnum kırmızılaşmıştı çünkü yanıyordu. Elimi karnıma koyup okşayıp kendime bir söz verdim, buradan kaçacaktım. Ya da sonucu ne olursa olsun onu öldürecektim. Bardağı neredeyse vurarak tezgahın üzerine koyduğumda Sevda ve Saye... İkisi de yüzüme baktı.

 

Her şeyi orada olduğu gibi bırakıp yanlarından hışımla duşa girdim. Karnıma sürülen jelin vıcık dokusunu hâlâ tenimde hissediyordum.

 

Üzerimdeki düz beyaz bluzumu ve pijamamı çıkarıp kapıdan dışarı attım. İç çamaşırlarımı da çıkarıp suyun sıcaklaşmasını bekledim.

 

En sonunda sıcak su omuzlarımdan aktığıda hiçbir yaşam belirtisi göstermeden olduğum yere oturup bacaklarımı kendime çekip sırtımı da duvara dayadım. Yaşadığım hayatın ilahi bir anlamı yoktu ya da... Tanrının benim hayatım üzerinden kozmik bir planı yoktu.

 

Yukarıdan tüm vücuduma akan suya baktığımda kırmızılaştığını fark ettim.

 

O...Kan mıydı gerçekten.

 

Hayır sanrıydı.

 

Sanrı olmalıydı.

 

Başımı ellerimin arasına alıp saymaya başladım.

 

"1, bir şey olmayacak...2, hayatım düzelecek...3, o bir sanrı...4, kafamı kaldırdığımda o geçecek...5, geçmek üzere...6, sanrılar gerçek değildir...7, geçti."

 

Başımı yukarı kaldırdığımda akan şey su'ydu.

 

Sanrıların hayatımı yönetmesini öylece izleyemezdim.

 

Ben...Anneydim.

 

Ve ben annem değildim. Kızıma sahip çıkacaktım. Onu bırakmayacaktım.

 

Elimi karnıma koyup okşadım.

 

"Sen rahat ol annecim," diye fısıldadım. "Ben seni çok ama çok seviyorum."

 

Bölüm : 10.01.2025 23:19 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...