
Aşık olduğunuz insanın yanında kalbiniz normalde olduğundan daha hızlı atar. Ben bunu deneyimledim. Kalbim onun avuçlarındaydı. Onunki de benim...
İkimizinde kalbi öyle hızlı atıyordu ki tıptaki hiçbir terim bu güzel sesi tarif edemezdi. "Günaydın," diye fısıldadım. Gülümsedi. Uyku mahmuruydu. Ona rağmen mavi gözleri bana nasıl böylesine derin bakabiliyordu? İşte tıpın açıklayamayacağı bir soru daha.
"Günaydın," dedi Soral. Uykusunu açmıştı ki kapının ardından Ayla'nın sesi duyuldu. O an panikle yataktan kalkıp kapıya koştum. Minik birinden baskın yemeden önce Soral'ın ayaklanması gerekiyordu. Şükürler olsun ki Ayla'nın sesini duyar duymaz yataktan kalkıp yanıma geldi. Beraber kapıyı açıp Ayla'ya baktık.
Kucağında pembe tavşanıyla bize bakan minik, "Aşağıda bir kadın var," diyiverdi. Soral ile birbirimize baktık. O kadının kim olduğunu az çok tahmin edebiliyordum. Sıkıntılı bir nefes verip Ayla'yı kucağıma aldım. Önden kucağımda Ayla ile ben indim. Soral ise arkamdan gelmişti.
Salona geçtiğim anda tahminimde yanılmadığımı gördüm. Maral beni görünce ayaklandı. Gözleri kucağımda onu tanımaya çalışan Ayla'nın üzerindeydi ve ne demesi gerektiğini bilemeyecek kadar afallamıştı. Onu bana bıraktığında Ayla daha bebekti. Şimdi ise dört yaşında minik bir çocuktu. Büyümüştü ve itiraf etmek gerekirse annesinin kopyasıydı.
Gözleri, minik burnu, pembe dudakları ve hatta bakışlarını bile annesinden almıştı. Ayla, "Bu kim?" diye sordu bana bakıp. Maral'ın ağlamamak için kendini zor tuttuğunu gördüm. Kendi çocuğunun onu tanımaması ona ağır gelmişti. Dolan gözlerinden yaşlar boşalmaması için olağanüstü bir çabanın içine girmişti. Ayla'ya baktım. Gülümsedim ve onu yere indirdim.
"Hani sen bana hep, 'Annem nerede? Ne zaman gelecek?' diye soruyordun ya. İşte o gün geldi Ayla."
Ayla ilk başta bu olanlara bir anlam veremedi. Eğilip onun parlak mavi gözlerine baktım. "Bu güzel kadın senin annen. Buraya senin için geldi," dedim bakışlarımı Ayla'dan alıp Maral'a çevirirken.
Maral'ın sağ gözünden bir damla yaş aktı. Elinin ayasıyla yaşı sildi ve Ayla'nın boy hizasına eğildi. Ona dokunmak istedi. Elini Ayla'nın yüzünü okşamak için uzattı ama bunu yapamadı. Ayla'nın hala bir tepki vermemiş olması onun küçücük umudunu da kırmıştı.
"Ayla," diye fısıldadı Maral. Ayla bir süre annesine baktı. Sonra öyle bir şey söyledi ki buna tek üzülen kişi Maral olmadı.
"Git buradan!"
Ayla arkasını döndüğü gibi yukarı kata koştu. Maral onun gidişiyle yere çöküp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Soral ile beraber onu yerden kaldırıp koltuğa oturmasına yardım ettik. Maral, "Kızım beni istemiyor," dedi hıçkırıklarının arasından.
"Abla bunun böyle olacağını biliyordun. Seni kabullenmesi için ona biraz zaman ver," dedi Soral.
Maral başını olumsuz anlamda salladı. "Benim zamanım yok Soral. Dört yıl onunla kavuşacağım günü bekledim ben! Şimdi benden sabretmemi nasıl beklersin? Bu o kadar kolay değil!" diye bağırdı Maral ve hemen sonrasında kapıyı çarpıp çıktı.
Soral'a baktım. Ablasının içinde bulunduğu durum onu da etkilemişti. Ayla'nın ablasını anne olarak kolay kolay benimsemeyeceğinin o da farkındaydı ve ne yazık ki ikimizinde elinden bu konuda bir şey gelmiyordu. Onlar için yapabileceğimiz tek şey Ayla'yı annesinin varlığına alıştırmaktı ama bu bile yeterli olmayabilirdi.
Ayla annesine öfkeliydi. Bunca zaman onun geleceği anı beklemişti ve tam ondan ümidi kestiği noktada annesi çıkagelmişti. Ona kırgındı. Ona karşı içinde beslediği öfkeyi bastırmakta zorlanıyordu. Şimdi ise annesiyle arasındaki bağı oluşturmak için ona zaman vermemiz gerekiyor.
Soral, "Ayla'nın ablamı annesi olarak benimsemesi için onunla konuşman gerek Başak. Ayla seni bir abladan çok bir anne gibi seviyor. Senin lafını dinleyecektir," dedi bir umut. Başımı sallamakla yetindim.
"Onu bu duruma alıştırmak için elimden geleni yaparım Soral ama ablanın da biraz sabırlı olması gerek. Biliyorum bu çok zor. Bunca zaman kızından ayrı yaşadığını da biliyorum ama Ayla'nın durumu da ondan farklı değil."
"Haklısın. Ben ablamla konuşacağım."
Soral'a sarıldım. O an bir araya gelerek tüm engelleri aştığımızı düşünmüştüm ama yanılmışım. Asıl sınav şimdi başlıyordu. Aşkımızın en zorlu sınavının o sabahtan itibaren başladığının farkında değildim. Başım Soral'ın omzuna yaslı bir şekilde huzurla soluklanırken merdivenin son basamağından Ayla'nın, "Başak abla," demesiyle dağılan dikkatimi toplamıştım.
Ayla koşarak yanıma geldi. Tüm bu olanlardan habersizdi. Neşeliydi. Mutluydu ve ben onu annesine geri vermek zorundaydım. Bu durum en çok da benim için zordu. Ayla bunca zaman benim yanımdaydı. Benim yanımda ilk kelimesini söylemiş, benim yanımda ilk adımlarını atmışken onu annesine vermek sandığımdan daha zor olacaktı.
"O kadın gerçekten de benim annem miydi?" diye sordu Ayla. Mavi gözleri yaşlarla doluydu. Bunca zaman beklediği annesinin geri dönüşü onu biraz sarsmıştı.
Onu kucağıma aldım. Dizlerimin üzerine oturmuş gözlerime bakıyordu. "Evet," diyerek yanıtladım sorusunu.
"O kadın senin annen," diye de ekledim.
"Neden geldi?"
"Seni çok özlemiş. Senin için gelmiş.”
Ayla bir bana bir de Soral'a baktı. Daha sonra, "Annemin adı ne?" diye sordu. Gülümsedim. En azından anne konusundaki merakı hala ilk günkü gibiydi.
"Maral."
"Başak abla? Ben onu çok mu üzdüm?"
Ayla'ya sarıldım. Sarı saçlarını okşadım ve, "Biraz," dedim.
"Ama bunu telafi edebiliriz."
"Nasıl?"
"Anneler çocuklarına sarılınca tüm üzüntüleri geçer. Sende ona sarılırsan üzüntüsünü unutturmuş olursun."
"Ona sarılırsam ağlaması geçer mi?"
"Geçer. Sen kime sarılırsan onu mutlu etme gücüne sahipsin."
Ayla yavru kedi gibi baktı gözlerime. Daha sonra kucağımdan inip merdivenlere yöneldi. Soral ise, "Benim çıkmam lazım," dedi. Onu kapıya kadar geçirdim. Bana baktı ve az önce yaşananları bir anlığına dahi olsa unutup gülümsedi.
"Hastanede görüşürüz," dedi ve gitti.
Odama çıktım. Hazırlandım ve Ayla'yı Betül'e emanet edip evden ayrıldım. Hastaneye vardığımda ise ilk yaptığım şey dün gece doğan bebeği ve annesini kontrol etmek olmuştu. Annenin durumunda bir değişiklik yoktu ama bebeğin durumunun ciddiyeti hala kendini koruyordu.
Odama geçtim. Asistanım Demet ile randevulu hastaları almaya başlamıştık ki odadaki hasta çıkar çıkmaz odama Selma damladı. Dün gece olanlardan sonra beni görmek istediğini biliyordum. Bu yüzden onun odama dalmasına ses etmedim.
"Seni çok merak ettim," dedi Selma. Gelip bana sarıldı. Analık içgüdüsü mü daha ağır basıyordu yoksa kabaran arkadaşlık damarları mı bilmiyorum ama kollarımı onun boynuna dolarken buldum kendimi.
"Merak etme iyiyim," dedim ondan ayrılırken. Yalan söyleyip söylemediğimi anlamak için gözlerime baktı. Bir süre delici bakışları yüzümde gezindi. Onu geçiştirmediğim konusunda ikna olunca da, "O zaman hemen anlatmaya başlasan iyi edersin. Çünkü biraz daha bu belirsizlikle baş başa kalırsam aklımı yitireceğim," diye ciyakladı.
Ona masamın karşısındaki koltuğu işaret ettim. Hiç vakit kaybetmeden koltuğa kurulup dirseklerini masama dayadı. Yüzünü de avuçlarının arasına alınca Selma'nın dedikodu dinlemeye hazır olduğundan emin oldum. Ona ve hatta Demet'e dün gece olanlarda dahil olmak üzere sabah olanları da en ince ayrıntısına kadar anlattım.
"Vay anasını!" diye ufak çağlı bir çığlık kopardı Selma. Kendini susturamadığından Demet onu susturmak üzere eliyle ağzını kapatmıştı. İkisi de bana şok içinde bakıyordu. Onlar bir yana ben bile hala olanlara inanamıyordum.
"Sen şimdi Soral ile yeniden! Üstüne üstlük ablası geldi ve şimdi olaylar olaylar!"
"Türkçe'yi mi unuttun Selma?"
"Heyecandan ne dediğimi bilmiyorum şu an!"
Selma yeniden çığlık atmadan önce onu odadan kovdum. Daha sonra Demet ile beraber mesai bitimine kadar gelen hastalarla ilgilendim. Mesai bitiminde Demet'in gidişiyle üzerimdeki önlüğü çıkarmış askıya astığım sırada kapım tıklatıldı.
"Girin," dedim ve kapıyı açana baktım.
Maral odaya girip kapıyı kapattı. Onu beklemediğimden ilk başta afallasamda sonrasında gülümsemiştim. "Maral abla," dedim ve ona oturması için sandalyeyi işaret ettim. O an bana baktı ve elini yüzüme doğru tuttu. Durmam için yaptığı bu işareti neden yaptığını düşünürken, "Benim sabrım kalmadı Başak," dedi iğneleyici bir tonda.
Yüzümdeki gülüş an be an susuz kalan bir çiçek misali solup gitti. Bana, "Kızımı istiyorum ve onu bu akşam alacağım. Onunla vedalaşsan iyi edersin," dedi ve çıkıp gitti. Onun gidişiyle çarpılmış gibi olduğum yerde kalakaldım.
Maral'ın kızını alacağını biliyordum ama bunun bu kadar ani olabileceğini hiç düşünmemiştim. Ayla ile vedalaşmamın bu kadar ani olabileceğini hiç düşünmemiştim. Duyduklarımı sindirmekte zorlanıyordum ve sırf yüzden oturup bir süre sessizce olanları ve olabilecekleri düşündüm.
Ayla bundan böyle benimle yaşamayacaktı. Onu istediğim zaman görebileceğimi bilsemde içimde adını koyamadığım bir sebepten dolayı sıkıntı vardı. Sanki bundan sonra olacaklar bundan önce yaşadıklarımın yanında hiçbir şey değilmiş gibi hissettim. Kendimi toplamak için derin bir nefes aldım ve vaktim kısıtlı olduğundan eve gitmemin beni daha iyi hissettireceğinden emin oldum.
Askıdan aldığım çantayı kaptığım gibi odamdan çıktım. Asansöre yöneldiğim sırada Soral belirdi yanımda. Bana baktı ve saklamakta zorlandığı gülümsemesiyle beraber, "Başak Hocam," dedi. Başımı çevirip ona baktığımda az önce olanları zihnimin köşesinde bir kenara itmiştim bile.
"Soral Hocam," dedim gülerek.
"Size eşlik etmemde bir mahsur yoktur umarım."
"Tabii ki de bana eşlik edebilirsiniz Soral Hocam. Sormanız hata."
Beraber asansöre bindik. Giriş tuşuna bastım ve bekledim. Aklıma Maral ile olan konuşmaların gelmemesi için elimden geleni yapıyordum ama yüz ifadem ister istemez o konuşmanın etkisiyle değişiyordu. Ayla'dan ayrılmama çok az bir zaman dilimim kalmıştı ve ben bunu Soral'a söylemek istemiyordum.
Asansörün kapısı aralanırken aklımdan geçen şey bir an önce eve dönmekti. Ayla'ya sıkıca sarılmak ve onsuz geçecek gecelere kendimi alıştırmak istiyordum. Gözlerimin istemsiz dolduğunu hissettiğimde sırf Soral anlamasın diye kendimi tuttum.
Beraber asansörden inmiş hastaneden çıkıp otoparka doğru yürümeye başlamıştık ki, "Bir şeyler yemeğe ne dersin?" diye sordu Soral. Ona Ayla ile son gecem olduğunu söyleyemezdim. Ablası ile aralarına girmiş gibi olmak istemiyordum sırf bu yüzden, "Yarına sözüm olsa olur mu?" diye sordum mahcubiyetle.
Gülümsedi. "O zaman yarın seni yemeğe çıkarıyorum. İtiraz da kabul etmiyorum," dedi.
"Anlaştık."
Arabama geçtim. Kemerimi taktım ve arabayı çalıştırdım. Soral'ın yanından ayrılmış eve geçmiştim ki kapıyı bana son kez açtı Ayla. Bunun son kez olduğunu bile bilmeden.
İçeri girdim. Üstümü başımı değiştirir değiştirmez onu kucağıma aldım. Mavi gözleri ve ışıltılı gülümsemesiyle olacaklardan habersiz bana bakıyordu. Kollarını bedenime dolamış bana, "Seni çok özledim," demişti. Ona bunu nasıl söyleyeceğimi bilemiyordum. Her şey boğazıma oturmuştu. Kelimeler bir türlü dilimden dökülmüyordu ve bu onunla aynı çatı altında geçireceğim son dakikalardı.
"Beraber çizgi film izleyelim mi?" diye sordu Ayla.
Başımı hafifçe sallamakla yetindim. Onun en sevdiği çizgi filmi açtım televizyondan. Onun başı dizlerime yaslanmıştı ve ben onun yüzümü görmüyor oluşunu fırsat bilip ağlamaya başladım. Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülürken bir yandan da onun saçlarını okşuyordum.
Ona gideceğini nasıl söyleyeceğim? Annesiyle yaşayacağını bir daha birlikte uyuyamayacağımızı nasıl söyleyeceğim? Daha ben bu durumu kabullenemezken onu nasıl ikna edeceğim?
Kapı çalana kadar aklımdan bunlar geçiyordu. Ayla'yı dizlerimden kaldırıp kapıyı açmaya gittim. Elim korkarak kapının kolunu kavradı. Bu kapıyı açtıktan sonra Ayla'nın bu evden gideceği apaçık bir gerçekti ve ne yazık ki bu gerçeği kabul etmek benim için hiç de kolay değildi. Derin bir nefes aldım. Kapıyı açtım ve ona baktım. Kızını almak için bekleyen Maral'a.
"Başak," dedi Maral sessizce.
“İçeri gel,” dedim güçlükle. Boğazıma oturan yumruyu hissetmemeye çalışıyordum ama bu sandığımdan daha zordu. İnsan böyle bir durumda hislerini nasıl saklayabilir ki?
Maral ağır adımlarla içeriye girmişti ki sıkıntıyla kapıyı örttüm. Biraz sonra kızını alıp gideceğini bilmek her ne kadar hakkım olmasa da içimi acıtıyordu. Ayla'nın varlığına bu kadar alışmışken, onu kendi kızım gibi büyütmüşken şimdi bir gecede onun evimden temelli gidecek oluşuna kendimi hazırlamak zorundayım.
Maral'ın peşinden salona doğru adımladım. Onun yıllardır görmediği kızını sessizce izleyişine baktım. Mavi gözlerindeki hayranlık dolu pırıltıya baktım. Kızına karşı duyduğu derin özlem döküldü gözlerinden. Dudakları ona anlatamadıklarının ağırlığıyla titredi.
Bi cesaret Maral'a yaklaştım. Elimi omzuna koydum ve bana dönen yaşlı gözlerine bakarak, "Onun yanına otur," dedim cesaret vermek için.
Maral çekinerek de olsa dediğimi yaptı. Ayla'nın yanına oturdu. Ayla pürdikkat çizgi film izlerken o kendi kızını seyredalmıştı. Ayla'nın dikkatinin başka bir yerde olması onu cesaretlendirmiş olacak ki parmakları kızının saçlarına uzandı. Yumuşak saçlarına dokundu parmakları. Dudaklarından küçük bir hıçkırık döküldü. Anne ile kızın yıllar sonraki temasıydı bu. Küçük ama özlem dolu bir temas…
“Kızım,” dedi Maral fısıltıyla.
Ayla başını çevirip yanı başında oturan annesine baktı. İlk başta hiç tepki vermedi. Annesini tanımak istercesine uzun uzun yüzünü inceledi. Sanki kendini görür gibi oldu. Sanki kendi gözlerine aynadan bakarmış gibi bir hali vardı. Geçen onca zamandan sonra sorduğu her sorunun öznesi yeniden yanında belirmişti. Dudaklarında bariz bir tebessümün belirdiğini gördüm. Bunun anlamı onu kabullendiğiydi. Ona ilk kez annesinin bir gün geleceğini ve onu alacağını söylediğimde de yüzünde böyle bir ifade belirmişti.
Uzaktan onları izlemeye daldım. Bir süre sonra Ayla başını annesinin dizlerine yasladı. Maral’ın hıçkırıklarını bastırmak için eliyle ağzını kapattığını gördüm. Kendini toplamayı başardığında ise elini kızının ipeksi saçlarında gezdirmeye başladı. Küçük bir tereddütten sonrasının bu kadar dokunaklı olabileceğini hiç düşünmemiştim.
Maral’ın bakışları o an beni buldu. “Teşekkür ederim,” dedi titreyen sesiyle. Her zaman kullanılan iki kelimenin minnetle dolu oluşunu ilk kez bu kadar derinden hissettim. İyi ki dedim o an kendime. İyi ki onu bırakmamışım. İyi ki Soral’a duyduğum öfkenin sorumluluğunu ona yükleyip de ondan vazgeçmemişim. İyi ki Ayla’dan vazgeçmemişim.
Bir damla gözyaşı ıslattı titreyen dudaklarımı. Onları orada bıraktım ve mutfağa doğru adımladım. Tam o sırada telefonum çalmaya başladı. Arayan Soral’dı. Yollarımız hastaneden ayrıldığından beri bende bir tuhaflık olduğunu anlamıştı. Şimdi ise beni arıyordu. Beni merak ediyordu. Sesimi duymayı bekliyordu. Tabii bende onun…
Aramayı cevaplandırıp telefonumu kulağıma götürdüğümde, “Sevgilim,” dedi Soral yumuşacık sesiyle.
“Efendim,” dedim sesimin titrememesi için özen gösterirken.
“Ağladın mı sen?”
“Hayır.”
“Evet. Ağlamışsın. Kim üzdü benim sevgilimi?”
“Kimse üzmedi. Sadece duygulandım,” dedim burnumu çekerek. Soral bunun üzerine, “Madem öyle Ayla’yı uyandırmadan bana kapıyı açman için hiçbir engel yok,” dedi ve ayağıyla sabırsız bir ritim tutturmaya başladı. Onun gece gece evime geleceğini hesaba katmadığım için kendime kızıyordum.
“Demek kapımda bittiniz Soral Bey. O halde sizi daha fazla bekletmeyelim,” dedim gülerek. Daha sonra kulağımda telefonla ona kapıyı açmak üzere adımladım. Allah’tan Maral ile Ayla televizyona dalmıştı da beni kapıyı açarken görmemişlerdi.
“Soral,” dedim onu görmenin mutluluğuyla telefonu kapatırken.
“Ağladığını anlamıştım,” dedi Soral dolu gözlerime atıfta bulunarak. Burnumu çektim. Titreyen dudaklarımda sıcak bir tebessüm belirdi.
Bana, “Ablamın Ayla’yı almaya geldiğini biliyorum. Saklamana gerek yok,” dedi birden.
“Nasıl?”
“Ablamın buraya geleceğini tahmin ettim diyelim.”
“Doğru. Ablan Ayla’yı almaya geldi. Şimdi içeride birlikte çizgi film izliyorlar.”
“Madem ablam Ayla’nın yanında o halde senle benim kaçmamıza engel bir durum yok,” dedi Soral ve benim cevabımı bile beklemeden elimden tutup beni çekti. Kapıyı da ardımızdan kapattıktan sonra onunla beraber arabaya doğru yürürken buldum kendimi.
“Nereye gidiyoruz?” diye sordum dayanamayarak. Soral soruma cevap vermek yerine benim için kapımı açmıştı. Centilmen bir edayla arabaya binmemi bekledi. Bunun anlamı gideceğimiz yerin tamamiyle sürpriz olacağıydı. Bunun üzerine arabaya geçtim. Soral kapımı kapattıktan sonra yanımdaki yerini aldı. Arabayı çalıştırdı ve böylece ikimiz sessiz sedasız evden çıkmakla kalmamış bir bilinmeze doğru yola koyulmuştuk.
“Umarım beni kaçırmıyorsundur Soral Soydan,” dedim birden. Büyük bir ciddiyetle söylediğim sözlerden sonra Soral kendini tutamayıp kahkahayı patlattı.
“Çok mu komik?” diye sordum bu sefer. İğneleyici ses tonuma delici mavi gözlerim eşlik ediyordu.
“Seni kaçırıyorum desem ne yapacaksın?” diye sordu Soral meydan okurcasına. Bunun üzerine omzuna sağlam bir yumruk yedi. Araba hafiften sola doğru kaysa da sonrasında Soral direksiyon hakimiyetini yeniden sağlamayı başardı.
“Ben cevabımı aldım,” dedi Soral. Bir yandan omzunu ovuşturuyor bir yandan da arabayı sürüyordu. Ona, “Umarım acımamıştır Soral Bey,” dedim imayla.
“İnanın hiç acımadı Başak Hanım,” dedi Soral gülerek.
Kıkırdadım. “Elim hafiftir,” dedim gururla. Soral ise sanki az önce ağlayan ben değilmişim gibi yüzümü güldürdüğü için, “Gülünce çok daha güzelsin,” dedi memnuniyetle.
Utandığımı hissettim. Yanaklarım hafiften yanmaya başladı. Soral da bu halimi fark ettiğinden beni daha fazla utandırmamak adına ağzına hayali bir fermuar çekti. Yolculuğumuzun geri kalanı ise beklediğimden kısa sürdü. Soral arabayı park ettiğinde fark ettim nerede olduğumuzu. Burası yıllar önce yarış yaptığımız sahildi. İddiaya girdiğimiz ve benim iddiayı bile isteye kaybettiğim yerdi.
Arabadan indim ve, “Unutmamışsın,” dedim iç çekerek.
“Ben içinde senin olduğun hiçbir şeyi unutmam Başak.”
Soral’a baktım. Sonrasında onun uzattığı eli tuttum. Beraber sahile indik. Kumların üzerine oturup gecenin karanlığında lacivert renge dönen dalgaların kıyıya vuruşunu izlemeye başladık.
“Yıllar önce bu sahilde seninle bir iddiaya girmiştik,” dedi Soral birden.
“Ben senden köpek istemiştim. Sende kaybedersem benimle yemeğe çıkarsın demiştin.”
“Bende sırf bu yüzden seni yenmek istedim Başak.”
“Bende sırf bu yüzden kaybettim Soral,” dedim onun deniz mavisi gözlerine bakarak.
Soral’ın dudaklarında genişçe bir gülümseme belirdi. Ona, “Halbuki ben kaybetmek nedir bilmezdim. O gün bile bile sana yenildim. Çünkü ben o zamanda sana aşıktım Soral. Hem de deli gibi,” dedim.
“O gün yarışı sen kazanmış olsaydın ben yine gelip alacaktım seni evinden. Hatta hazırlıksız yakalandığın için pembe pijamalı Juliet olacaktın yeniden. Uzun kirpiklerinin arasından bana öldürücü bakışlar atacaktın. Bende sana aşık olduğumu söyleyecektim. Sen donup kalacaktın. Belki de heyecandan yanakların kızaracaktı ama ben eninde sonunda seninle olacaktım Başak. Tıpkı aramıza giren dört yılın ardından şimdi de yeniden yan yana olduğumuz gibi.”
“Yeniden,” dedim fısıltıyla.
“Yeniden,” diyerek iç çekti Soral.
Bana, “Yıllar sonra yeniden iddiaya girmeye ve benimle yeniden arabaya kadar yarışmaya var mısın Başak?” diye sordu.
“Varım,” dedim bir an bile düşünmeden.
“Peki nesine?” diye de ekledim.
“Ben kazanırsam istediğimi yapacaksın Başak Ateş.”
“Asıl sen benim istediğimi yapacaksın Soral Soydan.”
“Göreceğiz,” dedi Soral meydan okurcasına.
İkimizde yıllar önceki iki üniversiteli genç oluverdik yeniden. Ayağa kalktık ve üçe kadar sayıp koşmaya başladık. Bu sefer ikimizinde kaybetmeye niyeti yoktu. Bir o öne geçiyor bir ben öne geçiyordum ki Soral’ın öne geçmesine engel olayım derken ikimizde kumların üzerine düştük. Tam kalkmaya niyet ettiğim sırada Soral ellerimi tutup yerden kalkmama engel oldu. Üzerime eğildi. Yüzü yüzüme o kadar yakındı ki karanlıkta koyulaşan mavi gözlerine dalıp gittiğimi hissettim.
Sıcak soluğu yüzüme vururken, “Evlen benimle,” dedi birden.
“İddiayı kazansaydın benden isteyeceğin şey bu muydu?” diye sordum heyecandan nefes nefese.
“Kaybetsemde bunu isteyecektim senden. Çünkü benim sensiz geçecek bir dakikaya daha tahammülüm yok,” dedi Soral.
Gözleri gözlerimde geziniyordu. Beni esir etmişti bedeni, kalbi ve de gözleri. Ona iddianın hala devam ettiğini söyleyip oyun oynayabilirdim ama şöyle bir gerçek var ki ben onu istiyordum. Ben Soral’ı istiyordum.
“Evet,” dedim heyecanla.
“Neye evet?”
“Seninle evlenirim Soral,” dedim gülümseyerek. Soral o kadar mutlu oldu ki gülüşümden öptü beni. O an ikimiz içinde ne dünya vardı ne de iddia. İkimiz içinde birbirimizden başka bir şey yoktu. Geçen dört yılın ardından yeniden birbirimizi bulmuş olmanın mutluluğuyla öptüm onu. Bizi ayıran ise ısrarla çalan telefon oldu!
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 3.54k Okunma |
381 Oy |
0 Takip |
36 Bölümlü Kitap |