24. Bölüm

23-Gök Kubbeyi Sırtında Taşıyan Adam

sevim Öğmenoğlu
sevim_svim

Melek'in gözleri öfkeyle Sezin'in üzerine mıhlanmıştı. Sesindeki titreşim, içinde patlayan fırtınaların bir dışavurumuydu. İşaret parmağını tekrar Sezin'in göğsüne bastırdı, daha sert bir şekilde.

"Sen kendinden başka hiçbir kimseyi düşünmezsin. Sen şeytansın, Sezin. O kadar umursamazsın ki..." dedi, sesi çatladı ama öfkesinden taviz vermedi.

Sezin, sessizce ablasının gözlerinin içine baktı. Yıllardır kaçtığı o boş bakışlar... Sevgi yoktu orada, tıpkı eskiden olduğu gibi. Şimdi bile, bunca zaman sonra bile, değişen hiçbir şey yoktu.

"Sezin," dedi Melek soğuk bir tonda, geri çekilip derin bir nefes alırken. "Bugün anne ve babamın ölüm günü, farkında mısın?"

Sezin'in yutkunduğu duyulmadı, ama başını evet anlamında salladı. Melek, bu küçük hareketin bile kendisini delirtmesine engel olamadı.

"Bugün anne ve babanızın ölüm yıl dönümü," dedi Melek, sesi yükseldi. "Ve sen hâlâ hiçbir şey hissetmiyorsun. Sen ruhsuzsun!"

Sezin'in gözleri doldu ama hiçbir şey söylemedi. Bu sefer ablası karşısında o küçük, çaresiz çocuktu. O günkü gibi... Melek'in onu suçlayan gözleri, söyledikleri, o duygusal enkazdan hâlâ kurtulamamıştı.

Sezin'in sessizliği Melek'i daha da öfkelendirdi.

"Bir şey söylemeyecek misin? Hadi, savun kendini! Seni suçladığımda hep sustuğun gibi susacak mısın?"

Sezin derin bir nefes aldı ve ilk kez sesinde bir titreme hissettirerek konuştu.

"Beni bu hâle siz getirdiniz."

Melek olduğu yerde durdu, şaşkınlık ve öfkeyle ona baktı.

"Ben bu ruhsuzluğa, bu huzursuzluğa sizin yüzünüzden büründüm," diye ekledi Sezin, bakışlarını kaçırarak. Gözleri bir an boşluğa daldı, geçmişin kırık anılarına.

Melek'in nefesi sıklaşmıştı. Dudakları bir şey söylemek için aralandı ama tek bir kelime bile çıkmadı. Sessizlik, aralarındaki uçurumu bir kez daha hatırlatıyordu.

Melek, kendini toparlamak için derin bir nefes aldı. Sanki içinde kaynayan öfkeyi bastırmaya çalışıyordu, ama her kelimesi zehir gibi dökülmeye devam etti.

"Sizi mi suçluyorsun şimdi? Ne güzel. Biz mi seni böyle yaptık? Anne ve babamız öldüğünde küçüktün, evet, ama küçüklük de bir yere kadar, Sezin. Her şey için başkalarını suçlamaktan ne zaman vazgeçeceksin?"

Sezin'in içi titredi, ama yüzünde bir ifade değişikliği yoktu. Yılların alışkanlığıydı bu. Ne yaşarsa yaşasın, sanki hiçbir şey hissetmiyormuş gibi davranmak... Ancak içinde boğulan bir çocuk gibi çırpınıyordu.

"Vazgeçemem," dedi sessizce, Melek'in gözlerine bakmadan. "Çünkü bunun başka bir yolu yok. Eğer suçlayacak kimsem olmazsa, o zaman kendimi suçlamam gerekir. Ve bunu yaparsam... Biterim."

Melek, Sezin'in bu kadar açık bir şekilde konuşmasına hazırlıklı değildi. Kardeşinin sesi kırılgan ama aynı zamanda hüzünle doluydu. Bir an, belki de ilk kez, Sezin'in gerçekten ne kadar kırıldığını hissetti. Ama kalbindeki öfke o kadar ağırdı ki, empatiye izin veremedi.

"Biter misin? Zaten bitmişsin, Sezin," dedi Melek acı bir gülümsemeyle. "Kendini koruyacağını zannederek, herkesi uzaklaştırarak yalnız kalmayı seçtin. Ruhsuz biri oldun çünkü bu sana kolay geldi. Ama bil ki... Bu hiçbir şeyi affettirmez."

Sezin, yavaşça başını kaldırdı. Gözleri dolmuştu, ama ağlamıyordu. Sesi sakin, ama içinde fırtınalar kopuyordu.

"Affettirmek mi?" diye mırıldandı. "Ben hiçbir zaman affedilmeyi beklemedim, Melek. Çünkü hepinizin benden nefret edeceğini zaten biliyordum. Ama şunu unutma..." Bir adım ileri attı, bakışlarını ablasınınkine sabitledi. "Beni yalnız bırakıp kendi acınızda kaybolanlar sizdiniz. Beni sorumlu tuttunuz. Ben de zamanla o suçun parçası oldum. Ama bu, sadece benim suçum değil. Hiçbir zaman olmadı."

Melek'in gözleri büyüdü, elleri titremeye başladı. Cevap veremedi, çünkü Sezin'in sözleri yıllardır sakladığı bir gerçeği tokat gibi yüzüne çarpmıştı.

Ama susmak istemedi. Öfkesi, sessizlikle yetinemeyecek kadar büyüktü. Bir adım ileri attı, Sezin'e doğru eğildi ve tısladı:

"Bunu kendine anlatmaya devam et. Ama gerçeklerden kaçtıkça, yalnızlaşmaya devam edeceksin. Ve bir gün, bu yalnızlık seni tamamen yutacak."

Sezin, gözlerini kırpmadan ablasına baktı. Sesi alçak ama kararlıydı.

"Yalnızlık zaten beni yuttu, Melek. Ama sanırım buna alıştım."

Melek, Sezin'i tutup sarstığında Sezin'in bakışları hiç değişmedi.

Sadece anlık sinirlerini yatıştırmak için gözlerini kapatıp açtı.

"Döv beni." Sezin.."Hadi vursana yüzüme."

Melek başını hayır anlamında salladı.

"Bunu istemiyor musun zaten?"

"Seni öldürmek istiyorum."

"Öldür. Tutan mı var?
Melek'in eli havada asılı kaldı. Sezin'in sözleri, içindeki öfkeyi daha da körüklemişti ama aynı zamanda kalbinin derinliklerinde bir yarayı da deşmişti. Parmaklarının titremesine engel olamıyordu. Sezin ise gözlerini Melek'ten ayırmıyordu, meydan okuyan bir sakinlikle ablasına bakıyordu.

"Yapamayacaksın," dedi Sezin, sesi bir fısıltı kadar hafif ama keskin. "Çünkü beni öldürmek, geçmişinizi de öldürmek demek. Beni yok edersen, sen de yok olursun. Anne ve babamızın hatırası da..."

Melek, bu sözlerle irkildi. Öfkesinin yerini aniden bir boşluk aldı. Sezin'in bu kadar açık ve acımasızca konuşabileceğini hiç düşünmemişti. Kendini toparlamak için derin bir nefes aldı ama kelimeler dudaklarından dökülmüyordu. İçindeki karmaşa, nefreti ve acıyı birbirine karıştırıyordu.

Melek, bir adım geri çekildi. Yüzündeki öfke yerini karışık bir ifadeye bırakmıştı. "Hep böyleydin," diye mırıldandı. "Hep acılarını bir zırh gibi kuşandın, ama içini kimseye göstermedin. Kimse seni gerçekten tanımadı."

Sezin, hafif bir tebessümle başını salladı. "Belki de tanımaya çalışan olmadı, Melek. Belki de herkes kendi acısına o kadar kapandı ki beni görmezden gelmek daha kolay geldi."

Bu cümle, Melek'in öfkesinin altındaki suçluluk duygusunu tamamen gün yüzüne çıkarmıştı. Atlas, kapının arkasında sessizce Sezin'e doğru bir adım atmak üzereydi ki, Sezin'in sesi bir kez daha odayı doldurdu.

"Beni öldüremeyeceksin, Melek. Çünkü ben zaten çoktan öldüm. O gün, anne ve babamızı kaybettiğimiz gün... O çocukluğumla birlikte gömüldü."

Bu sözler Melek'i tamamen susturdu. Sezin'in ne kadar kırılmış olduğunu, içindeki yaraların hâlâ kanadığını ilk defa bu kadar net görüyordu. Ama o yaralarına dokunamıyordu; çünkü kendi yaralarını bile saramıyordu.

Kendini çıkmazda gibi hissetti Melek bir anlığına.

"Her zaman herkes seni sevdi Sezin."

"Senin sevmeni istedim."

"Ben seni sevdim."

"Sen hep benden nefret ettin."

"Seni sevmeseydim senin için kendimi feda eder miydim?"

"Sen kendin için kendini feda ettin hep. Ya da bana yaptıklarını söylemek için."

"Senin içinde merhamet yok."

"Belki de bana hiç merhamet gösterilmediği içindir. Senin kadar benim de annem öldü, babam öldü."

"İlerde çocuğun olunca, senden küçük birine bakarken anlarsın kendini feda edip merhametli olmanın anlamını anlarsın... Diyeceğim ama," dedi ve bir anlığına sustu. "Senin bir çocuğun bile olamayacak Sezin."

Sezin'in yüzündeki sakin maske aniden çatladı, gözleri büyüdü, ama sadece birkaç saniyeliğine. O an, Melek'in ne kadar ileri gittiğini fark ettiği bir sessizlik çöktü. Sezin derin bir nefes aldı, gözlerindeki kırgınlığı gizlemek istercesine başını yana çevirdi. Ama Melek'in son sözleri, içindeki bütün savunmaları yerle bir etmişti.

"Belki de haklısın," dedi Sezin, sesi alçak ama duyulabilir bir şekilde. Gözlerini yeniden ablasına çevirdi, yüzündeki her çizgi hem kırgınlık hem de kararlılıkla doluydu. "Belki de hiçbir zaman bir ailem olmayacak. Ama biliyor musun, Melek? Bu da sizin yüzünüzden. Çünkü siz bana ne bir aileyi, ne sevgiyi, ne de merhameti öğrettiniz. Bana sadece suçlamayı, yalnızlığı ve acıyı miras bıraktınız."

Melek, bu sözlerin ağırlığıyla bir adım geri çekildi. Sezin'in içindeki öfke ve kırgınlık, Melek'i her zamankinden daha çok sarsıyordu. Ama yine de pes etmeye niyeti yoktu. Elleriyle saçlarını geri çekip sert bir şekilde konuştu.

"Bizi suçlamaya devam et, Sezin. Bu seni bir yere götürmez ama en azından kendini haklı hissettirir, değil mi? Hep aynı oyun. Hep mağdur olan sensin."

Sezin bu kez gülümsedi, ama bu bir acı tebessümdü. "Ben mağdur değilim, Melek. Ben sadece gerçeğim. Beni sevmemiş olabilirsiniz, ama ben bununla yaşamayı öğrendim. Çünkü başka şansım yoktu."

"Bu kadar mı kolay?" diye bağırdı Melek. "Her şeyi bizim üzerimize atıp kendini temize çıkarmak bu kadar mı kolay?"

"Kolay mı?" Sezin'in sesi yükseldi, ilk defa bu kadar keskin ve sertti. "Sen kolay mı sanıyorsun? Her gün bunun yükünü taşımak, her gün kendini eksik hissetmek kolay mı sanıyorsun? Bir kere olsun beni anlamaya çalıştın mı? Hayır. Çünkü kendi acın o kadar büyük ki başkasını göremiyorsun."

Melek, Sezin'in bu patlamasına hazırlıksız yakalanmıştı. Sessizlik, odada yankılandı. Ama Sezin durmadı, ablasının gözlerinin içine bakarak devam etti.

"Sen beni suçlamaya devam edebilirsin, Melek. Ama bu hiçbir şeyi değiştirmez. Ben o gün öldüm. Ama sen, beni her gün yeniden öldürüyorsun."

Melek'in gözleri dolmuştu. Bu kadar sert ve açık sözlerle yüzleşeceğini beklememişti. Ama yine de içindeki öfkeyi bastıramıyordu. Dudaklarını sıkıca kapatıp gözlerini Sezin'den kaçırdı.

"Belki de haklısın," diye mırıldandı sonunda. "Belki de senin için hiç çaba göstermedim. Ama bilmeni isterim ki, benim de yüküm hafif değildi. Annemizi ve babamızı kaybetmek hepimizi mahvetti."

Sezin başını eğdi, bakışları donuk ve kırgındı. "Hepimiz mahvolduk, Melek. Ama sen kendini kurtarmak için beni kurban ettin. Bu, unutmamı beklediğin bir şey değil."

Melek, derin bir nefes aldı, ama söyleyecek bir şey bulamıyordu. Sessizlik, bir kez daha aralarındaki uçurumu doldurdu.

Ardından kapı açıldı ve içeri Atlas girdi. Olayı en başından beri dinlemişti ve Melek'in çok ileri gittiğini anladığında içeri girdi.

Kapı gıcırdayarak açıldığında Sezin ve Melek bir an irkilip sesin geldiği yöne döndü. Atlas, odanın ağır havasını kesip içeri adım attı. Yüzünde her zamanki sakin ama kararlı ifadesi vardı. Gözleri, hem Melek'in öfkesine hem de Sezin'in sessiz çığlıklarına şahit olmuş gibiydi.

"Yeter," dedi Atlas, gözlerini önce Melek'e, sonra Sezin'e dikerek. Ses tonu, ne sert ne de yumuşaktı; tamamen otoriter ve çözüm odaklıydı. "Bu böyle devam edemez. Bu savaşın kazananı yok."

Melek, Atlas'ın bir süredir orada olduğunu anlayınca öfkeyle kaşlarını çattı. "Bu seni ilgilendiren bir mesele değil," dedi sert bir tonda.

Atlas, sakinliğini bozmadan bir adım daha ileri geldi. "Belki değil, ama artık buradayım. Ve bu saçmalığın daha fazla devam etmesine izin vermeyeceğim."

Sezin, Atlas'ın beklenmedik müdahalesine şaşırmıştı. Ona doğru dönüp hafif bir sesle, "Atlas, bu bizim meselemiz..." diye fısıldamaya çalıştı, ama Atlas sözünü keserek devam etti.

"Hayır, Sezin. Bu sizin meseleniz olabilir, ama şu an birini yok etmeye çalışırken kendinizi de yok ediyorsunuz. Ve buna seyirci kalamam."

Atlas, Melek'e döndü. Gözleri, Melek'in öfkeli bakışlarına meydan okurcasına parlıyordu. "Melek, senin acını anlıyorum. Ama bunu Sezin'i suçlayarak hafifletmeye çalışmak, ne seni rahatlatır ne de geçmişi değiştirir. Sezin de en az senin kadar kayıp verdi, ama onun yasını tutacak kadar bile nefes almasına izin vermediniz."

Melek'in dudakları bir şey söylemek için aralandı, ama Atlas'ın sözlerindeki gerçeklik onu susturdu. Öfkesiyle savunduğu duvarlar bir anlığına çatlamış gibiydi.

Atlas, bu kez Sezin'e döndü. Bakışları, biraz daha yumuşamıştı. "Ve sen, Sezin. Bu sessizlik, kendini korumak için olabilir, ama aynı zamanda başkalarının seni anlamasını da engelliyor. Onların acılarına empati yapmalarını bekliyorsan, önce kendi acını açıkça göstermen gerekiyor."

Sezin, bu sözlerin etkisiyle bir an duraksadı. Atlas'ın gözlerinde, onun asla dile getiremediği bir samimiyet vardı.

Atlas, odadaki sessizliği bir kez daha bölerek konuşmaya devam etti. "Hepiniz aynı gemidesiniz. Ama birbirinize yük olmaktan başka bir şey yapmıyorsunuz. Belki artık birbirinizi suçlamayı bırakıp, yaralarınızı sarmaya başlamalısınız."

Melek, Atlas'ın sözleriyle derin bir nefes aldı. Öfkesi hâlâ oradaydı, ama yerini suçluluk ve hüzne bırakmaya başlamıştı. Ellerini iki yana sarkıtıp yorgun bir sesle, "O kadar kolay değil," dedi.

Atlas, bir adım daha atarak Melek'e yaklaştı. "Kolay değil, doğru. Ama zor diye denemeyeceksiniz anlamına gelmez."

Sezin, bir süre sessizce Atlas'a baktı. Melek ise bakışlarını yere indirip hiçbir şey söylemedi. Odadaki hava hâlâ yoğun olsa da Atlas'ın varlığı, çatışmanın yönünü değiştirmişti.

Atlas, bir kez daha ikisine bakarak ekledi: "Belki artık birbirinizi değil, bu acının kaynağını sorgulamalısınız. Belki o zaman, bu yükten kurtulabilirsiniz."

Sözlerini bitirip aralarına bir sessizlik yayılırken, Atlas yerinden kıpırdamadan bekledi.

"Ve Melek, şu anda buradan gitmelisin. Daha sakin bir anında gelip ikiniz konuşabilirsiniz." Dedi. Melek bir anda Atlas'a kindarca bakıp bakışlarını Sezin'e çevirdi.

"Aile olmayı hiçbir zaman tadamayacaksın Sezin."

Melek'in sözleri Sezin'e o kadar ağır gelmişti ki, gözünden bir damla yaş aktı ama bunu ona göstermedi. Atlas, Sezin'in önüne geçip Melek'le göz kontağı kurdu: "Git ve artık onu üzmeyi bırak Melek. Daha sakin bir anda konuşacağız. Onu üzmekten başka hiçbir şey yapmıyorsun şu anda."

"Senin karışmanı anlamıyorum." Dedi Melek, Atlas'a da sataşırcasına. "Sen onun hayatında nesin ki? Palavradan sevgilisiniz, bilmiyor muyum ben sizi?"

Atlas, Melek'in önüne bir adım daha attı.

"Bizim kimseden sakladığımız, gizlediğimiz bir şey yok Melek. Bana ve ona haddini aşacak şeyler söyleme. Yoksa onu ekrandan başka bir yerde göremezsin. O Sezin Ateş. Haddini bil. Onu hiç sana bunun üzerinden bir laf etti mi? Etmedi Melek. O her zaman onun ablası olduğunu sana hissettirdi. Ya sen? İstersen bunu tartışmayalım. Evimizden gitmelisin."

Melek odanın içinden kapıya doğru ilerlerken kapının kenar tarafında duran "Atlas'lı" bibloyu elinin tersiyle itikledi ve yere düşürdü. Kırılan biblonun parçaları Sezin Ve Atlas'ın ayaklarına kadar geldi.

İkisi birlikte aynı anda birkac adım geri çekildiklerinde Sezin'in gördüğü şey yere düşen biblonun saçılan parçaları ve Melek'in acımasız, dalga geçer gibi bakışlarıydı. Atlas ise hiçbir şey söylemeden öylece bakakaldı...

"Önemli değil." Dedi Atlas burukça.

"Zaten önemli bir şey değildi... Dekor."

Sezin başını hayır anlamında salladı.

"O senin için önemliydi, sadece bir dekor değildi, değil mi?"

Atlas sanki konuşmak istemiyor gibi alt dudağını ısırdı.

"Çok da değil."

"Senin için önemli olmayan şeylerin bu evde olmayacağını söylemiştin ama."

Atlas gülümsedi.

"Sorun değil."

"Sorun."

Atlas yavaşça eğildi, yere saçılan parçaları toplamaya başladı. Sezin de onun yanına diz çöktü, ama elleri titriyordu. Bir parçayı eline aldığında parmağını kesmekten son anda kurtuldu. Atlas, fark eder etmez onun elini tuttu.

"Dur," dedi, sakin ama otoriter bir tonla. "Bırak, ben hallederim. Seni daha fazla incitmelerine izin vermeyeceğim. Hiçbir şekilde."

Sezin, Atlas'ın ellerinde kendi ellerini hissederken gözyaşlarını tutamadı. Ama bu sefer, onları saklamadı. Sessizce ağlamasına izin verdi. Atlas, elindeki parçaları bırakarak Sezin'e döndü ve onun gözyaşlarını başparmağıyla nazikçe sildi.

"Her şey yoluna girecek, Sezin," dedi içtenlikle. "Ben buradayım. Ve ne olursa olsun, yanında olmaya devam edeceğim."

Sezin, Atlas'a baktı ve ilk defa o güveni derinlemesine hissetti. Gözleriyle ona teşekkür ederken başını Atlas'ın omzuna yasladı. Atlas, onu kollarıyla sardı ve şefkatle sırtını okşadı.

"Atlas..." diye fısıldadı Sezin, boğuk bir sesle. "Ben... Çok yoruldum."

Atlas, Sezin'in saçlarına küçük bir öpücük kondurarak fısıldadı: "Biliyorum, Sezin. Ama artık yalnız değilsin. Bütün bu yükü paylaşacağız. Söz veriyorum."

"Bu senin biblondu Atlas. Bunu ben tamir etmeliyim sanırım."

"Bunu biz tamir etmeliyiz. Yani bence öyle. Ve şimdi bunları bırakıyoruz ve biraz film izliyoruz? Ne dersin?"

"Olur." Dedi Sezin. Birlikte salona ilerlediklerinde Atlas oturdu, Sezin ise ona yaslanıp oturdu. Gözleri yanıyordu.

"Aslında film izlemekten daha iyi bir fikrim var." Dedi Atlas.

Sezin ona yaşlı gözlerle baktığında Atlas gülümsedi.

"Ben sana hikaye anlatacağım. Sen de çok seveceksin."

"Şimdiden sevdim." Deyip güldü Sezin.

"'Dünyanın bittiği bir yerlerde
Güzel sesli akşam perilerinin karşısında
Dimdik durup ayakta tutuyor göğü
Başı ve yorulmaz kolları üstünde.
Akıllı Zeus'un ona ayırdığı kader bu.
'Bu Atlas görür denizin bütün uçurumlarını,
Ve koca direkleri omuzlarında taşır,
Yeri göğü birbirinden ayıran direkleri.'' (Odysseia I, 53-55) diyerek tasvir ediliyor Atlas."

Atlas, Sezin'in yanına yaslanmış, yumuşak bir sesle konuşmaya başladı. Sesi dingin bir deniz gibi rahatlatıcıydı.

"Atlas... Mitolojideki Titan Atlas'tan bahsediyorum. Onun hikâyesi, güçlü olmanın ve yük taşımanın ne anlama geldiğini anlatır. Hani o, gökyüzünü omuzlarında taşımakla cezalandırılan Titan var ya? Herkes onun sadece bir ceza çektiğini düşünür, ama işin aslı biraz farklıdır. Aslında o, başkalarının yüklenmekten korktuğu bir sorumluluğu üstlenmiştir."

Sezin, başını Atlas’ın omzuna yasladı. Sesi bir fısıltı kadar hafifti. "Peki neden ceza almış? Ne yapmış ki?"

Atlas hafifçe gülümsedi, gözleri geçmişte kaybolmuş gibiydi. "Atlas, Titanlar ile Olimposlular arasındaki büyük savaşta Titanların tarafını tutmuştu. Tanrılara meydan okumak, onları devirmek istemişti. Ancak savaşı kaybettiklerinde, Zeus, Atlas'a ağır bir ceza verdi: Gökyüzünü ve yeri birbirinden ayıran o devasa direkleri sonsuza dek omuzlarında taşımak zorunda kaldı."

Bir an duraksadı, Sezin'e baktı. "Düşünsene, Sezin. O yükü taşımak kolay mıydı? Omuzlarındaki ağırlığı hissettiğinde ne kadar yorulmuş, ne kadar yalnız kalmıştır. Ama yine de asla pes etmedi. Yükünü sırtlandı, çünkü bir başkasının yapamayacağını biliyordu. Kendi gücünü sadece bir ceza gibi değil, bir görev gibi gördü."

Sezin, derin bir nefes aldı. Gözleri hâlâ yaşlıydı, ama Atlas’ın söyledikleri ona bir şeyleri hatırlatıyor gibiydi. "Peki... Hiç kurtulamadı mı? Hep taşımak zorunda mı kaldı o yükü?"

Atlas, gözlerinde sakin bir bilgelikle gülümsedi. "Mitolojiye göre, Atlas'ın hikâyesi, Herakles adındaki bir kahramanla kesişir. Herakles, on iki görevinden biri için Atlas’tan yardım ister. Atlas, Herakles'e yardım etmeyi kabul eder ama bunun karşılığında gökyüzünü bir süreliğine onun omuzlarına bırakır. O an, belki de hayatında ilk kez yükünün hafiflediğini hissetmiştir. Ama sonra yükü geri almak zorunda kalmıştır, çünkü bu onun kaderidir. Yine de bu kısa süre bile ona unuttuğu bir şeyi hatırlatır: yalnız olmadığını."

Atlas, Sezin'in gözlerine baktı, sesi daha da yumuşadı. "Atlas'ın hikâyesini hep sevmişimdir, çünkü bana şunu hatırlatır: Güçlü olmak demek, her şeyi tek başına taşımak değil. Ara sıra yükünü paylaşabileceğin birini bulmak da güçlü olmaktır. Ve Sezin..."

Atlas, Sezin'in elini nazikçe tuttu. "Ben senin yanındayım. Omuzlarında taşıdığın gökyüzünü yalnızca senin sırtlaman gerekmiyor. Bundan sonra bu yükü paylaşacağız. Ne olursa olsun."

Sezin gözyaşlarına engel olamadı ama bu kez gözyaşları, acıdan çok bir rahatlamanın işaretiydi. "Teşekkür ederim, Atlas. Sanırım… Senin gibi bir Atlas’a ihtiyacım varmış."

Atlas da hafifçe gülümseyerek başını salladı. "O zaman ben de bir Titan gibi gökyüzünü taşıyacağım, çünkü bu, seni korumak için yapmam gereken en doğru şey."

Sezin, "Atlas." Dediğinde Atlas yüzünde hafif bir tebessümle ona baktı.

"Seni çok seviyorum."

"Ben de seni seviyorum."

Sezin, yüzünü Atlas'a yakınlaştırırken Atlas bir an ne yapacağını bilemedi ve hareketsiz kaldı. O anda Sezin yaptığı şeyin doğru olup olmadığını bilmeden dudağına minik bir öpücük kondurup geriye çekildi.

"Sen benim gerçekten sevgilimsin Atlas."

"Sen de benim.

❀❀❀

Akşam yemeğinde mumlar hazırlanmış, ışıklar kapatılmış, güzel bir müzikle birlikte akşam yemeği yiyorlardı. Her şeyden konuşup gülüyorlar, günün stresini atıyorlardı ama Atlas'ın aklında hâlâ ona annesinden kalan yadigar biblo aklındaydı.

Zaman zaman onu düşünüyor, hüzünleniyordu. Sezin'in biblonun ona karşı anlamını sormaması onu üzmüştü. Bazen düşünüyordu, Sezin onu üzmüştü. Bazen düşünüyordu, Sezin onu gerçekten sevse duygularını daha çok sorgulardı, daha çok üzerine giderdi. Belki de onu yara bandı yapıyordu?

Sonra bu düşüncelerin gerçek olmadığını düşünüp örtbas ediyordu...

Bölüm : 11.06.2025 12:21 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...