19. Bölüm

Bazı aşksal konular/19

sevim Öğmenoğlu
sevim_svim

Gözlerimi onun yanında açtım. Sarı saçları yastığın üzerinde dağılmış, tıpkı bir çocuk gibi masum görünüyordu. Bir an onu uyandırmadan uzun uzun izledim. Atlas’ın yüzünde, yazılarında sıkça geçen o huzursuzluğun izleri hâlâ silinmemişti, ama uyurken bu izler biraz olsun yumuşamış gibiydi.

Yavaşça doğrulup üstümdeki pijamaları düzelttim ve mutfağa gittim. Dolabı açıp birkaç kahvaltılık çıkardım, ardından mutfak barının üzerine dizdim. Çayın altını yakarken, "Sanırım artık uyanma zamanı geldi," diye mırıldandım.

Atlas’ın yanına geri döndüm. Yüzüne düşen saçlarını nazikçe alnından geriye çektim. Onu öpüp uyandırmayı düşündüm, ama bir şey beni durdurdu. Tam o sırada, gözlerini yavaşça açtı. Gözlerindeki şaşkınlık bir an korkuya dönüştü.

"Günaydın," dedim gülümseyerek, sesim yumuşak ama içimdeki heyecanı gizleyemeyecek kadar canlıydı. "Nasılsın?"

Atlas bir süre hiçbir şey söylemedi, sadece yüzüme baktı. "Dün burada uyuyakalmışım," dedi sonunda, sanki açıklama yapması gerekiyormuş gibi.

Perdeyi araladım, odanın içine güneş ışığı doldu. Atlas gözlerini kısmak zorunda kaldı, elleriyle yüzünü ovuşturdu. "Günaydın," dedi mahmur bir sesle.

"Merak etme, kızmadım," dedim gülümseyerek. "Kahvaltıyı hazırlıyorum. Çay mı kahve mi istersin?"

Atlas önce bir şey söylemedi, sonra kısık bir sesle "Çay," diye mırıldandı.

Mutfağa döndüğümde, peşimden hafif adımlarla geldiğini fark ettim. O, mutfak barına oturup pijamalarının kollarını sıvazlarken, ben de bardakları hazırlamaya başladım.

"Dün gece bir rüya gördüm," dedi aniden. Sesi hâlâ uykulu ama bir yandan da dalgın bir tonu vardı.

"Ne gördün?" diye sordum, hafifçe arkamı dönerek ona baktım.

Atlas’ın yüzünde düşünceli bir ifade belirdi. "Tam olarak hatırlamıyorum," dedi, gözlerini yere indirerek. "Ama... garip bir huzur vardı. Uzun zamandır hissetmediğim bir şey."

Bir an elimdeki işi bırakıp ona baktım. Atlas’ın sözleri bir şekilde içime dokundu. Belki de yazdığı onca hikaye, taşıdığı onca ağırlık, onu bir türlü bu huzura ulaştırmamıştı.

"Huzur güzeldir," dedim sonunda, sesim farkında olmadan yumuşadı. "Belki bugün birazını buluruz."

Atlas gözlerini kaldırıp bana baktı. Gözlerinde ilk defa bir umut kıvılcımı gördüm. "Belki," dedi, sesi bu kez daha netti.

Kahvaltıya başladığımızda, her zamankinden farklı bir sessizlik vardı. Konuşmamız gerekmiyordu. Sanki bu sessizlik, ikimiz arasında söylenmemiş ama hissedilmiş cümlelerle doluydu.

Bir süre sonra Atlas, çatalını usulca tabağa bıraktı ve derin bir nefes aldı. Gözleri bir an masaya, sonra bana kaydı. "Sezin..." dedi, sesinde bir kararlılık vardı.

"Dinliyorum," dedim, ona doğru hafifçe eğilerek.

"Sadece... burada olmak," dedi, kelimelerini dikkatle seçerek. "Senin yanında olmak bana iyi geliyor."

Bir an ona baktım, sonra gülümsedim. Bu kadar basit bir cümlenin, bu kadar güçlü hissettirebileceğini o an anladım. "Burada olmana sevindim, Atlas," dedim.

Atlas’ın gözlerinde beliren o minik ama gerçek gülümseme, tüm sabahı daha güzel kılmaya yetmişti.

Yerimde biraz kıpırdandıktan sonra koltuğun üzerinde ekranı yanan telefonumu gördüm. Hızlıca koşup telefonumu aldığımda Cemre'nin aradığını gördüm.

"Garip bir şekilde... Cemre arıyor." Dedim.

Atlas gülümseyip benim telefonla konuşmamı bekledi.

"Efendim Cemre?" Dedim Atlas'a bakıp aynı anda Cemre yüzünden göz devirdiğimde Atlas'ın sırıtışı arttı.

"Lansman var." Dedi.

"Ne lansmanı ya?"

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Atlas'tan

Sezin, "Ne lansmanı ya?" Dediğinde Cemre ile konuşmalarına kulak kesilmiştim.

"Hadi ya..." Dedi Sezin yine göz devirerek. "Atlas'a sormam lazım."

O kadar fazla merak ediyordum ki Cemre'nin sesini telefonun ardından duymak için can atıyordum resmen.

Birkaç dakika konuşmanın ardından Sezin telefonu kapatınca çatal ve bıçağımı mutfak barına bırakıp, "Ne oldu?" Dedim.

"Şimdi şöyle..." Dedi Sezin.

"Şimdi Atlas, Hande Nurgül var ya, işte onun sinema filmi çıkmıştı işte. Onun lansmanına davetliyiz."

"İkimiz mi?" Dedim. Ne de garip bir soruydu. Birinci çoğul kişi eki vardı işte. "Ben ve sen davetli" demek yerine davetliyiz dedi. İkimiz de davetliydik yani!"

"E, ne güzel." Dedim.

"Bu kadın bir dünya markası," diyerek ayağa kalktı ve etrafında döndü Sezin.

"Sen de öylesin Sezin."

Sezin saçlarını savurup dönmeye devam etti.

"Ben değilim henüz."

"Film veya dizilerin birçok ülkeye satılıyor ama."

Sezin durdu.

"Evet, doğru. Ama koskoca Hande Nurgül diyorum."

Gülümsedim Sezin'e.

"Hande Nurgül'den bana ne? Bana sen lazımsın."

"Ya, öyle mi Yazar Bey?"

Başımı olumlu anlamda salladım.

"Çok güzelsin Sezin."

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yazar'dan

Sezin durakladı, Atlas’ın söyledikleri karşısında ne diyeceğini bilemedi. Gözlerinde beliren o minik şaşkınlık kıvılcımı, yerini yavaşça bir gülümsemeye bıraktı.

"Senin bu şekilde konuşmana alışkın değilim," dedi hafifçe başını eğerek. "Ama hoşuma gitti."

"Doğru olanı söylemek için fazla bekledim galiba."

Sezin derin bir nefes aldı, gözleri Atlas’ın üzerinde gezindi. Bu adamın yazılarındaki melankoli ve derinlik, şimdi gerçek hayatta da kelimelerine yansıyordu. "Atlas," dedi, sesi biraz titreyerek. "Benim için değerli olan tek şey şu an burada olmamız. Lansman, insanlar, Hande Nurgül… Hepsi bir yana. Ama burası, şu an bizim anımız."

Atlas’ın gözleri parladı. "Bunu duymak çok güzel."

Sezin bir an için durdu, sonra hafifçe kahkaha atarak mutfak tezgâhına yaslandı. "Ama yine de Hande Nurgül'le tanışmayı çok isterim. Seninle bir dünya markası lansmanına gitmek nasıl bir şey olacak merak ediyorum."

Atlas ona yaklaşıp hafifçe eğildi. "Eminim ki o lansmanda, herkes sadece sana bakacak."

Sezin’in yüzü kızardı. "Kibar bir yazarla bir lansmana gitmek, gerçekten garip bir deneyim olacak. Garip ama güzel, garip ama hoş."

Atlas gülümsedi, aralarındaki mesafeyi biraz daha azaltarak alçak bir sesle, "Kibar bir yazarla her şey güzel olur," dedi.

Sezin başını hafifçe salladı, bu samimi ve dürüst anı bir tebessümle karşıladı. "Hadi hazırlan," dedi sonunda. "Beni bu lansmanda utandırmana izin vermeyeceğim."

Atlas geri çekilip ona bakarken, Sezin’in yüzündeki kararlılığı görebiliyordu. "Tamam," dedi. "Ama unutma, oraya gidip parlayan kişi sen olacaksın."

Sezin cevap vermedi, sadece odasına doğru yürürken arkasından bir kez daha gülümsemeyi ihmal etmedi.o

Odasına giderken durdu ve geri dönüp Atlas’a baktı. "Bu arada, lansman akşam olacak," dedi gülümseyerek. "Yani tüm gün buradayız."

Atlas, elindeki çay bardağını mutfak barına bıraktı ve Sezin’in sözlerini duyunca rahat bir nefes aldı. "Bu iyi haber. Daha fazla birlikte vakit geçirebiliriz. Ayrı ayrı ya da birlikte."

Sezin gözlerini devirdi, ama yüzünde hala sıcak bir tebessüm vardı. "Evet, ama önce birkaç şey halletmem lazım. Sen de yazılarına dönmelisin, Yazar Bey."

Atlas, hafif bir kahkaha atarak başını salladı. "Anlaşıldı. Ama önce biraz tembellik yapmaya hakkım yok mu?"

Sezin onun yanına gelip kolunu masaya yaslayıp ona doğru eğildi. "Sana bir şartla izin veririm," dedi alaycı bir sesle. "Akşam o lansmanda beni yalnız bırakmazsan."

Atlas, ciddi bir ifade takınarak ona baktı. "Söz veriyorum. Ama aynı şeyi senin için de söyleyebilir miyiz?"

Sezin gülerek omuz silkti. "Lansmanda beni bırakmazsan, seni neden bırakayım?"

Atlas, bu sözü duyunca rahatlamış gibi görünüyordu. "O zaman anlaşma tamam," dedi.

Sezin ona elini uzattı.

"Anlaştık, Yazar Bey."

"Anlaştık, Sayın Kraliçe Sezin Hanım."

Sezin gülerek gözlerini kapattı.

"Ablan star bebeğim..."

Ardından büyük bir kahkaha patlattı.

Atlas ona bakarak göz devirdi.

"Ben sizden büyüğüm bir kere Oyuncu Hanım."

"Öyle olsun Yazar Bey."

Sezin ellerini Atlas'ın saçlarına götürdü ve halihazırda dağınık olan saçlarını daha da dağıttı.

"Sakın bu saçla lansmana geleyim deme aslan parçası." Deyip gülmeye devam etti.

Atlas da ellerini uzatıp Sezin'in topuz tokasını çıkardı.

"Bence sen de bu saçla lansmana gelme olur mu Sezin'ciğim." Dedi ve güldü. Sezin kaşlarını çatmıştı ama uzun süre ciddi kalamamıştı.

Sezin'in gülüşü onun gülüşünü bastırdığında Atlas, Sezin’in kahkahasıyla bir an duraksadı. Bu ses, onun yazılarında tasvir etmeye çalıştığı ama asla tam anlamıyla yakalayamadığı bir neşe gibiydi. Gözlerini Sezin’in yüzünden ayıramadı; gülüşünde bir dünya saklıydı. "Seninle her şey güzel olur," diye düşündü ama bu düşüncesini dile getirmedi.

Sezin, Atlas'ın açıp dağıttığı saçlarını ona doğru savurdu. Çok güzel kokuyordu.

"Hiç gitmezsin değil mi Sezin?" Dedi birdenbire Atlas.

Sezin'in gülüşü soldu.

"O nasıl söz Atlas? Olur mu öyle şey. Mod düşürme bak dur." Dedi ve telefonunu tekrardan eline aldı.

Bir şarkı açtı ve dans etmeye başladı. Atlas onun bu hallerini -daha önce bu kadar olmasa da odasında birkaç kez onu dans ederken yakalamıştı- çok seviyordu... Derken Sezin, Atlas'ın ellerinden tutup onu kaldırdı ve ellerini yukarı aşağı hareket ettirmeye başladı. ,

"Sakin ol melankoli adam, akışına bırak biraz, hadi, dans dans dans!" Dedi.

"Ah, sen biraz delisin.." derken Sezin geri çekildi ve telefonunu mikrofon gibi ağzına doğru tuttu.

Bu Sezin'in hayali mikrofonuydu.

"Hatta bana deli divanesin, bensiz bir hiç gibisin, sen yalnızca benimle iyisin." Diye bağırırken salona doğru büyük adımlar atarak geri geri giderken Atlas'ı da kendiyle çekiyordu.

"Evet," dedi Atlas içinden. "Ben yalnızca seninle iyiyim Sezin."

Atlas'ın hissettiği şeyler karmakarışıktı, belli olan tek şey, Atlas'ın, Sezin'in ellerini tutarken hissettiği şey bir özgürlüktü. Hayatın karmaşıklığı, geçmişin ağırlığı, geleceğin belirsizliği...

Hepsi bir an için yok oldu Atlas için. Sadece Sezin vardı. Sadece o anın büyüsü. Belki de hayat dediği şey tam olarak böyle bir şeydi.

Aniden şarkı sesi kesildiğinde Sezin ofladı. Şarjı bitmişti.

"Neyse, olur öyle şeyler." Deyip Atlas'a ters ters baktı.

"Melankoli adam, bu melankolik hâliyle telefonumun da şarjını bitirdi." Dedi ve güldü.

Gerçekten şarkıda dediği gibi Atlas, "Güneşi gülüşüne nasıl sığdırdın"a gelmişti.

Bu kızın hep gülmesi gerekiyordu...Hep.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sezin'den

"Ay şu kahvaltı masasını toplayalım," dediğimde Atlas'ın yanından geçip gitmek isterken Atlas beni tuttu.

"Gitme."

"E sen de gel Atlas'cım, gitmiyorum ya bir yere. Çarpılacağız ağzımız burnumuz dönecek göreceğiz bir yere gitmeyi."

Bu dediğime karşı Atlas kendini tutmaya çalıştı ama tutamadı ve güldü.

"Ne kadar da esprilisin ya sen." Dedi.

"Öyleyimdir," dedim yalandan göz devirerek. "Espri yeteneği olmayanlar utansın."

"Bana laf mı çarptın bakalım sen?" Dedi.

"Hayır çarpmadım. Direkt eline tutuşturdum espri yeteneğin olmadığını."

"Aslında var," dedi Atlas. "Sadece her zaman kullanmıyorum."

"Seni bunu bilecek kadar tanıyorum."

Atlas gülümsediğinde elimi onun yanağına koyup yanağını okşadıktan sonra konuşmak için tam ağzımı açmıştım ki bir adım geriye çekildim.

"Sen işlerini hallet ama ilk önce masayı toplayalım," Dedim. Bana sanki söyleyeceğim şeyi söylemem için cesaret verircesine bakıyordu ama söylemeden onun arkasına doğru yürüdüm ve birkaç şey alıp buzdolabına doğru yürüdüm. O da benim yaptığımın aynısını yaparak bana ayak uydurdu. Tamamen toplandığımızda iki elimi de avuç içlerim ona dönük olacak şekilde yukarı kaldırdım.

"Eh," dedim. "Bana müsaade..."

"Nereye gidiyorsun?" Dedi.

"Kahve yapacağım, içecek misin?"

"Evet. Ben de üst kata, balkona çıkacağım zaten.

"Tamam, kahveyle gelirim yanına," dedim. O sırada Atlas merdivenlere yöneldi, ben ise mutfağa doğru döndüm. Kahve makinesine iki fincan koyup hazırlanmasını beklerken, aklım hâlâ Atlas’ın yüzündeki ifadeye takılıydı. Bazen öyle derin, öyle anlamlı bakıyordu ki insanın ruhuna dokunuyordu sanki.

Kahveleri hazırlayıp üst kata çıktığımda, Atlas balkonda, günün tamamen aydınlandığı hatta öğlenden sonra güneşinin gökyüzüne bakıyordu. Elimdeki fincanlardan birini ona uzattım.

"Al bakalım, melankoli adam," dedim hafifçe gülümseyerek.

Atlas kahveyi aldı ve bir yudum içtikten sonra, "Bu kahve de senin gibi," dedi.

"Nasıl yani?" diye sordum şaşırarak. Bugün bir hoşluk doluydu.

"Sıcacık ve enerjik," dedi. Sesi ciddi gibi görünse de yüzünde ince bir tebessüm vardı.

"Pekâlâ, bu güzel bir kurtarma hareketiydi," dedim kahkaha atarak.

Birlikte balkonda oturup kahvelerimizi içtik. Şehir, yavaş yavaş uyanıyordu. Aşağıdan gelen sesler, uzaklardan geçen arabaların uğultusu ve kuşların cıvıltısı… Hepsi o anın huzuruna eşlik ediyordu.

Atlas bir süre sessiz kaldıktan sonra bana döndü. "Sezin, seni tanıdığımdan beri hayatı daha farklı görüyorum," dedi.

"Bu kadar derin bakma her şeye Atlas, sadece anın tadını çıkar," dedim. Ama o cümlesini tamamladı.

"Hayır, gerçekten. Sen yanımdayken her şey daha anlamlı. Yazdıklarım bile daha güçlü geliyor. Bunu daha önce hissetmemiştim."

Elimdeki kahve fincanını masaya bırakıp ona döndüm. Gözlerinin içine baktım ve ne kadar ciddi olduğunu gördüm. Bir an, o kadar samimi ve savunmasızdı ki ne diyeceğimi bilemedim.

"Sadece ben değil Atlas," dedim sonunda. "Bu, senin yeteneğin. Senin dünyayı görme biçimin. Ben sadece sana eşlik ediyorum."

Atlas başını salladı ama gözlerinde hâlâ bir şeyler söyleme isteği vardı. Sonunda konuşmadı. Sadece bana gülümsedi ve uzaklara bakmaya devam etti. Bu adamın içinde ne fırtınalar koptuğunu merak ediyordum, ama o fırtınaların beni de içine çekmesine izin verecek kadar o cesur muydu ya da ben cesur muydum, bilmiyordum.

Aşağı inip birkaç yastığı ve dans ederken gerisi geriye bacağımla çarpıp yerinden oynattığım koltuğu yine yerine getirdim. Sanırım biraz daha kahveye ihtiyacım var gibi hissetmiştim.

Eğer bir isim tamlaması olsaydım "Kafein Kadın" olurdum.

Tekrardan kahve makinesine koyduğum bardağın başında beklerken suyu açıp yüzüme su çarptım. Çoktan şarjı dolmuş telefonuma bakarken ablamı aramak geldi aklıma.

Numarasını tuşlayıp rehberden ismini bulup onu aradım ama açmadı. Nefret ediyordum bu huyundan! Ne zaman açmıştı ki o telefonu?!

Mesaj bölümüne girip ona mesaj yazdım.

Siz: Ne zaman arasam o telefon açılmıyor abla.

Siz: Niye var ki o telefon?

Siz: Seni merak ediyorum he.

Ablam: Çalışıyorum Sezin.

Siz: Anladım, kolay gelsin.

Siz: Seni seviyo...

Mesajı sildim.

Siz: Müsait olunca yaz bana ben seni ararım.

​​​​​​Ablam: Tamam.

Telefonu pandalı pijamamın cebine koydum ve kahveyi makineden aldım. Yukarı çıkarken ışıkları kapatmayı da ihmal etmedim. Bebek adımlarıyla yukarı çıktım. Size tarif etmek gerekirse dönen bir merdiven vardı. O merdiven ise bir odaya çıkıyordu. Odanın içi ne fazla boştu, ne de fazla doluydu. Eski tip küçük bir televizyon, ipe asılmış birkaç resim, ledler, duvarlarda gerçekten estetik gözüken resimler ve bir masa ve sandalye vardı. Büyükçe bir de cam, camın ardında büyük bir balkon. Balkonda ise iki adet renkli -Biri mavi, diğeri kırmızı- puflar vardı. Pufların ortasında küçük bir masa. Artı olarak sağda duran kırmızı pufun yanında bir yine bir çalışma masası ama biraz küçük, ve bir sandalye işte.

Cama yapıştırılmış ayrıca renk değiştirebilen ledler ise ayrı bir güzeldi. Atlas gibi "Melankoli adam"dan böyle bir zevk beklemek aslında çok da olası değildi ama olmuştu işte. Atlas oradaki sandalyeye oturmuş defterine bir şeyler karalıyordu.

Öyle dalmıştı ki benim bile geldiğimi fark etmemişti. Kapı eşiğinden onu izliyordum. Onu ilk defa beni yanında yok bilirken davrandığı gibi görmüştüm. Atlas'ın bu düşünceli ve odaklanmış hâli her zaman olduğu hâlde bana çekici gelmişti.

Derin bir nefes aldım. Kahveyi pufların arasındaki küçük masaya bırakıp onun yanına ilerledim. Onun defterini görmek ister gibi narince eğildim ve nazik bir sesle ona sordum: "Ne yazıyorsun Yazar Bey?"

O gülümsedi.

"Bilmiyorum ki, pek bir şey yapmıyorum. Belki de seni yazıyorum."

"Beni mi?" Derken şaşkınca bir tepki verdim. Kaşlarım kalkmış, gözlerim hafifçe açılmıştı.

Atlas önündeki defterini kapatıp yüzüme baktı.

"Evet." Derken gözleri bu şehirden daha parlak gözüküyordu.

Biraz utanmıştım. Hatta biraz değil, bayağı utanmıştım.

"Sen hayatımın ışığısın. Senin gülüşün, saçlarının rüzgârdaki dansı, bana söylediğin o küçük ama etkili cümleler… Bunların hepsi kelimelere dökülmeyi hak ediyor."

Biraz şaşırmış, biraz da utangaç bir şekilde gülümsedim. "Ben sadece sıradan biriyim. Niye bu kadar büyütüyorsun?"

Atlas, sandalyesinden kalktı karşıma geçti. Yüzümü avuçlarının arasına alarak gözlerimin içine baktı.

"Sen sıradan biri değilsin, Sezin. Sen benim dünyamda, sıradanlığın ne demek olduğunu unutturan kişisin."

Sezin gözlerindeki ciddiyeti gördüğümde kalbim hızlanmaya başladı. Onun söylediklerini hafife alacak gibi oldum ama Atlas beni susturdu.

"Sadece bir saniye… Lütfen, bırak konuşayım," dedi Atlas alçak ama kararlı bir sesle söylemişti bunu.

"Hayat, benim için hep karanlık bir hikâyeydi. Ama sen… Sen o hikâyenin ortasına düşen bir ışık gibisin. Seni düşündüğümde, kelimeler bana daha anlamlı geliyor. Seni gördüğümde, yazılarımın içinde bir umut doğuyor. Ve seni hissettiğimde… her şey tam oluyor."

Gözlerim doldu. Atlas’ın bu kadar açık konuşacağını beklemiyordum. Bir adım daha attım ve aralarımozdami o mesafeyi kapattım.

"Atlas…" dedim kısık bir sesle. "Ben de..."

Atlas, cümlemin bitmesine izin vermedi. Parmaklarını yüzüme hafifçe dokundurarak devam etti.

"Sadece burada ol. Konuşmana gerek yok. Beni tamamladığın gibi, ben de seni tamamlamak istiyorum."

Kalbimin daha fazla dayanamayacağını hissederek Atlas’a yaklaştım ve onun boynuna sarıldım.

"Atlas, bu kadar güzel konuşmayı bırak. Yoksa gerçekten sana âşık olduğumu düşüneceğim."

Atlas, hafifçe gülümseyerek bana daha sıkı sarıldı. "O zaman bırak düşünme. Sadece hisset, Sezin."

Şehir, arkamızda ışıklarını yakıp söndürürken, ikimiz de o anın büyüsüne kapılmıştık. Konuşmalar, kelimeler, hatta şehir bile bir süre susmuştu. Sadece biz vardık. Sadece hissettiklerimiz ve biz...

Bir adım geri çekildiğimde kollarımı Atlas'ın sardığım boynundan çektim.

"Bakabilir miyim ne yazdığına."

"Emin misin Sezin?" Dedi gözlerimin tam içine bakarak. Mavi gözleri çok güzeldi.

"Evet," dedim.

"Daha sonra baksan olur mu?" Dedi Atlas. Ben de onu daha fazla zorlamamak adına, "Olur," dedim.

"Neyse," dedim pufların birine aniden oturarak. "Diğer kahvemi dönüp yenisini yaptım işte ben de. Otursana sen de." Dedim.

"Aslında biliyor musun, elbise seçmem gerek, saçım yapılacak. Ama ben burada tembellik yapmayı seçiyorum."

"Sen hâlâ Oğuz'u mu seviyorsun?" Dedi bana birdenbire.

Ben de far görmüş tavşan gibi kilitlendim.

"Ney?" Dedim gülerek.

O ciddiydi. Bunu fark ettiğimde ben de ciddileştim.

"Sonuçta onu kıskandırmak için benimle oldun?" Dedi.

"Evet seninle bir oyun için birlikte oldum. Ama sen de bir oyun için benimle birlikte oldun. Sonra buradayız işte."

"Ben sana çok alıştım ama."

"Ben de sana Atlas."

❀❀❀

Flashback:

"Bak," demişti annem ilerde, uzaktaki gökkuşağını işaret ederek: "Biliyor musun Sezin, gökkuşağının sonunda bir tekboynuzlu at varmış. Bu tekboynuzlu at küçük, senin gibi güzel kızların dileklerini yerine getirirmiş."

"Ben de dilek dilemek istiyorum," demiştim. "Ama gökkuşağının sonunu göremiyorum."

"Olsun, şimdi gözlerini kapat," dedi annem.

Ben de gözlerimi kapattım.

"Dileğini gözlerinin önüne getir. Sonra onu sesli söyle."

Ben de anneme karşılık olarak demiştim ki, "Hep beraber sonsuza kadar yaşayalım."

Ardından ablam gelmişti annemle yanımıza, "Ne yapıyorsunuz?" Demişti.

❀❀❀

Atlas beni kollarımdan canımı acıtmadan sarstığında gözlerimi onun gözlerine dikmişken buldum kendimi...

Bölüm : 24.12.2024 18:25 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...