12. Bölüm

12.Bölüm: Bizim Şarkımız

Şevval Nur Aydın
sevvnuraydn

Yıldızlar yeryüzünde olup biten her şeye şahitlik edermiş. Bu yüzden insanlar bir dilek dilerken onlara bakma ihtiyacı hissedermiş. Çünkü dilediği şeyi ne kadar istediğine dair yıldızları şahit tutarmış. Tıpkı benim de yaptığım gibi...

"Başak," diye mırıldandı Soral. Gözlerimi simsiyah üzeri minik yıldızlarla dolu gökyüzünden alıp onun deniz mavisi gözlerine diktim.

"Benimle geldiğin için teşekkür ederim."

Bu sözüyle birlikte buruk da olsa gülümsedim. "Her zaman senin yanındayım Soral," diye mırıldandığımda o da tıpkı benim gibi gülümsemişti.

Deniz mavisi gözleri karanlıkta lacivert renge bürünmüştü. Üstelik karanlıkta zar zor belli olan gülümsemesi hala nefesimi kesecek kadar güzeldi.

"Seni eve bıraksam iyi olur. Aksi takdirde baban her an arama kurtarma ekibini peşimize takabilir."

Onun bu söylediğiyle kıkırdamıştım. Aklıma ormanda çukurun dibinde mahsur kaldığımız an gelmişti. O zamanda yanımda o vardı. Deniz gözlü Soral...

"Haklısın. Her an tepemizden duran bir helikopterden bir tırmanma halatı sarkıtılabilir," dediğimde ikimizde bunun hayaliyle gülmüştük.

Hava epey soğuk olduğundan ve üstelik şalımı üzerime almayı unuttuğumdan kollarımın şimdiden buz kestiğini hissedebiliyordum. Avuçlarımı ısınmak istercesine kollarıma sürtmeye başladım.

Soral ise beni şaşırtarak arabada bıraktığımı sandığım şalı yanına almıştı. Avuçlarındaki şalı düzgünce açtı. Birlikte yerden kalktığımız sırada şalı omuzlarıma attı. Dikkatlice şalı boynuma doladı.

Buz gibi havada onun sıcak nefesini yüzümde hissetmek başımı döndürüyordu. "Şimdi daha iyi misin?" diye sordu. Başımı hafifçe salladım. Birlikte terasın sonundaki kapıya doğru yürüdük.

Ayağımdaki Selma'nın bana zorla giydirttiği topuklular asfaltta tok bir sesin yankılanmasına neden oluyordu. İçeriye geçip merdivenlerden inmeye başladık.

Attığım her bir adımda sanki buraya daha önce gelmişim gibi bir hissiyata kapılıyordum. Gözlerim isle kaplı duvarlarda gezinirken bu düşünceyi kafamdan atıp Soral ile birlikte kapının önüne çıktık.

Hava buz gibiydi. Ürperdiğimi hissetmiştim. Bu halimi Soral da fark etmiş olacak ki arabanın kapısını açtı. Arabaya binip emniyet kemerimi taktım. Boynuma dolanmış şala sıkıca sarıldım.

Soral'ın arabaya biner binmez ilk yaptığı şey klimayı çalıştırmak olmuştu. "Birazdan ısınırsın," diye mırıldandığında gülümsedim. O da emniyet kemerini takmış arabayı çalıştırmıştı.

Tüm dikkatini yola vermişti. Bende fırsattan istifade onu izliyordum. Deniz gözleri karanlıkta lacivert renge bürünmüştü. Saçlarının şekli, yüzünde ara ara beliren gülümsemesi ve giydiği takımla oldukça yakışıklı görünüyordu.

Derin bir iç çektim. Başımı koltuğa iyice gömüp onu hayran hayran izlerken kısa bir anlığına bana bakıp kıkırdadı. Bendeki şansın canı sağ olsun ki saniyesinde ona yakalanmıştım. Kafamı utançtan cama vurasım geliyordu. Ama ne yazık ki bunu yaparak bile kendimi kurtaramazdım.

Utançtan elimle yüzümü kapadım. Soral bu halime bıyık altı gülüyordu. Gece gece rezil olduğumla kalmıştım. En sonunda gözlerimi yola diktim.

Soral ise beni neşelendirmek adına radyodan rastgele bir kanal açtı. Çalan şarkı Buray'ın "Aşk Mı Lazım?" isimli şarkısıydı. Şarkının tatlı melodisiyle daha şimdiden keyfim yerine gelmişti.

Bir gelsen diyorum

Beni çekip alsan çıkmazlardan

Hiçbir şartım yok

Sadece tutsan kollarımdan

Şarkının bu sözleri bana onu hatırlatmıştı. Bisikletten düşmek üzereyken kollarımdan tuttuğu anı hatırlatmıştı. Deniz mavisi gözlerinde kayboluşumu hatırlatmıştı.

Gülümsedim. Bu şarkıyı aklımın bir köşesine not ettim. Her dinlediğimde onu hatırlayacağım bir şarkım olmuştu. Belki de bizim şarkımız buydu.

Radyoda bir başka şarkı çalarken araba evin önünde durdu. Selma camdan bizi dikizliyordu. Perdenin ardında kendini kamufle ettiğini düşünüyordu. Ama kabak gibi ortada olması dışında pek de sıkıntı yoktu.

"Her şey için teşekkür ederim," diye mırıldandım. Gözlerimi ona diktiğimde dudakları memnuniyetle yukarıya doğru kıvrıldı. İçimi eriten gülümsemesiyle "Asıl yanımda olduğun için ben teşekkür ederim," dedi.

Bugün yaşadıklarımızı düşündüm. Yemekle başlayan gecenin onun çocukluğunun geçtiği yerde noktalanması kendimi sebepsizce özel hissettirmişti. Onun için özel olup olmadığımı düşünürken buldum kendimi.

"Başak!"

Bu aniden duyduğumuz sesle Soral da bende olduğumuz yerde sıçramıştık. Selma bas bas bağırıyordu. Heyecandan bütün evi ayağa kaldırmıştı ki kendi sonunu bizzat kendisinin hazırladığının henüz farkında değildi.

Gözlerim sinirden seğirmeye başladığı sırada mahçup bir sırıtmayla Soral'a baktım. "Selma evi başıma yıkmadan önce gitsem iyi olur," diye mırıldandım. Bu söylediklerim onu güldürmüştü.

Selma'nın git gide tizleşen sesiyle ikimizde yüzümüzü buruşturmuştuk. Bu kızın insanlığa işkence etmek üzere özel olarak üretildiğini düşünmeden edemiyordum. "Selma babanı üzerimize salacak gibi," dedi Soral gülerek.

Selma yüzünden rezil olsamda bu güzel gece için Soral'a teşekkür edip arabadan indim. Topuklular ayaklarımı ağrıtmıştı. Adeta ördek gibi yürüyerek odama çıkmıştım. Tabii bu yaptığım yürümekten çok sürünmekti.

"Sonunda gelebildin," dedi Selma odamın bir köşesinden zebani gibi fırladığı sırada. Onu birden karşımda görünce korkudan az daha küçük dilimi yutuyordum. Başparmağımı damağıma bastırıp ona baktım.

Heyecandan yerinde zor duruyordu. Söz konusu dedikodu olunca Selma için akan sular duruyordu. Dağılmış sarı saçlarıyla otuz iki diş sırıtırken küçüklüğündeki halinden pek de bir farkı yoktu.

"Çabuk anlat!" diye ciyakladı bir anda. Bunun üzerine yaptığım ilk şey ayağıma çivilenmiş işkence aletlerini çıkarıp yumuşacık pijama takımımı giymek olmuştu.

İkimizde şeker pembesi pijama giymiş dedikodu yapmak için yatağımın üzerine kurulmuştuk. Selma oturduğu yerde bile içinin kıpır kıpır olduğunu oldukça net bir şekilde belli ediyordu.

"Öncelikle beni kapının önünden alıp şık bir restorana götürdü," diye mırıldandığımda Selma kıkırdamıştı. Ona bu anlattıklarım küçükken yengemin anlattığı prenses masalları gibi geliyordu.

"Nasıl görünüyordu?"

Selma'nın sorusuyla Soral'ın yüzü gözlerimin önünde belirmişti. Deniz mavisi gözleri, yüzüne yapışmış sevimli gülümsemesi ve dalgalı sarı saçlarını anımsamak bile yüzümü güldürmeye yetmişti.

"Of o kadar mı yakışıklı?" dedi Selma birden. Boşluğa bakıp sırıttığımı onun bu sorusuyla birlikte bana yönelttiği imalı bakışlarından anlamıştım.

Yüzüm utançtan kızarırken Selma yataktan kalkıp aynanın önünden tarağımı aldı. Saçlarımı taramayı sebebsizce çok seviyordu. Tarağı alıp arkama geçtiğinde "Çok yakışıklıydı," dedim iç çekerek.

Soral'dan böyle bahsetmem Selma'nın oldukça hoşuna gitmişti. Tarağı saçlarımda gezdirirken "Çok şık bir takım giymişti. Tıpkı senin şu ağzının suyunu akıtarak baktığın moda dergilerindeki yakışıklı adamlara benziyordu," dedim.

Bu tabirim Selma'yı güldürmüştü. Saçımı taramayı bir anlığına bıraktı. "Ben öyle şeyler yapmıyorum bir kere!" diye viyakladı. Kısa bir süre sonra bu söylediğine kendisi bile inanmamış olacak ki "Belki bazılarına o şekilde bakmış olabilir," diyerek gülmüştü.

Tarağın dişleri kızıl saçlarımdan geçtikçe kendimi küçüklüğüme dönmüş gibi hissetmiştim. O zamanlarda yengem her gece sırayla saçlarımızı tarardı. İlk önce Selma'nın saçını tarardı. Çünkü Selma Hanım o zamanlarda cıngar çıkarırdı. Onun saçları bitince benimki taranırdı. En sonda Defne'nin saçları...

Derin bir iç çektim. Akıp giden zamanı düşündüm. Saçlarını taratan o küçük kız şimdi aşık olmuştu. "Sonra ne yaptınız?" diye sordu Selma birden.

"Sonra restoranda ona ailesi hakkında bir şey sordum. O da beni bir yere götürmek istediğini söyledi."

Selma bir yandan saçlarımı taramayı bırakıp örgüye geçmiş bir yandan da ilgiyle beni dinliyordu. "Beni çocukluğunun geçtiği yere götürdü," dediğimde kelimelerin boğazıma düğümlendiğini hissetmiştim.

Duraksadı. Omuzlarımdan tutup beni kendine çevirdi. Dudaklarımın titrediğini hissettim. Yaşlar istemsizce gözlerimden döküldüğünde Selma tek kelime etmeden bana sıkıca sarıldı.

"Çocuk esirgeme kurumunun merdivenlerini çıktık. Bana kaldığı odayı gösterdi. Sonra birlikte çatıya çıktık," dediğimde yutkundum.

Selma benden ayrılıp gözlerime baktı. "Çatıda anne ve babasının onu gelip almasını bekliyormuş biliyor musun?" dediğimde Selma buruk da olsa gülümsedi.

"Gel buraya çirkin ördek yavrusu," dedi ve bana tekrar sıkıca sarıldı. Selma'nın omzunda bir süre ağladım. Sonrasında benden ayrılıp delici mavilerini gözlerime dikti.

"Hadi Defne'yi görüntülü arayalım," dedi birden. Üç kız bir araya gelince dördüncüsü şeytan ve beraberinde getirdiği işbirlikçileri olurmuş. Yani en azından bu durum bizim için geçerliydi. Elimin tersiyle yanağımdaki ıslaklığı sildim.

"Madem Defne'yi günahlarımıza ortak edeceğiz o halde işe önce cehennem kadar sıcak birer kupa kahve yapmakla başlayalım."

Selma'nın teklifi kendimi tutamayarak kahkaha atmama neden olmuştu. "Cehennem kadar sıcak mı?" dedim kahkahalarım arasından. Gülmekten yatakta sırt üstü uzanmıştım.

"Gebertirim seni!" diye cırladı Selma. Yataktan kaptığı yastıkla bana gelişi güzel vurmaya başladı. Onun darbelerinden korunmaya çalışmadım bile.

Cenin pozisyonunda gülmemi kesip karnımın acısının geçmesini bekledim sadece. Kısa bir süre sonra o bana vurmaktan yorulmuş bense karın kaslarımın oluşmasına neden olan kahkahamı durdurmayı başarmıştım.

Birlikte kimseyi uyandırmadan parmak uçlarımıza basarak merdivenlerden indik. Evlere giren acemi hırsızlardan pek de bir farkımız yoktu. Selma ile birlikte mutfağa girdiğimizde birimiz kahve makinasının başına geçmiş diğerimizse kupaları ve tabii yengemin yememize asla izin vermediği çikolatayı kutusuyla birlikte dolaptan çıkarmıştı.

"Yengem sabah çıramızı yakacak biliyorsun değil mi?"

Selma umursamaz bir tavırla omuz silkti. Yengemin bu çikolatalardan yememize neden izin vermediği hakkında en ufak bir fikrim dahi yoktu. Tek bildiğim sabah Selma ile beni falakaya yatıracak olduğuydu.

"Siktir et," dedi Selma gülerek. Bunun üzerine kupalarımızı ve çikolata kutusunu alıp yukarı kata çıktık. Olabildiğince sessiz bir şekilde odanın kapısını kapattığımızda Selma laptoptan Defne'yi görüntülü aradı.

Yatağa kurulmuş Defne'nin telefonunu açmasını bekliyorduk. İkinci çalışta telefon açılmış Defne gülerek İtalya'da ışıklarla bezediği sevimli balkonundan bize el sallamıştı.

"Beni bu saatte aradığınıza göre anlaşılan dedikodunuz var," dedi Defne gülerek.

Selma ile birbirimize bakıp şeytani bir şekilde sırıtmıştık. Bir yandan ağzımıza çikolata tıkıştırıyor bir yandan da Defne'ye son bir haftada olanları anlatıyorduk.

Frambuazlı çikolata o kadar güzeldi ki daha şimdiden bağımlısı olmuştum. Selma ara ara ruh hastası gibi kahkaha atıyordu. Benimde başım dönmeye başlamış bitirdiğimiz kahvelerin zihnimizi açması gerekirken bulanıklaştırdığını hissediyordum.

"Kızlar size ne oldu?" dedi Defne. İkimizin akıl sağlığının bozulduğunu o da anlamıştı. Selma birden kader mahkumu gibi elini dizine vurmaya başlamıştı.

"Ah Emre'm! Üzümlü kekim!"

Selma birden dertlenmiş bense ortalığı inletecek kadar yüksek sesle kahkaha atmıştım. Defne en sonunda "Sizin yiyip durduğunuz çikolata nerede?" diye sordu.

Selma arsızı utanmadan boş kutuyu kameraya doğru tuttu. İkimizde koca kutuyu bitirmiştik. Defne ise bizim anlamadığımız bir detayı fark etmiş olacak ki alnına bir şaplak attı.

"Sizi aptallar!" diye ciyakladı. Selma'nın ablası olmasının yan etkisinden biride üstün ciyaklama yeteneğiydi.

"O çikolata likörlü!"

Bu duyduğumuzla Selma ile kahkaha atmayı kesmiş birbirimize bakmıştık. Bunun olması mümkün müydü? Panikle kutunun arkasını çevirip içindekiler kısmına bakmaya çalıştım. Ama yazılar adeta dans ettiğinden içinde ne olduğunu okuyamamıştım.

"Ay Başak bak! Emre yazıyor! Dur bir sarılayım!"

Selma dengesizi kutuyu alıp bir anda sarılınca Defne çikolata kutusunun üzerinde gördüğü isimi araştırmaya başladı. "Haklıydım. O çikolata likörlü," dedi Defne kısa bir süre sonra.

Selma kıkırdadı. "Emre'm," diyerek çikolata kutusunu okşamaya başlamıştı. Bende de durum bundan farksızdı. "Selma senin ikizin varmış ya kız!" diyerek gülmeye başladım.

"Ay bak arkanda bir tane daha var!" dedim heyecanla. Defne bizim bu halimizle baş edemeyeceğini anlamıştı.

"Onlar geçen hafta annemden saklamasını istediğim amcamın iş yerindeki bir adama götüreceği özel çikolatalar değildir umarım."

Selma ile gülmeyi kesip sırıtarak Defne'ye baktık. "Eğer öyleyse ne olacak?" diye sordu Selma. Defne ise en sonunda sinirlenip aramayı sonlandırdı.

Selma ise Emre sandığı çikolata kutusunu alıp odanın artasında dans etmeye başladı. Bense etrafımda çılgınlar gibi dönen objelere bakıp kahkaha atıyordum. Sonrasında ne olduğunu tam olarak hatırlamasamda ikimizinde odanın farklı köşelerinde uyuyakaldığımız bir gerçekti.

*******

Ertesi gün kendimi yerde bulmuştum. Dün gece ne olduğu hakkında en ufak bir fikrim dahi yoktu. Her şey öylesine bulanıktı ki görüntüler yok sesler ise zihnimde anlamsız bir şekilde yankılanıyordu.

"Başım!" diye ciyakladı Selma. Makyaj masasının üzerinde uyumayı nasıl becerdiğini düşünmeden edemedim. Tüm makyaj malzemelerim etrafa saçılmıştı. Yerde bitmiş çikolata kutusu vardı.

"Çikolata!" dedim birden. Dehşete kapılmış bakışlarım yerdeki kutunun üzerinde gezinirken Selma neyden bahsettiğimi henüz anlayabilmiş değildi.

"Yengem bizi öldürecek!"

Selma bu söylediğimle kendine gelmiş dün gece yaptıklarımız adeta bir film şeridi gibi gözlerimizin önünden geçmişti. Dün ortalığı birbirine katmıştık.

Evden çıkışımızı hatırlıyorum. Üstüne üstlük kimin olduğunu hatırlamasamda bir evi bastığımızı bahçesinde Selma ile birlikte kıçımızı yırtmak suretiyle cümle aleme aşkımızı ilan edişimizi hatırladım.

"Rezillik!" dedi Selma birden. Bu konuda ona sonuna kadar katılıyordum. Kimin evini bastığımızı ikimizinde hatırlamaması ise daha büyük bir sıkıntıydı.

"Başak annem bizi öldürmeden biz kendimizi öldürelim!"

Selma'nın bu cazip teklifine karşılık başımı salladım. El ele tutuşup iki salak olarak balkondan mı atlasak diye düşünmeden edemedim. Muhtemelen ölmezdik. Ama haftalarca yatakta yatacağımız açık bir gerçekti.

"En iyisi okuma aşkımızı cümle aleme gösterip okula kaçalım. Yoksa annem anladığı an bizi evden atar."

Dersimizin başlamasına daha iki saat vardı. Yine de okula gidip ders başlayana kadar kafeteryada oturabilirdik. "Hazırlanalım," dedim ve Selma ile birlikte alelacele olay mahalini toparladık. Daha sonra hazırlanıp evden çıktık.

"Allahım biz ne günah işledik Yarabbim!"

Selma okul bahçesinde kendi kendine ajitasyon yaparken ona hayretlerle baktım. "Bir de soruyor musun gerçekten?" dediğimde utanmıştı.

İkimizinde günah tohumu gibi hissettiği o birkaç dakikanın sonunda bahçedeki bankta oturmuş düşünceli bir şekilde etraftaki uçuşan kuşları izlemeye başlamıştık. İkimiz de akşamki görsel şöleni düşünüyorduk.

"Başak!" dedi biri. Selma ile vahşet dolu düşüncelerimizden bu sesle sıyrılmıştık. Kafamı çevirdiğimde bize doğru yaklaşan Korkmaz'ı gördüm.

"Sizin bu saatte okulda ne işiniz var?"

Kırk yılın başı çok yerinde bir soru sormuştu. Selma ise Korkmaz'ın saçmalama hakkını bugünlük devralmış olacak ki "Okuma aşkıyla yanıp tutuşuyoruz," demişti. Bizim tutuştuğumuz konu farklıydı ya neyse!

Korkmaz kahkahayı patlattı. "Okuma azminize hayran kaldım kızlar," dedi ve bir süre bizimle dalga geçti. Gülmesi kesmeyi becerdiğinde ise "Dersten sonra gidiyoruz," diye mırıldandı.

"Nereye?"

Selma ile aynı anda sorduğumuz soruyla birlikte otuz iki diş sırıttı. "Karaoke yapmaya," dediğinde kendini tutamayıp gülen taraf bu sefer bizdik.

Selma ile birlikte Korkmaz'ın bizimle dalga geçtiğinden o kadar emindik ki ders çıkışı bizi kolumuzdan sürükleyerek arabaya çekiştireceğini tahmin bile edemezdik. Resmen tüm ekip toplanmış gidiyorduk. Hemde karaokeye! Şaka gibiydi resmen.

Arabada yerimi alırken hala inanamıyordum. Resmen Korkmaz şarkı söyleyecekti. Bu iki şeyin yan yana geleceğini rüyamda görsem inanmazdım. Daha doğrusu gözlerimle görsem bile inanmazdım.

Üstelik yanımızda gelen bir fazlalığımız daha vardı. Korkmaz'ın melanet kuzeni Tanem de bizimleydi. Arka tarafta Soral'ın yanında oturuyordu. Gözleriyle yiyecek gibi bakması dişlerimi sıkmama neden oluyordu.

Bu gidişle çenemin çıkması ve sonumuzun acilde bitmesi an meselesiydi ki Korkmaz bir anda arabayı kenara park etmişti. "Geldik gençler," dedi neşeyle.

Arabadan inip karaoke salonuna girdik. Bizim ekip yine tam takır masaya kurulmuştu. Bende Selma Hanımın yanına oturmuş Tanem'e delici bakışlarımı adeta bir ok misali yöneltmekten geri durmuyordum.

"Evet kural şu," diyerek söze başladı Korkmaz.

"Her biriniz bu torbadan bir numara çekeceksiniz ve o numaraya göre sahneye çıkacaksınız."

Torba elden ele dolaşırken ben çektiğim kağıdı korkuyla açmıştım. Kağıtta yazan numaraya göre anlaşılan kapanışı ben yapacaktım. Sahneye sonuncu çıkan bendim!

"Evet şimdi başlıyoruz. İlk kim çıkıyor?" diye sordu Korkmaz.

İlk çıkan kişi sevimsiz Tanem'den başkası değildi. Sahneye çıktığı gibi arkada çalan tanıdık müzikle gözlerim seğirmeye başlamıştı. Güzelim şarkıyı Soral'a bakarak okumaya başladı. Kriz geçiriyordum. Az sonra mekandan yaka paça dışarı atılırsak şaşırmayın sakın!

"Bir gülüşünle başladı. Yüreğimde fırtına..."

Sen kimsin yüreğinde Soral için fırtınalar kopuyor? Gel de yolma şunu! Utanmasa boynuna atlayacak çocuğun! Yüzsüz işte ne olacak? Sinir krizi geçirdiğim o bitmek bilmeyen şarkının sonunda nihayet sahneden inmişti.

Onun sahneden ayrılışıyla yerine Emre geçmişti. Emre sebebini anlayamadığım bir şekilde gergin görünüyordu. Titreyen parmaklarla mikrofonu eline alan Emre hepimizi şoka sokacak bir dizi şey söylediğinde asıl mesele anlaşılmış oldu.

"Bu şarkıyı sana adıyorum sarışınım. Benimle çıkar mısın?"

Emre'nin sözlerini algılamamız birkaç saniyemizi alsada Selma yanımda sevinçle ciyaklayıp salonu inletmekten geri durmamıştı. Selma Hanım'ın dün çikolata kutusuna sarılışını anımsayınca bu hayatı delilerin yaşadığına emin oldum.

Emre, Selma'nın gözlerine bakarak oldukça romantik bir şarkı mırıldandı. Sözlerle mest olan çatlak arkadaşım şarkının bitimiyle sahneye fırlayıp Emre'ye sarılırken bense ah bende de şunun şansının binde biri olsa yeterdi diye düşünüyordum.

"Bunu evet olarak alıyorum," dedi Emre gülerek Selma'ya sarılırken. Çifte kumrularımız bir anda düet yapmaya başlamış Selma bu şekilde hem sırasını savmış hemde aşık olduğu adamla romantik bir an yaşamıştı.

Ben onlara hayran hayran bakarken Soral'ın bakışlarını üzerimde hissettim. Deniz mavisi gözleri yüzümde geziniyordu. Ona baktığımda yüzünde sevimli bir gülümseme belirmiş gözlerini sahneye çıkan Korkmaz'a çevirmişti.

Korkmaz'ın şarkı söyleyebileceğine dair içimde küçücük bir inanç kırıntısı dahi yoktu ki gözlerini bana dikmiş gülümsemişti. Usulca mikrofona doğru eğildi ve sözleri son derece manidar bir parçayı söylemeye başladı.

"Benim senden tek bir dileğim var. Otur yanıma gitme duyana kadar. Gidenlere kanıp sende meyletme. Giden gitsin sen kal ölene kadar..."

Korkmaz'ı dinlerken kaskatı kesilmiştim. Üstelik Soral'ın çıkıp söylediği şarkı beni daha da şoke etmişti.

"Kalk gidelim yanıyor zaman. Kurtar beni tekrar. Çıkar boşluğumdan. Kalk gidelim buralar yalan..."

Gözlerime bakarak söylediği şarkı ile kalakalmıştım. Şarkıyla birlikte bana benimle gitmek istediğini söylüyordu. Evimdin sen benim diyordu. O an aklıma Soral'ın bana yemekte söyledikleri geldi.

Bir evinin daha olduğunu ama bunu söylemeye hazır olmadığını söylemişti. Şimdi ise dolaylı olarak o evin aslında ben olduğumu söylüyordu. Soral beni seviyordu. Tıpkı benimde onu sevişim gibi...

İçimde hareketlenen duyguyla yüzümde bir gülümseme oluştu. Soral sahneden inerken sıranın bana geldiğini hatırladım. Ama şimdi ben ne söyleyecektim. Selma kolumdan tutup beni oturduğum yerden kaldırdı. Çılgın kankam bu duruma da el atacaktı anlaşılan.

"Oraya çıkarak Buray'ın Aşk Mı Lazım isimli şarkısını onun gözlerinin içine bakarak söylüyorsun ona göre," dediğinde gözleriyle beni tehdit etmeyi de ihmal etmemişti.

Ağzımı bile açamamış üstüne üstlük Selma Hanım tarafından tek hamlede sahneye itilmiştim. Sahnede far görmüş tavşan gibi kalakaldığım sırada Selma şarkı işini halletmiş elime aldığım mikrofonla şarkıya ani bir giriş yapmıştım.

"Bir gelsen diyorum. Beni çekip alsan çıkmazlardan."

Şarkının sözlerini ilk başta boşluğa bakarak sıralasamda sonradan cesaretimi toplayıp denize baktım. Masmavi deniz tam karşımdaydı. Üstelik öyle güzel gülüyordu ki söylediğim şarkının sözlerinin aslında bizi anlattığını o an hatırladım.

Neşeyle şarkıyı mırıldanmaya devam ettim. Şarkının bitmesiyle sahneden inerken Korkmaz birden ayağa fırlamıştı. Olayı daha anlayamadan Soral'ın kolundan tuttuğu gibi onu da beraberinde dışarı çıkarması bir olmuştu.

Herkes benim gibi panik olmuştu. Doğrudan dışarıya koştum. Kapının önüne çıktığımda Korkmaz ile Soral'ın birbirlerinin yakasına yapıştığını görmüştüm. Hızlıca aralarına girdim.

"Sizin derdiniz ne?" diye bağırdım kendimi tutamayarak. Bunun üzerine ikiside bana baktı.

"Sen bu işe karışma!" diye bağırdı Korkmaz. Bunun üzerine sinirlerime daha fazla hakim olamadım.

"Madem öyle! Siz birbirinizi yerken gidiyorum ben!"

Ayaklarımı yere vura vura taksi bulmak umuduyla yolun kenarına çıkıp beklemeye başladım. Peşimden gelen Korkmaz ile Soral'a ters bakışlar atmayı da ihmal etmedim tabii.

"Başak bu saatte seni tek bırakmam."

Korkmaz'ın dedikleriyle daha fazla olay çıkmaması adına tıpış tıpış arabasına bindim. Hemen şoför koltuğuna geçen Korkmaz hala öfkeliydi. Arabada gerginlikten ölmek üzereydim. Nefesimi tutmuş tek kelime etmeden onu izliyordum.

Geçen her saniyede arabanın hızı daha da artıyordu. En sonunda dayanamadım. Ani öfke patlamamla sesimi epey bir yükseltmiştim. "Derdin ne senin?" diye bağırdım.

Korkmaz ise ondan beklemeyeceğim kadar ani bir tepki verdi. Arabayı bir anda kenara çekmiş dolu gözlerle gözlerime bakmıştı. Onu ilk defa böyle görüyordum. Yıkılmıştı.

"Seviyor musun onu?" diye sordu birden. Afalladım. "Sen ne diyorsun?" dememle dudaklarından histerik bir kahkaha döküldü.

"Tabii ki de seviyorsun! Dün zaten bunu evime gelip söylemiştin!"

Korkmaz'ın söylediğiyle dün gece sarhoş kafa gittiğimiz evin onun evi olduğunu anladım. Gözlerimi yumup yutkundum. "İnkar etmiyorsun! Onu seviyorsun! Bana bir cevap ver artık!" diye bağırdığında yüzü kıpkırmızıydı.

Boğazında kabaran damara baktım. En sonunda kendimi kaybettim. "Evet! Onu seviyorum!" diye haykırdım. Karşımda donakalmıştı. Yüzündeki ifade bu söylediğimden saniyesinde pişman olmama yetmişti. Korkmaz kendini daha fazla tutamamıştı.

"Neden o?" dedi bu sefer.

Tek kelime etmedim. Korkmaz arabayı evin önüne çekene kadar hiçbir şey söylememiştim. En sonunda aynı soruyu tekrar sorma gafletinde bulununca "Elimde mi sanıyorsun?" diyip arabadan indim. Kapıyı sertçe çarpıp eve girdiğimde içime gülle gibi oturan hislerle birlikte bu gecenin sandığımdan daha uzun süreceğini anladım.

*******

Eve geldiğimden beri odamda Selma'nın dizine yatmış ağlıyordum. Selma "Başak kuzum ağlama artık," diyerek beni teselli etmeye çalışsada bu beni iyi hissettirmiyordu. Dizlerinde iç çekerek ağlamaya devam ediyordum.

"Kızlar!"

Odama giren yengemle ikimizde kendimize çeki düzen verirken dün gece aşırdığımız çikolata yüzünden azar işiteceğimizi sanıyorduk ama yanılmışız. Yengemin beti benzi atmıştı.

"Anne ne oldu?" diye sordu en sonunda Selma. Yengem söyleyip söylememek konusunda tereddüt etsede "Korkmaz," diye mırıldandı. Duyduğum isimle korkum iyice artarken yengem sözlerine kaldığı yerden devam etti.

"Kaza geçirmiş."

Duyduğum şeyle başımdan aşağı kaynar sular dökülmüş gibi kalakalmıştım. Selma ile birlikte apar topar kapının önünde bekleyen arabaya bindik. Dakikalar sonra soluğu hastanede almıştık.

Hastaneye geldiğimizden beri bekleme alanında deli gibi ağlıyordum. Bunların hepsi benim yüzümdendi. Ona öyle çıkışmasaydım bunların hiçbiri olmazdı demekten kendimi alıkoyamıyordum.

"Başak?"

Bu ses Soral'ın sesiydi. Hastaneye gelmiş koridorda yanıma gelip bana sıkıca sarılmıştı. "Soral, o benim yüzümden bu halde. Ben ona çıkışmasaydım bunların hiçbirisi olmazdı," diye mırıldandım.

Dudaklarım titriyordu. Hıçkırıklarım boğazıma düğümlenmişti sanki. Soral ise saçlarımı okşarken beni teselli etmeye çalışıyordu. "Bunların hiçbiri senin suçun değil," diye fısıldadı kulağıma. Ağlamaktan şişmiş gözlerle ona baktım.

Tam o sırada "Korkmaz Katipoğlu'nun yakınları siz misiniz?" diye bir ses duyuldu koridordan. Doktorun sesiyle hepimiz ona döndük. Adnan Bey bekleme alanındayken bir anda ayağa kalktı.

"Ben babasıyım. Oğlumun durumu nasıl?" diye sordu. Onun hali de perişandı. Doktor "Kaburgasında kırıklar var ama kazayı ucuz atlatmış. Bir süre burada kalacak," diyerek hayati tehlikesi olmadığını bizlere açıklamıştı.

Doktorun dedikleriyle hepimiz rahatlamıştık. "Korkmaz Bey, Başak Hanımı görmek istedi," dedi içerden çıkan bir hemşire. Ben adımı duymamla öne çıktım.

"Başak benim," diye mırıldandım. Bunun üzerine doktor beni görevli hemşirelere yönlendirmiş hemşireler ise içeri girerken hazırlanmama yardım etmişti. Son derece gergindim. Beni görürse ne yapacaktı? Nasıl tepki verecekti? Bu soruların cevabı beni gerçekten çok korkutuyordu.

Korkarakta olsa odaya girdim. İçeri girip yatağın başına kadar gittim. Bana gülümserken bu hali nedense beni daha çok korkutuyordu. "Seni gördüğüme sevindim," diye fısıldadı. Oldukça halsizdi.

Ağrı kesicilerin etkisindeydi. Sersemlemiş bakışlarına bakıp gülümsedim. "Bende seni iyi gördüğüme sevindim. Bizi çok korkuttun," dedim dayanamayarak. Yutkunup hüzünlü gözlerle gözlerime baktı.

"Kazadan önce çok düşündüm. Bir karar vermek zorundaydım," diye mırıldandı.

"Sonra şunu anladım. Kimseyi kendini sevmesi için zorlayamazsın. Başak ben senin mutlu olmanı istiyorum. Bu durum bir süre canımı yakacak olsa da..."

Yutkundu. Canının ne kadar çok yandığını yüzündeki gergin ifadeden anlayabiliyordum. "Seni unutmak için elimden geleni yapacağım. Ona git. Ona gidip mutlu ol Başak."

Ben ona şaşkın şaşkın bakarken "Merak etme ben iyi olacağım. Sen git," diye mırıldandı. Burukta olsa gülümsedim.

"Bir gün sende kendine göre birini bulacaksın. İnan bana bu an meselesi," dedim kendimden emin bir şekilde. Bu sözlerim onu gülümsetti.

"Onu bulacağım ve onu asla bırakmayacağım," dedi ve göz kırptı. Konuşmamız odaya giren hemşirenin çıkmamı söylemesiyle noktalanmış oldu.

Bölüm : 01.02.2025 17:32 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...