34. Bölüm

34.Bölüm: Taşıyamayacağın Bir Yük

Şevval Nur Aydın
sevvnuraydn

“Başak,” dedi Soral. Salonda bacaklarımı karnıma kadar çekmiş koltukta oturuyordum. Sabahın erken saatlerinde uyanmıştım. Onun merdivenlerden inip yanıma gelişini bile ancak ikinci kez bana seslendiğinde fark edebilmiştim.

“Başak, aşkım, iyi misin?”

Soral’ın yanıma oturuşuyla düşüncelerimin arasından sıyrıldım. Başımı çevirip ona baktığımda benim için ne kadar endişelendiğini anlamış oldum. “İyiyim,” dedim yarım ağızla.

Çenemi dizlerime yasladım. Tam o sırada elini sırtıma koydu Soral. Sırtımda gezinen parmakları beni rahatlatmak istercesine şefkatle gezindi bedenimde. Ona baktım yeniden. “Dün geceyi mi düşünüyorsun?” diye sordu yumuşak bir sesle. Başımı olumsuz anlamda salladım.

“Hayır. Alakası bile yok. Dün geceyi düşünmüyorum. Sadece kendimi bugün iyi hissetmiyorum. Muhtemelen deniz havası çarptı.”

“Sana neyin iyi geleceğini biliyorum.”

“Neymiş?”

“Güzel bir kahvaltı,” dedi gülümseyerek. Başımı olumsuz anlamda salladım. “Kahvaltı yapmak istemiyorum,” dedim ona bakarak. Soral bir şey söyleyecek gibi oldu. Sonrasında bundan hemen vazgeçti. Başımı çevirdim. Başımı koltuğa yaslayıp tavana diktim gözlerimi. Onun bakışları her ne kadar benim üzerimde olsa da ona bakıp tek kelime etmedim. Zihnimdeki sesler o kadar yoğundu ki başım çatlayacakmış gibi hissediyordum.

Soral ise her şeyden habersiz, “Biraz uyumak ister misin?” diye sordu bu sefer. Başımı olumsuz anlamda salladım. İçimden gelen ondan uzaklaşmaktı. En azından kafamı toplayana kadar yalnız kalmak istiyordum.

“Benim biraz yalnız kalmaya ihtiyacım var,” dedim sesimin çatlamamasına dikkat ederek.

Soral ne diyeceğini bilememişti. Bense ayağa kalkmış onu ardımda bırakmıştım. Yukarı çıktım. Odama geçip kapıyı ardımdan kapattım. Yatağa uzandım. Üzerimi örtüp bacaklarımı karnıma kadar çektim. Soral girdi içeri. Dönüp bakmadım. Gözlerimi yumup onun odadan gitmesini bekledim. Önce yanıma geldi. Saçlarımı okşadı, birkaç sevgi sözcüğü fısıldadı kulağıma. Sonra da yanağıma kondurduğu küçük busenin ardından odadan çıktı. Kapının örtülme sesiyle gözlerimi açtım.

İçime gülle gibi ağır bir şeyin oturduğunu hissettim. Baş ucumdan telefonumu aldım elime. Yatakta doğrulup telefonumdan Maral ablaya mesaj yazdım. Onunla konuşmak istediğimi, her neredeyse yanına gelmek istediğimi yazıp yolladım. Cevap çok da gecikmedi.

Maral abla: Hastanedeyim. Ne hakkında konuşmak istiyorsan gel burada konuşalım.

Ona geleceğimi yazdıktan sonra yataktan kalkıp hazırlanmaya başladım. Tam da o sırada Soral girdi içeri. Giyindiğimi görünce, “Nereye?” diye sordu.

“Hastaneye uğrayacağım,” diye yanıtladım sorusunu.

Üzerimi giyinmiş saçlarımı toplarken Soral yanıma gelip tam karşımda durdu. Deniz mavisi gözleri gözlerimdeydi. Halimin onu endişelendirdiğini biliyordum. İçimden ona bildiğim şeyi söylemek geliyordu ama şimdi yapamazdım. Gerçeği bir de Maral’dan duymadan ona gerçeği anlatamazdım.

Soral ise ellerini belime koydu. Alnımdan öpüp gözlerime baktı. “Bir saatin var Başak Soydan. Sonrasında benimlesin,” dedi kendini gülümsemeye zorlayarak. Aramızdaki soğukluk canımı sıkıyordu. Ona soğuk yapmak zorunda olmak canımı sıkıyordu. En çok da onun bana içinin gittiğini bile bile onu kendimden uzak tutmaya çalışmak yakıyordu canımı.

“Merak etme. Çabuk dönerim,” dedim güçlükle. Çantamı alıp odadan çıktım. Evden nasıl çıktığımı bile hatırlamıyorum. Kendimi arabaya atışım çantamı yan koltuğa bırakışım o kadar silikti ki bu kafayla hastaneye nasıl gideceğimi hiç bilmiyordum.

“Kendine gel Başak,” dedim kendi kendime. Arabayı çalıştırdım. Hastaneye doğru yola çıktım. Bizimkilere fark ettirmeden Maral abla ile konuşmanın bir yolunu bulmam gerekiyordu. Onu hastanenin karşısındaki kafeye çağırmayı düşündüm. Çantamdan telefonumu çıkarıp Maral ablayı aradım. Aramayı hoparlöre aldım. Telefon ilk çalışta açıldı.

“Efendim Başak,” dedi Maral abla yorgun bir nefes eşliğinde.

“Hastanenin karşısındaki kafeye gelebilir misin?”

“Vaktim yok.”

“Merak etme. Çok vaktini almayacağım. Senden sadece beş dakika istiyorum.”

“Peki madem. Geliyorum.”

Telefonu kapattım. Arabayı hastanenin önüne park ettim. Arabadan indiğim sırada göz göze geldik Maral abla ile. Bana, “Gizli kapaklı görüşmemizin umarım önemli bir sebebi vardır Başak. İşimi gücümü bırakıp geldiğimi söylememe gerek yoktur sanırım,” dedi iğneleyici bir tonda.

“Mesele önemli,” dedim bir an bile duraksamadan.

Birlikte kafeye geçip oturduk. Garsondan ikimiz içinde birer çay söyleyip direkt konuya girmek üzere araladım dudaklarımı. “Gerçeği biliyorum,” dedim bir çırpıda.

“Ne gerçeği?”

“Boşuna saklama. Ayla’nın babasının Şahin olduğunu biliyorum.”

Maral abla bunu bilmeme hiç de şaşırmış gibi görünmüyordu. Önüne konan çaydan küçük bir yudum alıp bardağı sert bir şekilde tabağa geri oturttu. “Benimle açık açık konuş Başak,” dedi mavi gözlerini benimkilere dikerek.

“Neden Soral’a gerçeği söylemedin Maral abla? Ayla’nın babasının burnumuzun dibinde olduğunu bile bile gerçeği bizden neden sakladın?”

“Sen acı çek diye.”

Donup kaldım. Maral’ın çayını büyük bir soğukkanlılıkla yudumlayışını izledim. Gözlerime öyle bir bakışı vardı ki Selma’nın aslında ne kadar haklı olduğunu o an anladım. Maral abla hiç de düşündüğüm gibi biri değildi.

Boğazını nazikçe temizledikten sonra, “Senin gerçeği Soral’a söyleyemeyeceğini biliyordum Başak. Sende baban gibi acı çekeceksin,” dedi net bir şekilde.

“Konunun babamla ne ilgisi var? Sen ne saçmalıyorsun?”

“Saçmalayan ben değilim Başak. Baban Soral’ın da benim de hayatımı mahvetti. Madem gerçeği bu kadar çok merak ediyorsun. O halde sana gerçeği ben söyleyeyim.”

Derin bir nefes aldı Maral. “Bizi çocuk esirgemeye bırakan, ailemizden bizi ilelebet koparan adam senin babandı Başak,” dedi bir çırpıda. Sesi zihnimde yankılandı bir süre. Onun benim canımı yakmak için böyle söylediğini sanmıştım ama yanılmışım. Gerçek buydu!

“Taşıyamayacağın bir yük daha yüklendi omuzlarına. Şimdi bu gerçeğin ağırlığı altında Soral’ın gözleri önünde ezileceksin. Senin cezan da bu olacak.”

Maral son sözlerini söyledikten sonra ayağa kalktı. Garsona parayı ödedikten sonra kafeden ayrılmak üzere kapıya doğru adımladı. Tam da o sırada oldu her şey. Soral geldi. Maral abla onun gelişini fark etmemiş kapıdan çıkmak üzereyken birden yere yığılıvermişti.

“Abla!”

Soral’ın ablasını kucaklayıp gidişini izledim. Bir süre yerimden kıpırdayamadım. Şoku atlatır atlatmaz Soral’ın peşinden hastaneye koştum. Maral ablayı sedyeye yatırdılar. Soral benim Maral abla ile kafede buluştuğumu görmemiş olacak ki hastanede olayı görüp de koştuğumu sanmıştı. Bana tek bir soru dahi sormadı. Şahin ile birlikte ablasına müdahale etmişti.

Ablası hala kendine gelebilmiş değildi. Sedyede baygın halde yatıyordu. Şahin, “Ablanın durumu iyi değil Soral. Hastalığı yeniden nüksetmiş olabilir,” dedi Soral’a bakarak. Soral duyduğu şeyden sonra kendini dışarı attı. Peşinden gittim. Kolundan tutup onu durdurdum. Ona sıkıca sarıldım. Onun kendini bana teslim edişine karşılık, “Ablan iyi olacak,” demekten başka bir şey gelmedi elimden.

Soral o kadar bitkin görünüyordu ki bana sıkıca sarılmış ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Kolumu bedenine doladım. Onu götürüp sandalyeye oturttum. Orada birlikte saatler geçirdik. Ablasının sonuçlarının çıkması bir hayli uzun sürdü. Bir süre sonra elinde birkaç kağıtla Şahin geldi yanımıza. Soral onu görünce ayağa kalktı. Şahin’e söz hakkı tanımadan önce elindeki kağıtları sökercesine aldı. Deniz mavisi gözleri değerlerin üzerinde gezindikçe yaşlar sicim gibi boşalmaya başladı. Durumun sandığımızdan ne kadar ciddi olduğunu Şahin’in, “Hastalığın tekrar nüksedip etmediğini söylemek için hala erken ama değerler bize gidişatın ne yazık ki iyi olmadığını söylüyor. Makineye bağlamamız gerek,” diyişi gösterdi.

Soral elinde birkaç kağıt parçasıyla kalakaldı. Tam o sırada acilden, “Maral Hoca gözlerini açtı,” diye bir ses geldi. Soral’ın peşinden içeriye koştum. Maral gözlerini açmış bitkin bir halde kardeşine bakıyordu.

“Abla,” dedi Soral titreyen sesiyle.

“Sana söylemem gereken bir şey var Soral,” dedi Maral abla güçlükle. Gözlerini açık tutmakta zorlanıyordu. Buna rağmen bunca zaman sakladığı bir başka sırrı kardeşiyle paylaşmaktan geri durmadı: Ben yeniden kansere yakalanalı çok oldu kardeşim.

Soral öğrendiği gerçekten sonra tek kelime edemedi. Ablası ise, “Çok fazla vaktimin kalmadığını biliyorum. Senden tek isteğim bana bir şey olursa kızıma sahip çıkman. Onu sana emanet ediyorum,” dedi sessizce.

Soral’ın bedeni sarsılmaya başladı. Ablasının elini tuttu sıkı sıkı. Ablası ise o halde bile nefret dolu bakışlarını benden esirgemedi. Bana bakarak, “Bir şey daha var Soral,” dedi Maral abla.

“Karın sana yalan söyledi. Kızımın babasının kim olduğunu bile bile senden sakladı ama ben sana ölmeden önce gerçeği kendim söyleyeceğim Soral.”

Kaskatı kesildim. Soral’ın sırtı bana dönük olduğundan yüz ifadesini her ne kadar göremiyor olsamda nasıl baktığını hayal edebiliyordum. Maral abla da bunun bilincinde buz gibi bir ses tonuyla, “Ayla’nın babası Şahin. Bunu karın bildiği halde senden sakladı. Tıpkı bugün gizli kapaklı benimle konuşmak istediğini senden sakladığı gibi,” dedi.

Soral öğrendiği gerçekten sonra arkasını dönüp yüzüme bakma tenezzülünde bile bulunmadı. Ablası ise kardeşinin elini tutmuş, “Şahin’in bir suçu yok Soral. Biz boşandığımızda ona hamile olduğumu söylemedim. Hastalığımı da bir tek sen biliyordun. Hastalığımı bu hastaneye geldiğimde öğrendi,” dedi acıklı bir ses tonuyla.

Soral tek kelime etmedi. Öğrendikleri yenilir yutulur cinsten değildi. Ablasının gerçekleri itiraf etmiş olması bir yana sevdiği kadının ondan bildiklerini saklamış olduğunu öğrenmek onu öfkelendirmişti. Soral, “Merak etme abla. Hiçbir şey yapmayacağım,” dedi net bir şekilde. Sonra da arkasına bile bakmadan acilin kapısından çıktı. Peşinden gittim. Kendimi açıklamak için onun geniş adımlarını takip ettim.

“Soral bekle!”

Soral hastanenin bahçesine çıktı. Peşinden koşmam gerekmiş olsa da sonunda kolundan tutup onu durdurmayı başardım. “Bana ne zaman söyleyecektin?” diye sordu birden. Gözlerime bakışı bile farklıydı. Onun içindeki kırıklar benim içime batıyordu sanki.

“Soral ben,” dememle sözümü kesmesi bir oldu.

“Şahin’in Ayla’nın babası olduğunu ne zamandır biliyorsun?”

“Yeni öğrendim. Yemin ederim sana söyleyecektim ama başına iş almandan korktum Soral.”

“Bunu çoktan geçtim. Ablamla neden buluştun Başak? Ne konuştun ablamla?”

Gözlerimden iki damla yaş aktı. Dudaklarımın titreyişi konuşmamı güçleştiriyordu. Soral’ın ifadesi beni hala korkutuyor olsa da bakışlarındaki bir şey hala bana kıyamadığını hissettiriyordu. Yutkundu. Hayal kırıklıklarının acısını hissetmemeye çalışarak, “Ne konuştunuz?” diye sorusunu yeniledi.

“Ablan bana bir şey itiraf etti Soral ama ben bunun doğru olduğuna ihtimal dahi vermiyorum. Bir yanlışlık olduğuna eminim.”

Soral’ın elleri yüzümü kavradı. Öyle çaresiz görünüyordu ki bir tarafta ablası diğer tarafta canından çok sevdiği kadın vardı. Beni affedeceğini o an anladım. Belki çok kırılmıştı. Belki canı daha önce hiç olmadığı kadar çok yanmıştı ama beni bir şekilde affedecekti.

Soral, “Lütfen söyle. Benden artık hiçbir şeyi saklama Başak. Biz evliyiz. Sen benim karımsın ve ben senin benden tek bir şey daha saklamana dayanamam,” dedi çaresizce.

Ellerimi ellerinin üzerine koydum. “Sizin çocuk esirgemeye düşme sebebinizin babam olduğunu söyledi,” dedim neredeyse fısıltıyla. Sesim o kadar kısık çıkmıştı ki kendim bile duyamamıştım. Soral ise öğrendiği bir gerçekle daha sarsılmıştı. Benden güç almak istercesine beni kendine çekip sıkıca sarıldı.

“Babam böyle bir şey yapmaz Soral. Yapmaz,” dedim ağlayarak.

Soral tek kelime etmedi. Bana sarıldı iç çekerek. Bir gün içinde öğrendikleri onun için yeterince ağır değilmiş gibi bir de geçmişi ile işgili bir ihtimal gündeme gelmişti. Ablası her ne söylemiş olursa olsun ben bunu babamın yaptığına inanmıyordum. Ondan ayrılıp gözlerine baktım.

“Ablan iyileşecek Soral. Her şey düzelecek.”

Soral’ın deniz mavisi gözleri beni izledi bir süre. “Ablamın yanında olalım Başak,” dedi sadece. Birlikte ablasının yanına gitmek üzere hastaneye girdik. Acile doğru adımlarken Selma çıktı karşımıza.

“Maral Hanım’ı odaya aldık,” dedi Selma.

Gözleri benle Soral arasında gidip geldi. İkimizinde hali onu endişelendirmişti. Bu halde olmamızın sebebinin Maral ablanın durumu olduğunu sanıyordu ama değildi. En azından sadece bu değildi.

“Teşekkürler Selma,” dedi Soral.

Selma hafifçe başını salladı. Üçümüz birlikte Maral ablaya bakmak üzere odasına çıktık. Şahin ile Korkmaz da odadaydı. Şahin damar yolu açıyor, Korkmaz ise Maral’ın solunum desteği ile ilgileniyordu. Durumun sandığımdan da daha kötü olduğunu o an anladım.

Şahin tam işini bitirmiş odadan çıkmak üzereyken Maral’ın elleri onun kolunu kavradı. “Kal lütfen,” dedi sessizce.

“Kızımızı da alıp yanıma gel.”

Korkmaz ile Selma’nın dehşet dolu bakışları bizi buldu. Onlara sonra durumu izah edeceğime dair küçük bir uyarı bakışı attım. Sonra da, “Biz dışarı çıkalım,” dedim başımla kapıyı işaret ederek.

Soral, Korkmaz ve Selma ile birlikte odadan çıktık. Selma, “Az önce duyduğum şeyi algılamakta zorlanıyorum. Biriniz bana durumu açıklasın hemen,” dedi şok içinde. Korkmaz da en az Selma kadar şaşkın görünüyordu.

Soral, “Ayla’nın babası Şahin’miş,” dedi bir çırpıda.

Selma çığlık atmamak için ağzını kapattı. Korkmaz ise, “Başından beri adam kızı ile dip dibe miydi yani?” diye sordu sinirle. İçinden çok daha başka şeyler söylemek gelse de Soral’ın yüz ifadesi onun kelimelerini yutmasına neden oldu.

Soral’a baktım. Ona yaklaştım. Parmaklarımı parmaklarına kenetledim. Beni bulan deniz mavisi gözlerine karşı, “Ablan çok güçlü bir kadın. Atlatacağından eminim,” dedim. Bana sarıldı. Her şeyi bir kenara bırakmak istediğini biliyordum. Soral’ın üzgün olduğunu ve de tüm bu olanlara rağmen beni affettiğini de.

“Umarım,” dedi Soral sadece. Bir süre Şahin’in içeriden çıkmasını bekledik. Tam da o esnada yengem çıkageldi. Ayla’yı getirmişti. Ayla tüm olanlardan habersiz öylece bize bakıyordu.

“Başak abla,” dedi yanıma gelip. Onu yanaklarından öptüm. İçeriye girdiğinde babasının kim olduğunu öğrenmekle kalmayacaktı. Annesinin yeniden hasta olduğunu öğrenecekti. Uzun zaman sonra kavuştuğu annesinin durumunun kötü olduğu gerçeğiyle yüzleşecekti.

Ayla’yı duruma hazırlamama kalmadan kapı açıldı. Şahin Ayla’yı kucağına alıp kapıyı yeniden kapattı. İçeride ne olduğu hakkında en ufak fikrim dahi yoktu. Ayla’nın bu durumdan en az şekilde etkilenmesinden başka bir şey istemiyordum. Bir de onun benim gibi annesiz kalmamasını istiyordum.

Sıkıntılı bir nefes verdim. Soral ile birbirimize baktık. İkimizde birer doktor olarak durumun farkındaydık. En çok da bu üzüyordu bizi. İkimizinde elinden hiçbir şey gelmiyor olduğu gerçeği yankılanıyordu zihinlerimizde. Bir de Şahin’in, “Soral!” diye bağırışı!

Soral içeri koştu. Kapının açılmasıyla Ayla koşarak dışarı çıktı. Soral girdi içeri. Korkmaz da hemen arkasından girdi. Ayla’yı kucaklayıp koridorun öteki tarafına doğru koştum. Onun bu olanlara şahit olmasını istemedim.

“Başak abla çok korkuyorum,” dedi Ayla.

Onu alıp odadan olabildiğince uzak bir yere götürdüm. Koridordaki bekleme koltuğuna oturttum onu. Yaşlarla parlayan gözlerine baktım. “İçeride ne oldu civcivim?” diye sordum sesimin titrememesine özen göstererek.

“Annem bana o doktor abinin babam olduğunu söyledi.”

“Sonra ne oldu?”

“Sonra annem beni çok sevdiğini ve babamın elini tutmamı istediğini söyledi. Babamın elini tuttuğumda babam birden bağırmaya başladı.”

Gözlerimden iki damla yaş aktı. Ayla’yı tutup bağrıma bastım. Saçlarını okşarken, “Annen biraz hasta ama biz onu iyileştirmek için elimizden geleni yapacağız,” dedim. Ayla derin bir iç çekti. Olayın şokundan nasıl bir tepki vereceğini bilemez bir haldeydi. Onu sakinleştirmeme kalmadan yengemin bize doğru yaklaştığını fark ettim. Ona baktığımda dudaklarından şu sözler döküldü: Çok üzgünüm Başak!

Bölüm : 19.07.2025 19:38 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...