
Gölge'den
Gözlerimi açtığımda yanımda yatan kıza göz ucuyla baktığımda aniden onda gözlerini açıp ayağa kalktı.
Belime sardığı çarşafla kapıya doğru ilerlerken ona seslendim:
"Güneş."
"Efendim?" dedi gülümseyerek.
"Ağrıyor mu?"
"Yok, sorun yok." diyerek kafasını hayır anlamında salladı: "Sadece duşa girmem gerek...İzin verirsen?"
Onun üzerinde hakimiyet kurmak hoşuma gidiyordu.
"Şimdi girme." Dedim. "İlk önce haketmelisin."
Tek kaşını kaldırıp yine yanıma geldi. Yatağa arkasını dönüp çarşafı üzerinden attı ve yatağa girdi. Çırılçıplak bedeniyle bana doğru dönüp sokulduğunda gözlerime bakıyordu.
"Neden bana bunu yaptın?" Dediğinde afalladım.
"Sevişmek isteyen sendin." Dedim.
Gözlerini devirdi.
"Ondan bahsetmiyorum Saye." Dedi. İsmimi harika söylüyordu ama başka biri söylese onu vururdum.
"Neyden bahsediyorsun o halde!?" Diye bağırırken ayağa kalktım. Beni sinir ediyordu. Tüm vücudu yatağın içinde titrerken bağırmayı sürdürüyordum.
"Madem istemiyorsun, neden bana bunu yaptın diyorsun, o halde neden sevişiyorsun!?"
"Ben..." Deyip kaldı öyle devamını getirmedi birkaç saniye.
"Konuş."
"Ben onu söyl...söylememiştim." dedi hıçkırarak.
Yüzüne doğru yaklaşıp boğazını tuttum.
"Benim keyfimi bozmaya nasıl cüret edersin?"
İki eliyle elimi tutup çektirmeye çalıştı ama, nasıl yapabilir ki bunu? Rahat nefes alıyordu, bunu biliyordum çünkü bastırmıyordum. Onu bıraktığımda hızla üzerimi giyinip evden çıktım. Bu kız benim neden bu kadar umurumdaydı ki? Onu kaçırma amacımdan yüzde yüz sapmıştım.
Ben ne yapıyordum amk!
Kimsenin yüzüne bakmadan ilerledim.
"İki gündür evden çıkmıyorsunuz? Sevişirken öldünüz sandım!?" Diye gülerek bağırdı arkamdan Görkem.
"Ne alaka?" Dedim içimden. Yine de hiçbir şey o fahişe yüzünden iki gündür evden çıkmamam kadar saçma değildi. Telefonumu çıkarıp Efnan'a mesaj attım.
Siz: Efnan şu hap falan bir şeyler diyordun. Ne zıkkımsa ver şuna da başımıza çocuk almayalım bir de.
Efnan: Evde misin hâlâ? Ufak bir sıkıntı var.
Siz: Ne sıkıntısı?
Siz: Evde falan da değilim.
Efnan: Şu en son ölen adamı hatırlıyor musun, Peri'ye silahla ilgili birkaç ufak şey öğrenmiştim.
Siz: Hani birkaç dakika içinde iki bacağına teker teker kurşun attığım, parmaklarını kesip pantolonunun ve ceketinin iç cebine koyduğum, sonra da kalbini ellerimle söküp köpeklere verdiğim adamdan mı bahsediyorsun?
Efnan: Evet tam da ondan bahsediyorum. Öldüğü yerde bir parmak izi bulunmuş. Şimdilik bir şey açıklamadılar ama muhtemelen senin. Temiz çalıştığını düşünmüştüm.
Siz: Beni isteseler de bulamazlar. İçerde tamamı polisten oluşan bir düzine adamım var biliyorsun. Hepsi paraya tamah eden insanlar.
Efnan: Biliyorum ama yine de bilmeni istedim.
Görüldü.
Telefonu cebime koyup ormanın derinliğine ilerledim. Hiçbir kuşkum yoktu ki yeşil dünyanın en güzel rengiydi. Doğanın ve merhametin simgesiydi.
Beynimde iki ses de çınlarken yapmak istediğim şey sadece bir şeyleri yumruklamaktı. Elimle başımı tuttum. Etraf sanki dönerken zihnimin içindeki sesler resmem çığlıklar atıyordu.
"Saye," diyordu bir ses: "Ona öyle yapamazsın, o seni seviyor, o masum."
Diğer ses ise oracıkta boğmamı, ona artık tahammül edemediğimi, cesedini de hayvanlara yem etmemi emrediyordu. İki emre de karşı gelemiyordum çünkü çığlık atıyorlardı resmen.
RESMEN ÇIĞLIK ATIYORLARDI!
"Susun, susun, susun..." Diyerek gayri ihtiyari ellerimle başıma vurmaya başladım. O kadar sert vuruyordum ki, bir süre sonra kaşım kanamaya başlamıştı. Aldırmadan vurmaya devam ettim, devam ettim, devam ettim...
"Durun artık!" Diye bağırdım. Sürekli aynı şeyleri tekrarlıyorlardı.
"Onu öldür!"
"Onu seviyorsun!"
"Babası senin babanı öldürdü ona bu kadar iyi davranamazsın!"
"Babasının onun varlığından haberi var mı?"
"Babası ölüp kurtuldu, kızının da ceza çekmesi gerekmez mi?"
Güneş'i öldürmemi arzulayan ses kendine Gölge diyordu, Gölge bendim! İsmimi çalıyordu! Peki Güneş'i öldürmememi söyleyen ses?
Onun da diğerinden bir farkı yoktu! Saye diyordu kendine ama yine Saye bendim. Bilmiyolardı, anlamıyorlardı, tiz çığlıklar atıyordu ikisi birden.
"Kesin sesinizi!" Diye bağırdım.
"Bıktım, ikinizden de bıktım, yeter, yeter!"
Belimden çıkardığım çıkardığım bıçağı bileğime saplayacakken arkamdan ses geldi.
"Sen mi ölmek istiyorsun yoksa kafandaki sesleri mi öldürmek istiyorsun?"
Peri'den:
Al bunları. Yarından itibaren regl olana kadar her gün bir tane iç, anladın mı?" Efnan'ın elindeki ilaç kutusuna baktım.
"Bu nedir?"
"Ertesi gün hapı. Gölge'den nefret ettiğini biliyoruz. Onun çocuğunu taşıyamazsın, öyle değil mi?" dedi ve göz kırptı.
Gerçekten içmeli miydim? Bu haplar çok büyük görünüyordu. Zehirleyeceklerdi beni. Buna yemin edebilirdim .Bir yandan Efnan'ın sözlerine inanmak istemiyordum, ama diğer yandan Gölge'nin çocuğunu taşımak istemiyordum. İç çekişim içinde ilacı alıp almamak arasında gidip geliyordum.
Sonunda, Efnan'ın gözlerindeki kararlılık beni ikna etti ve ilacı alıp yutmaya karar verdim. Belki de bu gerçekten en iyisiydi. Artık bu hapların bana yardım edeceğini umuyordum. Ertesi gün hapını aldım ve Efnan'a teşekkür ettim. İçimde biraz endişe vardı ama aynı zamanda rahatlamıştım. Artık sadece regl olana kadar her gün bir tane alıp rahatlayabilirdim. Bu kararımın sonuçları beni de onu da mutlu edecekti.
Mutfak masasına oturuyor başımı masaya koydum. Bir yandan gözlerimi kapatıp annemi hayal ediyor, diğer yandan da sanki o gibi, kendi saçımı seviyordum.
"Anne seni özledim." Dedim boynumdaki kalpli içi fotoğraflı kolyeyi açıp
"Senin toz konduramadığın güzel kızın, Peri'n ne halde bak. Kullanıyorlar, katil ediyorlar. Ben iyi biriyim değil mi anne? Kötü biri değilim? Ne olur cevap ver ben katlanamıyorun artık tüm olanlara. Ölmek istiyorum. Cennet ya da cehennem...Umurumda değil. Sadece ölmek istiyorum." Deyip kolyeyi kapattım. Benden alınmayan tek şey oydu. Geri kalan telefonum, bilekliğim, her şeyim.
Eğer bir gün buradan çıkabilirsem kimseyle kavga da etmeyecektim ayrıca. Otobüste yaşlılara ver falan da verirdim. Annemin beni sürekli arayıp darlamasından da şikayet etmeyecektim. Eda'nın anahtarsız gitmesinden de.
"Çok aptalsın." Dedim kendi kendime: "Mart'ın ortasında ne pikniği? Neyin kafasını yaşıyorsun sen ya?"
Ağlamamak için derin bir nefes verdim.
"Yaşadıklarının hepsi senin geri zekalılığın. Ne çeneni tutabiliyorsun, ne kendini tutabiliyorsun. Hayatta becerebildiğin tek şey küçüklük hayalin olan okulu ve bölümü kazanmak, bir de başını belaya sokmak. Neden böyle yapıyorsun kendine? Neden hayatını boka çevirmekte üstüne yok aptal!" Diye bağırdım.
Ayağa kalkıp hızla duşa girip soyundum ve önümdeki duş perdesini kapatıp tüm duşu perde açıkken rahatça görüntüleyen kameraya perde arasından bakıp dil çıkardım.
Sen akıllı olabilirsin ama ben senden daha akıllıyım küçük kamera!
Yukarıdan akan sıcak su tüm vücudumu ısıtırken gözlerimi kapayıp evimi hayal ettim. Evimi istiyordum. Bu her bir metresinde kan ve gözyaşı olan evi istemiyordum.
Duştan çıkıp güzelce giyindim -Kime giyiniyorsam ben de!-, salona geçtiğimde üçlü koltuktan isminin Mira mı Miray mı olduğunu hatırlamadığım kız oradaydı.
"Naber?" Dedi bacak bacak üzerine atarak.
"Sence?" Dedim gülümsemeye çalışarak.
Elinde şarap vardı.
Oğlum, ne bu filmdeki kötü insanlar gibi bunların şarap sevdaları. Bu evde onlar yaşamıyor, iyi-kötü ben de yaşıyo'm!
Kızın suratındaki ifadeyi görünce, içimden biraz pişmanlık duydum. Belki de biraz fazla sert davranmıştım. Ama ne yapayım, sinirlerim bozulmuştu.
"Özür dilerim, biraz sinirliyim galiba," dedim, oturup karşısına geçerek.
Kız gülümsedi ve "Sorun değil, anlıyorum. Biraz rahatlamak istiyorsan, birlikte şarap içebiliriz," dedi.
Kafamı sallayıp teşekkür ettim. Belki de biraz rahatlamak iyi olurdu. Kızın elinden bir kadeh aldım ve sessizce içmeye başladık.
Aklımda hala evim vardı. Belki de gerçekten bir şeyleri değiştirmem gerekiyordu. Kızla birlikte sessizce şarap içerken, kafamda hala evim ve hayatımın ne kadar boka sardığını düşünüyordum. Belki de gerçekten bir şeyleri değiştirmem gerekiyordu. Ama nasıl? Ne yapabilirdim ki? Bu düşüncelerle kafamı karıştırırken, kızın sakin ve neşeli tavırları biraz olsun içimi rahatlatmaya başlamıştı. Belki de onunla biraz vakit geçirmek iyi gelirdi.
"Efnan seni kendine benzetiyor." dediğinde birdenbire yüzüne baktım.
"Biz onunla okuldan arkadaştık. Bayağı sıkıydık. Gölge'ye, yani Saye'ye o kadar fazla aşık olmuştu ki gözü hiçbir şekilde bir şey görmedi. Onun için ilk cinayetini bir kızı balkondan aşağı itikleyerek işledi.
"Yurt balkonundan, 4. kattan." dediğinde kalbimin üzerinde bir ağrı hissettim. Onun da bir katil olduğunu biliyordum ama o da bir kızı öldürmüştü.
"Yanlışlıkla ölmüştü hesapta. Ortalığı öncesinde saçma sapan dedikodular çıkmıştı, Efnan'ın fahişe olduğuyla ilgili, ve Bergüzar'ın da aynısı. İkisi de fahişe değildi. Bu dedikoduların ikisi de ben çıkarmıştım Gölge'den çok, çok fazla para alarak. Sıkışık durumdaydık yani, klasik, maddi durumdan faydalanma olayı anladın mı?" dediğinde başımı sallayıp konuşmasını kestim.
"Kameralar var. Bunları konuşman ne kadar doğru olur senin için?"
"Merak etme devre dışılar şu an."
Sağ kaşımı kaldırıp kızın gözlerine dik dik baktım.
"Bunları bana anlatma sebebin ne?"
"Eğer Efnan'la iyi geçinirsen buradan kurtulma umudun var demektir. Her ne kadar Saye'nin gölgesinde kalmış gibi görünse de en az Saye kadar dişlidir."
"Ona karşı gelebilen tek kişi?" dedim sorar gibi.
Aynen öyle Peri'cim."
"Neyse," deyip elindeki şarap kadehini elinden masanın üzerine bırakıp ayağa kalktı.
"Hikayenin geri kalanını sonra bir ara anlatacağım."
Ona karşılık olarak hiçbir şey demediğimde çıktı evden. Yine tek kalmıştım. Tek kalmaktan nefret ediyordum çünkü düşüncelerim beynimi yiyip bitiriyordu.
Ayağa kalkıp çevremi biraz daha karıştırmaya karar verdim...
Yazar'dan:
Küçük kız evinin bahçesinde sarı papatya çiçeklerinin içinde oturup yoldan geçen arabaları sayıyordu.
"Bir...İki...Üç...Üç tane kırmızı, iki tane de beyaz araba oldu." Dedi kendi kendine. Kaşlarını çattı.
"Ben pembe renk araba istiyorum. Annem bana pembe araba alır büyüyünce. Ben de gezerim." Dedi çimlere aniden uzanıp gökyüzüne baktı.
İşaret parmağını havaya kaldırıp bir bulutu işaret etti. "Kediye benziyorlar." Dedi. Gerçekten de bulutlar onun gözünde kedi şeklini almıştı. Hava sıcaktı. Gökyüzü o kadar maviydi, güneş o kadar gözlerini alıyordu ki küçük kızın, evden çıkarken annesinin pahalı güneş gözlüğünü ona fark ettirmeden almıştı. Farketse muhtemelen ona çok kızacaktı ama en azından o farkedene kadar güneş gözlüğüyle güneşe biraz da bakabilecekti.
...İsmini aldığı, büyük, ısı ve ışık saçan yıldız...
Küçük elleriyle güneşi kapattığı sırada birkaç erkek çocuğun sesini duyduğunda afallayıp o tarafa baktı. Onların bahçesine kimse girmezdi ki. Ama girmişti.
Kaşlarını çatılı olan çocuk ona doğru geldiğinde ayağa kalktı küçük kız. Annesinin gözlüğünü iki elini geride birleştirip arkasına saklamaya çalıştı ama beceremedi. Çocuğun niyetini anlayamamıştı o an ama bir terslik olduğunu sezmişti.
"Gözlüğü ver." Dedi çocuk.
"Annemin gözlüğü o. Çık bahçemizden."
"Çıkmayacağım. Ver o gözlüğü." Derken küçük kızı geriye doğru çim ve toprak zemine itikledi.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.61k Okunma |
41 Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |