
Sezin'den
Atlas sabah uyanmadan önce, odanın sessizliğiyle baş başa kalmıştım. Perdeler yarı aralanmış, odanın içine soğuk bir şubat sabahından süzülen sönük bir ışık vuruyordu. Laptopumun ekranına bakarken, zihnimde dolanan o sessiz karmaşayı susturmaya çalışıyordum. Dünün izlerini taşıyan baş ağrımı yatıştırmak için kahve makinesinden en sert kahveyi hazırladım. Kahve kokusu odayı sararken, sıcak kupayı ellerimin arasına alıp masaya oturdum. Ama kelimeler... Kelimeler gelmiyordu.
Bir yazıcının ilhamsızlıkla savaşının neye benzediğini merak eden var mı? Bir kıış sabahı, sessizlikle dolu bir odada, sözcüklerin birdenbire zihninize dolacağını umarak beklemek. Ama şu bir gerçek ki, ilham sihirli bir dokunuş gibi gelmez; beklemek yerine savaşıp kazanmam gerekirdi.
"Yeter ki birkaç kelime yaz," diye düşünerek kendi kendime cesaret vermeye çalıştım. Devamı gelecektir. Gelmek zorundaydı. Ama işte mesele tam da buradaydı: O ilk kelimeyi yazabilmek. Her şeyin başladığı o an. Parmaklarım klavyede hareketsiz duruyor, zihnimde bir savaş kopuyordu. Sessizliği kıran yalnızca kahvemin buharı ve dışarıda uzakta çalan bir horozun sesi oluyordu.
Derin bir nefes aldım ve parmaklarımı klavyeye koyup yazmaya başladım:
"İki kalp düşünün."
Sonra bir an duraksadım. Bu iki kelime nereden gelmişti? Neden kalpler? Bilmem. Ama yazdım ve devamını getirmeye karar verdim.
"Birisi gökyüzü kadar açık ve berrak, diğeri kızıl kan kadar hırslı. Sizce bir olabilirler mi? Gökyüzü hırsı taşıyabilir mi? İmkansız diye bir şey var mıdır? Yoksa insanların aşık olmak istemedikleri için uydurdukları bir hikâye midir, 'imkansız'?"
Ellerimi klavyeden çekmeden yazmaya devam ettim.
"Bazı aşklar işte tam da bu imkansızlıklardan doğar. Tesadüf ya da tevafuk, adını ne koyarsan koy. Ama bir şey değişmez: O aşk seni büyüler ve hırçın bir rüzgar gibi savurur. Sana kendi cesaretini sorgulatır. Belki de biz kendi korkaklığımızdan doğuş bir 'imkansız' yaratıyoruzdur. Her şey insanın kendi kendine oynadığı bir tür oyun olabilir mi?"
Derin bir nefes aldım ve yazının akışına baktım. Sözcükler sonunda gelmişti. Belki de sabahın o sakin, sönük ışığı, kahve kokusu ve odadaki bu sessizlik, ilhamı uyandıran anahtarlardı. Sessizce kendime gülümseyip kahvemden bir yudum aldım.
Arkamdaki sessizliğin Atlas'ın yavaş ve düzgün nefesleriyle dolu olduğunu fark ettim. Onun bu sükûneti bana bir şey hatırlatıyordu: Yazı yazmak bazen bir insanın yanında o sakin varlığı hissetmek gibiydi. Aceleye gerek yoktu. Zamanı geldiğinde, her şey yoluna girecekti.
Az sonra masanın üzerindeki defter gözüme çarptı. Bu Atlas'ın hiçbir zaman yanından ayırmadığı defteriydi.
Elimi uzatıp defteri aldım. Kapak, Atlas'ın kişiliğini yansıtan sade bir tasarıma sahipti; ne fazla süslü ne de basitti. Bir an tereddüt ettim. İçini açmalı mıydım? Atlas, bu defterde ne yazdığını hiç paylaşmamıştı. Ancak merakım ağır bastı. İlk sayfayı çevirdim.
Sayfanın tam ortasında büyük harflerle bir cümle yazılıydı:
"Her hikâye bir kalpte başlar, diğerinde son bulur."
Altında ise daha küçük yazılarla, sanki aceleyle yazılmış gibi duran cümleler vardı. Atlas'ın kaleminden çıkan bu cümleler, zihninin derinliklerine bir pencere açıyordu.
"Bazı insanlar hikâyelerini başkalarına anlatamaz, çünkü kelimeler eksik kalır. O yüzden sadece yazarlar. Ama yazdıklarının bile kime ulaşacağını bilemezler. Peki ya hikâyelerimizin sessiz dinleyicileri varsa? Onlar bizi hiç bilmeden anlar mı?"
Bu cümleleri okurken, Atlas'ın derinliğini bir kez daha fark ettim. O, yalnızca bir yazar değil, aynı zamanda hayata dair soruları olan bir düşünürdü. Sayfaları çevirdikçe, küçük notlar, kısa şiirler ve bazen yalnızca birkaç kelimeden oluşan karalamalarla dolu bir dünya açılıyordu önümde.
Bir sayfada ise, bir isim dikkatimi çekti: Sezin.
Gözlerim istemsizce o cümleye takıldı:
"Sezin, kelimelerimdeki fırtına. Belki de hayatın cevabı, onun sessizliğinde saklıdır."
Boğazım düğümlendi. Atlas, beni bu kadar yakından mı gözlemlemişti? Kelimelerimdeki fırtına mı? Oysa ben hep sessizliğin içinde kaybolduğumu düşünürdüm. Belki de Atlas, beni benden daha iyi anlıyordu.
Defteri kapattım ve yerine koydum. İçimde bir sıcaklık ve aynı zamanda bir karmaşa vardı. Bu defter, Atlas'ın iç dünyasına açılan bir kapıydı, ama aynı zamanda bana kendi hislerimle yüzleşmemi de sağlıyordu.
Sessizliği bozan yine kahvemin bardağa çarpan hafif sesi oldu. Gözlerim bir kez daha klavyeme kaydı. Yazmam gerekenler vardı. Ama şimdi, içimde başka bir yazı belirmişti. Atlas'ın kelimelerinden ilham alan bir yazı.
Kendi kendime mırıldandım: "Her hikâye bir kalpte başlar, diğerinde son bulur.
Birkaç küçük öksürükle (Atlas uyuduğundan kendimi tuttuğum için...Normalde daha şiddetli olurdu)
d
evam ettim yazmaya.
"Bu cümle bir hikâyenin başı mı, yoksa sonu mu?" diye düşündüm. İnsan bazen nerede olduğunu bilemez. Her şey bir başlangıç gibi gelirken, aslında bir sonun içine çekiliyorsundur. Ya da tam tersi. Atlas'ın defterinde okuduklarım, kendi içimde bir yankı uyandırmıştı.
Gözlerimi tekrar klavyeye çevirdim ve yazdığım kelimelere baktım. İki kalp... Gökyüzü ve kızıl... Yazmaya devam ederken zihnimde bir düşünce belirdi: Atlas, belki de bu hikâyenin gökyüzüydü.
Ellerim hızla klavyede gezinirken, arkamdaki yatağın gıcırdadığını duydum. Atlas uyanıyordu. Yavaşça kafamı çevirdiğimde gözlerini açmaya çalıştığını gördüm.
"Sabah oldu mu?" diye mırıldandı, sesi hala uykulu ve yumuşaktı.
"Olmak üzere," dedim, elimdeki kahve kupasını masaya bırakırken. "Kahve ister misin?"
Gözlerini ovuşturarak doğrulmaya çalıştı. "Evet, ama önce senin kahveyle birlikte düşündüğün şeyleri dinlemek isterim," dedi. "Yine yazıyorsun, değil mi?"
Bir an durdum. Yazıp yazmadığımın onun için bu kadar önemli olduğunu fark etmek garip bir şekilde içimi ısıttı. Hafifçe gülümsedim.
"Yazıyorum," dedim. "Ama bu sabah, kelimeler senin defterindeki bir cümleyle başladı."
Kaşlarını kaldırarak şaşkınlıkla baktı. "Defterimi mi okudun?"
"Biraz," diye itiraf ettim, suçlu bir ifadeyle. "Ama sadece bir sayfa. Ve o cümle... 'Her hikâye bir kalpte başlar, diğerinde son bulur.' Bunu yazarken ne düşündüğünü merak ettim."
Atlas, derin bir nefes aldı ve yataktan kalktı. Yavaşça yanıma gelip masanın kenarına yaslandı. "O cümle... İnsanların birbirlerine kattıkları şeylerden ilham aldım," dedi. "Bazen biriyle tanışırsın ve hayatındaki en büyük değişim o olur. Hikâyen başlar. Ama bazen biriyle vedalaşırsın ve hikâyen o anda tamamlanır. Ama bir daha defterimi okumanı istemiyorum. O defter, diğer, geçenlerde balkonda kullandığımdan daha özel bir şey. Günlük gibi."
"Peki," dedim.
Onun sözlerini dinlerken, zihnimde bir şeyler yerine oturuyordu. Atlas'ın hikâyesi, benim hikâyeme dokunmuştu. Belki de ikimiz de birbirimizin kelimelerindeki fırtınaydık, sadece fark etmemiz biraz zaman alıyordu.
Sonra bütün düşüncelerimi elimle kovuşturarak (Hayır, sadece kovuşturduğumu sandım) gülümseyip laptopu kapattım.
"Ne kadar da güzel bir gün değil mi? Yine dopdoluyuz Yazar Bey. Birkaç röportaj, yeni bir dizi ortaklığı ve dedikodumu yapan insanlara iyi bir had bildirme yükümlülüğüne sahibiz."
"Anlıyorum." Dedi. Uykulu sesi, normal sesinden bir hayli daha güzel geliyordu.
Birkaç saniye yerdeki beyaz renk, daire desenli halıya odaklandı ve yine bana döndü.
"Bunların hepsini nasıl bir günde başarıyorsun?"
"Meslek sırrı ya."
"Tüm bunları yapmasak olmaz mı?"
Dudaklarımı büzüp sağ gözümü kapatarak yüzümü komik bir ifade aldırdım.
"Hmm," dedim, "Bir düşünelim."
Atlas ise yüzüme sanki her an kahkaha atabilecekmiş gibi bakıyordu. Onun omuzunda uyuklayıp, ona sarılıp sarhoş taklidi yaptığımı duysaydı da muhtemelen böyle bakardı.
Atlas bir süre gülmemek için kendini tutmaya çalıştı ama sonra dayanamayıp kahkahayı patlattı. Sesindeki neşeyi duymak içimi ısıttı. Bu kahkaha, hem onun hem de benim günümü güzelleştiren bir şeydi.
"Görüyor musun?" dedim, kaşlarımı kaldırarak. "Hayatı bu kadar ciddiye almazsan her şey daha kolay olur."
Atlas gülümsemeye devam ederken başını hafifçe iki yana salladı. "Senin gibi birinin bu kadar sakin ve eğlenceli olabileceğini hiç düşünmezdim," dedi, ardından yüzündeki gülümseme yerini hafif bir ciddiyete bıraktı. "Ama bir yandan da, bütün bunların arkasında daha derin bir şeyler var gibi geliyor. Yanılıyor muyum?"
Bir an durdum. Onun bu kadar keskin bir şekilde gözlem yapabilmesi beni hep şaşırtmıştı. Gözlerimi ondan kaçırıp masadaki kahve kupama baktım. "Belki de," dedim alçak bir sesle. "Ama bazen insan kendisiyle bile yüzleşmek istemiyor, biliyor musun?"
Atlas, söylediğim şeyi tartıyormuş gibi birkaç saniye sustu. Sonra yavaşça yanıma yaklaştı, elini hafifçe omzuma koydu. "Kimse her zaman her şeyle yüzleşmek zorunda değil, Sezin," dedi, sesi yumuşak ve anlayış doluydu. "Ama yazmak, senin bunu yapma şeklin. Kelimeler seni korkutsa bile, onların seni iyileştirme gücü var."
Onun bu sözleri beni hem rahatlattı hem de hafifçe tedirgin etti. Kendi kelimelerimle mücadele ederken, Atlas'ın bu kadar açık ve cesur olabilmesi beni hem büyülüyor hem de biraz korkutuyordu.
"Tamam," dedim, gülümsemeye çalışarak. "O zaman bugün için bir plan yapalım. Röportajı atlatalım, dizi işini hızlıca halledelim ve sonra birlikte bir şeyler yapalım. Mesela, kahve içip sessizce oturalım."
Atlas bir kaşını kaldırıp hafifçe başını eğdi. "Sessizce oturmak mı? Bu, senin için pek mümkün değil gibi."
"Hey!" dedim, gülerek. "Ben de sessiz kalmayı başarabiliyorum. Sadece... kendi kendime konuşurken yakalanmazsam."
Atlas, bu sefer daha içten bir kahkaha attı. "Tamam," dedi. "O zaman bugün, ikimizin günü olsun. İşleri halledip, sonra sadece ikimiz kalalım. Sessiz ya da gürültülü, fark etmez."
Bu anlaşma beni hem rahatlattı hem de biraz heyecanlandırdı. Günün geri kalanı ne getirirse getirsin, Atlas'ın yanımda olması her şeyi kolaylaştıracaktı. O an, onun kelimelerimdeki fırtınanın gerçekten de merkezinde olduğunu bir kez daha hissettim:)
Hızlıca kahvaltımızı edip röportajın detaylarını konuştuk. Biz Bebek Sahile gidecektik ve bum!
Sanki magazinciler bizi yakalamış gibi birkaç soruyu cevaplayıp geçecektik.
Saat neredeyse on buçuğa geldiğinde kapı zili çaldı. Kalkıp açtığımda Cemre ve metin yazarım Can'ı görmüştüm.
"Beni rüyanızda mı gördünüz?" Dedim kıkırdayarak.
Cemre hafif tebessüm etse de Can her her zamanki ciddiliğii koruyarak "Kes." Dedi.
Biraz kaba bir metin yazarıydı.
Cemre hiçbir şey söylemeden benim odama geçip kıyafet aramaya başladı.
"Cemre sen neden bana kıyafet arıyorsun? Stilistim mi öldü yoksa?" Bunu espriyle karışık laf sokmak için söylemiştim.
"Hastanelik oldu sadece."
"Ne!?" Dedim aniden bağırarak. "Benim neden haberim yok!?"
"Artık var." Dedi düz bir sesle.
Ağzım açık kalmıştı. Birkaç saniye içinde bana Hafif bol kesimli, beyaz bir crop-top, ,üksek bel, pastel tonlarında A kesim midi etek. Nude tonlarında zarif, oxford model bir ayakkabı, Minimal tasarımlı, kapak kısmında sarı renk "S" yazan bir çapraz, bej renk bir çanta, koluma ince bir saat de vermişti.
"Hemen giyin bunları. Makyajını da yapacağım." Dedi.
Başımı hayır anlamında salladım.
"Sevgili arkadaşım..." Dedi elindeki kıyafetleri yatağımın üzerine atıp iki elini de önden omuzlarıma koyup gülümseyerek(Dövmemek için zor duruyor gibiydi): "Eğer bunları beş dakika içinde giyinmezsen senin yerine Tuğçe ve Oğuz görüntülenecek."
Sonra sırıttı, "Ablan," dedi bir eliyle kendini göstererek: "Tuğçe'nin menajeriyle flörtleşiyor olabilir belki.." dedi son kelimeyi uzatarak.
"Ne!?" Diye bir çığlık attığımda yalandan öksürdü ve bana göz kırpıp odadan çıktı.
Kıyafetleri hızlıca giyip aynaya bakarken, gerçekten de oldukça şık bir görünümüm vardı. O kadar farklıydım ki, sanki bambaşka bir insan gibi hissediyordum. Cemre’nin tarzı her zaman belirgin ve iddialıydı, ama bana böyle bir şey yakışıp yakışmayacağından emin olamıyordum. Yine de, hazırlanmam gerektiği için başka bir şansım yoktu. Bir süre aynada kendime bakarak derin bir nefes aldım. O an ne kadar da karmaşık hissediyordum.
Gözlerim masanın üzerindeki telefonuma takıldı. Bir bildirim ışığı yanıyordu. Mesajları kontrol etmek için hızla telefonu elime aldım. Atlas'tan gelen mesajı gördüğümde kalbim biraz hızla çarpmaya başladı. "Hazır mısın? Manyak arkadaşının yanında gelen çocuk, Can mıydı neydi, beni hazırlanmam için zorbalıyor." yazıyordu.
Ufak bir kahkaha atıp sadece "Hak ediyorsun🥲 ben hazırım bile🥰" diye bir yanıt gönderdim. Yine sırıtıp gülüyordum. Onunla uğraşmak hoşuma gidiyordu.
Birden içimdeki endişe kayboldu ve yerini rahatlık aldı. Atlas her şeyin ne kadar kolay olabileceğini gösteriyordu.
Cemre o sırada odama geri döndü. "Makyajını yapmaya başlayalım mı?" diye sordu.
"Başlayalım," dedim, derin bir nefes alarak.
Bu işlerin hep o kadar hızlı gelişmesi tuhaf bir şekilde hoşuma gidiyordu. Sanki her şey akıp gidiyor ve ben sadece sürükleniyordum.
Ben makyaj masama oturduğumda aynadan kendi gözlerime odaklanmıştım ki Cemre bir anda yanıma geçip makyaja başlamıştı bile.
"Hatırlıyor musun?" Dedi, "Annem küçükken bize hep kek yapardı." Dedi.
Güldüm.
"Evet. Hatırlıyorum. Gülsüm abla limonlu, portakallı kek yapardı hep. Ama daha o zamandan belliydik biz." Dedim. "Sen her zaman benim arkamı toplardın be Cemre."
"Arkadaşlık bunu gerektirir çünkü Sezin'ciğim."
"İyi ki benim arkadaşımsın." Dedim gözlerim dolarak. Cemre görmemişti ama.
"Ama sen hep benden daha duygusuzdun Sezin." Dedi. "Sevgini hiç göstermezdin bana. Ben sülük gibi yine sana yapışırdım."
"Hâlâ gösteremiyorum sanki."
"Ben, sen görmesen de seni o kadar iyi tanıyorum ki şapşal, söylemene bile gerek yok. Arada bir sarılsan yeter kardeşine." Dedi. "Gerçi...Sana sorsam doğum günümü bile bilmezsin ama..." Dedi benden gözlerini kaçırarak.
"21 Ekim."
Cemre sırıttı.
"22 ama olsun."
"Ablamın suçu her şey," dedim aniden. Kelimeler cümleler, cümleler ise gözümün önünde görünmez bir paragrafa dönüyordu.
"Bunu sana söyleyen ablan, aslında kendi öfkesini sana yansıtıyor, Sezin. Bu senin suçu değil. Annen ve baban... o kazada senin bir suçun yok. Ama bu durumu hala içselleştiriyorsun. Ablan seni suçladıkça, sen de bu suçlulukla boğuluyorsun." Dedi.
Gözlerimi kaçırarak derin bir nefes aldım. "Ama o gün doğum benim doğum günmdü... Eğer ben arka koltukta olmasaydım, belki her şey farklı olurdu."
Cemre, elimi nazikçe tutarak, "Bunlar sana zorla yüklenen düşünceler, Sezin," dedi. "Kazanın bir kısmı kontrol edilemezdi. Ama senin buna katlanman gerekmedi. Suçlu değilsin."
Cemre'nin sözlerinden bir nebze rahatlamıştım Ama hala kafasımda ablamın yüzündeki öfkeyi, suçlamalarını ve suçluluk duygusunu taşıyordum. İçimdeki derin boşluk, her geçen gün biraz daha büyüyordu. Ablamın hissettiği acıyı anlıyordum, fakat ben de aynı acıyı taşıyor, aynı kayıpları yaşamıştım. Ancak ben duygularımı açığa vuramamış ve kendi acımla nasıl başa çıkacağımı bilememiştim.
Cemre’nin, "Bunlar seni tanıyan biri olarak söylüyorum, Sezin. Senin suçlu olmadığını gerçekten anlaman lazım. Düşünsene küçücük 6-7 yaşında bir kız çocuğu...Turuncu saçlı, yeşil gözlü... Güzel mi güzel... Anne ve babası ölüyor. O suçlu olabilir mi? Günahsız bir melek olur o ancak." Dedi ve ayağa kalktı.
"Bu kadar psikiyatri seansı yeter güzelim," dedi. "Makyaja geçelim."
"Geçelim." Dedim.
25 dakikanın sonunda elimizde olan doğal tonlarda bir makyaj, dudakta nude bir ruj ve yanaklarda hafif pembe tonlarda taze bir görünüm elde etmiştik.
Tam aynanın önünden kalkıyordum ki telefonuma bir mesaj geldi.
Yazar Bey: E hadi da...
Atlas'ın mesajına cevap vermeden Cemre'yi de peşime takarak odadan çıktık.
Atlas beni gördüğünde gülümsedi.
"Merhaba, güzellik..." Dedi göz kırparak.
"Merhaba Yazar Bey." Dedim sanki yarım saat önce kadar onu görmemişim gibi.
(Aynı evde yaşıyorduk ayrıca canım!?)
❀❀❀
Arabadan hep birlikte indiğimizde Sezin bana ufak bir göz kırptı ve Can'la birlikte, ben ve Atlas'tan uzakta fakat bizi görebileceği bir yere oturdular. Her röportajımda böyle yapardı.
Bu Atlas'la birlikte ilk defa olacak olan açıkhava röportajımdı.
Tabi biz olduğumuz yerde öylece durmayacaktık. Atlas elini belime attığında tüylerim diken diken olmuştu. Birkaç dakika öyle durduktan sonra alıştım. Bu birkaç dakikalık sürede Atlas kulağıma fısıldadı.
"Onları gördüm. Bizi habersiz çekiyorlar. Haberin olsun. Samimi dur." Dediğinde Sezin zarifçe gülümsedi.
"Ne taraftalar? Saat yönü olarak söyle."
"Saat 3 yönü."
Atlas alnıma bir öpücük kondurdu.
Dudaklarını hissetmek bana güven vermişti.
Farklıydı işte ya. Bu adam çok farklıydı. Her şeyin en çoğu ondaydı. Ona güvenmekten çok korkuyordum ama en çok da ona güvenmek istiyordum.
Bir bank'a oturduğumuzda sanki havadan sudan konuşur gibi yapıyorduk. Bizimle röportaj yapacak magazinciler bizim haberimiz olduğunu bilmiyordu. Cemre'nin küçük oyunları...
Ellerindeki kamera ve ışıklarla yanımıza toplamda 4 kişi geldi.
"Merhabalar Sezin Hanım." Dedi kadın. "Sizinle biraz röportaj yapabilme ihtimalimiz var mı?" Diye nazikçe sordu. Kameraların açık olduğunu her halükarda herkes biliyordu.
Gülümseyip formaliteden Atlas'a baktım. O da başıyla beni onayladı.
"Tabi ki." Dedim kadına bakarak.
"Öncelikle nasılsınız Sezin Hanım, Atlas Bey..." Dedi kadın.
"İyiyiz çok şükür." Diye cevap verdi Atlas. Aynı şekilde ben de.
"Siz nasılsınız?" Dedim bunlara ek olarak.
"Ben de iyiyim sağ olun. Sizi çok tutmayacağım aslında. Denk geldik, sizi de hazırlıksız yakaladık ama..."
Güneş gözlüklerimi çıkarıp çantama koydum.
"Sorun değil, sorun, sorun gelsin." Dedim gülerek.
Kadın bana dönerek sorusunu yöneltti.
"Sezin Hanım, sosyal medyada sık sık sizin ve Atlas Bey’in çok iyi bir çift olduğunuz konuşuluyor. Bu konuda ne söylemek istersiniz?"
Kısa bir an Atlas’a baktım. Onun gözlerindeki güven ve rahatlık, benim de içimi ısıtmıştı. Hafifçe gülümsedim ve sakin bir şekilde cevap verdim:
"Atlas’la ilişkimiz bizim için çok özel ve değerli. Bu tür yorumları görmek hoşumuza gidiyor ama biz genelde bu anların tadını çıkarmayı tercih ediyoruz. Herkesin gözleri önünde olsak da bu bizim özel hikayemiz."
Atlas da konuşmaya katıldı. Sesindeki sıcaklığın bana olan hislerini yansıttığını düşünüyordum.
"Sezin, hayatıma kattığı en güzel şeylerden biri. Birlikteyken her şey daha anlamlı. Sosyal medya ne derse desin, bizim için önemli olan sadece birbirimiziz."
Kadın ben ve Atlas'ın arasındaki samimiyeti hissetmiş olmalıydı ki gülümsedi. Kameraların önünde verdiğimiz bu cevaplar, hem profesyonel hem de duygusal dengeyi her türlü hissettiriyordu.
Röportaj devam ederken ben ve Atlas, birbirimize olan yakınlığımızı karşıya her an hissettiriyorlardı. Atlas’ın ara sıra fark ettiğim bakışları, elime nazikçe dokunması... Bana kendimi garip hissettirmenin yanında iyi de hissettiriyordu.
Röportaj bittiğinde kadın ikimize de teşekkür etti.
"Bu kadar içten ve güzel cevaplar verdiğiniz için çok teşekkür ederim. Çok güzel bir çift olduğunuzu söylemeden geçemeyeceğim." Dedi.
Ona hafifçe gülümseyerek "Teşekkür ederiz," dedim. Atlas ise kadına nazikçe başını eğerek "Bunu duyduğuma çok sevindim," diye karşılık verdi.
Kadın yanımızdan ayrıldığında Atlas, belime hafifçe dokunarak kendine çekti.
"Nasıl geçti sence?" diye sordu, alçak bir sesle.
Derin bir nefes aldı, dudaklarında mutlu bir tebessümle cevap verdi:
"Bence gayet iyiydi. Ayrıca kameralar önünde birlikte röportaj yapmak beklediğimden daha keyifliydi. Kısaydı birazcık."
Atlas eğilip dudağımın kenarına nazik bir öpücük kondurdu.
"Benim için de öyle. Ama açıkçası, her an seninle olmak zaten keyifli. Ayrıca şu anda hâlen bizi çekiyorlar."
Bu sözlere hafifçe gülerek karşılık verdim.
"Flört etmeyi röportajdan sonra da sürdüreceğini tahmin etmeliydim. Ama bizi çektiklerini ben de şimdi fark ettim."
Atlas kaşlarını kaldırarak güldü.
"Seninle her zaman."
Cemre’nin uzaktan yaptığı bir işaretle toparlanıp ona doğru yürümeye başladık. Atlas, elimi tutmuştu ve bırakmaya hiç niyeti yok gibiydi.
İkimiz Cemre ve Can'a doğru ilerlerken Atlas beni durdurdu. Tam neden durduğumuzu ona söylecektim ki, kendimi onun dudaklarında buldum.
Atlas’ın aniden beni öpmesiyle kalbim yerinden çıkacak gibi oldu. Şaşkınlığımı gizlemeye çalışsam da yanaklarımın kızardığını hissediyordum. Etrafımıza bakındım, hala birilerinin bizi izlediğini biliyordum ama bu anın gerçekliğinden kopmak istemedim.
"Atlas…" dedim nefes nefese.
Gözlerimin içine bakarak gülümsedi. "Sadece sana ait bir an olsun istedim. Röportaj, kameralar… Hepsi bir yana, bu sadece bizim için."
Söyledikleri o kadar içten ve doğruydu ki bir şey diyemedim. Gözlerimle onu onayladım. Elimi tuttu ve beni yürümeye devam ettirdi.
Cemre ve Can, bizi gördüklerinde Cemre’nin yüzünde kurnaz bir ifade belirdi. "Fena bir çift oldunuz ha," dedi hafif bir kahkahayla.
Atlas aldırmadan cevap verdi. "Hak ettiğimizi düşünüyorum."
Cemre, Atlas’ın bu öz güvenli sözlerine kaşlarını kaldırarak karşılık verdi. "Neyse, sıradaki planı konuşalım. Akşam yemeğine kadar zamanımız var, isterseniz birkaç çekim daha yapabiliriz."
Atlas, hala elimden tutuyordu. "Sezin ne derse o."
Onun bu tavrı, sanki beni her kararın merkezine koyuyormuş gibi davranması, beni bir kez daha etkiledi. "Devam edelim," dedim. "Ama biraz mola verirsek iyi olur."
Cemre başını sallayarak kabul etti. Can da gülümseyerek Atlas’a döndü. "Seninle tanıştığımdan beri Sezin için ne kadar uğraştığını görüyorum. Tebrik ederim dostum, sonunda istediğini almış gibisin."
Atlas, hafifçe gülümseyerek omzunu silkti. "Hak ettiğimi aldım. Her şeyden daha fazlasını."
Bu sözler içimi sıcacık yaptı. Atlas, benim hiç beklemediğim bir şekilde hayatıma girmişti, ama şimdi o olmadan bir gün düşünemeyeceğim bir yerdeydi. Belki de gerçekten onun dediği gibiydi; hak ettiğimizi yaşıyorduk.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |