
Katarsis: "saf" kelimesinden türeyen bir kelime olup; bireyin, ruhunu kötülüklerden arındırması olarak nitelendirilir. Aynı zamanda, temizlenme olarak da ifade edilebilir. Antik çağlarda dinsel açıdan ruhun aydınlanması şeklinde ifade edilir.
-*-
"Beni neden öldürmeye çalıştın?" Deyip silahı , tıpkı Saye'nin bana yaptığı gibi onun boynuna sürtüp göz kırptığımda yüzündeki korku dolu ifade güçlendi.
"Çünkü... Bilmiyorum."
"Bilmiyorsun?"
"Evet."
Yanımda duran çocuğa baktım.
"Dışarı çıkar mısın?"
"Seni yalnız bırakmamam söyl..."
"Seni değil, 'sizi' demen gerek." Diye düzelttim çocuğu: "Ve sana dışarı çık dedim!" Derken sesimi yükselttim.
Çocuk çıkıp kapıyı kapattığında nefes nefeseydim. Elimdeki suyu ona uzattım.
"Seni öldürmemem için üç sebep söyle."
"Sen...Katil değilsin." Dediğinde kaşlarımı kaldırdım.
"Başka?"
"Benim bir çocuğum var." Dediğinde afalladım.
"Hayır?"
Başını sanki evet der gibi salladı.
"Ev..Evet... Küçük bir erkek çocuğu."
"Adı ne?" Dedim adım adım ona ilerleyerek. Topuklu ayakkabılarımın taş zeminde çıkardığı sesler hoş geliyordu. Verdiğim suyu içtiğinde o da nefes nefese kalmıştı.
Gülümsedim.
"Adını söyleyecek misin artık?"
"Al...Alaz, Ayaz."
"Ayaz mı Alaz mı?"
"Ayaz."
"Peki. Kim duruyor yanında?"
"Annem."
"Annenin adı ne, nerede yaşıyor?"
"Zühre. Ama bilmiyorum."
"Evet, üçüncü sebebi alayım?"
Düşündü.
"Ben seni kardeşim gibi görüyorum."
"O yüzden mi öldürmeye çalıştın beni?"
"Hayır ona aşığım." Dediğinde kaşlarım çatıldı. "Ve sen ne yaptığının farkında değilsin." Deyip derin bir nefes verdi.
"Ben ne yaptığımın gayet de farkındayım."
Silahı ona doğrulttuğumda tepkisizce duruyordum.
"Beni öldürürsen eline hiçbir şey geçmeyecek Peri." Dedi.
"Senin beni öldürmeye çalıştığında eline geçmeyen hiçbir şey gibi bir hiçbir şeyden mi bahsediyorsun acaba Efnan?"
"Katilsin sen Peri! Katil Peri! Katil Peri!" Dediğinde duraksadım.
***
"Selam," dedim Melike'nin koluna dokunup. "Nasılsınız beyler ve bayanlar, hayatı kararanlar?"
Her zamanki sıcak gülümsemesiyle ilk önce Emre cevap verdi: "İyiyiz Peri'm, sizi..." Deyip yanımda Eda'yı aradı. Göremeyince de yüzüme döndü tekrar: "Daha doğrusu Eda olmadığına göre seni bekliyormuşuz."
"Hanımefendi sevgilisiyle gitti. Devamsızlık yapıyor sürekli."
"Senin tez ne oldu?" Diye sordu Emre saçlarını geriye atarak.
"Eda'nın deyimiyle cevap veriyorum: 'Tez geldi, tez gidiyor.' bence komikti ha?" Dedim gülmeyen yüzlere teker teker bakarak.
"Tamam gülmeyin. Seri katillerle, birilerine takıntılı insanlarla alakalı şeyler okuyup kafayı sıyırmamak mümkün değil."
"Biraz çabuk oldu sanki?" Dedi Büşra.
"Ne demezsin ama... Kızım hoşuma da gidiyor duramıyorum."
"Katil Peri." Dedi birkaç kez Sarp dalga geçerek.
"İsmime de ne kadar uydu değil mi? Katil Peri." Dedim kinayeli kinayeli.
***
Neredeyse zihnimden silinen o günü yine hatırlamıştım. Ona öylece bakakaldığımda elimdeki silah yere düşürmeden zor tuttum.
"Açık ara ölmeyi hak edenlerdensin." Diye birkaç kelime sıvıştırdım araya.
Silahı ona doğrulturken titreyen ellerimi dengelemeye çalışarak derin bir nefes aldım. Sebep olduğu tüm acılara dair anılar yeniden canlandı ve günahlarının bedelini ona ödetme kararlılığımı artırdı.
"Neden olduğunuz şeyler hakkında en ufak bir fikriniz bile yok." dedim, sesim fısıltıdan biraz yüksekti. "Ama bugün adalet yerini bulacak."
Bir anlığına gözlerimi kapattım, geçmişin anılarını bir kenara bırakıp bugüne odaklanmaya çalıştım. Gözlerini tekrar açtığımda gözlerinde bir korku parıltısı gördüm; işlediği günahın onu yakaladığının farkına vardı.
Buraya geldiğimden beri, 'Efnan' diyordu herkes. 'Ondan korkmalısın, onunla iyi olursan burdan çıkabilirsin belki, o Saye'ye kafa tutabilen tek kişi!'
Oysa ben burdan gitmek istemiyordum. Ben burada Efnan olmak istiyordum.
Ben burada, güç sahibi olmak istiyordum.
Hiç tereddüt etmeden tetiği çektim. Silah sesi mahzende yankılanarak sessizliği bozdu. Zarif ve bitkin vücudu yere düştüğünde içimi bir katarsis duygusu kapladı. Sonunda pek çok kişiye yaşattığı acı ve ıstırabın intikamını almıştım.
Ama elimde silahla orada dururken, gerçekten sonuca ulaşıp ulaşmadığımı ya da bu intikam eyleminin geri kalan günlerimde beni rahatsız edip etmeyeceğini merak etmekten kendimi alamadım. Bunu yalnızca zaman gösterecekti.
Orada durup karşımdaki cansız bedene bakarken, içimde bir takım duyguların girdap gibi döndüğünü hissettim. Rahatlama, tatmin ama aynı zamanda kalıcı bir boşluk hissi. Yapmaya karar verdiğim şeyi başarmıştım ama ne pahasına olursa olsun?
Bu intikam eyleminin ne incittiklerini geri getirmeyeceğini, ne de yaşattığı acıyı ve travmayı silmeyeceğini biliyordum. Bu geçici bir kurtuluştu, karanlıkla dolu bir dünyada geçici bir adalet anıydı.
Ama onun cansız formuna baktığımda bir pişmanlık hissinden kendimi alamadım.
Eylemlerimin sonuçlarıyla yaşamak zorunda kalacağımı, bu anın sonsuza kadar hafızama kazınacağını biliyordum.
Arkamdan yaklaşan ayak sesleri beni düşüncelerimden ayırdı. Kendimi savunmaya hazır bir şekilde hızla arkama döndüm ama beni şaşırtan şey, sadık dostum ve suç ortağım Saye'ydi.
Saye.
Saye.
Saye.
GÖLGE!
"Bitti mi?" deyip ilk önce yerde oluşan kan gölüne baktı, sonra sırıttı. Ama sesi fısıltıdan biraz yüksekti.
İçimde köpüren çelişkili duyguları ifade edecek kelimeleri bulamadığım için sessizce başımı salladım.
Yanıma geldi ve güven verici bir şekilde elini omzuma koydu. "Yapman gerekeni yaptın. O bunu hak etti."
Sözleri biraz rahatlattı ama içimde kalan huzursuzluk hissini üzerimden atamadım. Bu intikam eyleminin beni sonsuza dek değiştireceğini biliyordum ve sonuçlarıyla yüzleşmeye hazır olup olmadığımdan emin değildim.
Orada, loş mahzende ayaklarımın ucumda biriken kandan olan göle bakarken üzerime bir baş dönmesi çöktü.
Kendimi Saye'nin omuzunu sıkarcasına tutup dengelemeye çalıştım. Önümdeki manzarayı yeniden ve yeniden anlamlandırmaya çalışırken kalbim göğsümde dışarı çıkacak gibi çarpıyordu. Kanın metalik kapısı kapalı mahzenin havasını doldurdu ve midemin bulanmasına neden oldu. Ayaklarımın dibinde kan gölü olan bu garip bodrumda nasıl bu duruma düştüğümü hatırlamaya çalıştım.
Ben kimdim?
Ben ne yapıyordum böyle ya?!
Olduğum yerde, "Kendine gel!" Diye çığlık attığımda ses bana geri döndü.
"Çık." Dedi Saye. İstediğin yeri gez, hava al, kendine gel.
Gözlerinin içine baktım.
"Hayır?"
"Evet, çık, istediğin gibi. Karışmıyorum sana. Kapın da kitlenmeyecek. Zira yanımdan kaçmaya cesaret edersen önünde yatan zavallı kız da dahil bütün ölümler üzerine yıkılır."
Yutkundum ve zorla gülümsedim.
''Ben buradan ayrılmak istemiyorum. Onun gibi,'' dedim ve silahla vurulmuş hareketsiz kızıl saçlı zarif bedeni işaret ettim: ''Ben o olmak istiyorum. Gölge şaşkın bir şekilde bana bakarken yüzündeki gururlu ifadeyi aynı anda hem görebiliyor, hem de hissedebiliyordum. Gölge iki elini de sanki teslim oluyormuş gibi kaldırıp beni umursamadan mahzenin merdivenlerinde yavaş yavaş yukarı çıktı.
O çıktıkça karanlık beni sardı ve sessizlik etrafımı sarıp sarmaladı. Gölge'nin adımlarının yankıları duvarlarda yankılanırken, içimde bir korku ve merak karışımı garip bir şeyler hissediyordum.
Kan sıçramış beyaz elbiseme baktım. Ben birini öldürmüştüm...İsteyerek?!
Kafamda dönüp duran sorularla birlikte, vicdanımın derinliklerinde bir şeylerin acı bir şekilde yuvalandığını hissediyordum. Bu nasıl olabilirdi? Benim gibi biri nasıl böyle bir şeye muktedir olabilirdi? Gözlerimi kapatıp gerçeklikten uzaklaşmaya çalıştım, ama o beyaz elbise ve üzerindeki kan lekeleri beni her seferinde gerçeğe geri döndürüyordu. Ve yerde yatan kadın!
Ne yapacağımı bilemiyordum. Sadece orada, karanlık ve sessizlik içinde, kendi iç dünyamda kaybolup gitmiştim.Bir süre sonra, Gölge'nin adımlarının sesi giderek uzaklaştı ve sessizlik tekrar hakim oldu odada. Kalbim hızla çarparken, titreyen ellerimle etrafıma bakındım. Karanlıkta kaybolmuş gibiydim, ne yapacağımı, nasıl bir yol izleyeceğimi bilemiyordum.
Bir yandan da içimde büyüyen korku ve pişmanlık duygularıyla baş etmeye çalışıyordum. Nasıl olabilirdi ki, nasıl olur da ben birini öldürebilirdim? Bu düşünce bile beni derin bir çıkmaza sürüklüyordu. Ama özgürlük kazanmıştım. Hayalini etmediğim bir özgürlüktü bu. Tek başına, peşimde deyim yerindeyse bir 'bakıcı' olmadan, hür irademle...Bu kadının ölümü bana bunu vermişti. Şu an için tek yapabileceğim, kendi içimdeki karmaşayla yüzleşmek ve bir şekilde bu gerçeği kabullenmekti. Yolumu bulana kadar, karanlık ve sessizlik içinde kaybolmuş bir şekilde beklemeye devam edecektim ve hayat önüme ne çıkarırsa -ölüm hariç, çünkü ben bir avcıydım.- her şeye göğüs gerecektim.
Hiçbir şey bilmiyordum fakat bildiğim tek şey artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Kendimi affetmek, bu gerçeği kabullenmek ve gelecekte nasıl bir yol izleyeceğime karar vermek zorundaydım. Karanlık, sessizlik, zakkum ve kan çiçekleriyle bezenmiş içinde bir yol...
Yolumu aydınlatacak bir ışık ararken, içimdeki karanlığı dağıtacak bir umut bulmayı umarken aslında karanlığın benim ışığımın olduğunu fark ettiğim an, ben ben oldum.
İnsan önce kendini tanıdığını sanar, kendini çeşitli kalıplara sokar.
Ama kış bazen içinde bulunduğu bedeni bile tanıyamaz. Girdiği kalıplardan soyutlanıp yeni bir benlik oluşturduğunda ya da yine o kalıplardan soyutlanıp sakladığı benliğini ortaya çıkardığında kendi bile şaşırır...
Mahzenden çıkıp arka bahçeye göz gezdirdim. Günışığını tenimde hissettim. Çok özlemiştim tek başıma dışarda olmayı.
Hala içimdeki gerginliği dağıtamadığım için bir şeyler mırıldanmaya karar verdim.
"Bir küçücük aslancık varmış, bir küçücük aslancık varmış..."
***
Küçük kız korkuyla kapıya vururken annesi hasta kapıyı açınca sendeledi.
"Ne var ne diye vuruyorsun kapıya böyle!?" Diye bağırdı annesi.
Onu elbisesinin omuzundan tutup içeri çekti ve kapıyı kapatıp kilitledi.
"Ne var Güneş?"
"Senin gözlüğün," dedi kız.
"Kırdın mı!" Dedi elinden gözlüğünü alıp küçük kızın elini de acıtarak.
"Sana onu alma dedim değil mi?" Dedi ve geri çekildi Güneş'in evin büyük salonuna geçmesine izin vererek.
İkisi de salona girdiğinde sessizlik oldu. Sadece annesinin hırıltılı solukları duyuluyordu. Sonunda annesi sessizliği bozarak oldukça sesli şekilde konuşmaya başladı. Aynı zamanda Güneş'in üzerine de gidiyordu.
''Nasıl yaparsın bunu ha!?''
''Anne ben yapm...''
Seda Hanım, Güneş'e hızlı bir tokat attı. Kızının kanayan dudağını umursamadan vurmaya devam etti. Ne de olsa gözlüğü onun için çok fazla, hatta kızından da önemliydi.
''Sen...'' derken bile durmuyordu.
''Aptal çocuk.''
Küçük kız yüzünü korumaya çalışıyordu ama annesi ondan çokça güçlüydü.
Güneş, annesinin tokatlarına dayanmaya çalışırken içinde biriken öfke ve acıyla doluydu. Ne yazık ki, annesinin ona olan ilgisi ve sevgisi hep gözlüğünden daha önemli olmuştu. Yine de, içinde bir yerlerde umut vardı. Umuduyla bir gün annesinin onu gerçekten görebileceği bir noktaya ulaşabileceğine inanıyordu. Güneş, annesinin tokatlarıyla yüzünde oluşan acıyla titriyordu. Ağzında birikip minik papatyalı elbisesine damlayan kanı gördü.
Belki bir gün annesi onu gerçekten görebilecek, onun da duygularını anlayabilecekti. Bunu umuyordu. Annesinin onu sevdiğine inanıyordu.
''Anne, canım yanıyor!'' diye çığlık attığında Seda bir an için duraksadı. Gözlerinde şaşkınlık ve biraz da pişmanlık belirdi aniden. Güneş'in yüzündeki acıyı fark etti ve biraz olsun vicdan azabı duydu.
''Çok acıyor mu?'' dedi Seda Hanım yumuşak bir ses tonuyla. ''Üzgünüm,ben bunu yapmamalıydım.''
Güneş'in eline yüzüne bulaşmış kan lekeleri göz yaşlarıyla sulanıyordu.
''Çok canım yanıyor,'' dedi ağlamaya devam ederek. İçini çeke çeke ağlıyordu.
Seda Hanım, kızının elini sıkıca tuttu ve gözlerinin içine bakarak ''Ağlama, lütfen, ağlama, lütfen...'' dedi.
***
Derin bir nefes alıp arka bahçeden ön bahçeye ilerlerken ellerim titreyerek sigaramdan bir nefes daha aldım.
Bir ölüm bana böylesine bir özgürlük vermişti. Buna hâlâ inanamıyordum. Artık özgürdüm...
Bütün yeşillik gözüme bir film şeridi gibi gözükürken Handan annemi, karşı ağacın altındaki salıncakta görünce duraksadım. O tarafa bakarken sigaram elimden düştü.
Eliyle gel işareti yaparken zaten ben de istemsiz oraya doğru gidiyordum. Ona yaklaştığımda bana elini uzattı.
"Ah benim masum, güzel kızım."
"Anne senin, burada ne işin var?"
"Ben senin kalbindeyim kızım. Ben senin tertemiz kalbindeyim..."
Ona kollarımı açtım.
"Ne olur sarılalım. Sarılalım ki kokunu duyayım. Çok özledim."
Bir adım geriledi.
"Hayır."
"An..." Demeye kalmadan biraz önce yanımda olan annem, kayboluverdi.
"Anne, anne..." Nidalarıyla etrafımda deli gibi dönerken omuzlarımdan sertçe ona biri -Saye- tuttu.
"Napıyorsun sen?!"
"Tamam dokunma."
"Ne tamam Güneş? Kafayı mı yedin sen?"
Gözlerim doldu.
"Annem buradaydı. Annemi istiyorum ben."
Küçük, ağlak bir kız gibi davranıyordum.
Beni kucağına alıp eve doğru ilerlerken dokunduğu her yer sanki yanıyordu. Nefesim daralıyor, ağlamak için kendimi sıkmak zorundaymışım gibi hissediyordum.
"Bırak beni."
"Sakin ol."
"Bırak lütfen."
Hızla eve girdiğimizde beni kucağından indirip sırıttı.
"Haftalar haftalar sonra birdenbire tek çıkınca oksijen çarptı herhalde.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.61k Okunma |
41 Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |