
Size Korkmaz denilen ruh hastası ile ne zaman tanıştığımı anlatmak isterim. Tıpkı masallardan bozma destandan olma bir hikayeydi bizim tanışma hikayemiz. Aman niye yalan söylüyorum ki? Korku filmi gibiydi. Üstelik onu tanımak azaptan beter olmuştu benim için. Zaten stresten öldüğüm bir dönemdeyim ne diye karabasan gibi çöküyorsun ki hayatıma? Ama kabahat bende sonuçta ona elini verirsen kolunu kapabileceğini önceden kestirmem gerekirdi. Sonuçta tıp literatüründe olmayan dermansız bir vakaydı Korkmaz. Hem bulaşıcı hem de son derece insanı dermansız bırakan bir virüs gibiydi. Her neyse biz hayatımın o karanlık gününe geri gidelim. Sınav dönemine gidelim. Kabusların içine dalalım.
Odamda oturmuş Allah çarpmış bir vaziyette fizik sorusu çözüyordum. Size az çok o anki tipimi tarif edeyim. Saçlar aceleden kalemle Pizza Kulesi misali eğik bir topuz yapılmış, gözler desen uykusuzluktan balon gibi şişmişti. Hatta o dönemde yüzümü baykuş gibi gösteren devasa dinlendirici gözlüklerimi saymıyorum bile...
Üzerimde şaftı kaymış pijamalarım ve ayağımda tavşanlı pofuduk terliklerime mükemmel bir kombin yapmıştım. Modacılar görse suratıma tükürürdü ama şu an onları umursayacak durumda değildim. Üstelik çalıştığım ortamı size açıklasam odada deney mi yapıyorsun derdiniz.
Yatağın üstüne saçılmış çin yazısından bozma ders notları, çalışma masasında renk renk işaret kalemleri, duvarda kriminal cinayetlerdeki notları andıran kağıtlarla dolu mantar panomu saymıyorum bile. İşte böyle bir ortamda böyle bir tiple harıl harıl fizik testi çözüyorum. Tam konsantrasyonumun doruklara çıktığı anda odamın kapısı aniden açılmış içeri babam dalıvermişti. Panikten elimdeki test kitabını masanın altına atıp gizlerken korkudan neredeyse ölüyordum.
"Başak," diyerek odama giren babam kırk yılda bir, bir şey isterken takındığı koca gülümsemesiyle baktı yüzüme. Anlaşılan kesin benim canımı sıkacak bir şey isteyecekti. "Efendim babacığım."
Bunu söylerken yüzümde gergin bir gülümseme beliriverdi. Boncuk boncuk terlemeye başladığımı hissettiğimde babam notlarımı kenara çekip yatağın ucuna oturdu. Döner sandalyemi babama doğru çevirip bakışlarımı ona odakladım.
"Senden bir şey isteyeceğim. Ama hemen hayır deme tamam mı?"
Babam yine ticari ikna kabiliyetini kullanmaya başladığına göre kesin teklifi bana oldukça tersti. "Bakarız," dedim dişlerimi heyecandan sıkarken. "Bu akşam yeni iş ortağım bizi yemeğe davet etti. Seni de görmek istedi."
Babam iş yapıyor peki bu durumda ben neden onunla gitmek zorundayım? "Ben gelemem baba," dedim bir anda. Dinlendirici gözlüklerimi çıkarıp masaya koyduğum sırada babam ticarette bile kullanmadığı insanın gönlünü fetheden insanın içini acıtan o meşur bakışını takındı.
"Ama yapma böyle," dediğim sırada yavru köpek bakışları yüzümde gezindi. En sonunda pes etmiştim. İstemeye istemeye teklifini kabul ettim. "Tamam geleceğim," diyerek başımı olumlu anlamda salladım. Babam bu cevabımdan memnun olmuş olacak ki yüzünde kocaman bir gülümsemeyle oturduğu yerden kalktı. "Birazdan Selma gelecek odana hazırlanmana yardım edecek."
İşte bu sözcükler benim için tehlike çanlarının çaldığının göstergesiydi. Korkudan kocaman açılmış gözlerimi babama yönelttiğimde her şey için artık çok geçti. Babamın adımını odadan dışarı atmasıyla elinde elbise hurcuyla Selma'nın içeri girmesi bir olmuştu. Bana resmen Yüzüklerin Efendisi filmindeki yaratık gibi bakıyordu. Gözleri kocaman açılmış karşısında kıymetli bir mücevher varmışçasına beni süzmekle meşguldü. Hatta birazdan kıymetlimiz derse hiç şaşırmazdım.
"Bak sana ne getirdim," dedi gözleri anime karakterler gibi ışıl ışıl parlarken. Elindeki elbise hurcunu özenle yatağın üstüne serince içimden acaba yine ne kadar abartılı bir elbise seçti diye düşünmeden edemedim. Ki Selma Hanım sağ olsunlar beni hiç yanıltmadılar.
Selma elbise hurcunun fermuarını ağır ağır açarken içinden çıkan elbisenin her bir santimiyle göz bebeklerim kocaman olmuştu. Şok içinde bakışlarımı ona yönettiğimde ise bana otuz iki diş sırıtarak bakıyordu. Daha sonra beni süzen bakışları bende projeymişim izlenimi veriyordu.
Dayanamayarak "Selma beni korkutuyorsun," dediğim sırada elinde tuttuğu askıyı elime tutuşturdu. "Eğer beş dakika içinde bu elbiseyi giymezsen işte o zaman kork benden."
İğneleyici bir şekilde söylediği sözler karşısında gözlerimi devirmekle yetindim. Ama tam o sırada beni etkileyecek sözcükleri sıraladı.
"Eğer dediklerimi yaparsan sana fizik dersi verebilirim," dedi imayla. Bu teklif tam da benim ihtiyacım olan şeydi. Onunla tokalaşıp anlaşmamızı yaptıktan sonra elindeki elbiseyi almamla onu zorla dışarı çıkarmıştım. Selma neye uğradığına şaşırırken bense hiç vakit kaybetmeden işe koyuldum.
Elbiseyi üzerime geçirip acaba düğüne gider gibi mi oldum diye düşünürken aynanın karşısına geçtim. Elbise bedenimi saran ince belimi ortaya çıkaran zarif bir elbiseydi. Siyah rengin üzerinde gümüşi parlayan yıldız işlemeleri vardı. Gözlerim zarif elbisenin dört bir yanında gezerken abartılı olup olmadığı konusunda tereddüt etmiştim.
Ama bununla vakit kaybedemezdim. O yüzden cadı modasına hakim olan turuncu saçlarımı adam etmem lazımdı. Aynanın karşısına geçtiğim gibi en son ne zaman kullandığımı bile hatırlamadığım düzleştiricimi fişe taktım. Düzleştiricim ısınırken bense sabırsızca odada volta atmakla meşguldüm.
Yaklaşık on beş dakika içinde saçlarımı insaniyete döndürüp düzleştiriciyi fişten çıkarıp gri topuklularımı giydim. Topuklularımın tıkırtısı eşliğinde odamdan çıkıp beni bekleyen babamın yanına gitmek üzere merdivenlerden aşağıya inmeye başladım.
Yüksek topuklularla dibi boylamamak için çaba sarfederken merdivenin diğer ucundan bana bakan babamla göz göze geldim.
"Çok güzel olmuşsun kızım," dediğinde onun yanına inmiştim bile. Boynuna sarılıp yanağına öpücük kondurdum. "Sende çok yakışıklı olmuşsun," dediğim sırada Selma'nın gözlerinde victory yazan havai fişek misali parıltıyı görmüştüm.
"Bir an önce çıksak iyi olur. Adnan Bey bizi bekliyor."
Babam bunu söylediğinde başımla onaylayıp onun peşinden dışarı çıktım. Birlikte arabaya binip Katipoğlu Malikanesine doğru yola çıktık. Yaklaşık yarım saat süren bir yolun ardından güvenliğin bizi içeri almasıyla malikaneye giriş yapmıştık.
Gözlerim koca malikaneyi bulunca hayran hayran bakmaya başlamıştım. Ben daha ne olduğunu bile anlayamadan babamın içeri girmesi üzerine bende civciv misali peşine takıldım. Topuklularla yürümeye alışık olmadığımdan tıpkı bir ördek gibi yürüyordum.
Babamın Adnan Bey'in yanına gitmesiyle kapının ardında soluklandım. "Hoş geldiniz Orhan Bey," diyen tok bir ses duyduğumda artık içeriye girmem gerektiğinin farkına vardım.
"Kızınla geleceğini sanıyordum."
Apar topar içeriye girip babamın yanındaki yerimi aldım. Adnan Bey beni görünce nazikçe gülümsedi. "Kızın anlattığından daha da güzelmiş," dediğinde iltifatı karşısında utanmıştım.
Adnan Bey ile ayak üstü tanışmamızın ardından sofradaki yerimizi aldık. Tam o sırada içeriden benim yaşlarımda bir genç tam karşımdaki sandalyeye oturdu.
Adnan Bey'in "Oğlumla tanıştırayım sizi," dediği sırada karşımdaki genç masanın üzerinden elini bana doğru uzattı. Bende nezaketen uzattığı eli tuttup tokalaştım. Nereden bilebilirdim elimi tuttuğunda beni bir daha bırakmayacağını?
"Korkmaz ben," dedi sırıtarak. "Başak bende," diyerek elimi geri çekmeye niyetlenmiştim ki beyefendi elime yapışmıştı. Bir türlü bırakmıyordu. En sonunda elimi sertçe geri çekmemle önümdeki çorba kasesinin üzerime boce olması bir olmuştu.
Sıcak çorbanın bacaklarımı yaktığını hissettiğimde apar topar oturduğum yerden kalktım. Koşar adım evdeki hizmetlilerin banyoyu göstermesiyle kendimi banyoya attım. Kapıyı da ardımdan kilitleyip üstümdeki elbisenin eteğini bacaklarımın daha fazla yanmaması için yukarı doğru kıvırmıştım.
"Yardıma ihtiyacın var mı?"
Dışarıdan gelen sesin sahibine karşı o görmese dahi gözlerimi devirmiştim. "Hayır yok!" diye çemkirdiğim sırada kapının ardından kahkaha attığını duyabiliyordum. Gıcık işte ne olacak!
"Sana temiz kıyafet getirmiştim."
Söylediğinin doğru olup olmadığından tam olarak emin olamasamda kapıyı açıp aradan baktım. Gülümseyerek bana uzattığı karton poşeti aldığım gibi kapıyı sertçe yüzüne kapattım. Korkmaz neye uğradığına şaşırırken bense üzerimdeki elbiseyi çıkarıp poşetten çıkan zümrüt yeşili elbiseyi giymekle meşguldüm.
Elbisemi değiştirip yenisini giydiğimdeyse bu elbiseyi beş dakika içinde nereden bulduğunu düşünüyordum. Gerçi onun gibi birinden her şey beklenirdi. Baş belası ne olacak!
İçimden ona söverken bir yandan da lekeli elbiseyi poşete tıkıştırdım. Daha sonra Selma'nın bana yapacağı işkenceleri düşünmeye başladım. Acaba öldürür müydü yoksa öldürmek yerine acı çekmem için süründürür müydü bilememiştim. Ama kesinlikle onun en hassas noktası olan elbiseyi mahvettiğim için sonum son derece hazin olurdu orası kesin.
Kafamda birbirinden farklı senaryolar kurarken en sonunda elimde karton poşetle banyonun kapısını açıp dışarı çıktım. Topuklularımın tıkırtısı eşliğinde salonda beni bekleyen babamların yanına doğru ilerledim. İçeri girdiğimdeyse babamla Adnan Bey'in koyu bir sohbete daldığını fark ettim.
Baş belası ise yüzünde manidar bir gülümsemeyle bana bakıyordu. Ona kısık gözlerle baktım. Gece resmen kabus gibiydi. Ama benim asıl bilmediğim şey sadece o gecenin değil hayatımın da kabusa döneceğiydi.
"Yonca, hanımefendinin poşetini al lütfen," dedi gülümseyerek. Onun bu rahat tavırları sinirlerimi bozsa da ses etmemiştim. Ama tam o sırada elimdeki poşet bir anda elimden alınıp götürülmüştü. Ağzımı açıp tek kelime dahi etmeye bile fırsatım olmamıştı.
"Babalarımız iş konuşurken senle ben de verandada sohbet edebiliriz."
İçimden her ne kadar hayır demek gelse de kabul edip peşinden verandaya doğru ilerledim. Verandanın kapısından geçerken az daha topuklu ayakkabılarım yüzünden yüz üstü yere kapaklanıyordum. Ama bundan son anda kurtuldum.
Korkmaz'ın verandadaki gri rengi koltuğa oturmasıyla bende karşısındaki tekli koltuğa oturdum. "Eee, Başak... Ne var ne yok?"
Acaba benimle dalga falan mı geçiyor diye düşündüm. Ki öyle de görünüyor. "Siz çorbayı üzerime devirip haşlanmama sebep olmasaydınız daha iyi olabilirdim," dedim yapmacık bir gülümsemeyle.
Bu tavrım hoşuna gitmiş olacak ki yan yan gülmeye başlıyor. Ona bakmadan gizlice gözlerimi devirip sabır çekiyorum. "Çorba olayı tamamı ile bir kazaydı." Dediğinde samimi miydi bilememiştim ki bunun artık bir önemi yoktu. Sonuçta olan olmuştu.
Bu seferde pişkin pişkin sırıtarak "Başakçığım kaç yaşındasın?" diye sordu. Sorusu karşısında afallamıştım. Oturuşumu düzeltip doğrudan gözlerine baktım. "On yedi. Ama birkaç ay sonra on sekiz oluyorum," dedim tek düze bir sesle. Korkmaz'ın yüzündeki gülümseme genişlemişti. "Bende on dokuz. Yirmi yaşıma girmeme sayılı gün var."
Benden iki yaş büyük olması ona abi demem gerektiği anlamına mı geliyordu? Benden beklediği şey bu muydu? "Sana abi dememi mi istiyorsun?" diyerek aklımdaki soru işaretini ortaya dökmüş oldum. Sorum karşısında beklediğim tepkiyi alamamıştım. Onun yerine Korkmaz karşımda kahkahalarla gülmeye başladı.
"Hayır tabii ki de," dedi gülmesini durdurmayı başardığında. Ardından elini saçına daldırıp dağılmış kumral saçlarını karıştırdı. "Başakçığım peki birileri var mı?"
İşte şimdi asıl niyeti belli olmuştu. Ona karşı gözlerimi kısarak baktım. Ama bu tavrım pek de umurunda değildi. "Bunun seni ilgilendirmeyeceğini hiç düşündün mü?" diye yapıştırdım cevabı. Korkmaz oturduğu yerde dikleşti. Koltuğun yastıklarından birini de kucağına alarak bana bilmiş bir tavırla bakmaya başladı.
"Hayır düşünmedim," dedi otuz iki diş sırıtarak. Bu çocuktaki yüzsüzlüğün haddi vardı hesabı yoktu. Hatta yüzsüzlükte bir dünya markası bile olabilirdi. "Var mı yok mu?" diye diretti. En sonunda gözlerimi devirdim. Ona delici bakışımla bakıp "Yok," diye patladım.
Cevabım onu epey mutlu etmişti. Zevkten dört köşe olmuştu. Ama şimdiki aklım olsa bu cevabı vermezdim. Nereden bilebilirdim ki onun hayatıma karabasan gibi çökeceğini? Bilememiştim. Üstelik bu akılsızlığımın cezasını şu an bile çekiyorum.
"Güzel," diye mırıldandı. Ardından bir süre boşluğa dalıp düşünmeye başladı. Sonrasındaysa aklına gelen soruyla bana döndü. "Okuyor musun?"
Hayda! Görende kız istemeye evine gelinmiş kızını verip vermemekte tereddüt eden bir baba olduğunu falan sanırdı. Bu sohbet iyice komik olmaya başladı. "Hayır ama sınavlara hazırlanıyorum," diyiverdim.
Korkmaz düşünceyle kucağındaki yastığı evirip çevirmeye başladı. "Hangi bölümü istiyorsun?"
"Bunu sana söyleyemem," dedim ciddiyetle. Onun da kaşları çatılmıştı. Cevabım karşısında afalladığı belliydi. "Peki ama neden?"
"Çünkü bunu kimsenin bilmesini istemiyorum. Özellikle de babamın kulağına gitmesini," dedim bıkkınlıkla. Karşımda hala neden böyle olduğunu anlayamayan bir adam vardı. "Ben sır tutabilirim."
Ona güvenip güvenmemek konusunda kararsızdım. Çünkü onun kafa yapısı kesinlikle normal çalışmıyordu. Üstelik daha sırrımı ifşa edip etmeyeceğinden de emin değildim. Ama yine de söylesem bir şey kaybetmeyeceğim kesindi. "Babam annem öldüğünden beri beni dışarı bile zor salıyor. Üstelik eğitimimi evden devam ettiriyor. Ona üniversiteye gideceğimi söyleyip söylememekte tereddüt ediyorum."
Korkmaz beni anlıyormuş gibi başını hafifçe salladı. "Bence baban seninle gurur duyardı," dedi. Aslında haklıydı. Ama yine de emin olamıyordum. "Ben bizim eve yakın olan tıp fakültesine gitmek istiyorum."
Korkmaz etkilenmişti. Eminim ki benim hukukçu falan olmamı bekliyordu. Ama ben küçüklüğümden beri bir doktor olmanın hayalini kuruyordum. "Çok etkileyici," diye mırıldandı. Uzaklara bakıp düşüncelere daldı. Acaba kafasında yine ne tilkiler dolanıyor diye merak ettim. Ama tam o sırada verandanın kapısı aralanmış ve evdeki görevli kadın başını kapıdan uzatıp bize bakmaya başlamıştı.
"Başak Hanım babanız eve gideceğinizi söyledi," diyerek içeri geçti. Oturduğum rahat koltuktan kalkıp Korkmaz ile tokalaştım. Ardından verandanın kapısından geçerek içeriye girdim. Beni bekleyen babam ile birlikte Katipoğlu Malikanesi'nden ayrıldık. Korkmaz ile tanışmam da bu şekilde olmuştu.
*******
Babam ile Adnan Bey büyük bir proje için ortaklık yapmaya başlamışlardı. Bu büyük haberi de tüm iş insanlarına ilan etmek için büyük bir davet düzenlediler. Korkmaz ile bana düşen ise gelen geçen herkesi kapıda selamlamaktı. Sanki buna gerek varmış gibi... Kendimi düğün sahibiymiş gibi hissettiğim dakikalarda sıkıntıdan ölüyordum.
"İnsanlara öyle güzel gülüyorsun ki görenler de cenaze merasimi var sanacak," diyerek beni gıcık etmeye başlamıştı Korkmaz. Delici bakışlarımı kısa bir süreliğine ona çevirip tehdit edercesine gülümsedim. Aslında haklıydı. Gelen geçene seri katil gibi gülmemem gerekirdi. Ama elimde değildi.
"Sende tüm genç adamlarla tokalaşırken kolunu çıkarıyorsun. Ben sana bu konuda bir şey diyor muyum?"
Sözlerim onu eğlendirmişti. Bana otuz iki diş sırıttığı sırada kapıdan orta yaşlı bir kadınla bizim yaşlarımızda bir genç girdi. Onlara zoraki bir gülümsemeyle elimi uzattım.
"Hoş geldiniz," diye mırıldandığımda kadın gülümsedi. "Orhancığım nerede?" diye sordu. Bu samimiyet sinirlerimi bozmuştu. Bu durumu fark eden Korkmaz omuzlarımdan tutup kadının üzerine atlamama mani oldu. "Babamla birlikte şu taraftalar," diyen Korkmaz salonun diğer tarafını işaret etti. Kadın yapmacık bir gülümsemeyle yanındaki çocuğa döndü. Ardından arkasına bile bakmadan yanımızdan uzaklaştı.
Diğer çocuk bana elini uzattığında bundan öncekilerde de olduğu gibi Korkmaz benden önce davranıp tokalaştı. Çocuk bu duruma bozulsa da ses etmedi. Kahverengi gözlerini gözlerime dikip çarpık bir gülüşle konuşmaya başlayana kadar...
"Ben Ecevit," dedi bana bakarken. İçimden ona cevap vermek gelmiyordu. "Memnun oldum çocuk adam. Hadi şimdi uza," dedi Korkmaz. Ecevit gözlerini devirip bakışlarını tekrar bana yöneltti. Sanki Korkmaz ne derse desin onun umurunda değilmiş gibi...
"Buradan çıkışta bildiğim çok güzel bir mekan var orada bir şeyler içmeye ne dersin güzellik."
İşte şimdi dehşet dolu bakışlarımı Korkmaz'a çevirdiğim andı. Onun kırmızı görmüş boğa misali bakışlarını Ecevit'e çevirmesi tehlike çanlarının çaldığının habercisiydi. Nefesimi tutmuş Korkmaz'ın hamlesini bekliyordum. Birkaç saniyeyi bulmadan Korkmaz, Ecevit denen çocuk adama kafa atmıştı. Olayın şokuyla ellerimle ağzımı kapatırken Ecevit yere kapaklandı.
"Korkmaz ne yaptın?" dediğim sırada takımının kollarını düzeltti. "Hadi! Gidiyoruz buradan," diyerek elimi tuttuğu gibi beni mekanın dışına çıkardı. Ecevit'in iyi olup olmadığıysa tamamiyle muammaydı.
"Acaba yaşıyor mu?" diye kendi kendime mırıldandığım sırada Korkmaz gözlerini devirdi. "Saçmalama Başak. En fazla bayılmıştır." Sözleri karşısında keskin bakışlarımı ona doğru birer ok misali yönelttim. Ama bu durum onun zerre umurunda değildi. Birlikte mekanın mermerden yapılma merdivenlerinden inmeye başladık. Uzun elbisemin eteklerini toplarken topuklularımın tıkırtısı eşliğinde merdivenden indim.
"Korkmaz Bey şimdi bir planınız var mı?"
Sorduğum soru karşısında dudakları yukarı doğru kıvrıldı. Tabii ki bir planı vardı. Benimki de soruydu. "Gidiyoruz," dedi. Elimi tekrar tutup beni mekanın otoparkına doğru sürüklemeye başladı. Nereye götüreceği ise tamamı ile bir merak konusuydu. Sonuçta söz konusu Korkmaz'dı. Onun götürebileceği çok saçma yerler olduğuna adım kadar emindim.
Korkmaz önüne geldiğimiz siyah spor arabanın kapısını benim için açtı. Eteklerimi toplayıp öndeki koltuğa oturdum. Emniyet kemerimi taktığım sırada o da heyecanla şoför koltuğuna yerleşti. "Nereye gidiyoruz?"
Korkmaz'a merakla bakmaya başladım. O da arabayı çalıştırıp otoparktan çıkmaya çalıştı. "Çok uzaklaşamayacağımız kesin. Babamlar bizi yakalarsa bittiğimizin resmidir. Halbuki seninle bildiğim çok güzel bir mekanda bir şeyler içebilirdik güzellik."
Son kısmı alaycı bir tavırla söylemişti. Bu basit Ecevit taklidine karşı kıkırdadım. Korkmaz ise eğilip radyoyu açtı. Bangır bangır çalan daha adını bile bilmediğim şarkıyı dinlemeye başladım. Gözlerim üzerinden geçmekte olduğumuz köprünün altındaki denize kaydı. Suyun laciverte çalan rengine ayın ışıkları yansıyordu.
"Simit sever misin?" diye mırıldandı Korkmaz. Gözlerimi denizden alıp ona çevirdiğimde simitin konumuzla ne ilgisi olduğunu sorguluyordum. "Simit ne alaka?" diye sorduğumda arabayı sahil kenarında bir yere park etti. Tam o sırada sahilden geçmekte olan bir simitçiye gözüm takıldı.
Birlikte arabadan inip insanı uçuracak kadar kuvvetli rüzgarın altında ilerlemeye başladık. Korkmaz simitçiden iki tane simit alıp yanıma geldi. Beraber sahil kenarında gördüğümüz ilk banka oturduk. "Al bakalım Başak Hanım. Sizleri güzel bir mekanda ağırlamak isterdim ama elimizde bu var," dedi simiti adeta bir ödülmüş gibi havaya kaldırırken. Onun bu çocuksu tavırlarıyla ne yapacağımı hiç bilmiyordum.
Bana elindeki simidi uzattı. Elime aldığım gevrek simidi deniz manzarası eşliğinde kemirmeye başladım. "Gerçekten çok acayip bir insansın Korkmaz," dedim dayanamayarak. Bu sözlerimi iltifat olarak almış olacak ki otuz iki diş sırıtmaya başladı. Birlikte simitlerimizi kemirirken o sırada telefonum titremeye başladı. Yakalanmış olma ihtimalinin verdiği korkuyla çantamdaki telefonumu çıkardım.
Arayan babamdı. Simit az daha boğazımda kalırken korku dolu gözlerle Korkmaz'a baktım. Durumu anlamış olacak ki açmam için gözüyle telefonumu işaret etti. İkimizde nefesleri tutmuş ekrana bakıyorduk. Aramayı cevaplandırıp telefonu kulağıma götürdüm.
"Efendim baba," dediğimde arkadan gelen yoğun sesten dolayı biraz tedirgindim. "Neredesiniz?"
İşte benim paniklediğim kısım tam da burada başlıyor. Allah'tan ki Korkmaz hemen işe el koymuştu. Telefonu elimden alıp kulağına götürdüğünde stresten simidimi kemirmeye devam ettim.
"Orhan amca biz Başak ile birlikte aniden fenalaşan bir konuğu hastaneye getirdik. Birazdan orada oluruz."
Hayretler içinde Korkmaz'a baktım. Fenalaşan bir konuk olduğu doğruydu ama o konuk dayaktan bayıldı. Üstelik onu orada bırakıp kaçtıktan sonra sahilde simit kemirmekle meşguldük. "Tamam Orhan amca geliyoruz bizde yoldayız."
Kapanan telefonun ardından apar topar oturduğumuz yerden kalkıp arabaya doğru ilerledik. İçimden foyamızın ortaya çıkmaması için dua ediyordum. Korkmaz arabanın kapısını açtı. Birlikte hiç vakit kaybetmeden yola koyulduk. Arabada kalan son bir parça simidi mideme indirirken nasıl bir manzarayla karşılaşacağımızı düşünüp duruyordum. Korkmaz ise gayet rahattı. Sanki Ecevit'e kafa atan o değilmiş gibi gülümsüyordu.
Yaklaşık on beş dakikadan kısa bir sürede ihtişamlı mekanın önüne gelmiştik. Korkmaz arabayı otoparka park ederken içim içimi yiyordu. "Eğer babalarımız bizi yakalarsa ne ile karşılaşacağımız hakkında bir fikrin var mı?"
Sorum karşısında Korkmaz kahkaha atmıştı ama ben bunda komik bir şey bulamıyordum. "Endişelenme. Sen o işi bana bırak," dedi göz kırparken. Onun bu rahat tavırları bazen canımı sıkıyordu. Ses etmeden arabadan indim. Yerlerde sürünen eteklerime aldırış etmeden mekanın merdivenlerinden çıkmaya başladım. Korkmaz arkamdan geliyordu. Her zamanki gibi umursamaz bir tavırla...
Mekana girdiğimizde ortalık sakin gözüküyordu. Babamlar ise onlar için hazırlanmış konuşma kürsüsünde birtakım iş meseleleri ile ilgili ciddi bir konuşma yapıyorlardı. "Anlaşılan bu meseleden yırttık."
Korkmaz gülümserken ona bakıp gözlerimi devirdim. Ardından birlikte kalabalığı yararak babamların yanına doğru ilerledik. Tüm iş insanları konuşmayı dikkatle dinlerken babamların kürsüsünün yanındaki bir masada kendimize yer bulabilmiştik. Kendimi o dakikalar şanslı sayarken ne oldu dersiniz?
Bende daha önce hiç olmayan şans sağ olsun Ecevit ile annesi olacak o gıcık kadın kalabalığı yararak yanımıza doğru geliyordu. Foyamızın ortaya çıkması an meselesiydi. Panikle Korkmaz'ın koluna bir cimcik attım. Neye uğradığına şaşıran Korkmaz, Ecevit'i görünce durumu çakmıştı.
"Siz ikiniz," dedi kadın Korkmaz ile beni işaret ederken. Ona karşı gergin bir şekilde sırıtırken babamlar konuşmalarını bitirip yanımıza geldiler. İşte şimdi bitmiştik. Babam "Başak neler oluyor burada?" diye sorduğunda ne diyeceğimi bilememiştim.
"Orhancığım şu oğlan benim oğluşumun yüzünü ne hale getirmiş baksana," dedi kadın Ecevit'i gösterirken. Gözlerim onu bulduğunda yüzünün ortasının davul gibi şiştiğini fark ettim.
"İyi olmuş," dedi Adnan Bey. Ben şok içinde ona bakarken o kıkırdıyordu. "Bunun babası da böyle dayaklıktı."
Korkmaz'ın kime çektiği belli olmuştu. O bütün huylarını babasından almıştı. "Emin ol hak etti baba," dedi Korkmaz bilmiş bir tavırla. Ecevit ile annesi yanımızdan ayrılırken baba oğul kahkaha atmaya başladı. Birlikte kucaklaşırlarken onlara şok içinde baktım. Ben ne tür bir belaya bulaşmıştım böyle. Üstelik bir değil tam iki ruh hastası vardı karşımda. Babam ile birlikte onlara ümitsiz vakalarmış gibi baktık. Ki bu konuda haksız da sayılmazdık. Korkmaz ile babası tam bir ruh hastasıydı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 3.54k Okunma |
381 Oy |
0 Takip |
36 Bölümlü Kitap |