33. Bölüm

33.Bölüm: Acıtan Gerçek

Şevval Nur Aydın
sevvnuraydn

Kendimi çıkmazda hissediyordum. Şahin omzuma öyle büyük bir yük bırakmıştı ki ne yapmam gerektiğini bilemiyordum. Bir yanda sevdiklerim diğer yanda Soral ile olan bağım vardı. Kimse zarar görmesin istiyordum. Kimse üzülmesin istiyordum ama bu hikayede biri hem zarar görecek hem de üzülecekti.

Şahin yanımdan gideli birkaç dakika olmuştu. Öylece bankta oturmuş söylediklerini sindirmeye çalışıyordum. Tüm bunlarla nasıl baş edeceğimi bilmiyordum. İçimde beliren sıkıntının da etkisiyle banktan kalkıp açık havada yürümeye başladım.

Etrafta gelip geçen insanları izledim yürürken. Yanından geçtiğim ağaçlara, çiçeklere, ışıkları kapalı sokak lambalarına baktım. Soral’ı düşündüm uzun uzun. Onun bunu bilmeye hakkı vardı. Elbet bir gün gerçeği öğrenecekti. Bunu bile bile sustuğumu öğrenirse bir daha yüzüme bile bakmazdı.

Yarı yoldan geri döndüm. Adımlarımı arabamı park ettiğim yola doğru yönlendirdim. Arabaya geçip hastaneye doğru yola koyuldum. Bugün hastanede nöbetçi olduğumu varsayarsak her an beni arayabilirlerdi. Soral’ın da her ne kadar hastanede beni beklediğini bilsemde mecburiyet durumunda olduğumu hatırlattım kendime.

Yol boyu olanları düşünmemeye çalıştım. Arabayı hastanenin otoparkına park ettikten sonra derin bir nefes aldım. Soral ile karşılaşma durumuna karşılık kendimi hazırladım. Ona hiçbir şey belli etmeyecektim. Hemde hiçbir şey!

Arabadan indim. Hastanenin kapısından girip acilin kapısından içeriye baktım. Selma burada değildi. Muhtemelen Defne’nin odasındaydı. Asansörle Defne’nin odasına çıktım. Dalgınlığım yüzünden karı kocayı bastım!

“Afedersiniz,” dedim panikle. Aralarına hatırı sayılır bir mesafe koyan Defne ile Korkmaz ikilisi halimin nice olduğundan habersiz kendilerince gülerken Korkmaz, “Ben çıkayım. Sizin konuşacaklarınız vardır,” demişti.

Utançtan kafamı zemine gömmeği istedim. Korkmaz’ın bakışlarını üzerimde hissetmek daha da gerilmeme neden oldu. Öyleki derdimi bile unuttum desem yeridir. Defne, “Gel Başak gel,” dedi kıkırdayarak. Masasının önündeki sandalyeye bıraktım kendimi.

“Sana bir şey sormam gerek Defne,” diyerek direkt konuya girdim.

“Sor bakalım. Kocamla beni odamda basacak kadar önemli ne soracaksın çok merak ettim,” dedi Defne muzip bir tavırla.

Yanaklarım kızardı. Konuyu yeniden kendi istediğim tarafa çektim. Ona, “Sen hatırlarsın. Babamın geçmişte istemeden de olsa canını yaktığı biri var mıydı?” diye sordum.

Defne, “Bu da nereden çıktı? Amcam karınca bile incitmemiştir. Sanki babanı tanımıyorsun Başak,” dedi gülerek.

Konunun aslında ciddi olduğunu bilse böyle gülmezdi. Her ne kadar içimi ona ve Selma’ya açmak istesemde şu an bunu yapabilecek gibi hissetmiyordum. Her şey o kadar tazeydi ki daha ben bile bunun gerçekliğini idrak etmekte güçlük çekiyordum.

Kendimi onunla gülmeye zorladım. Tam o sırada ikinci baskın da Selma’dan geldi. “Bensiz dedikodu mu yapıyordunuz? Eğer öyleyse elimden çekeceğiniz var ona göre!” diye ciyakladı Selma. Gözlerimi devirdim. Onunda karşımdaki sandalyeye kurulmasıyla, “Bende yeni gelmiştim Selma,” dedim.

Selma memnuniyet dolu bir gülümsemeyle, “O halde bende geldiğimde göre dedikodu yapabiliriz,” dedi.

“Bugün gündemimiz ne?” diye sordu Defne.

Selma hastanedeki dedikoduyu hararetle anlatmaya başladı. Onu dinleyemedim. Kafam bambaşka bir yerdeydi. Olanları düşünmekten Selma’nın söylediklerine odaklanamıyordum. Ta ki Selma, “Başak!” diye küçük çaplı bir çığlık koparana dek!

“Dünyadan Başak’a! Sen beni dinlemiyor musun?”

“Özür dilerim, dikkatim dağıldı.”

“Sende var bir haller,” dedi Selma.

Defne, “Ben sen şaka yapıyorsun sanmıştım. Sorduğun soruda ciddi miydin?” diye sordu dehşetle.

Olayı bilmeyen Selma ablasına manidar bir bakış atmıştı. İçimdeki yükten kurtulmayı o kadar çok istiyordum ki onlara kendimi açmakta bir sakınca görmedim. Her ne kadar bunu yapacak gücü kendimde bulmakta zorlansam da sırrımı anlatmadan onlardan küçük de olsa destek alabileceğimi hissettim.

“Babam konusunda endişeliyim,” dedim güçlükle.

“Neden? Bizim bilmediğimiz bir durum mu var?” diye sordu Selma.

“Hayır yok.”

“Başak,” dedi Defne bilmiş bir bakış eşliğinde. İkisi de onlardan bir şeyler sakladığımı anlamıştı. Eteğimdeki taşları dökmem için bana bakmayı sürdürdüler bir süre. Onlara anlatmayı istiyordum ama ya bu bir hataysa? Bu yükü onların omuzlarına yüklemek ne derece doğruydu?

Tam bir şey söylemek üzere dudaklarımı aralayacağım sırada kapı tıklatılmış içeri Soral girmişti. “Seni yerde ararken gökte buldum sevgilim,” dedi Soral gülerek. Kızlar bize aşk filmindeki çiftlermişiz gibi baktı. Konunun direkt kapanmış oluşu her ne kadar işime gelmiş olsa da Soral’a baktıkça aklıma Şahin ile konuştuklarım geliyordu. Ona bakarken vicdan azabı çekiyordum. Onun güvenini, sevgisini, aşkını hak etmiyordum.

“Vakit geldi kızlar,” dedi Soral birden.

Selma ile Defne kıkırdayarak oturdukları yerden kalkmıştı. Soral ise, “521 numaralı oda,” demişti. Bir sırrı ifşa edermiş gibi fısıldayıp dışarı çıktı. Bense tüm bu olanlara anlam verememiş beklentiyle Selma ile Defne’ye bakmıştım.

“Biri bana burada ne olduğunu anlatabilir mi?”

“Anlatmamız yerine gözlerinle görmeye ne dersin?” diye sordu Defne gülerek. Onların bu neşeli hali beni işkillendirmeye yetmişti. Üçümüz birlikte Defne’nin odasından çıkıp koridorda ilerlemeye başladık. Asansörle 521 numaralı odanın olduğu kata çıktık. O odada beni ne bekliyor bilmiyordum ama bir şey vardı ki bu kapıyı açtığım anda hayatımın tamamen değişeceğini hissediyordum.

“Aç bakalım,” dedi Selma.

Elim kapının kolunu kavradı. Kolu indirip kapıyı ardına kadar açtım. O an karşımda gördüğüm manzarayla dilimin tutulduğunu hissettim. 521 numaralı odanın seçilmesinin tesadüf olmadığını anladım. 521 benim yıllar önce üniversitedeki okul dolabımın numarasıydı. Soral bunu bilerek yapmıştı.

“Gelin de geldi!” dedi Demet coşkuyla.

Kuaför ve makyaj ekibi beni bekliyordu. Soral bunca zaman bizim için düğün organize etmişti. Her şeyin sürpriz olması için elinden geleni yapmıştı. Ayak bileğim iyileşir iyileşmez evleneceğiz derken ciddiydi. Şimdi ise bunca insan beni düğün günüme hazırlamak için bekliyordu.

“Gelini buraya alalım,” dedi makyaj ekibinden biri. Herkes kenara çıkıp benim için alan açtı.

“Biz yan tarafta hazırlanıp geliyoruz,” dedi Selma. Bunun üzerine odada saç ve makyaj ekibiyle baş başa kalmıştım. Masanın karşısındaki yerimi aldım. Bir yandan saçlarım bir yandan makyajım yapılırken derin düşüncelere daldım. Bundan sonra olacakları düşündüm.

Soral ile bir yola girmiştim. Bu kapıdan çıktığım an hayatımın sonuna kadar onun eşi olacaktım. En büyük hayalim şimdi canımı yakıyordu. Vicdan azabı çekiyordum. Ondan sakladığım sırdan dolayı, en çok da onu hayal kırıklığına uğratacağım için vicdan azabı çekiyordum.

“İyi misiniz?” diye sordu makyaj ekibindeki adam.

Yanaklarımdan yaşlar süzülürken başımı olumlu anlamda salladım. Makyajım ve saçlarımın bitimiyle aynanın başından kalktım. Tam o sırada odaya hazılanma faslını çoktan bitirmiş olan Selma, Defne ve Demet girdi.

“Şimdi gelinliğini giyme zamanı!” diye şakıdı Selma sevinçle.

Odaya girdiğimde fark etmediğim bir diğer detayda gelinliğimdi. Askıdan gelinliğimi çıkarıp getirdiklerinde bu gelinliğin dört yıl önce parçaladığım gelinlik olmadığını aksine o zamanlar vitrinde görüp de beğendiğim sonrasında diğerinde karar kıldığım gelinlik olduğunu fark ettim. Soral hiçbir şeyi unutmadığı gibi bu detayı da unutmamıştı.

Kızların yardımıyla gelinliğimi giyindim. Selma ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Bir yandan da gelinliğimin sırtındaki ipleri bağlıyordu. Demet ile Defne de kutudan ayakkabılarımı çıkarmıştı.

Gelinliğimi giydikten sonra ayakkabılarımı gitmeme yardım eden Defne oldu. Demet de çiçeğimi uzatmıştı bana. Elime tutuşturdukları çiçeğe baktım. Sonra da onlara…

“O kadar güzel oldun ki!” diyerek anaç yanını ortaya koydu Selma.

Kızlar bana dolu gözlerle baktı. Başımı çevirip boy aynasına baktım. Gelinliğimin kabarık tül eteğinde, dantelli omuz detaylarında, düşük omuzlarında ve de omuzlarıma dökülen kızıl buklelerimde gezindi gözlerim. Bu gelinliği ilk gördüğüm an belirdi zihnimde. Annemin gelinliğine benzettiğimi söylemiştim Soral’a. İlk başta bunu giymek istemiştim ama sonra bir şey beni diğer gelinliğe itti. Belki de bu gelinlik şimdiyi beklemişti.

“Amcam geldi,” dedi Selma. Onun sesiyle daldığım düşüncelerin arasından sıyrıldım. Babama baktım. Yaşlı gözlerle bana doğru adımladı. Tam karşımda durmuş, “Benim güzel kızım,” demişti.

“Baba,” dedim ağlayarak. Babama sıkıca sarıldım. Selma’nın makyajım olduğunu hatırlatan dehşet dolu bakışlarının ardından kendimi tutmak zorunda kaldım. Yanaklarımdaki ıslaklığı sildim. Babam ise odaya giren eniştem ile yengemin getirdiği kutuyu aldı eline. İçinden çıkardığı küpeleri ondan alıp kulaklarıma taktım. Boynuma annemin gerdanlığını takması için saçlarımı ellerimle topladım. Tenime değen kolyeyle gözyaşlarıma yeniden yenik düştüm.

O an babam dışında herkes odadan çıktı. Babamın koluna girdim. Yanaklarımdaki ıslaklığı sildim. “Çok mutlu ol,” dedim babam. Baba kız odadan çıktık. Asansörle hastanenin giriş katına indik. Kapıya doğru ilerledik. Beni gelinlikle gören herkes dönüp bana bakmaya başlamıştı. Benimse gözlerim kapının önünde durmuş büyülenmiş gibi bana bakan bir çift mavi göze takılmıştı.

Babam beni Soral’ın yanına gelince bıraktı. Soral ile birlikte kapıdan çıkıp bizi bekleyen üzeri açık kırmızı klasik arabaya baktım. Korkmaz ile Defne ön taraftan bize gülümseyerek bakıyordu. Arabanın arka tarafında isimlerimiz yazılıydı. Kaput mavi kurdele ve beyaz çiçeklerle süslenmişti.

Soral’ın yardımıyla gelinliğimin eteklerini toplayıp arka tarafa geçtim. Soral’ın da yanıma oturmasıyla artık gitmeye hazırdık. Arkadan Selma ve Emre, onun arkasından da babamlar geliyordu. Defne uzanıp radyoyu çalıştırdı. Radyodan Buray’ın “Aşk Mı Lazım?” isimli şarkısının çalışıyla hep birlikte şarkıya eşlik etmeye başladık.

Korkmaz arada bir korna çalıyor, Defne ise elindeki mavi tülü havaya kaldırmış kıkırdıyordu. Rüzgarda uçuşan tül adeta havada dans ediyordu. İstanbul’un sokaklarını arşınladığımız uzun bir yolculuğun ardından arabanın durduğu yere baktım.

“Şaka yapıyor olmalısın,” dedim Soral’a heyecanla.

“Burada evlenmek isteyeceğini düşündüm.”

Soral’a baktım. Bizim için yıllar önce bana deniz kabuğumu verdiği kumsalda bir düğün organize etmişti. Korkmaz, “Gelin ve damadı çekime alalım dostlar,” dedi ön taraftan. Arabadan inip biraz ötede kumların üzerinde çekim için bizi bekleyen fotoğrafçı ekibine doğru adımlamaya başladık. Heyecandan kalbim boğazımda atıyordu. Her şey öylesine ince düşünülmüştü ki hiçbir kelime içimdeki heyecanı ve mutluluğu ifade etmeye yetmiyordu sanki.

“Sizi şöyle alalım,” dedi fotoğrafçı. Soral ile birlikte onun yönlendirmesiyle denizi solumuza alarak el ele yürümeye başladık. Sonra da Soral’ın alnını alnıma yaslayıp gülümsediği bir fotoğrafımızı çektiler. Birbirimize aşkla baktığımız sayısız güzel pozun ardından Emre fotoğraf albümümüz için en özel parçayı getirdi. Üniversitede neredeyse her gün bindiğim beyaz bisikletim buradaydı!

“Bu kadarını da yapmış olamazsın!” dedim heyecanla.

“Onsuz bir albüm olamazdı,” dedi Soral.

Bisikleti alıp çekim için özel olarak hazırlanan plakanın üzerine koydum. Fotoğrafçı, “Gelini damadın önüne bisiklete alalım. Ellerine de balonları verelim,” dedi çekim ekibindekilere. Bunun üzerine Korkmaz elime gri renkli balonları tutuşturdu. Aklıma üniversitede bacağımı kırdığım zaman geldi. Elimde uçan balonlarla Soral’ın önüne bisiklete geçtim. Beraber fotoğraf çekimine özel hazırlanmış yolda bisikletin üzerinde ilerlemeye başladık.

Soral bisikleti sürerken fotoğrafçı ve diğer sevdiğimiz herkes fotoğraflarımızı çekiyordu. Kıkırdadım. Gülerken çekildiğimiz fotoğrafların ardından birkaç kare de sevdiklerimizle çekinmiştik. Tam o sırada Ayla ile Maral çıkageldi. Her ne kadar Maral’ı görmek canımı sıksa da Ayla’yı görünce her şeyi bir kenara bırakmıştım.

“Başak abla prenses gibi görünüyorsun,” dedi Ayla sevinçle.

“Buradaki tek prenses sensin,” dedim onu yanaklarından öpmeden hemen önce.

Düğüne geçmeden önce bir pozda Ayla ile çekildik. Uzun süren fotoğraf çekiminin ardından konuklarda yavaş yavaş yerlerini almaya başladı. Bizde Soral ile beraber gelin odasında oturmuş çıkmayı beklemeye başlamıştık. Bir yandan da fotoğrafçının kamerasından çekildiğimiz fotoğraflara bakıyorduk.

“Bunu çıkarttırıp odamıza asalım mı?” diye sordum bisikletteki fotoğraflarınızdan birini gösterip.

“Asalım. Hatta yanına şu fotoğrafı da ekleyelim,” dedi Soral.

Fotoğrafçıya kamerasını geri verdik. Tam o sırada organizasyondan biri girdi odaya. “Konuklar yerlerini aldı. Çıkış yapabilirsiniz,” dedi ve çıktı. Onun gidişiyle Soral ile ayaklandık. Titreyen ellerimi avuçlarına aldı Soral. Deniz mavisi gözleri beni bulduğunda ne kadar heyecanlı olduğumu bir kez daha görmüş oldu.

“Biz seninle yeni bir hayata başlıyoruz. Bunun için çok bekledik. Birbirimize kavuşmayı tam dört yıl bekledik. Şimdi o gün geldi sevgilim. Birlikte yeni bir masal yazacağız. Sadece bizim masalımız olacak bu güzel ömür defterini benimle birlikte yazmaya var mısın?”

Dolu gözlerle baktım ona. Sözcüklerim birer yumru olup boğazıma oturduğunu hissettim. Bu an için o kadar çok beklemiştim ki şu an bile bana gerçekmiş gibi gelmiyordu. Her şey sanki bir rüyaymış gibi geliyordu ve ben bu rüyadan uyanmak istemiyordum.

“Varım,” dedim titreyen sesimle.

“Hem de sonuna kadar…”

Soral’ın koluna girdim. Parmaklarım onun kolunu sardı. Beraber gelin odasından çıktık. Herkesin gözleri bizi buldu. Onlarca insanın önünde evliliğimize giden yolda yürümeye başladık. Alkış sesleri doldurdu kulaklarımı. Palmiyelerin ve de beyaz güllerin arasından geçtik. Nikah masasına vardığımızda heyecanım kat be bat artmıştı. Nikah memurunun ve şahitlerimiz Emre ile Selma’nın da yerlerini almasıyla akde başlamış olduk.

Nikah memuru, “Adınız ve soyadınız?” diye sordu mikrofonu bana doğrultarak.

“Başak Ateş,” diyerek yanıtladım sorusunu.

“Damat Bey, adınız ve soyadınız?”

“Soral Soydan.”

“Nikah akdine başlıyorum,” dedi nikah memuru bunun üzerine.

“Siz Sayın Soral Soydan, hiç kimsenin etkisi ve baskısı altında kalmadan Başak Ateş hanımefendiyi eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?”

“Evet!” diye bağırdı Soral mikrofona doğru.

Kalabalıktan alkış sesleri yükseldi. Nikah memuru, “Siz Sayın Başak Ateş, hiç kimsenin etkisi ve baskısı altında kalmadan Soral Soydan beyefendiyi eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?” diyerek aynı soruyu bana yöneltti.

O an gözlerim kalabalığın arasından heyecanla bana bakan Ayla’ya hemen ardından da annesi Maral’a kaydı. Maral’ın mavi gözlerindeki parıltıdan ne anlamam gerekiyordu bilmiyorum ama Mutlu’nun gidişinin bir dönüşü olmayacağına emindim. Onun yanından geçip gittiği kişi de bankta beni ağır bir sor ile bir başıma bırakan Şahin’den başkası değildi.

Şahin’in bakışlarını üzerimde hissetmek ister istemez aklıma büyük bir sır sakladığım gerçeğini getirdi. Soral’dan sakladığım sır öyle basit bir sır değildi. Bunu ondan sakladığımı öğrendiği an neler olabileceğini biliyordum. Peki ama ben şimdi ne yapacağım?

“Başak,” diyerek beni daldığım düşüncelerin arasından alan kişi Soral’dı. Beklentiyle baktı gözlerime. Bir cevap vermemi, olumlu bir sözcüğün dudaklarımın arasından çıkmasını bekledi. Bunu ona yapacak mıydım? Göz göre göre onun güvenine ihanet edebilecek miydim? Onunla ihanetin masalını yazabilecek miydim?

O an, “Evet,” demekten kendimi alamadım.

Yeniden alkış sesleri yükseldi dört bir yanda. Şahitlerinde onayıyla sıra imzaları atma aşamasına gelmişti. Nikah memurunun bizi ölümsüz bir bağla bağladığı o anda yankılanan alkışlar vicdanıma atılan birer tokatmış gibi hissettim. Fakat şöyle bir gerçek var ki eğer evet demeseydim daha çok pişman olacaktım.

“Gelini öpebilirsin!” diye şakıdı Selma neşeyle.

Soral her şeyden habersiz aramızdaki mesafeyi kapattı. Elleri yüzümü şefkatle kavradığı o anda dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Küçük bir buse kalabalığın coşkulu çığlıklar atmasına yetmişti. Benimse vicdan azabı çekmeme…

“Gel,” dedi Soral sevinçle. Elimden tutmuş beni piste doğru götürüyordu. Piste geçtik. Ellerini belime yerleştirdi. Kollarımı onun boynuna doladım ve gözlerine baktım. Deniz mavisi gözlerindeki parıltıyı gördükçe içim sızlıyordu. Müziğin başlamasıyla ilk dansımızı yapmaya başlamıştık.

“Nasılsın karıcığım?” diye sordu Soral kulağıma doğru.

“Şu anda çok mutluyum kocacığım,” dedim kendimi gülmeye zorlayarak. Soral beni kendine çekti. Bedenim onun göğsüne çarptı. Elimi avucuna aldı. Diğer elimi onun kolunun üzerine koymuştum. Yanağı yanağıma yaslıydı artık. Sıcak soluğu tenimdeydi. Yere düşeceğimi hissettim. Ayaklarım yere basmıyordu sanki.

“Başardık,” dedi Soral neşeyle kıkırdayarak.

“Başardık,” diyerek onu tasdikledim. Şu an yüzümü görmüyor oluşuna seviniyordum. Halimi görmesini istemiyordum. Bu büyünün en azından bugün burada, bu güzel anın ortasında bozulmasını istemiyordum. Şimdi olmazdı. Olmamalıydı.

Başımı geriye çekip onun deniz mavisi gözlerine baktım. Yaşamam sebebime baktım. Onun denizinde kaybolduğumu hissettim. Ben hiç şüphesiz onun denizine aittim ama şimdi o denizin sularında kayboluyorum. Denizine olmayı hak etmiyordum. Keşke her şeyi daha kolay kılmanın bir yolu olsaydı ama yok. Onun kollarında dans ederken içimi acıtan gerçekti kafamdaki: Soral beni asla affetmeyecekti.

Bölüm : 13.07.2025 19:29 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...