
(Başak'tan...)
Kızlarla isteme alışverişini hallettikten sonra Korkmaz bizi eve bırakmıştı. Arabadan inerken Defne'nin eline katlanmış bir kağıt uzatması şeytanın vekili ile benim gözümden kaçmamıştı. Defne kağıdı eline aldı ve soru sorarcasına Korkmaz'a baktı. Korkmaz ise "O Levent denen herif bir daha seni rahatsız etmeye kalkışırsa çekinmeden ara," demişti.
Levent dosyasının babam aracılığıyla kapandığını çok iyi biliyordum. Bu yüzden ona numarasını verirken bahane sunması kıkırdamama neden olmuştu. Korkmaz eve gider ayak Defne'ye kur yapıyordu. Defne aldığı kağıdı cebine tıkarken teşekkür etmişti. Üçümüz arabadan indiğimizde Selma ile birlikte Defne'yi ortamıza almıştık.
"Birileri sana yürüyor, " dedim gülerek. Selma ise "Yürümüyor. Dört nala koşuyor," diyerek kahkahayı patlatmıştı. Sonrasında sinsi sarışınımız arkasına dönüp göz ucuyla baktığında "Ay inanmıyorum hala orada ve bize bakıyor," demişti. Selma'nın bu söylediğine Defne ya inanmamıştı ya da onu görmek istediğinden midir bilinmez ama birden arkasına dönüp bakmıştı. Bununla birlikte zafer bizdeydi. Onların arasını yapmak bize yani çöpçatanlara düşüyordu.
*******
Sonunda beklenen gün gelmişti. İsteme günü gelip çatmıştı. Evde bu özel gece hummalı bir çalışma vardı. Defne ile beraber erkenden hazırlanmış şimdi ise Selma'nın saçını ve makyajını yapıyorduk. Ben maşalama görevindeyim. Defne ise Selma'nin giyeceği yıldızlı elbiseye uygun ışıltılı bir makyaj yapmakla meşguldü. Sarı bukleleri maşalamayı bitirdiğimde Defne de makyaj fırçasını bir kenara koymuştu. Birlikte iki adım geri çıkıp şaheserimize baktık.
Selma küçükken oynadığımız Barbie bebeklere benziyordu. Sarı bukleleri ve güzel mavi gözlerini ön plana çıkaran ışıltılı makyajıyla büyüleyici görünüyordu. "Çok güzel oldun," dedim ağlamaklı bir sesle. Defne ile ona bakarken küçüklük hali gözlerimin önünde belirmişti. O zamanlarda böyle süsüne düşkündü.
"Prenses gibisin," dedi Defne dokunaklı bir şekilde. Selma makyajını bozmamak için ağlamamaya dikkat etmiş sonrasında ikimize de sıkıca sarılmıştı. Tam o sırada dış kapıdan gelen zil sesiyle üçümüzde sarılmaya kısa bir reklam arası verip aşağıya koşmuştuk. Kapıyı açmadan önce "Saçım bozulmamış değil mi?" diye sormuştu.
Saçının bozulmadığını öğrendiğinde derin bir nefes alıp kapıyı ardına kadar açtı. En önde elinde koca bir buket çiçekle Emre vardı. Yanında anne ve babası ve onlarında hemen arkasında Korkmaz ile Soral vardı. Emre, Selma'yı görünce tek kelime edemedi. Elindeki buketi ona uzatıp nazikçe gülümsedi. "Hoş geldiniz," dedi yengemle amcam dünürlerini karşılarken. Babam da hemen yanı başımda belirdi. Sahiplenici erkek tutuşuyla beni tutmuş içeri giren çam yarmalarını göz ucuyla süzmeye başlamıştı.
Herkes içeri girince salona geçip koltuklara kurulmuştuk. Emre tek tek büyüklerin ellerini öperken yengem bize dönüp "Kızlar siz kahveleri yapmaya başlayın," demişti. Yengemin gülümsemesinin ardına sakladığı küçük ikazıyla üçümüzde yerimizden kalkıp kahve yapmak üzere mutfağa geçmiştik. Topuklularda fıtı fıtı mutfağın kapısından içeri girdiğimizde Selma daha şimdiden gerilmişti.
"Başak kaç kişiler? Benim matematik şu an terk etti bünyemi. İçeriye bakıp bir saysana," dedi Selma mutfakta volta atarken. Başımla onaylayıp kafamı deve kuşu misali mutfak kapısından salona doğru uzattım. Göz ucuyla gelenleri sayarken deniz gözlümle de göz göze gelmiştim. Bana babama çaktırmadan parmaklarıyla kalp yapmıştı. Onun bu tatlı haline gülmeden edemedim. Herkesi saydıktan sonra mutfağa geri döndüm.
"Damadı ve bizi de işin içine katınca toplam on bir kişiyiz," dedim. Bunun üzerine mutfakta ne kadar cezve varsa dolaplardan çıkarıp tezgaha koydum. Selma damadın eceli olacak bir kahve hazırlarken bende diğerleri için bir başka cezvede kahve hazırlıyordum.
Selma damat için zehir zıkkıma taş çıkaran kahvesini ocağa koyduğunda Defne'ye baktı ve "Sen içeridekilerin önüne sehpaları koy. Gerisini biz hallederiz," dedi. defne bu konuya itiraz etmek şöyle dursun işine bile gelmiş olacak ki içeriye gitmişti. Onun gidişiyle göz ucuyla Selma'nın karıştırıp durduğu damat kahvesine baktım.
"Ya Emre'yi gömmeye niyetin var ya da sen bir işler karıştırıyorsun," dedim şüpheyle. Onu az çok tanıdığımdan bir hinlik peşinde olduğunu şak diye anlayıvermiştim. Yoksa neden tek kişilik kahve yerine üç kişiye yetecek kadar kahve yapsın ki?
Selma tilkisi bir sırrı ifşa edercesine kulağıma doğru eğilmiş kısık sesle konuşmaya başlamıştı. Anlaşılan yapacağı hainliğin duyulmasını istemiyordu. "Benim bir planım var. Ama sakın çaktırma," diye fısıldadı ocaktan aldığı kahveleri iki fincana boşaltırken. Bende diğer fincanlara kahveleri doldurdum ve şüpheyle ona baktım.
"Nasıl bir plan?" diye sorduğumda otuz iki diş sırıtmıştı. Elindeki kağıt parçasını bana gösterdiğinde şaşkınlıktan küçük dilimi yutmak üzereydim. Notta ablamı seviyorsan bu kahve bitecek yazıyordu. Bunu Korkmaz'a içittirecekti. "Yuh Selma," dedim kendimi daha fazla tutamayarak.
"Sus bakalım. Şimdi peşimden gel ve görsel şöleni izle."
Onun bu şeytanlıklarına karşı ne cevap vereceğimi bilememiştim. Çaresiz bir civciv misali kendimi Selma'nın peşinden giderken bulmuştum. Olayın içinde iki damat kahvesi vardı ve bu durum bile gerilmeme yetmişti. Ben büyüklerin kahvesini dağıtırken Selma ise önce damadın sonra da çakma damat Korkmaz'ın kahvesini vermişti. Kaş göz işaretiyle elindeki kağıdı vermeyi de ihmal etmedi. Sonrasında şöleni izlemek için yanıma oturdu.
Korkmaz olanlara bir anlam verememişti. Notunu gizlice okumuş bıyık altı gülmeye başlamıştı. Selma'nın böyle bir cinlik yapabileceğini düşünmemişti. Olaya karışan kaçak damat Korkmaz'a korku dolu gözlerle bakarken zıkkımdan ilk yudumu almıştı. Tepki bile vermeyen korkmaz bir dikişte kahveyi bitirince Selma sevinçten ölmek üzereydi. Kulağıma eğilip "Oldu bu iş," diye fısıldadı.
Selma kıkırdarken büyükler ile Emre'nin ailesi koyu bir sohbete dalmıştı. Biz de fırsattan istifade sevdiceğimizle mesajlaşmaya başladık. Hatta yanımda telefonuna bakıp bakıp gülen Defne de anladığım kadarıyla biriyle mesajlaşıyordu. Keyfi de fazlasıyla yerindeydi. Kendimde engel olamadım. Çaktırmadan telefonunun ekranına baktığımda ekranda yazan isimle gülmemek için kendimi oldukça zor tuttum. Resmen koskoca çocuğu pofuduk ayı diye kaydetmişti. Hızlıca kendi mesaj ekranıma döndüm.
Soral'a "Çabuk gizlice Korkmaz'ın telefonuna bakıp kiminle mesajlaştığını bana söyle," diye bir mesaj yazdım. Cevap gecikmedi. Soral saniyesinde "Bakıyorum sevgilim," yazmıştı. Soral usulca Korkmaz'ın telefonuna doğru eğildi ve göz ucuyla ekrana baktı. Sonrasında telefonumu titreten bir mesaj bildirimi gelmişti.
"Sarışınım diye biriyle mesajlaşıyor," yazdı Soral. Bu öğrendiğimle "Bak sen. Bizimkisi de pofuduk ayıyla mesajlaşıyor," yazıp gönderdim.
"Bence bunların arasında kesin bir şey var."
"Bence de oldu bu iş," yazıp bol emojiyle süsledikten sonra mesajımı Soral'a gönderdim. Gülümseyip göz ucuyla deniz gözlüme baktım. Babama çaktırmadan bana göz kırpmıştı. Büyükler isteme faslına geçtiğine hepimiz telefonları kapatmış Emre'nin babasına dikkat kesilmiştik.
Emre'nin babası son derece uzun bir konuşmanın ardından nihayet eşinin onu dürtmesiyle "Allah'ın emri Peygamberin kavliyle kızınız Selma'yı oğlumuz Emre'ye istiyoruz," diyebilmişti. Amcamın gözlerinin içi gülüyordu. Yengem ise çoktan ağlamaya başlamıştı. Amcam derin bir nefes aldı ve Emre'ye kızına iyi bakması konusunda ayar çeker çekmez "Gençler birbirlerini sevmişler. Bize de hayırlı olsun demek düşer," demişti.
Salonda alkış sesleri yükselmeye başladı. Selma ile Emre ayağa kalkıp tek tek büyüklerin ellerini öperken babam onlar için hazırlattırdığı yüzük tepsisini benim elime tutuşturmuştu. Kurdeleyi onun keseceğini bu sayede anlamış oldum. Emre'nin babası çiftin yüzüklerini taktıktan sonra babam dolu gözlerle ve biraz da sabırları zorlayarak en sonunda kırmızı kurdeleyi kesmeyi başarmıştı. Selma mutluluktan havalara uçuyordu. Benle Defne ise onun ne ara büyüdüğünü düşünüyorduk.
*******
Selma'nın isteme faslının üzerinden yaklaşık üç hafta geçmişti. Hayat kaldığı yerden devam ediyordu. Okuldaydım ve bankta tek başıma oturup ağaçlara bakmaktan yere kök vereceğimi hissediyordum. Ne Defne ne Selma ne de Soral hiçbiri ortalıklarda yoktu. Bunun son derece garip olmasının yanı sıra bir işler peşinde olduklarından şüpheleniyordum. Düşüncelerimden az ötemden geçen yırtık sarışının varlığıyla sıyrılmıştım.
"Selma!" diye bağırdım yanıma gelmesi için. Ama hanımefendi beni duyduğu halde bakmaya bile tenezzül etmemişti. Beni insan yerine bile koymamış olması tepemin tasını attırmıştı. Arkasına bile bakmadan gidiyor oluşuyla bende banktan kalkmış peşine takılmıştı. "Kime diyorum? Dursana Selma!" diye arkasından bağırdım. Ama nafile.
Hanımefendi beni dinlemeyi geçmiş benden kaçmak için koşmaya başlamıştı. Peşi sıra koşuyordum. Bacaklarımı totoma vura vura koşmak şöyle dursun ciğerlerimin iflas ettiğini hissediyordum. Göğüs kafesimin içinde alev topu olduğunu düşünüyordum. Ne kadar bu şekilde deli danalar gibi koştum bilmiyorum ama Selma'nın durmasına bakılırsa evin önüne kadar gelmiştim.
"Selma beni bekle!"
Bağırmama rağmen sesimi duymuyordu. Birden rüyada karabasanla baş başa olup olmadığımı merak ederken bulmuştum kendimi. Tabii bu ürkütücü düşünceyi saniyesinde kafamdan atmıştım. Selma eve girip kapıyı yüzüme kapatmıştı. Sinirle kapıyı çalmayı bırak yumruklamaya başlamıştım. "Selma aç şu kapıyı yoksa çok fena olur!" diye bağırdım.
Kapıyı kaç kere çaldım ama bana mısın demiyordu. Bende son çare olarak çantamdan çıkardığım anahtarla kapıyı açıp içeri daldım. İçeri girdiğimde evin içi zifiri karanlıktı. Göz gözü görmüyordu. Boş bakışlarla ışığı ararken aniden açılan ışıkla flaş görmüş tavşan gibi kalakaldım.
"Sürpriz!"
Etrafıma baktığımda sevdiğim herkesin burada olduğunu fark ettim. Okuldan çoğu kişi buradaydı. Evin içi onlarca insanla doluydu. Etraf renkli balon ve ışıltılı süslerle süslenmişti. Karşımdaki dev iyi ki doğdun Başak yazısı bugünün tarihini hatırlamama neden olmuştu. Bugün 7 Şubat'tı.
"İyi ki doğdun minişim," diyerek bana sarılan Selma'ya önce karşılık verdim. Sonra da omzuna bir tane geçirip bu olanların acısını çıkardım. Bana keskin bakışlarla bakarken "Bunu hak ettin," demeyi de ihmal etmemiştim.
"Neyse bugün doğum gününün diye bir şey demiyorum. Yukarı çık ve senin için özene bezene seçtiğim o mükemmel elbiseyi giy."
Başımla onaylayıp yukarıya çıktım. Yatağımız üzerindeki fırfırlı indigo rengi elbiseyi hiç vakit kaybetmeden üzerime geçirdim. Daha sonra yüksek topuklularımı giyinip saçlarımı ellerimle kabarttım. Ardından konukları daha fazla bekletmemek adına odamdan çıktım. Merdivenlere geldiğimde beni gören kalabalık alkış tutarken merdivenin başındaki Korkmaz ile Defne benim gelişimle konfeti patlatmıştı.
Konfetilerin saçılmasıyla asıl sürprizimi görmem için Defne ile Korkmaz kenara çıkmıştı. "Soral," diye mırıldandığımda merdivenin son basamağında durmuştum. Onunla göz gözeydim. Bana yaklaştı ve ellerini belime yerleştirdi. Gülümsedi ve "İyi ki doğdun sevgilim," dedi etkileyici bir sesle.
Dudaklarıma küçük bir buse kondurduğunda kalabalıktan coşkulu bir alkış sesi duyuldu. Soral'ın deniz mavisi gözlerine baktım. Beni belimden tutup son basamaktan yanına indirmişti. Hemen ardından sıcak parmaklarını benimkilere kenetledi. Beni elimden tutup kalabalığın arasından doğum günü pastasının ve baş köşesinde de babamın beklediği masaya doğru götürdü.
"Soral, babam bizi bilmiyor," dedim panikle. Ama o benim aksime gayet rahattı.
"Artık biliyor. Ben babanla konuştum."
Şok olmuş bir şekilde ona bakarken babam yanıma gelip bana sıkıca sarılmıştı. "Güzel kızım benim," dedi babam saçlarımı okşarken. Babamın biliyor oluşuyla üzerimden devasa bir yükün kalktığını hissetmiştim.
Bir yanımda Soral bir yanımda babamla masanın önüne geçtim. İki katlı pastanın üzerinde şeker hamurundan bir benzerim yapılmıştı. Yanımda ise saçlarım gibi turuncu onlarca deniz yıldızı figürü vardı. Üstündeki maytaplar ve mumlar ışıl ışıl yanarken Soral kulağıma eğilip "Dilek tut," diye fısıldadı. İçimden bir dilek tutup mumları üfledim. Alkışlar eşliğinde sönen mumların ardından herkesle tek tek kucaklaştım.
"Minnoşum bu da benle Emre eniştenin hediyesi," dedi Selma elindeki hediye paketini bana uzatırken. Selma'nın elime tutuşturduğu paketi alıp açtım. Kutuyu açtığımda içinden gümüşi çerçeveli bir resim çıktı. Resme baktığımda gözlerim dolmuştu. Bu resim oldukça eskiydi. Annemle beraber çekildiğim bir çocukluk fotoğrafıydı. "Bu çok güzel," dedim dolu gözlerle.
"Beğenmene çok sevindim."
"Beğenmek ne kelime bayıldım. Bunu baş ucuma koyacağım."
Bu söylediğim Selma'nın da Emre'nin de oldukça hoşuna gitmişti. Onlarla kucaklaştıktan sonra arkamda babamın sesini duydum. "Kızım benimle gel," dedi babam. İlk başta nereye gideceğimizi tam olarak anlayamasamda babamın peşinden bahçeye gittiğimde cevabımı almakla kalmamış şaşkınlıktan küçük dilimi yutma aşamasına geçmek üzereydim. Bahçede beyaz bir araba vardı. Babam anahtarları avucuma bırakıp gülümserken ben hala olayın şokunu atlatamayıp şaşkınlıkla arabaya bakıyordum.
"Bu senin güzel kızım."
Babamın hemen ardından bu sefer yanı başımda bu sefer Soral belirmişti. "Benim hediyem içinde," dedi Soral bilmiş bir tavırla gülümserken. Merakla arabanın kapısını açtığımda içeriden minik bir şey yere fırladı. Bu minik yavru bir goldendı. Yavruyu kucağıma aldığımda boynunda bir papyon olduğunu fark ettim.
Aklıma Soral ile sahilde yarış yaptığımız zaman ondam köpek istediğim gelmişti. Bunu hala hatırlıyor oluşu kendimi hiç olmadığı kadar özel hissetmeme neden olmuştu. "Ama bu çok tatlı," dedim kucağımdaki köpeğe bakarken.
"Ona bir isim bulman gerek," dedi Soral. Kısa bir anlığına düşündüm ve gülümsedim.
"Adı Casper olsun."
"Güzel isimmiş."
Kucağımdaki tatlı yavruyu sevmeye başladım. Soral da benimle birlikte yavrunun başını okşuyordu. "Köpek istediğimi unutmamışsın," dedim imayla. O da benimle aynı anıyı düşünüyordu. Yüzündeki etkileyici gülümseme kalp atışlarımın ritmini değiştiriyordu.
"Seninle ilgili hiçbir şeyi unutamam," dedi Soral. Ona bakıp gülümsedim. Yüksek sesi fırsat bilip "Seni seviyorum," diye fısıldadım. Seni seviyorum.
*******
Partinin bitiminde köpeğim Casper için odamda bir yer hazırlamıştım. Günün yorgunluğuyla üzerimdeki elbiseyi çıkarıp pembe pijamalarımı giyindim. Saçlarımı da ensemde at kuyruğu olacak şekilde topladığımda benden mutlusu yoktu. Kendimi kuş gibi hafiflemiş hissediyordum. Ta ki odamın kapısı tıklatılana kadar...
Yataktan kalkıp gelen her kimse odaya girmesi için seslendiğimde gelen kişi beni dumura uğratmıştı. Karşımda yaramaz çocuk gibi sırıtan Soral'ı içeri alıp kimse onu görmesin diye kapıyı hızlıca kapattım. "Sen delirdin mi? Babam her ne kadar ikimizi bilse de seni odamda görürse kesin öldürür," dedim panikle.
"Ama ben seni çok özledim."
Soral'ın bu söylediğiyle ne diyeceğimi bilememiştim. Sonrasında "Daha ayrılalı iki saat oldu," diyerek ona kınarcasına bakmıştım. Deniz gözleri beni etkisi altına almaya başlamıştı bile.
"Olsun. Ben yine de özledim."
"Soral, babam birazdan teftişe gelir. Seni burada görürse kesinlikle bir daha görüşmemize izin vermez."
Bu söylediğim çok da umurundaymış gibi görünmüyordu. Aksine daha önce hiç olmadığı kadar rahattı. Soral umursamaz bir tavırla yanağıma öpücük kondurup gülümserken sanki adını andığımızı duymuş gibi bir anda babamın sesi duyuldu. Babamın "Kızım!" nidaları koridorlarda yankılanıyordu. Kendimi korku filmlerinin içinde gibi hissetmiştim.
"Eyvah babam! Kaç kurtar kendini! Balkondan atla! Bir şeyler yap!" dedim panikle. Soral balkon kapısını açıp parmaklıklardan atlarken kuytu köşeye saklandı. Tam o sırada odamın kapısı açılmış babam içeri girmişti.
"Kızım camın önünde ne yapıyorsun?" diye sordu babam. Ecel terleri döküyordum. Belki bunu onunda bilmeye hakkı vardır.
"Hiç. Oda biraz sıcak oldu da havalandırayım dedim."
"Bu soğukta," dedi şüpheyle. Aylardan Şubat olması dışında hiçbir sıkıntımız yoktu ki babam çok şükür konuyu değiştirmeyi tercih etmişti. "Neyse boş ver onu. Ben buraya seninle bir şey konuşmaya geldim," dedi babam yatağın üzerine otururken. Tek kelime etmeden babamın yanına kuruldum.
Babam radar kadar keskin şüpheci ifadesiyle "Güzel kızım sen bu çocuğu seviyor musun? Çünkü bana sevdiğini söyledi. Ben bir de sana sorayım dedim," dedi. Soruyu soruş şekline gülmeden edemedim. Babama onu ne kadar çok sevdiğimden bahsettim. Bu anlattıklarım onun oldukça hoşuna gitmişti.
Babam gülümseyip "Benim onayım var. Ama seni üzerse kafasını kırarım onun bilmiş ol," demişti. Gülümsedim. Babam alnıma iyi geceler öpücüğümü kondurup odadan çıktı. Onun gidişiyle bende hızlıca balkona koştum. Aşağıda bana bakan Soral'a baktım ve bu halimize bir kez daha güldüm. "Juliet yine çok güzelsin," dedi Soral etkileyici bir gülümsemeyle. Görende bana serenat yapmaya geldi sanırdı. Halbuki babamın korkusundan kendini balkondan aşağıya atan yine kendisiydi.
"Aman ne Juliet ne Juliet. Pijamalı Juliet olmasın o."
Soral dediğim şeye kahkahalarla gülerken "İyi geceler pijamalı Julietim," demişti.
"İyi geceler maviş Romeom," dedim gülerek. Sonrasında canını daha fazla tehlikeye atmamak adına Soral gitmiş bu sefer odama Selma Hanım girmişti. "Başak benimle gel," dedi Selma panikle. Onun bu panik hali beni bir an korkutmadı desem yalan olurdu.
"Ne oldu?" diye sordum korkuyla. Selma birden korku tünelindeki ucubeler gibi kahkahayı patlatmış "Baskına gidiyoruz," demişti. Baskın yapacağımız kişinin kim olduğunu bile sormadan şaşkın bakışlarla Selma'nın peşinden gittim. Ama anlaşılan Defne'nin odasına baskın yapılacaktı. Selma üçe kadar sayınca birden odaya daldık. Dalmaz olaydık. Keşke dalmaz olaydık!
Defne'nin yatağında uzanan bir adet Korkmaz Katipoğlu ve onu yastıkla döven bir adet Defne vardı resimde. Bu gözler daha neler görecekti? Bizi sonunda fark eden ikili doğrulurken Defne bize bakakalmıştı. Diğer bir şoku ise Defne'nin yanağını öpüp kaçan Korkmaz yaşatmıştı bize.
Korkmaz'ın odadan çıkmasıyla donakalan Defne'nin yanına gittik. Aynanın önündeki peluş bir ayı vardı. Ayıcığı elime aldığımda birden konuşmaya başladı. "Korkmaz sen bir ayısın," diye ciyakladı peluş ayı. Bunu duyan Selma benim gibi gülme krizine girerken ikimizde aynı anda "Defne, Korkmaz'ı seviyor!" diye bağırdık.
"Susun yok öyle bir şey!" diye cırladı Defne. Selma ise "Tabii tabii. Bizim köyde de inekler uçuyoru bildin mi?" demişti. Selma ile işbirliği yapmış Defne'nin yanına oturup ona bilmiş bakışlarla bakmaya başladık.
"Hiç mi sevmiyorsun?" dedim elimdeki ayıyla ona şirinlikler yaparken.
"Saçmalamayın!"
Defne sinirlerinin bozukluğunu kanıtlar nitelikte peşimizden yastıkla koşarken ayıyı odaya atıp odadan çıktık. Selma ile nefes nefese birbirimize bakarken Defne'nin abayı yaktığını anlamıştık.
(Defne'den...)
Olayın aslı şu şekildeydi. Partiden sonra Korkmaz ayısı odama dalmıştı. "Senin ne işin var burada?" diye cırlamama karşılık pişkin pişkin sırıtmıştı. "Sana iyi geceler dilemeye geldim," dediğinde beynimden aşağıya kaynar suların döküldüğünü hissediyordum.
"Diledin sayıyorum. Şimdi babam görmeden git buradan."
Dünya umurunda değil bu çocuğun resmen. Yanıma yaklaşıp aramızdaki mesafeyi minimuma indirince yutkunmaktan başka bir şey yapamadım. Benim gerilmem hoşuna gidiyordu. Gülümseyip arkasında sakladığı şeyi çıkarınca bu sefer gülen bendim. Elindeki peluş ayıyı aldığımda elini sıktı. Konuşan ayıyla birlikte gülmeye başladım.
"Korkmaz sen bir ayısın," dedi peluş ayı. Ayı resmen böyle dedi. Kendimi tutamayıp kıkırdadım.
"Özledikçe buna bakarsın," dedi Korkmaz. Onun bu söylediği benim kaskatı kesilmeme yetmişti. Gözlerimde gezinen gözleri her ne kadar bunu itiraf etmek istemesemde aklımı başımdan alıyordu.
"Manyaksın sen," dedim birden.
Bu söylediğim oldukça hoşuna gitmişe benziyordu. Ben onun ruh hastalığına bir anlam vermezken Korkmaz ayısı bu sefer yatağıma uzandı. Elimdeki ayıyı aynanın üzerine bırakıp yanına gittim. "Hadi git artık babam görecek," dedim göz ucuyla kapıyı kontrol ederken. Oralı bile olmayan Korkmaz beni bir anda kendine çekip sarıldı. Güçlü kolları arasında kılımı bile kıpırdatamamam yetmezmiş gibi bir de saçlarımı okşuyordu.
"Sandal ağacı kokusu," dedi birden.
"Sen saçımı mı kokladın?"
Bunu saklama gereği bile duymadan beni onaylamıştı. "Bir de utanmadan söylüyor. Peki kokuyu nereden bildin?" diye sordum dayanamayarak. Korkmaz ise ukala bir tavırla "Bilirim ben," demişti. Aklıma nereden bilebiliyor olabileceği gelince beynime sinirden pıhtı attığını hissediyordum. Başımı kaldırıp delici bakışlarımı onun gözlerine diktim.
"Dur tahmin edeyim. O kadar çok kız var ki uzman oldun dimi!" diye patladım birden. Korkmaz benden böyle bir şey beklemiyordu. Ama gördüğüm kadarıyla verdiğim tepki onun için büyük bir koz olmuştu. "Bilemeyiz," dediğinde sırıtan yüzünü dağıtasım geliyordu. Tabii kıpırdayabilseydim bunu yapabilirdim.
Resmen beni sinirlendirmek için elinden geleni yapıyordu. Yerimden güç bela kalkıp yanı başımdaki kuş tüyü yastıkla ona sinirle vurmaya başladım. "Senden nefret ediyorum! Pislik! Kız diyor bir de!" diye bağırdım. Yastığı yüzüne yüzüne geçirirken kendimi çoktan kaybetmiştim.
"Kıskandın mı sen?"
Keyifli keyifli gülen Korkmaz'a vurmaya devam ettim. Yastığı yüzüne geçirmemden bir süre sonra zevk alır olmuştu. "Ayısın sen ayı!" dedim sinirle. Ben ona vururken odanın kapısının açılmasıyla hemen normal halime döndüm. Kapıdan bize şaşkın şaşkın bakan ikiliye bakarken dalgınlığımı fırsat bilen Korkmaz yanağıma öpücük kondurmuştu.
Kızların bize olan şaşkın bakışlarının üzerine bir de öpücüğün etkisiyle kaskatı kesilmiştim. Korkmaz "İyi geceler öpücüğümü de almışken bana artık müsaade," diyerek odadan çıkmıştı.
Korkmaz'ın odadan çıkmasıyla bizim ikili bana fesat bakışlar atmaya başlamıştı bile.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 3.54k Okunma |
381 Oy |
0 Takip |
36 Bölümlü Kitap |