
O son derece rezil olduğum günün üzerinden tam bir hafta geçmişti. Ama ne yazık ki bu süre zarfı bile o günü unutmama olanak sağlamıyordu. Her an her dakika sinir krizi geçirebilirdim. Korkmaz efendi resmen işi eğlenceye dönüştürmüş hatta bununla da yetinmeyip esprinin suyunu çıkarmıştı.
Kısaca size olayı şöyle özetleyebilirim. Örneğin hoca soru mu sordu? Hemen Korkmaz söz alır ve 'her şeyin bir sınırı var ama cevap üç' şeklinde cevap verir. Tam bir haftadır durum böyle. Onu okulun ortasında pataklamamak için zor duruyordum. Hatta kafeteryadan kahve almak istediğimizde gruba kahve almayı teklif ettiğinde beni kantinciye de rezil etmişti. Resmen insanın sinir sistemiyle oynamakta üstüne yoktu.
Bugün de aynı espriyi yapıp şakadan hatta insanı hayattan soğutunca bende sakinleşmek için yüzüme su çarpmanın iyi bir fikir olacağını düşündüm. Amfiden çıkıp lavaboya gittiğimde musluğu açıp birkaç saniye akan suyun avuçlarıma dolmasını bekledim. Soğuk suyu yavaşça yüzüme çarpınca resmen soğuk duş etkisi görmüştü. Kendime iyice geldiğimden emin olduktan sonra aynadan kendime bakıp kağıt havluyla elimi kuruladım. Elimdeki peçete topunu çöpe attıktan sonra tuvaletten çıkıp amfiye doğru yürüdüm.
Aklımdaki tek şey artık bu son olmuş olsun diye dua etmekti. Amfiye girdiğimde yerime oturacakken gözüm bir anlığına arka tayfaya denk geldi. En çok dikkatimi çeken detaysa Mutlu'nun Soral'ın koluna ahtapot gibi yapışmış olmasıydı. Adını koyamadığım bir anlık sinirle yerime oturdum.
O gün ders sonuna kadar tek kelime dahi etmedim. Çünkü ağzımı açmamla korkunç sözler söylemem bir olacaktı. Bunun olmasını istemediğimden derin nefesler alıp kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum. Dut yemiş bülbül misali çıtım dahi çıkmıyordu. Öylece meditasyon yapar gibi nefes alıp veriyordum. Hatta o kadar kendimi kaptırmıştım ki ders sonunda Selma'nın kolumu dürtmesiyle yerimden sıçradım. Ona dürtülmekten hoşlanmadığımı defalarca söylememe rağmen yine de şansını zorlamakta ısrarcıydı. Ona bakıp neden bunu yaptığını açıklamasını bekledim. O ise yüzünde gıcıklığına yaptığını belli edercesine bir gülümsemeyle baktı.
"Bakıyorum da sen çoktan Nasa'dan önce uzay yolculuğunu tamamlamışsın Başak Hanım," dedi gülerek. Ben ona bakıp 'ne demek istiyorsun?' diye bağırmak isterken o sözlerine kaldığı yerden devam etti. "Hadi kalk bahçeye çıkıyoruz. Bizim tayfa ile birlikte kahve içip kendimize geliriz. Daha sonra son derse girip eve gideriz. Ne dersin?"
Kafam hala uzay yolculuğu yapıyordu sanki. Selma'yı yarım yamalak dinlediğim için bir şey diyememiştim. Başımla onaylayınca mavi gözleri sevinçle parıldadı. Kolumdan tutup beni oturduğum yerden kaldırınca kendimi yine liseli sevdiceğim Selma'nın koluna yapışmış halde buldum.
*******
Selma ile beraber yine o meşhur çardağın olduğu yere geldik. Tayfa tamamdı ve bizi bekliyorlardı. Yanlarına gittiğimizde Selma altın sarısı saçlarını gözünün önünden çekip kulağının arkasına sıkıştırırken bense ayaklı cenaze gibi Korkmaz'ın sinir bozucu gülümsemesine bakıyordum. Selma ile birlikte bizim için ayrılan yere oturunca Korkmaz saçlarını düzeltip konuşmaya başladı.
"Kahveleri alacak olan şanslı talihlimiz kim olacak?" Korkmaz'ın sorusuyla sırf gıcıklık yapıp kurban seçmesin diye ben gönüllü olmuştum. "Ben alırım," dedim bir anda. Korkmaz oyununu bozduğum için homurdansa da itiraz etmedi. Bende yerimden kalkıp arkama bile bakmadan kantinin yolunu tutmaya başladım.
Yürürken aklımdan geçen düşünceleri kafamdan silip atmak istedim ama olmuyordu. Tek düşündüğüm Mutlu'nun Soral'ın koluna yapışmış haliydi. Bunu neden düşündüğümü bilmiyordum ama bu durum sinirimi bozuyordu. Düşüncelerimden kantine girdiğimde duyulan gürültüyle sıyrıldım. Ümitsizce kantin kuyruğuna girdim. Önümde toplam beş kişi vardı. Bende sıra bana gelene kadar cebimdeki telefonla uğraşmanın iyi bir fikir olduğunu düşündüm.
Cebimden telefonumu çıkarıp sosyal medyada kısa bir tur atmaya başladım. Atılan onca fotoğrafın arasından Selma'nın daha iki dakika önce attığı fotoğrafı gördüm. Tüm ekiple beraber olan fotoda beni sinir eden ikiliyle telefonu kapatıp cebime geri soktum. Derin derin nefesler alırken sıra bana gelmişti bile. Bana gelen sırayla kantinciye altı tane kahve siparişi verdim. Kantinci abi kahveleri doldurup plastik bir tepsiye koydu. Ceketimin cebinden parayı çıkarıp uzattıktan sonra tepsiyi aldım. Elimde tepsiyle kafamda saçma sapan düşüncelerle çardağa doğru yürümeye başladım. Tepsideki kahveleri dökmemeye özen göstererek sonunda çardağa varabildim.
Çardağın ortasındaki masaya elimdeki tepsiyi bıraktıktan sonra kahveleri dağıtmaya sıra gelmişti. Tepsiden aldığım ilk kahveyi canım kankam Selma'ya uzattıktan sonra başka bir tanesini de Emre'ye uzattım. Korkmaz'ın kahvesini uzatırken sanki tuzlu kahve servis etmişim gibi sırıtmaya başladı. Ona daha fazla aldırmadan bitirim ikiliye kahvelerini uzatmak üzere tepsiden iki kahve aldım. Elimde kahvelerle yanlarına gittiğimde Soral ile göz göze geldik. Yüzüm bir anda al al olurken yutkundum. Ben ona kahvesini verip bakakalırken diğer elimdeki kahve biraz eğildi. O an Mutlu yerinden sıçradı. Elimdeki kahveyi masaya geri bıraktığımda Mutlu bana öldürücü bakışlar atmakla meşguldü.
"Sen ne yaptığını sanıyorsun? Aptal!" Bana bir anda bağırmaya başlayınca bende şalterler attı tabii. Ben Mutlu'nun yolunası sarı saçlarına uzanmak isterken Selma son dakika beni belimden tutup yerime oturttu. Sakinleşmek için derin nefesler alırken Mutlu, Soral'ın koluna ahtapot gibi yapışıp onu oturduğu yerden kaldırdı.
"Soral gidelim buradan," dedi ve ikisi uzaklaşırken ben arkalarından bakakaldım. Şeytan diyordu ki tut saçını ama sakin olmak zorundaydım. Görende üstünde üçüncü dereceden yanıklar oluştu falan sanırdı. Alt tarafı iki damla kahve dökülmüştü. Bu neyin kafasıydı? Resmen içimden onlarca kez sövdüm. Hemde ne sövmek...
*******
Karton bardakta neredeyse donmak üzere olan kahveme bakıyordum. İçindeki tahta çubukla boş boş karıştırmaktan başka hiçbir şey yapmıyordum belki ama kafamın içinde hala Mutlu'nun o itici yüzü vardı. O çirkin sarı saçlarını düşündükçe burnumdan soluyordum.
"Kahveni içsene buz gibi olacak," dedi yanı başımdan Selma. Ona ters bir bakış attım. O bakışlarımdaki her imayı anlayan tek kişiydi. Gözlerimdeki ifadeden bana bulaşmaması gerektiğini anlamıştı. Önüne dönünce ben tekrar boş beleş işime geri döndüm. Daha iki dakika geçmeden yaptığım şeyden sıkılıp kahve bardağını masaya geri bıraktım. Tam o sırada o itici ses duyuldu.
"Biz geldik!" Mutlu tüm sevimsizliğiyle karşımdaydı. Nispet yaparcasına bana bakıp gülümserken gözlerimi devirdim. Ama tam o sırada Soral'ın üzerindeki gri hırkanın Mutlu Hanıma transfer olduğunu fark ettim. O hırkanın o paçozda ne işi vardı! Çirkef yanımı bu kız sayesinde ortaya çıkamıştım. Resmen yerimde zor duruyordum. Ama asıl sorun bu değildi. Bundan bana neydi? Yani neden bu kadar sinirlendiğimi anlamıyordum. İçimden neden diye bağırmak geliyordu ki son dersin başlamasıyla okula geçmek zorunda kaldık. Tüm ders boyunca sorulara midem bulanırcasına bakışlar attım. Sorularda bile o kızın yapmacıklığını görüyordum. Beynim ise sanki soruları düşünmesi gerekmezmiş gibi en saçma senaryoları kurmaya başlamıştı bile.
*******
İlk yılımızın bitmesine şurada bir buçuk ay kalmıştı ki Korkmaz Bey alacaklı gibi evimize dayanmıştı. Resmen kene gibiydi. Yapıştı mı çıkmıyordu. Bahanesi de hazırdı. Neymiş efendim babamı çok özlemiş onu görmek istiyormuş. O bunları benim külahıma anlatsın külahıma! Korkmaz bu aralar olan en ufak sorunumdu. Geçen hafta olanlardan sonra ruh sağlığım epey bozulmuştu. Hırka olayından beri öfke nöbetleri geçiriyordum. Resmen kızıl saçlarımda bana uyup ateş topu olmama olanak sağlıyordu. Nasıl olurdu da Soral o kızı sevebilirdi aklım almıyordu. Kesinlikle Soral'a büyü yapmış olmalıydı. En azından bence öyleydi. Çünkü başka bir açıklama bulamıyordum.
"Başak! Kahvaltıya!" Babamın beni çağırmasıyla odamda volta attığımı yeni fark etmiştim. Saçlarımda benimle asabileşirken inmeden önce taramak iyi bir fikir olurdu. Aynamın karşısına geçip koca mor tarakla saçlarımı nazikçe taramaya başladım. En sonunda da kendimle muhabbete başladım.
"Ben bununla mı uğraşacağım ya!" Elimdeki mor tarağı sertçe aynanın önüne bıraktıktan sonra yerimden kalkıp odadan çıktım. Merdivenleri ikişer ikişer indikten sonra salona geçtim. Salonda kimse yoktu bende salonun diğer tarafındaki yemek odasına geçtim. Herkes masadan bana ölmüşüm gibi bakıyordu. Tüm bakışları görmezden gelip babamın yanındaki yerime oturdum.
Önümdeki koca kahvaltı tabağına baktım birkaç saniye. Ardından gözlerim karşımda bana bakıp sırıtan Korkmaz'a kaydı. Ama değil onun bu halini umursayacak ağzımı açacak halim olmadığından tek kelime dahi etmemiştim. Onun yerine kurt gibi aç olduğumdan onu kale dahi almadan tabağıma geri döndüm.
Çatalla ilk başta tabağımdaki zeytinleri dürttükten sonra tabağın kenarından bana bakan yumurtadan bir parça yedim. Daha sonra gözüm kaşara takıldı. Aklıma Mutlu'nun o yolunası sarı saçlarını getirmişti bu. Gözlerim seğirmeye başlayınca elimdeki çatalla kaşar peynirini delik deşik ettim. Saniyeler içinde batıp çıkan çatalla tanınmayacak hale gelen kaşarı gören ailem bana şok olmuş gibi bakıyordu.
Elimdeki suç aletini masaya bırakıp bıkkınlıkla masadan kalktım. Babam beni tımarhaneye kapatmasa iyiydi ki kapatsa bile bunda hakkı olduğunu düşünmüyor değildim. Arkama bile bakmadan kendimi bahçeye attım. Belki hava almak sinirlerimi yatıştırır ve eski ponçik kalpli Başak olmama yararı dokunurdu.
Bahçede derin derin nefesler almaya başladım. Ama yararı olmadı. Benim gezmeye ve dolaşmaya ihtiyacım vardı. Bahçede etrafa bakınırken gözüme ilişen bisikletimle gülümsedim. Hiç vakit kaybetmeden bisikletimi alıp güvenlikten geçtim. Bisiklete bindiğim gibi pedallara asıldım. Hatta psikopat ruhum pedallara asıldıkça Mutlu'nun kafasına bastığımı düşünüyordu. Kesinlikle tımarhaneliktim.
Gözlerimi yol kenarındaki masmavi denize çevirdim. Suyun berraklığı sanki tüm ruh hastalıklarımı alıp götürmüş gibi hissettim. Sinirlerim gevşemeye başlamıştı ki iki dakikalık keyfim de yok edilmişti. Zaten ben kim keyif yapmak kim? Ne mi olmuş olabilir? Alt tarafı araba çarptı. Dengemi kaybedip yere kapaklandım. Sağ bacağımda hissettiğim dayanılmaz acıyla bağırmaya başladım. Emin değildim ama galiba kırık vardı. Yerde resmen can çekişiyordum.
"Bacağım!" Ağrıdan kafayı yemek üzereydim. Peki arabadan kim çıksa beğenirdiniz? Korkmaz çıksa şükür namazı kılardım ama çıka çıka sarkıntılık yapmada dünya devi olmuş Ecevit çıktı. Hayvan! Arabadan inip yanıma gelirken bile sırıtıyordu.
"Birde kızıl güzele çarpmışım işe bak," dedi keyifle gülerken. Ah ah! Şu kızıl güzelin bacağı kırık olmasa sana neler yapardı da işte nasip! Ağzıyla burnunun yerini değiştirmek vardı şimdi. Ben ona tiksinerek bakarken koca adam yanıma gelip beni kucakladı. Ben bacağımın ağrısından avazım çıktığı kadar bağırıp ortalığı ayağa kaldırmıştım bile.
"Bağırmayı keser misin? Yardım etmeye çalışıyorum," dedi beni arabanın arka tarafına yerleştirirken. Bir yandan bacağımı tutup bir yandan sövdüm. "Ulan sen bana çarptın! Dağ ayısı mısın nesin? Utanmadan bana neler diyorsun ya!"
Ecevit tüm sözlerimin havada kaldığını kanıtlayıp şoför koltuğuna oturdu ve tek kelime dahi etmedi. Bense acılar içinde inlemeye devam ettim. Yaklaşık on beş ila yirmi dakikada hastaneye varmıştık. Arabanın kapısını açan sağlık görevlileri beni sedyeye aldılar. Oradan da doğruca acile geçiş yaptım.
(Ecevit'ten...)
Başak acil servise alındığında cebinden düşürdüğü telefonu elimde duruyordu. Aniden telefon çalmaya başladı. Ekranda yazan garip ismi görünce şaşırsamda açıp konuşmaya başladım. "Alo," dedim karşı taraftan cevap gelmesini beklerken. Karşı taraftan gelen ses oldukça endişeliydi. "Başak neredesin sen? Seni tam 69 kere aradım," dedi nefes nefese. Telefonun ucundakinin Başak olmadığını anlamış olacak ki bu sefer ağzından çıkan her sözcük küfür eder gibi çıkmaya başladı.
"Sen kimsin? Başak nerede?" Endişelendiği belliydi. Telefonu kulağımdan çekip o garip isme tekrar baktım. Daha sonra kulağıma geri götürdüğüm telefona konuşmaya başladım. "Adın Soral'dı sanırım. Bende Ecevit. Başak küçük bir kaza geçirdi. Şu an hastanedeyiz," dedim bir anda. Karşı taraftan ses gelmeyince dinlediğini düşünüp hastanenin adresini verdim. Kapanan telefonla beraber telefon bir kez daha çaldı. Bu sefer ekrandaki ismi görmemle gözlerimi devirdim. Arayan Korkmaz'dı.
(Korkmaz'dan...)
Bu kız kesinlikle beni kanser edecekti. Onu belki milyon kez aramıştım ama telefonu kapalıydı. Stresten elimi saçlarıma daldırıp çekiştirmeye başladım. Nereye gitmiş olabilirdi? Güvenlikten bisikletle çıkmıştı. Acaba başına bir şey mi gelmişti? Düşünmekten kafayı yemek üzereyken son kez telefon joker hakkımı kullanıp telefonu kulağıma götürdüm. Gergin bir bekleyişin ardından telefon açıldı. Açılan telefonla sinir kat sayım tavan yapmıştı bile.
"Ulan yavşak herif o telefonun sende ne işi var?" Ben telefonda esip gürlerken Orhan Bey'in endişeli bakışlarını üzerimde hissettim. Kullandığım argonun farkına varınca daha temkinli konuşmam gerektiğini anladım.
"Korkmaz önce bir sakin ol. Başak kaza geçirdi. Şu an hastanedeyiz," dedi bir çırpıda. Kan beynime hücum ederken sakinliğimi korumaya çalıştım. "Başak iyi mi?"
"Sadece bacağını kırdı," dedi tek düze bir sesle. O an bana gelenler geldi tabii. "Ulan o kızın bacağı senin yüzünden kırıldıysa o koltuk değneklerini senin..." Lafımı tamamlayamadan Orhan Bey'in keskin bakışlarına maruz kaldım. Sinirden elim ayağım titriyordu ama bütün küfürleri yuttum. Ecevit aptalının verdiği adresle hiç vakit kaybetmeden yola koyulduk.
(Başak'tan...)
Gerçekten tüm samimiyetimle söylüyorum. Dünyada bir bahtsızlık yarışması yapılsa yüzde yüz ilk üçe girerdim. Resmen alçıya alınmış bacağımla yatakta oturuyordum. Gözlerim odanın içinde can sıkıntısıyla dolaşırken alçıma kaydı. İçimden kendi halime acıyarak alçıma baktım. Ama ben şu alçıdan bir kurtulayım herkesin içinde o Ecevit'i bir güzel benzetmezsem bana da Başak demesinler.
"Başak!"
Kapının açılmasıyla içeri endişeyle bana bakan Korkmaz girdi. Yanıma gelip bana sarılan Korkmaz'ın endişesini hissedebiliyordum. Ayrıldığımızda gözlerimi ona odakladım. İyi olduğumu görünce rahat bir nefes almıştı. Gözlerini odada gezdiren Korkmaz bir anda çıldırdı.
"Nerede o Ecevit denen köpek?" Sesi odayı ve belki de hastane koridorlarını inim inim inletirken olacak felaketleri düşünmeye başladım. Ecevit'i gördüğü yerde çok pis döverdi. Bu kesin ama benim onları ayıramamam olayları daha beter edebilirdi.
O an sanki iti an çomağı hazırla lafı gerçek olmuş gibi Ecevit odaya giriş yaptı. Korkmaz bana endişeyle bakarken ben Ecevit'e kaş göz işaretiyle kaçmasını söylüyordum. Ama kıt olduğu için bunu da anlamamış olacak ki kapıyı kapatınca Korkmaz panter kesilmişti. Korkmaz, Ecevit'in üzerine doğru yürürken bense gözlerimi kapatıp olacakları görmemeye çalıştım.
"Kör müsün koskoca kızı görmüyorsun sen!" Korkmaz bağırmaya başlayınca yüzüme kapattığım parmaklarımı biraz aralayıp onları izlemeye başladım. Çok şükür ki babam daha kavga başlamadan odaya giriş yapmıştı. Bir anda uslu çocuk olan ikili babamın gelmesiyle odadan çıkarken bende derin bir oh çektim. Babam yanıma gelip otururken beni iyi görmenin mutluluğunu yaşıyordu.
"Çok şükür kazayı ucuz atlattın," dedi nefes nefese. Onu korkutmuştum. Üstelik evden kimseye haber vermeden çıkmamsa tam bir ceza sebebiydi. "Neden haber vermeden çıktın Başak? Senin için ne kadar endişelendim farkında mısın?" Babamın güven veren gözleri gözlerime kenetlendiğinde yaptığımdan utanmıştım. Bu kaza daha da kötü şeyler olmasına yol açabilirdi. Üstelik anneme olanlardan sonra bu yaptığım aptalcaydı.
"Özür dilerim baba," dedim babama sıkıca sarılırken. Şefkatli eli saçlarımda gezindi. Küçük bir kız çocuğu gibi onun kollarında kaybolmak istedim. Babam beni kendinden uzaklaştırınca alnıma bir öpücük kondurup bana sıcacık bir gülümsemeyle baktı. Tak! Tak!
Çalan kapıyla geri kalan aile fertleri de içeri girdi. Hatta Selma elinde bir paket keçeli kalemle yüzünde kocaman bir sırıtmayla odaya giriş yapmıştı. Selma parıldayan gözlerle alçıma bakarken elindeki keçeli kalemleri gösterdi.
"İlk ben yazacağım," dedi heyecanla. Bu kız kesinlikle en az benim kadar deliydi. Onun manyaklıklarına gülerken yengem favorim olduğunu kanıtlayıp olaya dahil oldu. "Kızın bacağı kırılmış senin ettiğin lafa bak," dedi ve Selma'nın salık saçlarını bir vuruşta gözlerinin önüne getirdi. Selma saçlarını düzeltirken oflamakla yetindi. Ben onlara bakıp gülerken amcam dinlenmem için herkesi odadan çıkardı. Selma ise çıkmadan önce keçeli kalemleri yanı başımdaki komodine bıraktıktan sonra anlamlı bir bakış atmayı da ihmal etmemişti. Biraz olsun dinlenmek için başımı koca kabarık yastığa dayadım. Ama nafile yol geçen hanına gelmiştim resmen.
Kapı tekrar çalınmıştı. Ben sinirle gözlerimi devirirken odaya hiç ummadığım biri girdi. Soral nefes nefese odaya girip kapıyı kapatırken şoke olmuştum. Şaşkınlığımı daha da arttırarak bu sefer bir çırpıda yanıma geldi. Güzel mavi gözlerini alçıma diktiğinde benim için endişelendiğini anlamıştım. Soral yanıma gelip bana sıkıca sarıldı. Ben şoktan kaskatı kesilirken onun kolları arasında olduğum için beynim hata vermeye başlamıştı. Resmen bendeki tüm devreleri yakmıştı.
"Sana bir şey oldu diye çok korktum," dedi. Sesi kulağa ninni gibi geliyordu. Hem naif hem de bir o kadar da etkileyiciydi. Benden ayrıldığında maviş gözlerini gözlerime dikti. Kalp atışlarım haddinden fazla atmaya başlarken bu sesi duymamasını umuyordum.
Gözleri öyle sıcak bakıyordu ki bakışları içime işliyordu. Yanaklarımda hissettiğim yoğun sıcaklıkla utanıp bakışlarımı gözlerinden kaçırdım. O sırada gözlerim bileğindeki sarı bilekliğe kaydı. İçimdeki öfke dışarı çıkmak üzereydi.
"Bilekliğinde pek güzelmiş," dedim iğneleyici bir ses tonuyla. Gözlerimi kapatıp başımı ondan öte tarafa çevirdim. Ona bakmak istememiştim. İçimde sebebini bilmediğim bir kıskançlık vardı. Sarı renk bana Mutlu'yu hatırlatıyordu. Yolunası sarı saçlı Mutlu'yu...
"Beğendiysen senin olsun," dedi tam bileğindeki bilekliği çıkarmaya çalışırken. Ben ateş saçan gözlerimi gözlerine kenetledim. Elini tutup ona engel oldum. Daha sonra elimi hızlıca kendime çekip kucağıma koydum. "Yerinde daha güzel," dedim bozulduğumu belli etmeden. Bir yandanda kucağıma koyduğum ellerime bakıyordum.
Soral bir şeyler olduğunu anlamıştı. "Seni tam 69 kere aradım," dedi. Sanki beni önemsediğini söylemenin bir başka yoluydu bu söyledikleri. Bakışlarımı elimden onun deniz gibi gözlerine çevirdim. Sonra içimdeki kıskançlığa engel olamadım. "Sen Mutlu'nun yanında olmalısın. Sonra sorun yaşamanızı istemem," dedim üstüne basa basa. Soral gülmemek için dudaklarını birbirine bastırırken ona bakmamayı tercih ettim.
"Sen kıskandın," dedi gülerken. Bakışlarımı bir anda ona çevirdim. "Ne münasebet?" Ses tonum bile beni ele vermeye yetmişti. Utancımdan kendimi yerlere vurasım gelmişti. Soral beni daha fazla utandırmamak için yanı başımdaki komodindeki keçeli kalem paketini eline aldı. Paketten mavi renkli keçeli kalemi çıkarıp paketi kenara koydu.
"İznin var mı?" Sorusuyla afallasamda gözlerine bakmamla başımla onaylamam bir oldu. Soral mavi keçeli kalemle alçıya bir şeyler yazarken bense ne yazdığını anlamaya çalışıyordum. Birkaç saniye sonra kalemin kapağını kapatıp geri çekildiğinde yazdığını görebilmiştim. Gözlerim yazıyı görmemle fal taşı gibi açılırken onun yüzünde sıcak bir gülümsemeden fazlası vardı.
"SorBaş?" Ben onun yüzüne aval aval bakarken soru niteliğindeki söze cevabını verdi. "Bende mavi rengi severim," dedi ve göz kırptı. Ben bir alçıdaki yazıya bir ona bakarken o bir anda odadan çıkıp gitmişti. Onun gidişiyle kalakalmıştım. Gözlerim alçıdaki yazıya takılmış ne düşüneceğimi bilemez bir haldeydim. Kısa süre sonra Selma odaya daldı. Yol geçen hanımın baş kahramanı alçıdaki yazıyı görünce dudak büzdü.
"Ama ilk ben yazacaktım," dedi trip atarken. Tıpkı küçük bir çocuk gibiydi. Daha sonra yazıya tekrar bakan Selma çığlığı basmıştı. Gözlerinde havai fişekler patlayınca işte şimdi yandık dedim kendi kendime. Selma komodindeki keçeli kalem paketinden pembe olanı çıkardı. Yüzünde kocaman bir sırıtmayla alçıya doğru eğildi.
Ben ne yazdığını göremeden o çoktan şaheserini bitirmiş ressam edasıyla bana bakmaya başlamıştı bile. Korku dolu gözlerle alçıya döndüğümde yazıyı kalp içine aldığını gördüm. Şok olmuş bir şekilde Selma'ya bakarken Selma hiç oralı bile değildi.
"Ben sana şimdiden diyorum. Bu çocuk aşık sana bak gör. Dediydi dersin," dedi göz kırparken. Ama ben bunun doğru olmadığını adım kadar iyi biliyordum. O yüzden direkt lafı yapıştırdım. "Bu doğru değil. O Mutlu ile beraber," dedim göz devirerek. Selma'nın gözleri ışıldamaya başladı. "Oha! Sen aşıksın ona!"
Selma çığlık çığlığa odada zıplayıp hoplarken ben utançtan yastığa kafamı gömmek istiyordum. "O sarı paçozla değil o. O da sana aşık!" Selma saçmalama kotasını bugün ağzına kadar doldurunca koluna susması için cimcik attım. Allahtan atmıştım yoksa rezil olacaktım. Selma bana söylenip kolunu ovuştururken odaya bizimkiler ve tabii ki Korkmaz girdi.
Korkmaz bana bakıp gülümserken gözleri komodinin üzerindeki keçeli kalem paketine takıldı. Gülümseyerek yanıma geldi. Keçeli kalemlerden yeşil olanını alıp tam alçıya yazacakken yüzündeki gülümseme alçıda yazan yazıyı görmesiyle bir anda solup gitmişti. Ben ona endişeyle bakarken onun bakışlarında hayal kırıklığı vardı. Hemde büyük bir hayal kırıklığı...
"Orhan amca bir şeye ihtiyacınız olursa haber verirsiniz. Babam evde beni bekliyor bana müsade," dedi yüzünde zoraki bir gülümsemeyle. Elindeki keçeli kalemi sıktığını fark ettiğimde onun için üzülmeye başlamıştım. Korkmaz kalemden gelen mürekkeple yeşile boyanan eline aldırmadan kalemi pakete geri yerleştirdi. Paketi komodinin üzerine koyduktan sonra bana acı çektiğini hissettirircesine baktı. Daha sonra da odadan çıkıp gitti.
Ben arkasından bakakalmışken Selma stresten dudaklarını ısırıyordu. Selma ile göz göze geldiğimizdeyse ikimizde sanki büyük bir kabahat işlemişiz gibiydik. Ama burada suçlu kimsede değildi ki. Ona karşı duygularımın olmaması benim suçum değildi. Ben onu hep arkadaşım olarak görmüştüm ve ona karşı başka bir şey hissetmemiştim.
Her ne kadar kabul etmek istemesem de Soral bana çok özel şeyler hissettiriyordu. Bunu her ne kadar kabul edemesemde gerçek buydu. Onu görünce içimde oluşan mutluluğun tarifi yoktu. Bunda peki benim bir suçum var mıydı? Korkmaz'ın böyle üzülmesi gerçekten benim yüzümden miydi? İşte bu soruların cevabı tamamiyle muammaydı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 3.54k Okunma |
381 Oy |
0 Takip |
36 Bölümlü Kitap |