
Yaptığım meslekte beni en çok mutlu eden şey sonun geldiğini düşündüğümüz o anda en büyük umut belirtisi olan bir küçük kalp atışının sesini duymaktan başka bir şey değil. Bir insanın hayatı sizin ellerinizde ve onun için verdiğiniz çabanın sonucunda duyduğunuz küçücük bir kalp atışı kadar sizi mutlu eden bir şey daha olamaz. Doktor olmayı istememin bir diğer sebebi de annemi kaybetmiş olmamdı. Annemi kaybetmiştim. Ama bir başkasına annesini kaybetmemesi için yardım edebilirdim. Şimdi ise kalp atışlarını duyduğum kişi bir başkası değildi. Bizzat kendi kalp atışlarımı duyuyordum.
Tüm sesler susmuştu. Etrafımda olup biten hiçbir şeyi duymuyordum. Tek duyduğum şey yaşadığım şeylerin ağırlığı altında ezilen ve kendini korumak için tüm gücüyle kasılan kalbimin sesiydi. Karşımdaki kadın, "Ben bu hastanenin yeni doktoru Maral Soydan," dedi zihnimde belki de bininci kez.
Maral Soydan'ın kim olduğunu biliyordum ve onu karşımda görmüş olmanın şokunu bir türlü üzerimden atamıyordum. "Siz," dedim neredeyse fısıltıyla. Ne tepki vermem gerektiğini bilmemem bir yana neredeyse herkesin gözlerinin benim üzerimde olması da apayrı bir konuydu.
Maral, "Şimdi herkesin bana odaklanmasını istiyorum," dedi büyük bir ciddiyetle.
"Yaklaşık iki dakika içinde trafik kazası geçiren bir aileyi buraya getirecekler ve durumları kritik. Şimdi tartışmayı bir kenara bırakın. Özel hayatınızı unutun ve benimle birlikte acil kapısına gelin. Herkese ihtiyaç var."
Maral'ın acil kapısına doğru adımlamasıyla herkes peşinden gitmişti. Benim dışımda herkes...
Ben henüz kendime gelebilmiş değildim ama bir an önce de kendime gelmek zorundaydım. Yaşadığım şeyleri bir kenara bırakmak ve o insanlara yardım etmek zorundaydım. Doktorluğun en zor kısmı da buydu. Yaşadığınız acıları, sevinçleri, korkuları hastanenin kapısının dışında bırakmak zorundasınız. Bir hayatı kurtarmak için ruhunuzu kapının ardında bırakmayı göze almak zorundasınız. Bende öyle yapacağım.
Derin bir nefes alıp acile geçtim. Korkmaz ile Soral bir babaya, Maral ile Selma küçük bir oğlan çocuğuna, Emre küçük çocuğun ablasına müdahale ederken bende hamile olan anneye bir başka doktor arkadaşla birlikte müdahale ediyordum.
Maral'ın, "Acilen ameliyathaneyi hazırlayın!" diye bağırdığını duydum. Küçük çocuğun durumunun kritik olduğunu o an anladım. Çocuğu ameliyathaneye götürdüler. Bende bebeği bir an önce almam gerektiği kanısına vardığım anneyi doğumhaneye götürdüm. Zorlu ve bir o kadarda riskli bir sezaryen doğum gerçekleşti.
Annenin durumu nispeten iyiydi. Fakat bebek için aynı şeyi söyleyemiyordum. O kadar küçüktü ki hayata tutunması mucize olurdu. Bebeği küveze, anneyi yoğun bakıma aldılar. Küçük çocuk hala ameliyattaydı ve tüm bunların içerisinde yaralı kurtulan ortalama on beş yaşlarındaki ailenin büyük kızlarına geçirdiği sinir krizinin ardından sakinleştirici verilmek durumunda kalmıştı.
Başımdaki boneyi çıkarıp doğumhanenin kapısının önünde başımı ellerimin arasına almış bir halde yere çöktüm. Olanlar bir yana az evvel doğumunu yaptırmak durumunda kaldığım anne ve bebeğin durumu düşündürücüydü. Kendimi yorgun hissediyordum. Hem ruhsal hem de bedensel anlamda çöktüğümü hissediyordum.
İçimden hıçkıra hıçkıra ağlamak geliyordu. Yaşadıklarımın o kapıdan içeriye girmesine izin verdiğim için kendimden nefret etsemde aklıma olanların gelmesine daha fazla engel olamadım. Ellerimi yüzüme kapatmış hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Tek avuntum doğumhanede benimle beraber olan herkesin çoktan çıkmış olduğuydu. Beni kimse göremezdi. Bunu bilmek bile içimde bastırmaya uğraştığım yoğun hislerin gün yüzüne çıkmasına yetmişti.
Yere oturdum. Sırtımı duvara dayayıp ağlamaya devam ettim. Tüm bu yaşadıklarımın tek sorumlusunun Mutlu olması bir yana Soral ile yaşayamadıklarımızı anımsadıkça içime gülle gibi ağır bir şeyin oturduğunu hissediyordum. Dört yıl boyunca ondan nefret etmeye çalışmıştım. Onun kızına baktığımı sanarken aslında baktığım kişi onun öz be öz yeğeniydi. Peki ama şimdi ne olacak?
Ayla'nın annesi Maral'dı. Şimdi Maral buradaydı ve elbetteki kızını geri isteyecekti. Soral'a duyduğum kinin yersiz olduğunu, onun bunca zaman benden vazgeçmemiş ve hatta bunca zaman beni sevmeye devam ettiğini bilmek bir yana Ayla'yı da annesine geri vermek zorunda olduğum da apaçık bir gerçekti. Kendimi köşeye sıkışmış gibi hissediyordum. Her şeyin üst üste gelmiş olması beni bitirmişti.
Hıçkıra hıçkıra bir köşeye sinmiş ağlarken birinin karşımda dikilmiş, "Başak," dediğini duydum. Başımı kaldırıp baktığımda Selma ile göz göze geldim. Buraya beni görmeye geldiğini biliyordum. Üstüne bir de beni yere çökmüş ağlarken bulmayı beklemediğini de biliyordum ama ne yazık ki onu hayal kırıklığına uğratmak durumunda kaldım.
"Selma ben hiç iyi değilim," dedim hıçkırıklarımın arasından. Selma ne diyeceğini bilememişti. Kollarımdan tutup beni yerden kaldırdı ve bana sıkıca sarıldı.
"O yılanı yolacağımdan emin olabilirsin. Bu yaptığının bedelini ben bizzat kendim ödeteceğim," dedi Selma cümlenin öznesi yüzünden tiksinerek.
"Bu meseleye karışmanı istemiyorum Selma."
"Ama neden? O sarı cadının saçlarını yolmamam için tek bir sebep söyle bana."
"Şu an o sarı cadıdan daha da önemli bir meselem var. Soral'ı onun yüzünden kaybettim. Üstüne bir de ablası geldi. Ayla'yı da kaybetmem yakındır Selma."
Selma ilk başta boş boş yüzüme baktı. Sonra da kafasında yanan ampulün de etkisiyle yüzündeki şok ifadesini gizlemekte zorlanarak, "Sakın bana şu yeni gelen gizemli doktorun Soral'ın ablası olduğunu söyleme," dedi.
Dehşete kapılmış arkadaşıma bakıp başımı olumlu anlamda sallamakla yetindim. Malumunuz üzere ağzımı açmaya bile mecalim yok. Tek isteğim bugünün son bulması ve her şeyin yoluna girmesi. Selma, "Seni o paçoz görmeden önce hastaneden çıkartmam gerek," dedi koluma girmeden hemen önce.
İtiraz edecek değildim. Nöbetçi kadın doğumcu da olmadığıma göre eve dönmemem için bir sebebim yok. Selma ile birlikte asansöre geçtim. Yanaklarımdaki ıslaklığı elimin ayasıyla sildim ve benim için endişelenen kankama baktım. O da olmasa ne yapardım hiç bilmiyorum.
"İyi ki varsın Selma," dedim burnumu çekerek. Kendileri sarı saçlarını savurmak suretiyle, "Biliyorum tatlım," dedi. Her zamanki gibi çok mütevazi.
Asansörden indiğimiz sırada tam karşımda kimi gördüm dersiniz? Selma ile beraber aynı sahneyi öncesinde de yaşadığımız için olduğumuz yerde durmuş ona bakıyorduk. Tabii o zamandan farklı olan çok şey vardı. Mesela şu an ben ona karşı nefret duymuyorum. Aksine içimden ona sarılmak geliyor ama bunu yapamayacak kadar güçsüzüm.
Ona çok kötü davrandım. Onu çok kırdım ve bugün onun aslında suçsuz olduğunu anladım. Mavi gözleri gözlerimde gezinirken o gün yüzüne tokadı basış anımı anımsadım. Neler yaptım böyle? Kendimi berbat hissediyordum ve ona bakmak bile tüm pişmanlıklarımın gözümün önünde belirmesine yetiyordu.
"Başak," diye fısıldadı Soral. Selma ikimizi yalnız bırakmak için yanımızdan ayrıldı. Orada yalnızca ikimiz kalmıştık. Onun deniz mavisi gözleri benimkilerde geziniyordu ve ben içimdeki pişmanlığın ağırlığı altında eziliyordum.
"Gitmem gerek," dedim güçlükle. Birkaç adım atmıştım ki o gün yapamadığı şeyi yaptı Soral. Bileğimden beni yakaladı ve o günün aksine bu sefer gitmeme izin vermedi.
Dönüp ona baktığımda, "Bu sefer gitmene izin vermeyeceğim Başak. Seni bir kez kaybettim. Bir kez daha kaybetmeyeceğim," dedi.
"Sen beni değil, ben seni kaybetmişim Soral. Bugün bunu anladım."
Soral yanağımdan süzülen bir damla yaşa baktı ve o an beni ağlarken görmesini istemediğimden koşar adım hastanenin kapısından çıktım. O an ne oldu dersiniz? Otoparka doğru adımlarken birden şiddetli bir yağmur başladı.
"Kahretsin," demekten kendimi alamadım. Yağmur sanki sen misin onu diyen dercesine şiddetini arttırmıştı. Saçlarım ıslanmış üstüm başım sırılsıklam bir halde arabama gitmeye niyet etmiştim ki, "Başak," diye bir ses yankılandı tam arkamdan. Bu sesin kime ait olduğunu biliyordum ama dönüp ona bakmaya cesaret edemiyordum.
Bir adım daha atmaya niyet etmiştim ki beni durdurdu. Kollarını arkamdan omuzlarıma dolamış beni kendine hapsetmişti. Tıpkı yıllar önce üniversite bahçesinde yağmurun altında ondan kaçarken de olduğu gibi...
"Gitmene izin vermeyeceğim Başak. Dört yılı zaten sensiz geçirdim. Şimdi tek bir anımı bile sensiz geçirmek istemiyorum," dedi Soral neredeyse fısıltıyla. Kollarındaydım ve üstelik ağlıyordum. Pişmanlıklarımın bu kadar canımı yakacağını tahmin edemezdim.
"Bırak beni Soral."
"Bırakmayacağım. Bir daha olmaz."
Sıcak nefesi boynuma vuruyordu. Çenesini omzuma dayamış soluklanıyordu ve ben ilk kez kendimi ona karşı savunmasız hissediyordum. Ona baktım. İkimizde sağanak yağmurun altında öylece birbirimize bakıyorduk. "Dört yılı bensiz geçiren sen değilsin. Bendim. Sensiz kalan ve bu işin peşine düşmeyen bendim," dedim titreyen sesimle.
"Hayır. Sen aslında hiçbir zaman bensiz kalmadın Başak. Ben her zaman buradaydım," dedi Soral elini kalbimin üzerine koyup. Kalbim elinin altında bir kelebek misali kanat çırpıyordu ve ben özlemden aklımı yitirme aşamasına gelmiştim.
Yıllar evvel üniversitedeki iki aptal aşık olma isteğim miydi ağır basan yoksa dört yıllık özlemim miydi bilmiyorum ama kendimi ona doğru yaklaşırken buldum. Parmak uçlarımda yükseldim ve kelebeğimi özgür bırakmak için öptüm onu. Kelebeğim kanatlandı. Onun beni bırakmak istemediğini kelebeğimin kanatlarının küle dönmesini sağlayan öpücükle anladım.
Buz gibi havada dudakları benimkilerde gezinirken sıcakladığımı hissediyordum. Ellerimiz birbirimizin yüzünü kavradı. Dört yıl boyunca çektiğim özlem bir sıcak buseyle son buldu. Soral'ın dudaklarında yeniden kendimi bulduğumu hissettim.
Ondan ayrıldığımda bana baktı. Deniz mavisi gözlerinin altında utangaç üniversiteli Başak oluverdim yeniden. "Soral'ım," dedim uzun zaman sonra heyecanla. Gülümsedi.
"Başak'ım," dedi iç çekerek.
Yağmurdan sırılsıklam olmak ikimizinde umurunda değildi. Her şeyin geride kaldığını o an anladım. Dört yıl sonra geri dönmesi beni bitirmişti ama şimdi yeniden doğduğumu hissediyorum. Soral, "Hasta olmadan önce arabaya geçelim," dedi ve elimi tuttu.
Elim onun elinde kayboluyordu. Birlikte el ele arabaya doğru koşarken kıkırdadım. Soral benim için arabanın kapısını açtı ve hemen sonra da şoför koltuğundaki yerini aldı. "Nereye gidiyoruz?" diye sormadan edemedim.
"İstikamet belli," dedi Soral neşeyle. Hastaneye ilk geldiği zamanı anımsıyorum da o zamanın aksine şu an gözlerinin içi gülüyor ve bu durum sadece onun için geçerli değil.
Soral arabayı çalıştırdı. Üşütmeyeyim diye klimayı açtı ve bana baktı. Kıkırdıyordu. Uzun zaman sonra ilk kez onu böyle gülerken görüyordum. "Evimize gidelim mi?" diye sordu Soral.
"Gidelim. Evimize gidelim Soral."
Soral arabayı evimize doğru sürmeye başladı. Bende arabanın camından kayan yağmur damlalarını izlemeye daldım. Şu an klimadan sıcak hava gelmiyor olsaydı muhtemelen soğuktan donardık. Bir süre arada birbirimize kaçamak bakışlar atsak da konuşmadık. İkimizde mutluluktan iki şapşal aşığa dönmüştük.
"Sana çok kötü davrandım. Ona rağmen beni çok çabuk affettin Soral," dedim aniden.
Gülümsedi.
"Bizim kaybedecek bir dakikamız bile yok Başak. Mutlu birbirimizi bekleyeceğimiz o dört yılı nefretle doldurdu zaten. Yetmez mi?"
"Mutlu demişken onun yaptığının bedelini ödemesini istiyorum. Dört yılımı senden nefret etmeye çalışmakla geçirmeme sebep olan oydu. Peki ama neden? Senin yazdığın mektubu değiştirmekle eline ne geçti?"
"En başından beri benden hiç vazgeçmemiş belli ki. O da eline geçen fırsatı değerlendirdi. Seninle aramı bozdu ve çalıştığım hastaneye benden önce gelerek şüpheleri dağıttı."
"Senin yazdığın mektubu okumayı çok isterdim Soral. Bana ne yazdığını okumak isterdim."
"Buna gerek kalmayabilir," dedi Soral arabayı evin önüne park ederken. Birlikte arabadan inip yağmurda daha fazla ıslanmamak adına kapının altındaki tenteye sığındık ve bilin bakalım kim çantasını hastanedeki odada unuttu.
"Anahtarlarımı unuttum," dedim yüzümü aptallığımdan dolayı utançla kırıştırarak. O an Soral öyle bir şey yaptı ki inanamadım.
"Neyse ki benim anahtarım yanımda," dedi Soral ve cebinden anahtarlığını çıkardı. Anahtarların ucundaki anahtarlıkta benim fotoğrafım vardı.
"Bunca zaman bunu yanında mı taşıdın?"
"Tabii ki."
Soral anahtarı yuvasına sokup birkaç kez çevirdi. Kapı açıldığında, "Yokluğumda kilidi değiştirmemişsin," dedi.
"Değiştirmedim. Çünkü gel istedim. Bana gel istedim."
Deniz mavisi gözleri ışıl ışıldı. Sadece bakışlarıyla değil gülüşüyle de içimi ısıtıyordu. Beraber içeri geçtik. Ayla'nın uyuduğunu televizyonun kapalı olmasından anladım. Normalde uykusu gelmediğinde kanepeye uzanır sessizce çizgi filmini izlerdi. Betül de ortalarda yoktu. Ev sessizdi.
Soral'a, "Hasta olmadan önce üzerimizi değiştirsek iyi olacak," dedim ve merdivenlere yöneldim. Odama girdiğimde hemen peşimden geldi. Dolaptan kendim için bir şeyler çıkardıktan sonra onun içinde birkaç parça çıkarmıştım. "Atmamışsın," dedi kıyafetlerini eline aldığında.
"Atamadım."
Soral elinde kıyafetleriyle giyinmek için yan odaya geçerken odamın kapısını kapattım. Üzerimi değiştirdim ve saçlarımı kuruttum. Daha sonra onun kapımı tıklatmasıyla kapıyı açtım. Islak saçlarıyla tam karşımdaydı.
"Saçlarını kurutmamız gerek. Hasta olabileceğini benim söylememe gerek yoktur herhalde doktor bey."
"Belki de vardır doktor hanım."
Banyodan saç havlusunu alıp geldim. Soral yatağın üzerinde oturmuş beni bekliyordu. Havluyla önce saçındaki nemi aldım. Daha sonra da kurutma makinesini fişe takıp saçlarını kurutmaya başladım. Parmaklarım sarı saçlarını okşuyordu. Mavi gözleri benim üzerimdeyken heyecandan elim ayağıma dolaşıyordu.
"Bana öyle bakma," dedim en sonunda dayanamayarak.
"Nasıl?"
"Nasıl olduğunu iyi biliyorsun. Senin yüzünden dikkatimi toplayamıyorum."
Soral elimden kurutma makinesini alıp kapattı. Makineyi kenara koydu ve beni kendine çekti. "Ben senin dikkatini mi dağıtıyorum?" diye sordu manidar bir bakışla.
"Evet desem ne yapacaksın?"
"Bilmem. Belki de ameliyata girerken yanıma seni alırım. Bakalım benim de dikkatim dağılıyor mu diye."
"Hastayı öldürmek falan istiyorsun herhalde."
Kıkırdadı. Bana sarıldı. Sonra da, "Sana yazdığım mektup hala ezberimde Başak. O mektubu okuyamayacak olsan da benden dinlemek ister misin?" diye sordu.
"İsterim," dedim dolu gözlerle. Beni serbest bıraktı. Yatağa uzanmamı söyledi ve üzerimi örttü. Elimi tutup gözlerimin içine baktı.
"Sevgilim, nefesim, en değerli varlığım, kısacası her şeyim. Başak'ım," diyerek başladı sözlerine.
"Bana çok kızacaksın. Hep hayalini kurduğumuz bu mutlu günde neden seni bir başına bıraktığımı düşündükçe belki de nefret edeceksin benden. Belki de bir daha yüzüme bakmak bile istemeyeceksin."
İkimizin de gözleri dolmuştu. Soral'ın güçlükle yutkunduğunu gördüm. "Ama sana yemin ederim bunun bir sebebi var sevgilim," diye devam etti.
"Ablamın kanser olduğunu öğrendim. Üstelik bir de kucağında bebeğiyle kapıma gelince ne yapacağımı bilemedim. Bunu öğrendiğimden beri gözüme tek damla uyku girmedi. Bir çıkar yol bulabilmek için çok düşündüm. Tek çare ablamın tedavi olmasıydı. Bunun içinde yeğenimi sana, bu dünyada güvendiğim tek insana emanet etmekten başka bir şey gelmedi aklıma. Ablamı da alıp bu gece yola çıkıyorum sevgilim. Buna mecburum. Belki bana kızacaksın. Belki döndüğüm zaman beni bir daha hayatında istemeyeceksin. Çünkü ne zaman dönebileceğimi bende bilmiyorum."
Yutkundu. Boğazının tam ortasına devasa büyüklükte bir yumru oturmuş gibi bir süre duraksadı.
"Tek isteğim ona iyi bakman. Bu konuda en ufak bir kuşkum yok. Ayrı kaldığımız her an seni düşüneceğim sevgilim. Seni düşünmeyeceğim tek bir an bile olmayacak. Seni çok seviyorum. Hep de seveceğim. Soral..."
Mektubun sözlerini ezbere bilmesi bir yana bunu yapmaya mecbur olduğunu öğrendim. Keşke dört yıl önce kapımın önünde bulduğum pusetteki mektup bu olsaydı. O zaman bu kadar acı çekmezdim. O zaman ondan nefret etmek için o sahte mektuba tutunmazdım.
"Neden beni hiç aramadın?" diye sordum gözlerimden akan yaşlarla.
"Yapamadım. Eğer yapsaydım orada kalamazdım Başak."
"Gel buraya," dedim ona sarılmadan hemen önce. Soral'a sarılmış birbirimizden ayrı geçirmek zorunda kaldığımız dört yıla ağlıyordum. Benden ayrıldığında kendini gülmeye zorladığını gördüm.
"Artık her şey geride kaldı Başak. Yıllar sonra yine birbirimizi bulduk."
"Bulduk Soral. Bulduk ve ben bu gece yalnız uyumak istemiyorum. Sana sarılarak uyumak istiyorum."
Soral gülümsedi. Yanıma uzandı ve bana sıkıca sarıldı. O gece onun kollarında uyudum. Uzun zamandır böylesine huzurlu bir uyku çekmemiştim ki sabahın erken saatlerinde evimize gelen kişiyle aşkımızın en zor sınavının bu olmadığını ve daha çok sınavdan geçmek zorunda olduğumuzu nereden bilebilirdim ki?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 3.54k Okunma |
381 Oy |
0 Takip |
36 Bölümlü Kitap |