13. Bölüm

PAPATYA.

Şevval Bayrambey
sevvallbayrambey

 

12.BÖLÜM / PAPATYA.

Gün sabahın erken saatlerinde başlamıştı. Gözlerini açtığında yatağı karışıktı. Yastığı yerinden kaymış, çarşaflar her yöne dağılmıştı. Uyanıldığında, her şeyin belli bir düzene girmesi gerektiğini biliyordu. Hızla yatağını topladı. Odada yalnızdı. Sadece, sabahın erken saatlerinde duyduğu, dışarıdan gelen diğer çocukların gülüşmeleri ve kahkahaları vardı.

Burası büyük bir yerdi, oldukça kalabalıktı ama bu çocuk kimseye yakın olmuyordu. Sabah kahvaltısına gitmek için koridora adım attığında, bir grup geçiyordu önünden. Birkaçına aşinaydı, diğerlerini tanımıyordu. Herkes, kendi dünyasında kaybolmuş gibiydi.

Kahvaltı salonundaki masalar neredeyse doluydu ama o genellikle köşedeki masaya oturur, kimseyle pek konuşmazdı. Yurt görevlileri onları gözlerken, onlar sadece yemeklerini yerdi. Yalnızlık, en iyi bildiği şeydi. Yalnız olmanın ne demek olduğunu daha küçükken öğrenmişti zaten.

Gün boyunca belli zamanlarda dersler olurdu. Ama çocuk, odağını bulmakta zorlanıyordu. Matematiğe mi yatkındı? Sözele mi? Bu soruların cevabını bulabilecek bir ailesi yoktu.

Öğle saatinde bahçedeki kamelyaya oturdu. Hava güneşliydi. Yanına, ondan yaşça küçük başka bir çocuk yaklaştı ve küçük elleriyle bir papatya uzattı. Çiçeği verdikten sonra hızla koşarak uzaklaştı ve papatyaların arasına geri döndü.

Çocuk, bir süre bu papatyaya bakıp düşündükten sonra derin bir nefes alarak yerinden kalktı. Bahçedeki diğer çocuklar gibi koşarak oynamadı; sadece sessizce yürüdü, gözleri uzaklara dalmıştı. İçindeki boşlukla baş başa kalmıştı.

🌼

Alaz evin önüne geldiğimizde motoru durdurdu.

İçimden geçen karışık duygular, aklımı kurcalarken Alaz’a baktım. “Teşekkür ederim,” dedim, sesim titrek ama samimiydi. Alaz başını hafifçe öne eğdi, ‘’Kendine iyi bak,’’ dedi.

Karşılığında bir şeyler söylemeye cesaret edemedim. Her şey o kadar karışıktı ki.

Alaz, motoruna oturdu ve ben eve doğru ilerlemeden, bana bir bakış attı, halime üzülür gibi.

Eve girdiğimde, her şey çok daha karışık oldu. Amcamın çıkardığı öfkeli sesleri duydum. Sigarasını yaktıktan sonra çakmağını masaya fırlatmıştı. O kadar sinirliydi ki, hareketlerinden öfkesini hemen anlamıştım.

Yine amcamın aramalarını duymamıştım. O kadar haklıydı ki, aslında daha çok kendime kızıyordum. Her şey sanki bir duvar gibi üzerime çöküyordu.

“Telefonunu neden duymadın, Dünya Hanım? Neredeydin?!” diye bağırdı amcam. Yüzündeki ifade yüzünden vücudum buz gibi olmuştu.

“Yine nereye kayboldun? Neden haber vermedin? Saatlerdir neredesin Dünya? Hep aynı şeyleri konuşmak zorunda mıyız?!”

Birden, içimdeki tüm duygular patladı. Gözlerim yaşla doldu ve başım dönmeye başladı. Ellerim titriyor, nefesim kesiliyordu. Bağırmak istedim ama sesim çıkmadı. Babam bana hiç bu şekilde bağırmazdı.

“Annem ve babam olsaydı, böyle olmazdı,” dedim, gözümden bir damla yaş aktı. “Keşke, keşke yetimhaneden senin yanına gelmeseydim. Keşke…”

Ağlamaktan boğuluyordum. “Keşke annem ve babam hala hayatta olsaydı! Her şey daha farklı olurdu. Ne yapacağımı bilmeden buradayım, amca! Sana yabancıyken, senin yanındayım! Bunun nasıl bir yük olduğunu fark ediyor musun? Hiç soruyor musun, ‘Nasılsın?’ diye?’’

Bir çığlık gibi yükselmişti sesim. O kadar kırılmıştım ki, o kadar boğuluyordum ki, kendi içimde yok oldum.

“Allah kahretsin ki, yine bayıldım! Yine bayıldığımdan haberin var mı amca? İyi olmadığımdan haberin var mı?” Bu defa öfke yerine sadece çaresizlik vardı. İçimde her şey çöküyordu. Ne için savaştığımı, neye tutunduğumu sorguladım. Bu dünyada tek başımaydım ve içimde her şey günden güne kayboluyordu.

Amcamın yüzündeki sert ifade gitmişti. Yüzünde bir şaşkınlık belirdi. Herkesin bildiği amcamın o sert bakışları, bu sefer bana karşı bir kırılganlık taşıyordu.

"Bu kadar mı?" dedi amcam, sesi kesik ve donuk.

Gözlerim ona odaklanmadı. Nefesim düzensiz, kalbim hızlıca atıyordu. "Seninle olmak istemiyorum! Beni anlayamayan biriyle yaşayamıyorum! Artık her şey çok yoruyor!" Sesim boğazımda takılı kaldı. Her kelimem bir bıçak gibi yine bana saplanıyordu.

"Yeter!" diye bağırdı amcam, elleriyle saçlarını yolmuş gibi. “Daha ne kadar ileri gideceksin? Yeter artık, her şeyin suçlusu ben değilim! Her gün senin bu halini görmek zorunda mıyım? Senin için her şeyi yapıyorum!"

Amcamın sesi beni daha da boğuyordu. Bana aylardır zor, sert, baskıcı bir hayat sunmuştu. Her defasında onu alttan almaya çalışmıştım, ama artık alttan alacak yerim kalmamıştı. Onun da içinde bir boşluk vardı, biliyordum. Ama o, bu boşluğu başka bir şekilde doldurmaya çalışıyordu.

Amcamın bu kadar öfkelendiğini daha önce hiç görmemiştim. "Seninle ilgilenen tek kişi ben oldum! Ama sen, her seferinde..." sustu.

Ağlamaktan boğuluyordum. Sesim gitgide daha çok çıkmaz oluyordu. “Keşke senden başka bir şansım olsaydı." dedim, sesim titreyerek. "Emin ol başka şansım olsaydı, sen seçeneğim olmazdın, amca. Artık, ben yokum!"

Çığlık atmak istedim ama sadece içimde bir boğaz düğümü kaldı. Gözyaşlarım gözlerimden hızla süzüldü ve her bir damla, içimdeki boşluğu daha da büyüttü.

Elimin tersiyle gözyaşlarımı silerek, hızlıca merdivenlerden çıkmaya başladım. Amcamın bağırışları hala kulaklarımda çınlıyordu.

Odamın kapısını çarparak içeri girdim. Gözlerim, odayı taradı. Yatak, masa, dolap... Her şey tanıdık ama aynı zamanda o kadar yabancıydı. Aylardır kendimi burada, bu odada hapsolmuş hissetmiştim. Buraya geldiğim ilk günü hatırladım ve fark ettim ki, ilk gün ne hissettiysem bugün de aynı hisleri taşıyordum. Buraya ait değildim.

Kulaklarımda yine o fısıltı belirdi,

‘’Kaç.’’
‘’Buraya ait değilsin.’’

Çantamı yerleştirirken ellerim titriyordu.

Kıyafetlerimi dolaptan çıkardım. Birkaç kitap ekledim çantama. Ama bir şey vardı, her şeyden önce alacağım tek şey vardı. Kuki. Yetimhanede bir arkadaşım tarafından bana hediye edilen, o günden beri bana hep güven veren, tek dostum olan oyuncak ayım. Onu da alıp çantama koyarken, gözlerimden süzülen yaşları hissettim ama bu sefer ağlamak yoktu. Kendimi ağlamaya izin vermeyecek kadar güçlü hissettim.

Amcamın sesini duydum. Merdivenin dibinden yükseldiği öfkesini, ağzından fısıldadığı kelimeleri… Derin bir nefes aldım ve kapıyı çarpıp odadan çıktım.

“Dünya!” diye bağırdı amcam, adımlarını hızlandırarak peşime düştü. “Nereye gidiyorsun? Bu yaptığın ne demek? Dur, konuşmamız lazım!”

Ama ne kadar bağırsa da, duymadım. Hızla aşağıya inerken, ellerim titremeye, kalbim hızla çarpmaya devam etti.

“Dünya, dur!” dedi amcam, bu sefer sesindeki çaresizlik biraz daha belirginleşmişti. “Bir dakika! Nereye gidiyorsun?” Amcamın bağırışları arkamda kalmıştı. Durmadım. Artık bir şeyler söylemek, ona bir şey anlatmak istemiyordum.

Evden çıktım. Adımlarımın altında sanki dünyanın tüm yükü varmış gibi hissediyordum. İçim burkulmuştu, kafamda o kadar çok düşünce vardı ki, hiçbirine odaklanamıyordum.

Ne yapmam gerektiğini, nereye gideceğimi bilmiyordum. Sadece bir süreliğine uzaklaşmak istiyordum, her şeyden. Huzuru, birazcık bile olsa içimde bulabilmek, derin bir nefes alabilmek istiyordum.

İşlek olmayan caddeye çıktığımda karşımda gördüğüm yüz Alaz’a aitti. Motoruna yaslanmış, kollarını önünde bağlamış şekilde duruyordu. Hava soğuktu, ama o, havadan daha soğuk bir şekilde orada duruyordu. Bir süre duraksadım ve öylece Alaz’a baktım. Neden orada olduğunu bilmiyordum ama garip bir şekilde onu orada görmek, sanki biraz hafiflememi sağladı.

Adımlarımı hızlandırarak yanına doğru ilerledim. Beni gördüğünde duruşunu değiştirdi. Kollarını ceketinin eteklerinde dolaştırarak bana doğru bir adım attı.

Yanına vardığımda, yanaklarım çoktan ıslanmıştı. İçimde biriktirdiğim duyguları atacak başka bir çıkış yolu bulamıyordum, sadece ağlayabiliyordum. Yavaşça, çok zorlukla, ona baktım. Cevabını zaten tahmin ediyordum ama yine de sordum, “Neden buradasın?”

Gözlerimden bir damla yaş daha süzüldü. Sözlerim boğazımda takıldı, ağlamakta bile zorlanıyordum.

Alaz’ın gözlerinde alışık olduğum o sertlik yoktu. Bu sefer, bana bakarken gözlerinde bir şefkat vardı. “Yardıma ihtiyacın olabilir diye düşündüm.”

Sözleri, bir anlık bile olsa, içimdeki karmaşayı biraz olsun sakinleştirdi. Sanki o anda bir parça olsun beni anlayan birini bulmuştum.

Alaz, bana birkaç adım daha yaklaştı ve derin bir nefes aldı. "İyi misin?"

Bir yandan hala ağlıyordum ama Alaz’ın sesindeki sakinlik, her şeyin daha az boğucu hale gelmesine sebep oluyordu. Gözlerimi ondan ayıramadım. Alaz, bu kadar sert ve mesafeli bir insanken, şuan nasıl bu kadar şefkatli olabiliyordu?

"O kadar çok şey birikti ki..." diye fısıldadım, "Artık ne yapacağımı bilmiyorum. Her şey çok karışık."

Alaz, gözlerinde sakin bir anlamla bana bakarken, hafifçe gülümsedi. "Sana iyi gelecek bir şey biliyorum," dedi.

"Atla." diye ekledi, başıyla motorun arkasını işaret ederek.

Bir an duraksadım, ama içimdeki belirsizlik ve karışıklık baskın geldi. Zaten gidecek hiçbir yerim yoktu.

Alaz’ın sözlerine direnemedim. Alaz yine beni motorun arkasına oturttu ve kaskı başıma geçirdi. Motorun titreşimleri, beni içine çekiyordu. Alaz gazı açtı, ben de omuzlarına yaslanarak kendimi ona bıraktım. Havanın soğukluğu yüzüme çarpıyor, içimdeki gerginlik biraz olsun çözülüyordu.

Yol boyunca sessizlik hâkimdi. Alaz’ın sürüşü, meditatif bir hale gelmişti. Motorun sesi, arada bir çalan rüzgârın uğultusu dışında hiçbir şey duymuyordum.

Alaz motoru, Underground’ın önünde durdurdu. Hava, nemli ve soğuktu. O siyah büyük kapı, yine her açıdan gizemli ve davetkâr bir şekilde duruyordu. Bu mekân belli ki, çok fazla izi taşıyan bir yerdi. Çok sayıda akmış kan, kırık kemikler, acılar...

Alaz motoru kapattı ve yavaşça kaskını çıkardı. Ardından bana döndü, gözleri yine sakin ama sertti. “Burası, her şeyden uzaklaşmak için güzel bir yer. Sana iyi gelecek. Hadi, içeri girelim.”

Motorun yanından ayrıldık ve ağır adımlarla binaya doğru ilerledik. Alaz’ın arkasında yürürken, binanın önündeki sessizlikte derin bir nefes aldım. Alaz cebinden çok sayıda anahtar çıkardı ve tek seferde büyük kapıyı açabildi. Underground’dan içeri adım attık. İçeriye girdiğimizde, Alaz’ın varlığı ve salondaki sessizlikle baş başaydım.

Salonun içi genişti, karanlık bir yer döşemesi vardı, her köşe bir sessizliğe gömülmüş gibiydi. Birkaç saniyelik sessizliğin ardından, “Ellerine uygun bir eldiven bulalım,” dedi Alaz, gözleri ringe odaklanmıştı.

Odadan getirdiği eldivenleri elime geçirirken, kendimi biraz saçma hissetmiştim. Hayatımın son haftalarını düşününce, boks ringiyle terapi koltuğu arasında gidip gelmek bana artık normal gelmeliydi belki de. Ama yine de… Yumruk atmak? Bana göre değildi. En azından, şimdilik öyle sanıyordum.

Alaz gözlerini bana dikerek bir adım attı. “Hazırsan, başlıyoruz,” dedi, sesi net ve emir verir gibiydi.

İşaret parmağımı havaya kaldırarak, ‘’Uyarayım, eskiden yastık savaşı şampiyonuydum. Rakiplerim hâlâ yastık korkusuyla uyanıyor.” Dedim.

Alaz hafifçe güldü. O gülerken, tüm salonun ışığı biraz daha sıcak yanıyor gibi oluyordu. ‘’Ben de eski boks şampiyonuyum. Rakiplerim hâlâ beni Instagram’dan engelliyor.’’ Etkilenmiştim. Kesinlikle çok etkilenmiştim!
‘’Öncelikle, burası bir savaş alanı değil,” dedi Alaz, “Burası sadece senin, kendinle baş başa kalıp her şeyi arkada bırakabileceğin yer. Şimdi karşındayım. Vur gitsin.”

Ona bakarak, ne demek istediğini anlamaya çalışıyordum. Alaz, gard duruşuna girmemi beklerken, ben de ellerimi hafifçe sıkıp, kararlı bir şekilde ayakta durmaya çalıştım.

“Yani, ciddi ciddi sana vurayım mı şimdi?” dedim.

Başını yana eğip, o tipik gülümsemesini takındı. “Evet, vuruş serbest. Kalbim sağlam, merak etme, dayanır.”

İlk hareketimi yapacaktım ama asla hazırlıklı değildim. Gözlerimi kıstım. “Peki madem. Hatırlat da yarın koluna buz koyayım.”

Hemen ileri bir adım attım ve ilk yumruğumu savurdum. Yumruğumun onun demirden (!) omzuna çarpmasıyla yalnızca kendi bileğim sarsıldı. O ise sadece kahkaha attı.

“Bu neydi şimdi? Kedi patisi mi? Ben bunun için mi seni ringe getirdim?”

Kollarımı indirip ona baktım. “Yani, agresifliğimi sözlerle ifade etmeyi tercih ediyorum genelde.”

Alaz bir adım geri çekilip hafifçe eğildi, ellerini havaya kaldırdı. “Bu sefer vücut dilin konuşsun, ağzın değil. Haydi, gardını al.”

Kendimi toparlayıp, birkaç adım geriye atıldım. Bu kez hamlemi daha sağlam yapmalıydım. Belli ki Alaz’ı etkilemek için yastık savaşı geçmişim yeterli değildi. Ellerimi kaldırdım, gözlerimi kısarak ona baktım. “Tamam... Şimdi işte şimdi gerçek boksuma başlıyorum. Hazır mısın, Rocky?”

“Yalnız Rocky bile senden daha az iddialıydı,” diye güldü. “Hadi bakalım, göster bana o efsanevi yumruğunu.”

Hızlıca bir sağ kroşe attım. Hedefim tam onun omzuydu ama Alaz yumruğumdan kaçtı ve ben yalnızca havayı yumruklayıp dengesizce bir adımla ileri fırladım. Zar zor ayakta kaldım.

“Beni hayal kırıklığına uğratma, yastık şampiyonu. Hadi, bir daha dene. Bu sefer düşünmeden.” dedi, Alaz.

Derin bir nefes aldım. Yumruklarımı kaldırdım. Bu kez sol yumruğumu savurdum. Bir kez daha koluna isabet etti. Alaz kabul eder mi bilmiyordum ama bence sert bir vuruştu.

Alaz hiç geri çekilmedi. Sadece kaşlarını kaldırdı. “Hmm… Bu sefer ciddiyet var galiba. Hoşuma gitti, devam!”

Gülümsedim. İçimde küçük bir zafer havası esti. “Evet, ama hâlâ ısınma turundayım. Sonraki yumruk için dua et.”

Alaz, “Dua mı?” diye tekrarladı alaycı bir ifadeyle. “Ben doğrudan vasiyet yazmaya başlamalıyım belki de.”

Kahkahayı bastım. O an boks ringinde değil de bir komedi kulübünde gibiydik. Ama o rahat gülüşümün altında, içten içe garip bir huzur vardı. Sanki yumruklarımla birlikte, içimde taşıdığım yük hafifliyordu.

“Tamam,” dedim, tekrar gardımı alırken. “Bu sefer hedefe odaklanıyorum. Seninle ciddi ciddi dövüşebilirim.”

Alaz, ellerini yeniden kaldırdı. “Harika. Bu demek oluyor ki, sonunda gerçek bir rakibim var.”

Yumruğumu savurmadan önce gözlerinin içine baktım. Orada bir şey vardı… Sertlik değil, güven. Karşımdaki kişi, bana sadece kendimi değil, öfkemi de tanıtmak istiyordu. Ve belki de korkularımı.

Bir adım attım. Bu sefer vuruşum biraz daha dengeliydi. Tam göğsünün hizasına geldi. Alaz bu kez geri çekilmedi. Yumruğumu yumuşakça karşıladı. Bu dövüşün içinde bir anlık bir duraksama oldu. Göz göze geldik.

Alaz, gözlerimi dikkatle izleyerek, "Yoruldun mu?" diye sordu, sesi ciddi ama yumuşaktı.

Kafamı hafifçe aşağı yukarı salladım, "Yoruldum sanırım," dedim, "Biraz dinlensek mi?"

Alaz başını hafifçe sallayarak, "Biraz dinlenelim o zaman," dedi ve ringin kenarına yöneldi.

Yere oturduğumuzda nefesim hâlâ düzensiz, nabzım yüksekti. Tişörtüm sırtıma yapışmış, saçlarım alnıma yapışmıştı. Eldivenleri çıkarırken parmaklarım titredi.

“Şu an o kadar yorgunum ki konuşmak bile zor geliyor. Hemen şuan burada uyuyabilirim,”

“Ne yapmayı düşünüyorsun?” diye sordu Alaz oldukça realisttik şekilde. Böyle direkt sorunca bir an tutulup kaldım. Alaz bu soruyu sorana kadar, amcamla yaşamış olduğumuz tartışmayı unutmuştum. Boks yapmak gerçekten iyi gelmiş, unutturmuştu.

“Bilmiyorum,” dedim. “Orası benim evim değilmiş gibi hissediyorum. Ama dışarıda da bir evim yok. Neresi bilmiyorum,”

Bunu söylerken içim sıkıştı. “Amcamla iyi anlaşamıyoruz. Yani, bence o kötü biri değil ama ben onun yanında nefes alamıyorum gibi. Beni sanki sürekli düzeltilecek bir şeymişim gibi görüyor. Biri değil de, bir sorun gibi.”

Elimi yüzüme sürdüm, alnımdan akan teri sildim.

“Ben yurtta büyüdüm. Annemi babamı küçük yaşta kaybettim,’’ yutkunmaya çalıştım, boğazım düğümlenmişti. ‘’Yurdun o kalabalığından sonra her yer fazla sessiz geliyor, bilmiyorum. Onun evinde kalırken kendim olamıyorum. Sürekli susuyorum. İçimden geçen hiçbir şeyi söyleyemiyorum. Ben böyle biri değilim ki. Özgürlüğü severim ben.”

Biraz durdum. Alaz sadece dinliyordu. Bazen bu bile iyi geliyordu.

“Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. Orada kalmak, kendimden uzaklaşmak gibi. Ama tek başıma da ne yaparım onu da bilmiyorum.”

Sonra gözlerimi ona çevirdim. “Mesela senin bir evin var. Ailen var. Boks salonun, motorun, düzenin. Hobilerin var, sosyal çevren var. Bunların hiçbiri yok bende. Sanırım asıl eksik olan bu.”

Alaz biraz daha geriye yaslandı, ellerini kafasının arkasına koydu ve bir süre sessiz kaldı. Ardından, derin bir nefes alarak gözlerimi sabırla süzmeye başladı.

"Benim hayatım dışarıdan bakınca çok parlak görünüyor, değil mi?" dedi, yapmacık bir gülümseme oluştu yüzünde. "Ailem zengin, annem babam iyi insanlar, kariyerleri başarılı, lüks bir villada yaşıyoruz. Ama gerçekte, bunların hiçbirinin bir anlamı yok işte,"

Gözleri bir an uzaklara daldı, geçmişine dair ağır bir düşünceye kapıldı. "Ne kadar paranın olduğu, ne kadar lüks bir evde yaşadığın… Bunların hepsi önemsiz eğer her şeyin üstünde taşıdığın ağır bir yük varsa."

Alaz başını iki yana sallayarak devam etti. "Hiçbir şey bana altın tepside sunulmadı. Ben kendi mücadelemi verdim. Kendi yolumu buldum. Bu düzen dediğin her şeyi, her kararımı, ellerimle kurdum, tırnaklarımla kazıdım. Kimse bana kolaylık sağlamadı."

Bir süre sustu, gözlerini yere indirip derin bir nefes aldı. "Kimse dışarıdan bakınca içeride ne yaşandığını bilemez. Hepimiz farklı savaşlar veriyoruz içimizde. Senin de savaşın burada, kendi yolunu seçme mücadelen."

Gözlerini tekrar bana çevirdiğinde, bir anlam çıkarmak ister gibi durdu. ‘’Şunu unutma, Dünya. Burada en önemli şey, kendi kararlarını verebilmen. Herkesin hayatında zor anlar olur. Önemli olan, o zor anlardan geçerken, kendi kimliğini bulabilmek. Ve bunu yaparken, kimseyi suçlamamak. Tıpkı benim gibi..."
12. BÖLÜM SONU.

Bölüm : 05.12.2024 20:52 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...