30. Bölüm

Yirmi Dokuzuncu/ Av Olan Kuzusunu Seyreden Avcı Kurt Ve Oyuncak Bebek

sevim Öğmenoğlu
sevim_svim

Kahkaha atıp elimdeki silahı yere attığımda korku dolu bakışlarla karşılaştım.

 

"Seni öldüreceğime gerçekten inandın mı ya?"

 

Gözlerime baktı.

 

"Manyaksın oğlum sen!"

 

"Sen nesin?" Dedim sırıtarak. Ben en azından ne görüp duyduğumu biliyordum. O onu da bilmiyordu. Manyak kız!

 

Cevap vermedi.

 

"Silahın boş olduğunu bilmediğini söyleme bana. Hani Efnan'ı başından vurduğunda silahı orada bırakmıştın ya..."

 

Cevap vermemesi beni sinir ediyordu.

 

"Git içeri, uyu. İyi gelecektir."

 

Kahkaha attığında gözlerimin içine baktı.

 

"Seni seviyorum aptal."

 

Onun bu söylediğine göz devirdim.

 

Sana seni sevdiğimi söylerdim. Ama o zaman seni öldürmek zorunda kalırdım zakkum çiçeğim. Belki de bu yüzden sessizce seyrederim seni, uzaktan hayranlıkla izlerim zakkum çiçeğim. Gözlerimdeki ateşi fark edemezsin, ama kalbimdeki fırtınayı hissedersin belki de. Seni sevmenin bedeli senin için ağır olabilir, bu yüzden sessizce seyrederim seni, uzaktan hayranlıkla izlerim zakkum çiçeğim.

 

"Demek bu kadar bağlısın bana?"

 

Başını dikleştirdi.

 

"Köpek miyim ben?"

 

Cevap vermedim ona. Saçma sorularıyla zihnimi meşgul edemezdim. Yanımdan ayrılıp dış kapıya ilerledi.

 

''Buralardayım ben. Zaten kaçamam etraf insan dolu.'' dedi.

 

''Köpek gibi bağlısın kızım bana!'' diye bağırdım arkasından.

 

Masaya oturduğumda resmen hayatı sorguluyordum.

 

O benim oyuncak bebeğimdi. Sonsuza kadar oynayacağım, bilinci olan bir oyuncak bebek!

 

Ne yazık ki, bir gün onu kaybedersem ondan sonra hiçbir oyuncak bebek beni tatmin etmeyecek. Onun yerini dolduramayacağım. O benim en iyi arkadaşım, en sevdiğim oyuncağım...

 

Sanırım onun tek kusuru, kusursuz oluşuydu. Garip aurası ikimizi de mahvederken ona tekrardan dokunamamak canımı yakıyordu. Bu saçmalık günlerdir, haftalardır, hatta aylardır devam ediyordu ama memnun olmadığım söylenemezdi. Eğer ona dokunan sikik çocuğu buraya getirmesi için Görkem'e emir vermeseydim bu kadar rahat olur muydum bilmiyordum.

 

'Acaba,' diye düşündüm. Evime benden habersiz kamera konulsa bunu fark eder miydim?

 

Böyle bir şey mümkün olmadığı için düşünmemeye karar verdim ama muhtemelen fark ederdim.

 

Güneş fark etmemişti.

 

Aslında bir yere kadar onun arkadaşlarına -Ne kadar arkadaşsa tabi- minnet falan duyabilirdim. Onlar sayesinde belki de Güneş'e yakın olabilmiştim.

 

Eda onu partiye götürdüğünde evini iyice bilmem kaçıncı kez kontrol edebilmiştim. Kaybolan günlüklerini aslında ben almıştım.

 

Çok sevdiği parfümü bendeydi. Eda kırmamıştı.

 

Onları da almam zor olmamıştı zaten. Güneş basit bir insandı. Günlük rutinini, dışarı gidiş-eve geri geliş saatlerini aptal bile tahmin edebilirdi.

 

Onun alışkanlıklarını çok iyi biliyordum. O yüzden onu takip etmek ve planımı uygulamak oldukça kolaydı. Güneş'in ne zaman nerede olacağını bilmek, işimi çok daha basitleştiriyordu. Sonuç olarak, onları almam hiç de zor olmadı. Güneş'i takip etmek benim için sadece bir oyun gibiydi. Onu izlerken adeta kuzusunu seyreden bir avcı kurt gibi hissediyordum kendimi. Sabırla bekleyip doğru anı kollamak, onu yakalamak benim için bir zevkti. Sonunda planımı uyguladığımda ise hiçbir şeyin ters gitmediğini görmek beni mutlu ediyordu. Güneş'in alışkanlıklarını bildiğim için her adımımı önceden hesaplayarak ilerleyebiliyordum. Artık sadece sonuçları beklemek ve onları almaktan keyif almak kalıyordu geriye. Güneş'in bana hiçbir direniş göstermemesi de işlerimi kolaylaştırıyordu. Sonuç olarak, her şey planladığım gibi ilerlemiş ve istediğim şekilde sonuçlanmıştı.

 

Onunla küçük oyunlar oynamayı seviyordum.

 

O evdeyken, kendini en rahat hissettiği alandayken bile aslında benim gözetimim altındaydı.

 

İlk önce küçük küçük başladı her şey. Daha çok küçük çocukken.

 

Orospu annesi beni sürekli evlerinin önünden kovarken inatla onu görmek için her gün giderdim ama o beni umursamazdı. Bir gün dışardan eve geldiğimde annem, babama hararetle bir şeyler anlatıyordu.

 

Beni görür görmez babam, sert ses tonuyla: ''İçeri gir Saye!'' diye bağırdığında ikiletmeden içeri girdim ama çocukluk aklı, merak etmiştim. Kulağımı kapıya dayarken aynı anda da üstte olan buzlu camdan onları dinliyordum. ''Diğer mahallede oturan kaknem surat bir kadın var ya,'' dedi annem kadının ismini hatırlamaya çalışarak devam etti: ''Sanem miydi , sena mıydı? Yok, yok, Seda...'' dedi ve duraksadı.

 

''Eee,'' dedi babam. Sesi beni o kadar çok korkutuyordu ki, her bir ses çıkardığında irkiliyordum.

 

''Kızına tecavüz etmişler. Kadın da adamı bilmem kaç yerinden bıçaklamış.'' dediğinde sesi çıkmadı babamın bir süre.

 

''Kadının kızını o kadar da umursadığını sanmıyorum. Sürekli dövüyordu kızı.''

 

''Bilmiyorum,'' dedi annem. Sonrasında ne oldu çok net hatırlamıyordum ama sanırım evde bir süre ruh gibi dolaşmıştım.

 

Sonra orospu kadın hapse girmeden önce onu çocuk yetiştirme yurduna verdi. Sonradan geri alacağını düşünmüştük ama öyle yapmadı, ben de onun izini kaybettim sadece. Sadece ismini biliyordum. Soy isminin de doğruluğundan emin değildim. Birkaç küçük, beni yormayan lise araştırmasından sonra onun lise mezuniyet partisine o zamanda ismini bile bilmediğim bir kız olan Eda sayesinde davetli olarak gittim. Giydiği kırmızı, uzun elbiseyle partinin ortasında onu gördüm. Masum ama aynı zamanda ateşli bir çekiciliğe sahipti. Belki de onu bu masumluğu olduğundan çekici gösteriyordu.

 

Göz göze geldik ve anında o küçüklükten kalma hoş, tanıdık gülümsemesini gördüm. O an, geçmişteki her şeyi unuttum ve sadece onunla olan küçük, ne kadar hoş olmasa da yine de tatlı gelen anılarımızı hatırladım. Ne olursa olsun, onunla tekrar bir araya gelmek, en azından onu bana gülümserken görmek beni mutlu etti.

 

Bu kırmızı, uzun mezuniyet partisi elbisesiyle kombinlediği siyah kalın topuklu kırmızı elbisesinin rengini büsbütün ortaya çıkarıyordu. Elbisesinin önü dizlerinin üzerine, arkası ise yerde sürünen tül şeklindeydi. Çanta olarak, kırmızı elbiseyi tamamlayacak ve uyum sağlayacak bir siyah clutch çanta takmıştı. İsmini de o gün Eda kıskançlıkla söylemişti çantanın. Minimalist ve şık bir tasarıma sahipti. Makyajı ise, kırmızı ruj ve hafif pembemsi bir göz farı dedikleri şeydendi. Kırmızı ruj elbisenin rengiyle uyum sağlayacak ve dikkat çekici bir görünüm yaratıyordu. Onlarca kişinin içinden bile o kadar fazla dikkat çekiyordu ki, kızlar yanlarında kavalye getirdikleri çocukları, ona bakmamaları için defalarca uyarıyordu.

 

Güneş, etrafındaki insanlarla konuşurken, hala o güzel gülümsemesini koruyordu. Ben de bir köşeden onları muhtemelen nefret dolu bakışlarla izliyordum. Ara ara göz göze geldiğimizde benden başka tarafa çeviriyor, kızlarla ve çocuklarla gülüşmeye devam ediyordu.

 

Ah benim küçük oyuncak bebeğim! O bu kafeste daha güvenliydi. Dışarısı onun gibi hassas kalpler için korkunç olmalıydı.

 

Ciğerlerim sigara içmekten yanarken ayağa kalkıp mutfaktaki demirli camdan ona baktım. Sanki kendine görünmeyen bir çizgi çizmiş gibi sadece belirli bir noktaya kadar ileri gidip geri geliyordu.

 

Gözlerim onun güçlü gözüken ama kırılgan bedenini izlerken içimdeki koruyucu içgüdü daha da belirginleşiyordu. O küçük oyuncak bebeğim, benim korumam altında olacak ve hiçbir şey ona zarar veremeyecek. Geceleri onu uyurken bile kontrol etmek istiyordum, üzerinde, rüyalarında bile hakimiyet kurmak kabuslar görmesin diye.

 

Ki zaten kurmuştum da.

 

Bilinçaltı benimle dolmuştu.

 

Korkuyla yönetilen bir kişi her şeyi yapabilirdi. Ve o da yapabiliyordu. Sanırım bana her zaman ihtiyacı vardı. Aslında o fark etmeden avcılık yapmaya, benim yerime geçmeye çalışıyordu.

 

Güzeldi, bazen onun tüm sevgisini her bir zerremde hissetmem için beni zorluyordu.

 

Vahşiydi, ona abayı yakmamı istiyordu.

 

Masumdu, canımı almayı arzuluyordu.

 

Zihnimde iyi bir ikiliydik bence ya. Hatta tarihin gördüğü en uyumlu çift olabilirdik. Yerde ağaç dibine sırtını dayayıp etrafındaki insanlara bakıyordu ama hiç kimsenin umurunda değildi. Anlık göz göze geldiğimizde tıpkı o gün, o mezuniyette yaptığı gibi kafasını çevirdi.

 

Gülümseyerek ona baktım ve dışarı bakmayı kesip içeri girdim.

 

Odaya girdiğimde, loş ışık tanıdık çevrenin üzerine yumuşak bir parıltı yayıyordu. Hava, beklenti, belirsizlik ve bizi birbirimize bağlıyormuş gibi görünen tuhaf bir bağ duygusu gibi duyguların karışımıyla ağırdı. Onun orada şu an ne yaptığını görmesem bile ne yaptığını en ufak ayrıntısına kadar hissedebiliyordum. Hızla salondan dış kapıya çıktığımda yüzü, elindeki papatya çiceğinden bana döndü. İfadesi özlem ve kararlılık karışımıydı. O anda, sanki zaman durmuş ve dışarıdaki dünya kaybolup gitmiş, sırlar ve dile getirilmemiş arzularla dolu bu ortak alanda sadece ikimizi bırakmıştı. Bizi birbirimize çekiyormuş gibi görünen görünmez bir güç tarafından çekilerek onun olduğu yere yaklaşırken ayağa kalkıp sırtını ağaca dayadı. Gözleri benimkilerdeydi, aramızda sessiz bir konuşma geçiyordu, tek bir kelime bile söylemeden ciltler dolusu konuşuluyordu.

 

Havada bir gerilim vardı, bilinmeyen ama yine de kaçınılmaz bir şeyin vaadiyle çatırdayan elle tutulur bir enerji. Vücutlarımız yaklaştıkça, onun teninin benimkine karşı sıcaklığını, mantığa ve mantığa meydan okuyan manyetik bir çekim hissedebiliyordum. O anda, birlikte olmamız gerektiğini, zaman ve mekânın sınırlarını aşan bir kader ve arzu dansına dolanmış olmamız gerektiğini gerçeği yüzüme çarpıyordu... Ve dudaklarımız sert fakat şefkatli bir öpücükle buluştuğunda, bunun yalnızca başlangıç olduğununun farkına vardım. Bizi, ruhumuzun derinliklerine götürecek, aşk ve karanlığın hassas bir dengede iç içe geçtiği, sonsuza dek kaderin iplerine bağlı kalacağı bir yolculuktu bu yaşadığımız.

 

Benden bir anda geri çekilip dudağını elinin tersiyle sildi.

 

"Yapmak istemiyorum." Dediğinde derin bir nefes verdim.

 

"Neden?"

 

"Hastayım."

 

Kaşlarımı çattım.

 

"Neyin var?"

 

"Başım dönüyor biraz." Dedikten sonra yine ağacın dibine oturup elindeki papatyanın yapraklarını teker teker koparmaya başladı.

 

İlk yaprağı kopardı.

 

"Bu ölen tüm hayallerim için."

 

İkinci yaprağı kopardı.

 

"Bu hayallerimi darmadağın eden bir seri katile aşık olduğum için."

 

Dediğinde çiçeği elinden alıp bir yaprağını kopardım.

 

"Bu Gökçe için."

 

Bir tane daha kopardım. Her bir koparışımda sesim biraz daha sert ve yüksek çıkıyordu.

 

"Bu Efnan için..."

 

"Sus!" Diye bağırdı elimdeki çiçeği alıp yere atarak.

 

"Ne yapmaya çalışıyorsun?" Dedi.

 

"Bana sesini yükseltme." Deyip elini tuttum.

 

Bakışlarıma kararlılıkla karşılık verdi.

 

"Birlikte yaşadığımız onca şeyden sonra beni uzaklaştırmana izin vermeyeceğim," dedim, aramızda artan gerilime rağmen sesim sabitti. Bakışlarını başka tarafa çevirdi, yüzünde acı dolu bir ifade vardı. "Anlamıyorsun. Ben senin gibi değilim, kırıldım," diye fısıldadı, sesi zar zor duyuluyordu.

 

Uzanıp yavaşça eline dokundum ve gözlerimle buluşmasını sağladım. "Geçmişin ya da istediğin şeyler umurumda değil. Seni burada kendi oyuncak bebeğim olarak önemsiyorum," dedim usulca. Sesimde biraz da alay vardı.

 

Tereddüt etti, gözleri uzun bir süre benimkileri araştırdıktan sonra sonunda konuştu.

 

"Beni değiştirdin. Senin gibi, kana susamış bir katil gibi insanları öldürdüm." dedi, sesinde pişmanlık vardı. Geri çekilmeye çalıştığında yaralarının üzerinden bileklerini sıktım.

 

Beni uzaklaştırmasına izin vermeyerek başımı salladım. "Seni seçtim, yara izlerin benim yüzümden oldu. Ve onları orada öylece bırakmayacağım."

 

Sesim inatçı ve sert tonda çıkıyordu.

 

Bana baktı, köşede küçük bir gülümseme belirmeden önce yüzünde bir dizi duygu titreşiyordu. dudaklarından.

 

"Benim iyiliğim için fazla inatçısın ama bu bana zarar veriyor." dedi, sesinde hafif bir eğlence vardı. Omuzlarımdaki ağırlığın daha da bastırdığını hissederek dişlerimi sıktım. "Belki, ama biz konusunda daha da inatçıyım," diye yanıtladım, kollarını bırakıp parmaklarımı onun parmaklarının arasına geçirerek.

 

Uzakta, insanların masum ve umutlu olduğu bir yerlerde güneş batıyordu. Güneşin turunculuğu canımı yakıyordu.

 

Gözlerimi batan güneşten çekip, kendi Güneş'ime çevirdim: "Oyuncak bebeğim olmanı seviyorum."

 

Sözcükler dudaklarımızdan çıkarken gri yağmur bulutlarıyla havaya bir tedirginlik çöktü. Batan güneş, görünmeyen bir şeye dokunmak için uzanan parmaklar gibi büyük bahçenin her tarafına uzanan uzun gölgeler oluşturuyordu. Burada kulaklarımı gıdıklayan bir rüzgar mıydı, yoksa daha kötü bir şey miydi, oyuncak bebeğimin kendisinden gelen bir şey miydi? Bahçe karanlıklaştıkça ve gölgeler derinleştikçe, bir şeyin beni izlediği, kötü niyetli bir şeyin görüş alanımın hemen ötesinde gizlendiği hissinden kurtulamadım. Ve o an, çok sevdiğim bebeğimin göründüğü kadar masum olmayabileceğini fark ettim.

 

"Her şeyden nefret ediyorum." Dedi ve devam etti: "Ama seni seviyorum."

 

Bana sarılıp göğsüme koyduğu başını, sanki bir kediyi seviyor gibi sevdim.

 

Göz yaşları siyah gömleğimin üzerinde nokta nokta ıslakça izler bırakırken konuştum: "Ben senin hayatının katili miyim?"

 

Yüzüme baktı.

 

"Öylesin ama senden geçemiyorum."

 

Cevap vermedim.

 

Yağmur vaadine gebe ağır bulutlar toplandı. Hava beklentiyle doluydu, atmosferi dolduran bir elektrik hissi vardı. İlk damlalar rüzgarda fısıltı gibi yavaş yavaş düşmeye başladı. Yerdeki toprağa çarpan yağmurun sesi yankılanıyordu, rahatlatıcı bir ritim sanki dünyayı uykuya yatırıyordu. Şehre uzak bu yer ıslaklığın içinde parlıyor, parlak yüzeylere yumuşak bir ışık saçıyordu.

 

Sağanak yağışın ortasında iki küçük figür gibi karşıya duruyorduk.

 

Siluetlerimiz birbirimizde yağmur perdesi nedeniyle bulanıktı. Gece bizi kucakladı, tek ses yerdeki yağmur damlalarının düzenli pıtırtısıydı.

 

Birbirlerimizin gözlerine baktığımızda aramızdan sessiz bir anlayış geçti, söylenmemiş sözler ıslak toprakta yükselen sis gibi havada asılı kaldı. O anda, dünya solup gidiyormuş gibi, sadece ikimizi yağmur ve geceden oluşan bir kozanın içinde bırakmıştı

 

Yağmur yağmaya devam etti, gittikçe hızlandı, hızlandı... Günün kalıntılarını silip süpürdü ve nazik kucaklayışıyla dünyayı kötülüklerden temizlediğini sanarken bizim gecemizin güneşi sessiz güzelliğinde masumca dururken, o kısacık anda, kelimelerden daha derin bir şeyle, zaman ve mekanın sınırlarını aşmış hâle büründük.

 

Bölüm : 07.01.2025 00:24 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...