
Okulun bitmesine son bir hafta kalmıştı ve bugün mezuniyet balomuz vardı. Haftaya da mezuniyet töreni ile birlikte altı yıllık serüvenimizi noktalayacak ve diplomalarımızı alacaktık. Selma Hanım çoktan balo elbisesini giymiş karnını tutarak babetlerinin çıkardığı pat pat sesleri eşliğinde odama geldiğinde bende aynadan onun benim için seçtiği mor elbisenin üzerimdeki duruşuna bakıyordum.
Selma "Ay Başak çok güzel olmuşsun," dedi duygusal bir tonda. Hamileliğinin ortalarında ve duygusal olarak da zirvede olduğu bir dönemdeydi. Dokunsam her an elbise sana çok yakışmış diyerek salya sümük ağlamaya başlayabilirdi ki bu benim hayatımda isteyebileceğim en son şey bile değildi.
"Sen daha güzelsin," dedim gülümseyerek. Selma'ya karnının izin verdiği ölçüde sarıldım. Sıcak sarılmamızı bölen bebeğin birkaç ay sonra kucağımızda olacağı gerçeği ise heyecanlanmama yetiyordu. Acaba kime benzeyecekti? Yüzü Selma'ya benzesin ama huyu benzemesin diye geçirdim içimden. Huyu benzerse sadece Emre için değil tüm insanlık için dünyanın sonu gelebilirdi.
Selma "Başak seni kapıda bekleyen yakışıklı bir beyefendi var," dedi imayla kaşlarını bir kaldırıp bir indirerek. Yüzündeki muzip gülümsemeye bakılırsa Soral beni bekliyordu. Onun yakınımda olduğunu bilmek bile içimde kelebekler uçuşmasına yetiyordu.
Aynadan son bir kez kendime baktım. Maşaladığım kızıl buklelerim mor elbisemin askılarını kapatıyordu. Makyajım, saçım ve elbisemle birlikte mezuniyet balosuna gitmeye hazırdım. Selma'ya bakıp "İyi görünüyor muyum?" diye sordum. Karnını tutup bana baktı. Kıkırdayarak "Seni görünce Soral kalpten gidecek," dedi.
Beklediğim cevabı alınca Selma ile beraber odadan çıktık. Selma ayakları ağrıdığından babet giymiş bana da içinde ukde kalan topuklularını giydirtmişti. Topukluların merdivenlerde çıkardığı tak tak sesleri eşliğinde aşağıya indim. Merdivenlerin son basamağından adımımı attığımda içeriden Soral çıkagelmişti. Beni görünce sadece yüzü değil gözlerinin içi de gülmeye başlamıştı.
"Çok güzelsin," dedi usulca kulağıma doğru. Kıkırdadım. Onun bana uzattığı koluna girdim ve beraber evden çıktık. Topuklularla daha şimdiden sıkıntı yaşıyordum. Soral koltuğa yerleşmeme yardım etti. Sonra da dolanıp şoför koltuğuna geçti. Yanımdaki yerini aldığında karanlıkta parlayan gözleri ne kadar mutlu olduğunun habercisiydi.
"Heyecanlı mısın?" diye sordu Soral sıcacık bir sesle. Başımı hafifçe salladım ve onun gözlerine diktim gözlerimi. Karanlıkta laciverte dönen gözleri nefesimi kesiyordu.
"Yolun sonuna geldik," diye mırıldandım.
"Sadece okul bitti. Ama hayat devam ediyor Başak. Bu birtakım başlangıçlara yelken açmamız için bir işaret."
"Her şey çok hızlı gelişti. Sanki doktor olmayı hayal edişim dün gibi. Ama şimdi gerçek bir doktorum. Üstelik yanımda sen varsın. Başka ne isterim ki?"
Soral elimi tuttu. Sıcak dudaklarını nazikçe elimin üzerine bastırıp gülümsedi. "Seni bilmem ama benim istediğim bir şeyler var," dedi muzip bir tavırla. Tek kaşımın kıskançlıktan yukarıya doğru kavisli bir hal almasına engel olamadım.
"Ben size yetemedim anlaşılan Soral Bey," dedim bozulduğumu belli ederek. Halim onu keyiflendirdi. Kıkır kıkır gülmeye başlamıştı. Başımı çevirip bakışlarımı ondan kaçırdım. İki dakikalık romantizmimizi de böyle bozmuştu.
Gönlümü almak için yanlış anladığım hakkında benimle tatlı tatlı konuşmak şöyle dursun direkt arabayı çalıştırmıştı. Arabanın mı yoksa benim homurtum mu daha yüksekti bilinmez ama gergin bir yolculuk yaptığım kesindi. Sol ayağımla arabanın homurtusunu bastıramasam da belli bir ritim tutturmuş kendimce Soral'a trip atıyordum. Tabii beyefendi yola o kadar dalmıştı beni fark etmiyordu.
Sinir bozukluğum yüzünden burnumdan dumanlar çıkarmama ramak kalmıştı. Ruh halimin eksi sayılara indiğini hala nasıl fark edememişti? Bunu bir türlü anlamıyordum. Camdan dışarıya bakmakla geçen kısa yolculuğumuzun ardından Soral arabayı balonun yapılacağı mekanın otoparkına park etti. Hemen ardından arabadan inip benim kapımı açtı. Ona kısa bir bakış attım. Bana uzattığı eli istemeye istemeye tutup onun koluna girdiğimde hala attığım tripi fark etmemiş olması canımı sıkmıştı. Birlikte balo salonundan içeriye girdik.
Salon neredeyse karanlıktı. Renkli ışıklarla loş bir ortam oluşturulmuştu. Duvar kenarlarına ikramlar için masalar kurulmuştu ve tam ortada dans eden çiftler vardı. Gözüm herkesin içinde Korkmaz ile Defne'ye kaydı. Beraber kıkırdayarak birbirlerine bir şeyler anlatırken müziğin ritmine uygun bir yavaşlıkta dans ediyorlardı. Sonradan gelen Emre ile Selma bile Soral ile benim aksime pistteki yerini almıştı. Selma, Emre ile arasına giren şişkin karnına rağmen tatlı tatlı dans ederken Soral elimden tutup beni pistin ortasına çekti.
Soral ile beraber piste çıktığımızda heyecandan bacaklarımın titrediğini hissettim. Ona attığım tribi unutuverdim. Aslında sadece tribi değil kendi adımı bile unuttum. Derin bir nefes aldım. Elimi usulca onun omzuna attığımda o da elini belime koymuştu. Rengarenk ışıkların altında her ne kadar sakin dans etsek de kalp atışlarım müziğin ritmiyle tezatlık yaratarak çok hızlı atmaya başlamıştı.
Aramızda hiçbir şey yoktu. O koca salonda sadece biz varmışız gibi hissediyordum. Deniz gözleriyle bana baktıkça heyecanlanıyordum. Nefesimi kesiyordu. Gülüşü, sıcacık soluğu ve bana aşkla bakan gözleri nefesimi kesiyordu. Kalbim göğüsümden çıkacak gibi hissediyordum. En sonunda dayanamayıp başımı onun göğsüne yasladım ve heyecandan titreşen göz kapaklarımı huzurla kapadım.
Göğsünün ortasında kanat çırpan bir kuş misali atan kalbinin sesini yüksek sesli müziğe rağmen duyabiliyordum. Onun kalbi de en az benimki kadar hızlı atıyordu. İkimizde heyecanlıydık. Birbirimize yakın olduğumuz için heyecanlıydık ve birbirimize deli gibi aşıktık. Derin bir nefes alıp bu huzur verici sesi dinlemeye başladım. Tüm bu gürültünün sesini bile bastıran kalp atışlarını dinledim.
Saçlarımı koklayıp öpen Soral kulağıma doğru "Bu kalp senin için çarpıyor," diye fısıldadı. Dedikleriyle yüzümde oluşan gülümsemeyle tekrar kalbine odaklandım. İçeride benim için çarpan bir kalp olması gerçeği beni öyle mutlu ediyordu ki. Benimki de onun için çarpıyordu. Karşılıklı çarpan iki kalp. Başka söze gerek var mıydı? Biz sussak da kalplerimiz konuşuyordu.
"Benimki de senin için çarpıyor," dedim yanağımı onunkine dayayıp kulağına doğru fısıldayarak. Yutkundu. Teninin sıcaklığını yanağımda hissedebiliyordum. Gözlerimi yumdum. Burnuma dolan kokusunu içime çektim. O an anladığım bir şey varsa bundan sonra steteskopsuz dinleyebileceğim tek kalbin onunki olduğuydu.
Soral ile birbirimize sarılarak müziğin ağır ritmine kapılıp uzun uzun dans ettik. Hiç bitmemesini dilediğim dakikalardı. Tabii her güzel şeyin bir sonu olduğu gibi bunun da sonunu verilen anons getirmişti. İstemeye istemeye birbirimizden ayrılıp sahnede anons veren kişiye baktık.
"Evet sevgili öğrenciler! Şimdi mezuniyet balomuzun kral ve kraliçesini açıklama vakti geldi!"
Anonsun ardından sahnedeki öğrenciye bir zarf verildi. Soral usulca elimi tutuğunda kıkırdadım. Birlikte sahnedeki öğrenciye bakıyorduk. Takım elbiseli çocuk elindeki zarfı açıp içindeki kağıtta yazanı ilan etmek üzere mikrofona doğru eğildi.
"Mezuniyet balomuzun kral ve kraliçesi," dedi ve heyecanı arttırmak için bekledi. Hemen sonrasında mikrofona merakla beklenen isimleri haykırdı.
"Soral Soydan ve Başak Ateş!"
Kendi ismimi algılamam bir hayli zaman almıştı. Şok olmuş bir şekilde sahneye bakarken Soral şoku atlatmama kalmadan beni çekiştirerek sahneye çıkartmıştı bile. Beraber sahneye çıktığımızda başımıza birer taç konuldu. Boynumuza da balonun kral ve kraliçesi olduğumuzu gösteren yazılı beyaz kurdeleden asmışlardı. Hem olayın şokundan hem de ne yapamayacağımı bilemediğimden sahnenin önünde bizi alkışlayan Korkmaz, Defne, Emre ve Selma'ya baktım.
O an Korkmaz'ın bu işte bir parmağı olduğunu anladım. Gülerek onlara baktım ve Soral ile gecenin son dansını yapmak için sahneden inip piste tekrar çıktık. Beraber dans etmeye başladığımızda zamanın durduğunu hissettim. Sanki her şey durmuştu. Dünya durmuştu. Zaman durmuştu. Bizim dışımızda her şey durmuştu.
"Bunun olduğuna inanamıyorum," dedim gülerek. Soral deniz mavisi gözlerini benimkilere dikti. Işıltılı gülüşüyle "Daha inanamayacağın çok şey olacak sevgilim," diye mırıldandı. Müziğin sesi kısılmıştı o gece. Kalplerimizin sesi müziğin sesini hatta kendi sesimizi bile bastırıyordu. Bizim o gece kalplerimiz konuşmuştu. Okul bitmişti ama o okul sayesinde bu iki kalp birbirlerini bulmuştu. Belki kalbim ilk kez bu okulda öğrenmişti aşkla çarpmayı...
"Seni seviyorum," dedim birden. Elimden tutup beni kendi etrafımda döndürdü ve beni sıkıca göğsüne bastırdı. Okulun bitişiyle bedenimi saran endişeler uçup gitti. Soral ile olan dansımızın sayesindeydi tüm bunlar. Tabii ben o anın büyüsünden sonra mezuniyet gününün bundan bile güzel olacağını bilemezdim. Hayatımın en özel günü kesinlikle o gündü. Bunu sadece mezun olduğum için söylemiyorum. Neden böyle söylediğimi siz de biraz sonra anlayacaksınız.
Evde büyük bir telaş vardı. Evdeki herkes koşuşturma içindeydi. Benimse içimde ufakta olsa bir hüzün vardı. Annemin bugünleri görebilmesini öyle çok isterdim ki. Benimle gurur duymasını bana sarılıp sevgi sözcükleri fısıldamasını isterdim. Ama bunların hepsi zaten onun içindi. Artık hayallerime kavuşmanın vakti gelmişti.
"Başak hazır mısın güzel kızım?" diyerek beni daldığım hüzün aleminden alan kişi yengemdi. Yengem odamın kapısını içeri gelmesi için seslenmemle yavaşça aralamıştı. Önden babam girdi odaya. Ağır adımlarla yanıma yaklaşırken beni kepli gördüğü için duygulanmıştı. Gözlerinde görmüştüm benimle ne kadar gurur duyduğunu. İçinden acaba o da bugünlerimi annemin de görmesini diliyor muydu?
"Güzel kızım benim," dedi babam beni kollarının arasına alıp sevgiyle kucaklamadan hemen önce. Gözlerimin istemsizce dolduğunu hissettiğim sırada yengemin kep törenine geç kalacağımızı söylemesiyle babamla kucaklaşmamız yarıda kaldı. Tüm aile üyeleri ile hiç vakit kaybetmeden törene yetişmek üzere yola çıktık.
Tören alanına vardığımızda dizilmiş sandalyeleri ve sahneyi gördüm. Ama tüm bunlar içindeki bu yeri en güzel kılan şey kesinlikle baharın son günlerinde yazın gelişini müjdeleyen pespembe çiçek açmış kiraz çiçekleriydi ki onların arasında yapılacak olan bir törenin ne kadar güzel olabileceğini düşündükçe içimden kıkır kıkır gülmek geliyordu.
Ağır adımlarla bir sürü öğrenciyle dolu tören alanına yaklaştığımda sandalyelerden birine oturmuş bana bakan Soral ile göz göze geldim. Deniz gibi dalgalı gözleri yeterince nefesimi kesmiyormuş gibi bir de kepin içine giydiği mavi gömlekle oldukça yakışıklı görünüyordu. "Sevgilim," diyerek beni yanına çağırdı.
Yanına gidip onun oturduğu sandalyenin yanına oturdum. Heyecandan elim ayağım titriyordu. Yıllardır bu anın hayalini kuruyordum. Artık doktor olacaktım. Bunun vermiş olduğu mutluluk paha biçilemezdi. Heyecanla etrafıma baktığımda bizim tayfanın da yerini aldığını gördüm. Sandalyeler bir bir dolarken sahneye fakültemizin dekanı çıktı. Altı yılda az çıldırtmadım kendisini.
"Sevgili öğrencilerimiz," diyerek başladı konuşmasına dekan. "İsmini okuduğumuz öğrencilerimizin diplomalarını almak üzere yanımıza gelmesini rica ediyoruz," diye de ekledi.
İsimler okunmaya başlamıştı bile. Ben nefesimi tutmuş bir yandan da Soral'ın elini avucumun arasına almış sabırsızlıkla adımın okunmasını bekliyordum.
"Reha Çelebi!"
Diplomasını alan yerine otururken ben dekana odaklanmış adımın okunmasını bekliyordum. "Emre Uysal," dedi dekan kürsüden. Emre alkışlar eşliğinde diplomasını alırken bizim kafası kırık Selma "Aslan kocam!" diye tezahürat bile yapmıştı. Gülerek ona bakarken Emre oturmuş bu seferde dekan bizim okulun başından geçen geleceğin en belalı doktor adayını yanına davet etti.
"Korkmaz Katipoğlu."
Korkmaz diplomasını alıp babasıyla basına fotoğraf verirken yerine oturmadan Defne'nin yanına koştu. İsimler okunurken fakültemizde diplomasını almayan neredeyse üç kişi kalmıştı.
"Selma Uysal."
Selma kocasının yardımıyla sandalyeden kalktı. Bir eliyle şiş karnını tutarken tatlı tatlı yürüyordu. Üzerindeki siyah beyaz çizgili elbisenin karın kısmında kırmızı dev bir kalp olduğunu fark ettim. Kürsüde dekanın elinden diplomasını alan Selma alkışlar eşliğinde yerine geçerken dekan hocamız bu sefer sevgilimi yanına çağırmıştı.
Soral yanımdan kalkıp diplomasını alırken onun için alkış tuttum. O an fark ettim ki diplomasını almayan tek kişi bendim. Soral diplomasını aldığı gibi sahneden inerken dekan derin bir nefes alıp mikrofona doğru "Son olarak Başak Ateş," dedi gülümseyerek. Alkışlar eşliğinde sahneye çıkmak için ayağa kalktığımda heyecandan bacaklarım titriyordu. O kısacık mesafeyi nasıl yürüdüğümü hatırlamıyordum bile. Kendimi sahneye atıp dekanın elinden diplomamı kaptığımda yanıma gelen babamla basın mensupları için birkaç kare fotoğraf çekinmiştim.
Fotoğraf faslı nihayet bittiğinde tam sahneden inecektim ki Soral birden yeniden sahnede belirmiş tam karşımda durmuştu. Ben meraklı gözlerle ona bakarken o ise dekanın ona uzattığı mikrofonu elinden almıştı. Deniz mavisi gözlerine şaşkınlıkla bakakaldım. Ne yapmaya çalışıyor?
"Başak, sevgilim, aşkım, hayatım, nefesim, yaşama sebebim," diyerek sıraladı sözcüklerini. Bakışlarının altında her an yüksek dozda aşktan ve aşırı heyecandan kalp sektesinden öteki tarafa gidebilirdim. Dönen başım her an bayılabileceğimin sinyallerini verirken tüm öğrencilerin ayaklanmaya başladığını fark ettim. Bakışlarımı zar zor Soral'dan alıp karşımıza dizilen öğrenci topluluğuna çevirince gördüğüm şey karşısında ağzım beş karış açık kalmıştı. Herkes başlarındaki kepleri çıkarmıştı. Keplerine iğnelemiş oldukları harfleri bana doğru tutarken en sonda soru işaretiyle duran Selma'yı gördüm. Soru işaretinin noktası ise elbisesinin karnındaki kırmızı kalpti.
"Benimle evlenir misin?"
Kiraz çiçeklerinin altında gördüğüm bu manzaraya karşılık ağlamamak için kendimi o kadar zor tutuyordum ki...
Benim için özel olarak hazırlanmış karşımdaki yazıya bakakalmıştım. Bana sorduğu soruyla Soral'a döndüğümde ise onu önümde diz çökmüş bir halde buldum. Elindeki kadife kutuda parlayan yüzüğü gördüğümde artık gözyaşlarımı daha fazla tutamamış hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştım bile. Elindeki mikrofonu titreyen parmaklarımın arasına alıp "Evet!" diye haykırdım.
Benim sesimle tüm okul kepleri havaya doğru atarken ben Soral'a sıkıca sarılmış ağlıyordum. Hıçkırıklarımın arasında Soral yüzümü avuçlarının arasına alıp alnıma bir öpücük kondurdu. Sonrasında yüzüğü parmağıma geçirdi ve beni kucağına alıp sevinçle döndü. Mutluluktan uçmak üzereydim. Bu hayatımda görüp görebileceğim en güzel evlenme teklifiydi. Tabii bir de en güzel mezuniyet töreni...
(6 ay sonra...)
(Düğün günü)
Bir genç kızın en mutlu günü hiç tartışmasız evlendiği gün daha doğrusu sevdiğine sonsuz bir bağ ile bağlanmak suretiyle kavuştuğu gündür. Benimde hayatımdaki en mutlu gün gelip çatmıştı. Sadece birkaç dakika sonra sevdiğim adamla dünya evine girecektim. Bir ömür boyu baksam bile sıkılmayacağım o engin maviliklerin sahibine Soral'ıma kavuşacaktım. Düğün hazırlıkları tamamlanmış gelinliğimi giymiş aynadan kendime bakıyordum. Selma, Defne, yengem, amcam ve babam hemen arkamda dolu gözlerle bana bakıyorlardı.
"Baba ağlamak yoktu ama," dedim gelinliğimin eteklerini toplayıp ona doğru dönerken. Babam ayaklanmış gözlerinin altındaki ıslaklığı sanki hiç görmemişim gibi hızlıca silmişti.
"Ağlamıyorum," dedi gülerek bana sıkıca sarılırken. Onun kollarında ağlamak isteyen bu sefer bendim.
Babam bana sarılırken ağlamamak için kendimi zor tutmuştum. Ondan ayrıldığımda babam komodinin üzerindeki kadife büyük kutuyu alıp yanıma tekrar geldi. Kutuyu açtığında içinde parlak taşları olan gösterişli bir gerdanlık olduğunu gördüm. Babam gerdanlığı kutudan çıkardığında boynuma takabilsin diye saçlarımı ve duvağımı kenara çekmiştim. Gerdanlık boynumdaki yerini aldığında parmak uçlarımla taşlarına dokundum.
Su damlalarını anımsatan taşlarına baktım. Oldukça zarif ve güzeldi. Babama baktım bu sefer. Yüzünde dokunaklı bir gülümsemeyle dudaklarını alnıma bastırdı ve duvağımı özenle yüzüme örttü. Sonrasında herkesle beraber düğünün başlamasına sayılı dakikalar kaldığından odadan çıktı.
Herkesin çıkmasıyla gelinliğimin eteklerini düzeltmiş içimdeki heyecanı bastırmaya çalışarak damadın beni odamdan alacağı anı beklemeye başlamıştım. Bekledim, bekledim ve bekledim. Düğün başlamak üzereydi ama Soral hala odama gelip beni almamıştı. Bende bu belirsizliğe daha fazla dayanamadım tabii. Gelinliğimin eteklerini sürükleyerek odadan çıktım. Koridoru aşıp neden hala gelmediğini anlayamadığım Soral'ı görmek üzere
damat odasına girdim.
"Soral hayatım herkes bizi bekliyor neredesin?"
Normalde damadın gelini düğünden önce görmesi uğursuzluk getirir derler. Ama bu gidişle ortada bir düğün olamayacağı için bunu umursamamış hışımla başımdaki duvağı havaya kaldırıp yüzümü açmıştım. Duvağımı açıp etrafa bakmaya başladığımda Soral'ın karşıdaki pencereye tünediğini fark ettim. Bacaklarını camdan sarkıtmıştı ve beni bulan bakışlarına bakılırsa hiç ama hiç iyi görünmüyordu.
"Sen iyi misin?" diye sordum endişeyle. Cevap verememişti. Gözleri kıpkırmızıydı ve elinde kahverengi bir evrak çantası vardı. Neler olup bittiğini anlayamıyordum. Onun yüzündeki dalgalanmaya ve bulunduğu konuma bakılırsa durumumuz hiç de parlak değildi.
"Beni terk mi ediyorsun?" diye sordum hala bu gördüğüm şeyin gerçek olup olmadığına inanmakta zorlanarak. Soral yutkundu. Kızaran gözlerini benimkilere dikti ve "Affet beni! Sana söz veriyorum en kısa zamanda geleceğim! Şimdi gitmem gerek anla beni!" dedi pencerenin altına dayadığı merdivenden inerken. Gelinliğimin eteklerini toplayıp pencereye koştum.
"Soral!" diye seslendim arkasından. Ama ardına bile bakmamıştı giderken. Sevdiğim adam beni üstümde gelinliğim ile bırakıp gitmişti. Kavuşmak için değil gün saniyeleri saydığım adam ardına bile bakmadan beni düğün günümüzde bırakıp gitmişti. Olayın şokunu atlattığımda gelinliğimin eteklerini sürüyerek kimseye görünmeden salondan ayrıldım. Düğünümüzden sonra hayatımızı yaşayacağımız evimiz burası olacak diye hayal kurarak aldığımız eve gittim. Kapıyı ardımdan kapatıp ağlamaya başladım. Elime gelen ilk şeyi duvara fırlatıp un ufak oluşunu izledim. Benim o toz parçalarından ne farkım kalmıştı? Paramparça etmişti beni...
En güvendiğiniz uğruna canınızı verebileceğiniz bir insan düşünün. Benim için bu tanımın karşılığı Soral'dı. Ama beni bırakıp gitmişti. Hem de düğün günümüzde... İnanılır gibi değil!
Sinirden etrafta bulduğum ne kadar süs eşyası ne kadar fotoğraf çerçevesi varda hepsini hıçkıra hıçkıra ağlarken yere indirmiştim. Ev artık o özenerek döşediğimiz halden çıkmıştı. Ama ben hala sinirimi atabilmiş değildim. Bu seferde çekmecede bulduğum makasla koltuğa kurulmuş üzerime bin bir hayal kurarak giydiğim gelinliğin eteklerini bağıra çağıra ağlarken gelişi güzel kesmeye başlamıştım.
Makas titreyen parmaklarımın arasından kayıp yere düştüğünde paramparça ettiğim gelinliğe bakıp bakıp ağlıyordum. Beni bir enkaza çevirmişti. Ama neden? Bana bunu neden yaptı? Kafayı yemek üzereydim. Ağlamaktan helak olma aşamasına geldiğimde evin kapısı gürültüyle açılmıştı. Kafamı bir umut çevirdiğimde içeri Korkmaz, Emre, Selma ve Defne'nin girdiğini gördüm. Beni o halde görünce hepsi kapıda kalakalmışlardı.
"Başak," dedi Selma endişeyle. Koşarak yanı başıma gelen Selma ellerimi tutup başımı omuzuna yaslarken sanki kendimi yiyip bitirmemişim gibi yeniden ağlamaya başlamıştım.
"Beni terk etti Selma."
Selma beni sakinleştirmeye çalışırken eve bu seferde babamlar gelmişti. Babamlar, Korkmaz ve Emre öfkeden deliye dönmüştü. Defne, Korkmaz'ı zor sakinleştirmişti. Onları umursayamayacak kadar kötü haldeydim. Buğulu gözlerle eve baktım. Etraf cam kırıklarıyla doluydu. Tıpkı kalbim gibi...
Yerlerdeki cam kırıklarının içimde de olduğunu hissediyordum. Batıyordu battıkça daha çok kanıyordu. Ağlamaktan gözlerim ağrıyordu ve darmadağın bir halde Selma'nın kollarında sakinleşmeye çalışmaktan başka elimden hiçbir şey gelmiyordu.
Aniden kapı zilinin sesi duyuldu. Kimseye izin vermeden yerimden kalkıp kapıyı açmaya gittim. Hala aptal gibi onun gelebileceğini düşündüğüm için kendimden nefret etsemde umutla açtım kapıyı. Kapıyı açtığımda karşımda o yoktu ama yerde bir puset vardı. Pusette de uyuyan bir bebek...
Gözlerim pusetteki bebeğe takılı kalmıştı. Ne yapacağımı bilemez bir halde puseti vücudumda kalan son enerji kırıntısıyla kucağıma alıp içeri götürdüm. Bana ve kollarımdaki pusete bakan şaşkın bakışlara aldırmadan kucağımdaki puseti orta sehpaya yerleştirdim. Sonra ağlamaktan acıyan gözlerimle pusette huzurla uyuyan bebeğe baktım. Hemen kolunun altına iliştirilmiş bir de zarf olduğunu gördüm.
Zarfı bebeğe dikkat ederek kolunun altından çıkardım. Zarfın üzerinde adım yazılıydı. İyi de bu zarfı kapıma bırakan üstelik bir bebekle birlikte bana bırakan kişi kimdi? Zarfı açıp içindeki notu okumaya başladım.
"Bunları sana yaşattığım için gerçekten ama gerçekten çok üzgünüm. Ama başka çarem yoktu. Çok çaresizdim. Umarım bir gün beni affedebilirsin Başak. Benim hakkımda ne düşündüğünü biliyorum. Muhtemelen beni hiçbir zaman affetmeyeceksin. Tüm bu yaşadıklarımızın gerçek olup olmadığını sorgulayacaksın ve ben sana şunu üzülerek söylemeliyim ki ben seni hiçbir zaman sevmedim Başak. Benim için itiraf etmek zor olsa da gerçek şu ki ben seninle sırf paran için birlikte oldum. Çünkü karım uzun zamandan beri hastaydı ve bu son yılımızda hamile olduğunu öğrendiğimde elimi çabuk tutmam gerekti. Onu iyileştirecek param yoktu. Başka çarem olsaydı seni böyle çirkin bir şeye alet etmezdim. Çok üzgünüm. Senden bunu istemeye hakkım yok biliyorum ama eğer beni biraz olsun sevdiysen bunu yapacağını da çok iyi biliyorum. Ben gelene kadar kızım Ayla sana emanet. Ona iyi bak. Ben onu bir gün senden almaya geleceğim. Soral..."
Okuduklarımla kan beynime sıçramıştı. Beni kandırmıştı. Benim duygularımla oynamıştı. Bana bunu nasıl yapmıştı? Üstelik evliydi ve bu da yetmezmiş gibi karşımdaki pusette yatan bebek onun kızıydı. Yutkunup kendimi tutmaya çalıştım ama başaramadım. Ben ağlamaya başlayınca Selma elimdeki mektubu hışımla parmaklarımın arasından çekip aldığında herkese karşı yazılanları yüksek sesle okumaya başladı. O okudukça benim kalbime yeni bir bıçak saplanıyordu sanki. Dayanacak gücüm kalmamıştı ve bunca acının arasında bir de bebek vardı.
Herkes bebek konusunda itiraz etsede ben hiç kimseyi dinlemedim. Günün birinde döndüğü zaman benden emanetini alacaktı. Bu masum bebeğin hiçbir günahı yoktu ve ona en iyi şekilde bakacaktım. Babası geldiğinde de onu hayatımdan tamamen çıkaracaktım. Yaşlı gözlerle pusetteki bebeğe baktım. "Ayla," diye fısıldadım kendi kendime. İsmi buydu. İçimden kaybedenler kulübüne hoş geldin dedim. Kaybedenler kulübüne hoş geldin...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 3.54k Okunma |
381 Oy |
0 Takip |
36 Bölümlü Kitap |