
Kafamın içi tam bir kaos ortamından ibaretti. Yatağımda oturmuş alçımdaki yazıya bakıp bakıp düşünmekten kafayı yemek üzereydim. Düşüncelerimin savaşı bitmek bilmiyordu. Üstelik Selma'nın ısrarla Soral'ın beni sevdiğini söylemesiyse işleri içinden daha da çıkılmaz hale getiriyordu. Ne yapmam gerektiğini hiç bilmiyordum. Üstelik Korkmaz'ın yaşadığı hayal kırıklığı gözümün önünden bir an olsun gitmiyordu.
Bunca yaşanan olayın üzerinden koca bir hafta sonu geçmişti. Okul günü gelip çatınca kırık bacakla okula gitmemem için babam beni ikna etmeye çalışıyordu. Ama ben her zamanki katır inadımla onu dinlemeyip okula gitmek istediğimi söyleyince o da benim inadım karşısında pes edip okula yolladı. Ne yani derslerden geri mi kalsaydım?
Tamam, tamam buna ben bile inanmazdım. İşin aslı Soral'ı o sarı cadının ellerine bırakmamak için okula gittiğimdi. Eğer evde otursaydım aklıma gelen düşüncelerle kafayı yerdim. İşte sırf bu yüzden böylesi benim için en iyisiydi. Selma ile birlikte okulun bahçesine giriş yaptığımda yüzümde bariz bir gülümsemeyle etrafa bakıyordum. Her an onu görebilmenin düşüncesi bile içimin kıpır kıpır olmasına yetiyordu.
"Of Başak. Sen tam bir manyaksın. Kabul et kurtul. Seviyorsun işte," dedi Selma beni ittirirken. Şu anda gözlerini devirdiğini iyi biliyordum. Kendimi tutamayıp arkaya doğru uzattığım kolumla koluna küçük bir cimcik attım.
"Sus! Biri duyarsa vallaha dayak yersin benden," dedim gözünü korkutmak için. Selma oflayarak kolunu ovuştururken bense sırıtmama kaldığım yerden devam ettim. Etrafa aptal aptal gülümserken Selma tekerlekli sandalyemi itekleyerek beni ekibin yanına getirmişti. Selma sızlanarak benim tepemde dikilirken bense Soral'ı görmenin mutluluğuyla gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırıyordum.
Gözlerimi Soral'dan alıp yanı başında son derece şık giyinmiş olan Mutlu'ya diktim. Üzerinde toz pembe kısa bir tulum vardı. Dalgalı saçları her zamanki gibi omuzlarına dökülüyordu. Ona kıskanç bakışlarımı yönlendirirken gözüm bir anda elinde uçan B harfli balonla yanımıza gelen Korkmaz'a kaydı. Ben elindeki balona bakıp gülümserken aramıza katılmıştı bile.
"Selam millet," dedi Korkmaz gülümseyerek. Yüzünde iki gün önce olan olaydan eser dahi yoktu. Ona tereddütle bakarken elindeki B harfli balonu tekerlekli sandalyeme bağladı. Küçük bir kız çocuğu gibi parıldayan gözlerle balona bakıyordum ki Selma Hanım dert yanmaya başlamıştı bile.
"Allah için biri şu manyağı alsın benden. Yoksa yemin ederim çığlık atarım."
Selma etrafa gözlerini kısarak bakarken bir yandan da benden kurtulma umuduyla Korkmaz'a doğru sandalyemi itiyordu. Korkmaz Bey bu esnada kendisine gönderilen üstü kapalı mesajı anlamış olacak ki Selma'nın yerini almıştı. Selma ona minnet dolu gözlerle bakarken benim bakışlarım Mutlu'nun üzerindeydi. Mutlu ile karşılıklı bakışmalarımızı gören Soral, Mutlu'dan uzaklaşırken yüzüme kocaman bir gülümseme yayıldı. Mutlu bozulup olay yerini terk ederken bense zevkten dört köşeydim.
"Merak etme. Başak bende," dedi Korkmaz. Bakışlarımı ona çevirince yüzünde hinlik yapmak istediğini belli eden bir gülümseme vardı. Onu iyi tanıyordum ve bakışlarındaki ifadeden anlamam gereken tam olarak buydu. Ama işin komik yanı benimde içimden hiç iyi şeyler geçmiyordu. Resmen başımı belaya sokmaya yer arıyordum. Korkmaz'a bakarak yüzümde şeytani bir sırıtmayla konuşmaya başladım.
"Hadi Korkmaz. Tam gaz ileri!" dedim sanki büyük bir geminin kaptanıymışçasına. Ben saniyesinde moda girmişken Korkmaz da bana ayak uydurmaya karar vermiş olacak ki eliyle tıpkı bir asker gibi selam bile vermişti.
"Emredersiniz kaptan," dedi ve tekerlekli sandalyemi koşturarak sürmeye başladı. Ben deli gibi kahkaha atarken o da koşturuyordu. O sırada tüm okul bize bakıyordu. Resmen okulun en ruh hastası insanları olmuştuk. Korkmaz sandalyemi uçururcasına ittirirken okulun içine girip koridorlarda kahkaha atmaya devam ettim. Bu işten ikimizde son derece keyif alırken koridorun ortasında profesöre yakalanınca keyfimiz kaçmıştı.
"Gençler şimdi size fırça çekmeden önce kaybolun," dedi profesör elindeki kahve kupasından büyük bir yudum aldığı sırada. İlk başta Korkmaz ile birbirimize baktık. Daha sonra profesöre bakıp sırıttıktan sonra yanından ayrıldık. Bizimkilerle koridorda karşılaşınca da amfiye doğru yola koyulduk.
*******
Ders arasına gelmiştik. Teneffüste canım kahve istediğinden ben koridorda beklerken Korkmaz benim için kahve almaya gitmişti. Kafeinsizlikten sandalyemde her an uyuyabilirdim. Gözlerim bana her an ihanet edip bu savaşı kaybedebilirdi. Ama dayanmak zorundaydım. En azından enerji kaynağım gelene kadar savaşmak zorundaydım. Dayan Başak! Dayan!
Kendi kendime gazı verip uyanık kalmaya çalışıyordum ki tam o sırada uykumu kaçıran pembe tulumlu sarı yılan önümden geçmişti. Topukluları belli bir ritim tutturmuş ilerlerken ona karşı hiç de hoşnut olmadığımı belli edercesine bakmayı da ihmal etmemiştim. Üstelik o an şeytan kulağıma eğilip bir şeyler fısıldamıştı. Aklımdan geçen hinlik yüzümde belirgin bir gülümsemenin belirmesine neden olmuştu.
Şeytan bile bu fikrimi beğenmiş yanı başımda Mutlu'ya bakarken filmlerdeki kötü karakterler gibi kahkaha atmamak için kendimi oldukça zor tutuyordum. Hatta size şu kadarını söyleyeyim. Bu hinlik anlatılmaz yaşanırdı. Sadece bu hain emelimi gerçekleştirmek için yanıma yaraşır bir suç ortağı bulmam gerekliydi.
Gözlerim bunun için bir aday bulmak istercesine etrafta gezinirken en sonunda bu illegal operasyon için biçilmiş kaftanı bulmuştum. Gözlerim koridordan geçmekte olan sınıfın piçliklerini yapan Alper'e takılmıştı. İşte aradığın o dedi yanı başımdaki şeytan. Onunla hem fikirdim. Alper ile birlikte bu hain planı uygulamaya koyabilirdim.
Üstelik her konuda oldukça rahat olmasının ve pislik yapmayı sevmesinin yanı sıra paraya da oldukça düşkündü. Bunu bildiğimden yüzümdeki şeytani sırıtmayla beraber ona baktım. "Alper," diyerek ona yanıma gelmesini işaret ettim. Alper ilk başta sesin hangi taraftan geldiğini anlayamadığından bir süre etrafına baktı. Daha sonra beni bulan bakışlarıyla bana doğru geldi.
"Bir şey mi isteyeceksin Başak?" diye sordu Alper ilgiyle. Onun bu yardımsever tavrına karşılık "Evet ama aramızda kalacak," demeyi de ihmal etmedim. Bunun üzerine Alper'in yüzüne meraklı bir ifade hakim olmuştu. Yüzüme sinsice bir sırıtma kondurup maviş gözlerimi onun kahverengi gözlerine diktim. "Pislik yapmaya var mısın?" diye sorup tepkisini ölçmeye başladım.
Alper ilk birkaç saniye düşünürken onun yüzüne de sinsice bir gülümseme yayılmıştı. İllegal işler yapıyormuşuz gibi fısıltıyla konuşmaya başladı. "Her zaman. Peki benim bu işten karım ne olacak?" diye sorduğunda onu en zayıf noktasından vurmaya kararlıydım. Elimle kimsenin görmeyeceğinden emin olduğum bir anda para işareti yaptım. Alper bu teklifimi cazip bulurken "Eğer istediğimi yapmak için bana yardım edersen sana tam beş yüz lira veririm," diyerek paranın miktarıyla da iyice gözlerini boyamıştım.
Alper'in gözlerinde tıpkı düşündüğüm gibi yeşil dolar işareti görünmüştü bile. Anlaşılan bu iş sandığımdan da kolay olacaktı. Hem Mutlu ile uğraşıp içimi gıdıklayan şeytanı tatmin edecek hem de haftalarca güleceğim unutulmaz bir gün yaşayacaktım. Sırıtarak Alper'e baktım. O da işin içine para girmesinden oldukça memnundu. "Kabul," diyerek bana elini uzattı. Anlaşmamızı kimsenin görmediğinden emin olup yavaşça tokalaştık. Daha sonra işe koyulmaya hazırlandık.
Alper'e planımı anlattım. O da bu hain planımı beğenince artık önümüzde hiçbir engel yoktu. Alçısız ayağımı dikkatlice havaya kaldırdım. Alper ise beni ittirmeye hazır bir şekilde tekerlekli sandalyemin kollarını kavramış bekliyordu. İkimiz de Mutlu yılanının kadrajımıza girmesini bekliyorduk. Bir süre sonra pembe tulumlu kokoş yılan görüş alanımıza girmiş Alper'e bakıp işareti vermiştim. "Şimdi," dememle Alper sandalyemi hızla ittirmeye başlamıştı.
Yüzümde otuz iki diş bir sırıtmayla Mutlu'ya arkadan sıkı bir tekme atmıştım. Biz olay yerinden hızla uzaklaşırken Mutlu yere yapışmış tüm fakülteyi inleten tiz sesiyle arkamızdan bağırmaya başlamıştı. "Başak," diyerek ortalığı ayağa kaldırırken biz çoktan kendimizi bahçeye atmıştık.
Alper banka oturup hem soluklanıyor hem de deli gibi kahkaha atıyordu. Bende onunla birlikte kahkaha atarken bu yaptığımdan zerre pişmanlık duymuyordum ki bu durum hiç de iyi değildi. Resmen kıskançlıktan içimden cadı çıkmıştı. "Bu çok iyiydi," dedi Alper karnını tutup gülmesini bastırmaya çalışırken. Onu başımla onaylayıp tekerlekli sandalyemin kenarına sıkıştırdığım çantamı açıp içinden cüzdanımı çıkardım. Daha sonra tam da anlaştığım gibi cüzdanımdan beş yüz lirayı çıkarıp ona uzattım.
"Bu bir kereliğe mahsus bir şeydi. Aramızda kalacak ona göre," diyerek onu tembihlerken Alper beni başıyla onaylamış parayı aldığı gibi yanımdan uzaklaşmıştı. Onun gitmesiyle ben tekrar az önce yaşananlara gülüyordum. Kıkır kıkır gülmem Korkmaz'ın elinde iki kahveyle yanıma doğru yaklaşmasıyla solmuştu.
Ciddi bir ifadeyle ona bakarken kısa bir süre sonra yanıma geldi. "Başak sen buraya nasıl geldin?" diye sordu Korkmaz. Ona acilen bir bahane bulup söylemem gerekiyordu. Ama kafam bu sefer az öncekinin aksine hinliğe çalışmayı reddediyordu. Anlaşılan bu durum sadece bir kereliğe mahsus yaşanmış bir şeydi.
"İçeride çok sıkıldım. Bende hava almak için oradan geçen birine beni bahçeye çıkarmasını rica ettim. Sağ olsun beni kırmadı," diyerek sırıtırken Korkmaz yavaşça yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Yüzündeki bilmiş ifade foyamın ortaya çıktığını bas bas bağırırken dudaklarını araladı.
"Mutlu koridorda bas bas Başak diye bağırıyor. Acaba senin bu olayla bir ilgin olabilir mi Başak Hanım?" dediğinde yutkunmuştum. Bakışlarımı ondan kaçırıp kızıl saçlarımın arasına saklandım. Yanımdaki şeytan her nereye kaybolduysa hemen gelse iyi olur. Yoksa başım belada demektir. "Yok canım. Benim onunla ne gibi bir problemim olabilir ki?" dediğimde Korkmaz'ın bakışlarından ben bu numaraları yemem demek istediğini anlamıştım.
Gerçi haklıydı. Sonuçta kim olsa bu numaraları yemezdi. En başta ben bile kendi yalanıma inanmamıştım. Sonuçta o cadıyla derdim olduğu gerçeği gün be gün ortadaydı. Üstelik onu yolmayı o kadar çok istiyordum ki... Soral'ı ondan kurtarmak istiyordum. Onun kıskaçlarının arasında sıkıştırdığı zavallı Soral'ı kurtarabilecek biri varsa o da benden başkası olamazdı. Sonuçta bunca uzak doğu sporlarını boşuna öğrenmemiştim. Babam bu dersleri hem kendimi korumak hem de ihtiyacı olanlara yardım etmem için aldırmıştı. En başta yardımıma boncuk gözlü Soral'ın ihtiyacı vardı. Ben onu kurtarırdım o yılandan.
"Başak!" diye gürledi Korkmaz. Onun sesiyle hayallerim bir bulut olup uçarken mavi gözlerimi onun kestane rengi gözlerine dikmiştim. Ses tonundaki ve özellikle de gözlerindeki hiddet korkmama ve hatta dehşete kapılmama neden olurken yutkunmadan edememiştim. "Alper ile neler yaptığınızı görmediğimi mi sanıyorsun?" dediğinde kendimi boğmak istiyordum. Neden görmüştü ki? Ne güzel kırk yılın başı bir cinlik yapalım demiştik o da burnumuzdan gelmişti.
Sıkıntılı bir nefes verdim. "Ne yapmışız ki?" diyerek Korkmaz'ın sabrını iyice sınamamsa ayrı bir ironiydi. Ne haltlar ettiğim kabak gibi ortadayken bu yaptığıma ne demeliydi? Resmen cıvıklıkta dünya rekortmenliği yapan Korkmaz'ı bile sinir küpüne çevirmeyi başarmıştım. Aferin Başak! Sen harikasın kızım! Aynen bu yoldan devam! Sonuna kadar devam!
"Başak sen beni çıldırtmaya mı çalışıyorsun?" dediğinde bu sefer işaret parmağımı çeneme dayayıp düşünmeye başlamıştım. Bu salaklığım bir gün başıma çok büyük iş açacaktı. Ama ne zaman? Ciddi ciddi düşünüp gözlerimi gökyüzüne diktim. Gökyüzünün maviliği bana Soral'ın gözlerini hatırlatırken Mutlu'ya yaptığım şey ise keyfimi iyice yerine getirmişti. "Hayır tabii ki de," diyerek kendime engel olamayarak kıkırdarken Korkmaz bana karşı gözlerini devirmeden duramamıştı.
"Alper ile ne yaptığını hemen şimdi anlatıyorsun." Korkmaz'ın adeta tehdit edercesine söylediği sözlerle onun gözlerine keskin bakışlarımı dikmiştim. "Asla," diye mırıldanıp bu sefer ona ben meydan okumuştum. Korkmaz ise içinden sabır çekiyordu. "Başak," diyerek uyarıda bulundu. Ama ben değil keçi değil katır bambaşka bir türün inadını taşıyordum içimde. Buna kısaca Başak inadı demek de mümkündü tabii.
"Asla. Ben ortağımı asla ama asla satmam," dediğimde Korkmaz önümde volta atmaya başlamıştı bile. Sinirden yeri döven adımlarını gözlerimle takip edip yutkunurken bir anda durdu. "Sabrım taşıyor," diye dişlerinin arasından konuştuğunda pes etmek zorunda kalmıştım. Her şey buraya kadarmış. Elveda hayat! Elveda tüm sevdiklerim! Gelecek nesillere bu dünyadan kızıl saçlı bir cadı geçmişti dersiniz artık!
"Of tamam anlatıyorum," dediğimde Korkmaz bu durumdan memnun olmuştu. Gözlerini gözlerime dikmiş pür dikkat beni dinlemeye başlamıştı. Bende onun bakışları altında bunu nasıl anlatacağımı bilmediğimden gözlerimi yumup sözlerimi ardı arkasına bir çırpıda sıralamayı tercih etmiştim. "Koridorda pembe tulumlu yılanı gördüm. Daha doğrusu ona sarı domuz demek daha doğru olurdu," dediğimde Korkmaz sıkıntılı bir nefes verdi.
"Sadede gel Başak." Onun sözleriyle kaldığım yerden devam ettim. "Ona küçük bir şaka yapmak istedim. Koridorda bizim Alper'i görünce de bu fırsatı kaçırmak istemedim. Onu yanıma çağırdım. Ona planımı anlattım," dediğimde gözlerimi Korkmaz'ın gözlerine diktim. Bunun üzerine Korkmaz düşünceli bir ifadeyle "Ne planı?" diye sordu.
Yüzüme istemsizce devasa bir sırıtma yayılırken "Sağlam bacakla kıçına tekmeyi basmış olabilirim," diyerek olayı kısaca özetledim. Korkmaz bana inanamayarak baktı. Bense kendime engel olamayarak aklıma o anın gelmesiyle birlikte kahkaha atmaya başlamıştım. Tabii bu kahkaham oldukça kısa sürmüştü. Hatta kısa sürmekle de kalmamış resmen hevesimin kursağıma dizilmesine ve öksürük krizine girmeme neden olmuştu. Çünkü Korkmaz korktuğumun başıma geldiğini söyleyivermişti.
"Siz gülün Başak Hanım. Dekan Bey sizi odasında hususi olarak ağırladığında da böyle gülebilecek misiniz acaba inanın çok merak ediyorum," dediğimde dehşete kapılmış gözlerimi onun gözlerine çevirdim. "Ne?" diye sorduğumda Korkmaz histerik bir gülümsemeyle baktı.
"Dekan Bey odamda bir bardak çay içmezse ölümü görsün dedi. Hatta dedi ki Başakçığım beş dakika içinde odama gelmezse Orhan Bey ile birlikte çay içmekten büyük bir zevk duyarım demeyi de ihmal etmedi," dediğinde stresten dudaklarımı kemiriyordum. Acaba hinlik yaparken ne düşünüyordum? Başak sen nasıl bir aptalsın kızım! Bu işin dekanın odasında bitebileceğini neden düşünemiyorsun çocuğum! Allah seni top etmesin! Şimdi ne halt edeceksin acaba! Baban da okula geliyor! Görsel şölen başlasın!
Kendi kendime ayar verdiğim sırada panikle Korkmaz'ın koluna yapıştım. "Ama ben şimdi ne yapacağım?" dediğimde Korkmaz sırıttı. "Onu illegal işlere bulaşmadan önce düşünecektiniz Başak Hanım," dediğinde başımı umutsuzca eğdim. Tam o sırada Korkmaz beni şaşırtarak "Alper'i nasıl ikna ettin peki?" diye sordu. Bunun üzerine sanki az önce tutuşan ben değilmişim gibi umursamaz bir tavırla omuz silktim.
"Ona para verdim," dediğimdeyse Korkmaz şok içinde bana baktı. "Başak bunu yapmış olamazsın," dediğinde onun benimle uğraşırken yüzüne kondurduğu gülümsenin bir benzeri de benim yüzümde belirdi. "Yaptım. Ona tam beş yüz lira verdim."
"Ne kadar verdin?" diye sorarak rakamı doğru duyup duymadığını kestirmeye çalışıyordu. Ama rakamı doğru duymuştu. "Beş yüz," diye tekrarladığımda Korkmaz tekerlekli sandalyemi ittirmek için arkama geçti. "Gün geçtikçe beni daha çok şaşırtıyorsun," diyerek sandalyemi fakülte binasına doğru itmeye başladı. Birlikte fakülte binasından içeri girip dekanın odasına doğru ilerlerken tek düşündüğüm şey babamın beni gebertecek olduğuydu.
*******
"Dekan Bey kesinlikle şikayetçiyim," diye cırladı Mutlu. Ses tonu beynimin matkapla delinmesinden farksız bir acı vermişti. Resmen Çin işkencesi gibiydi. Gözlerim sinirden devrilip devrilip duruyordu. Yakında şaşı kalacağımdan zerre şüphem yoktu.
Gözlerimi sinirle bakımlı saçları dağılmış pembe tulumlu sarı domuza çevirdim. Ki ona böyle hitap etmek sebepsizce bana iyi gelmişti. Onun buz mavisi gözleri de benim üzerimde gezerken sanki filmlerdeki savaş sahnelerinde gibiydik. İki düşman krallık devasa ordularla karşı karşıya gelir. Bir taraf kırmızı diğer taraf mavi bayraklı iki düşman krallıktan iki kral birbirlerine tehditkar bakışlar atar. Bunun sonucunda orduya komut verilir ve askerler hücuma geçer. Bizim olayımızda ise ikimiz de o krallardandık. Ama şöyle bir gerçek vardı ki bir savaşta yalnızca tek bir kazanan olur. Ne yazık ki ben bu savaşın mağlup tarafı olan oluyordum.
İçimden şansıma söverken Mutlu'ya yiyecek gibi bakmayı da ihmal etmedim. O da bana rimelle neredeyse arşa değecek kadar uzun kirpiklerinin arasından sinsi bakışlar atmayı ihmal etmedi. "Ceza verilmesini istiyorum Dekan Bey," diyerek bana tekrar sinsi bir şekilde bakıp gülümsediğinde tekerlekli sandalyede olduğumu bile unutmuştum.
"Bana bak sarı cadı seni çok pis yolarım!" diyerek ona doğru uzandığımda Korkmaz omuzlarımdan tutup bunu yapmama mani oldu. Hepimiz dekanın odasında toplanmış adeta mahkeme salonunda duruşma izler gibi dekanın benim hakkımda vereceği kararı bekliyorduk.
"Dekan Bey böyle biri doktor falan olamaz. Baksanıza kendisinin en büyük görevi hastaları iyileştirmek olmalıyken insanları hastanelik etmeye daha şimdiden başladı," diyerek bilmiş bakışlarla bana bakmaya başlamıştı. Resmen kasıtlı olarak damarıma basıyordu. Ben şimdi seni herkesin içinde bir güzel yolmaz mıyım?
Boynumu ve ellerimi tıpkı filmlerdeki gibi kütürdettim. Korkmaz'ın dalgınlığını fırsat bilip Mutlu'ya doğru atıldığımda "İşte şimdi sen kaşındın! Gör bak sana neler yapıyorum," dedim. Tam saçlarına uzanmıştım ki "Başak!" diye bağırdı Korkmaz. Omuzlarımdan tutup beni geri oturttuğunda huzursuzca kıpırdandım.
"Korkmaz bırak da şunu bir güzel benzeteyim," dediğimde Korkmaz sinirli bir nefes verdi. "Başak," dedi tekrar uyarıcı bir tonda. Benimde tepem atttığından "Başak ne Başak?" diye cırladım. Kız resmen iki dakikada içimdeki tüm sinir sistemini çökertmişti. Sadece bununla da kalsa iyiydi. Dekan babamı aramış ve babam birazdan odaya teşrif edecekti. Sıkıntıyla tekerlekli sandalyemin koluna dayadığım koluma dayadım başımı. Korkmaz ise ringde yorgun düşen boksörünün omzuna masaj yapan antrenör edasıyla bir yandan sakin olmam gerektiğini kulağıma fısıldıyor bir yandan da omzuma hafifçe masaj yapıyordu.
Tabii bu durumun beni sakinleştirdiği söylenemezdi. Bu sarı cadıyı gördükçe sinir kat sayım tavan yapıyordu. Üstelik eline geçen her fırsatta damarıma basıyor oluşu da ayrı bir sinir bozucuydu. "Dekan Bey ben Başak'ın uzaklaştırma almasını istiyorum. Böyle şiddete meyilli birinin bir süre okuldan uzak kalması hepimiz için en iyisi," dediğinde Mutlu'dan mutlusu yoktu. Beni sinir etmekle kalmayıp krize girmeme sebep olduğu için zevkten dört köşeydi.
Kendime daha fazla engel olamayıp sağlam bacakla ona tekme atmaya çalışıyordum ki bunda pek başarılı olduğum söylenemezdi. Bacağım ona yetişmiyordu. Üstelik bu duruma sinirlenen sadece ben değildim benim biricik kankam aslan yelesi saçlım, kurt bakışlım, bakışlarında hayat bulduğum kankam Selma da işe dahil olmuştu.
"Sen kimsin de benim kankamın okuldan uzaklaştırılmasını talep ediyorsun? Seni pis paçoz! O kafandaki kaynakları söküp eline veririm senin!" diye cırladığında tıpkı okul gösterisinde çocuğuna gururla bakan anneler gibi bakıyordum Selma'ya. Benim yapamadığımı sen yap Selma. Yol şu saçları! Yürü be kızım!
Selma tam benim istediğim gibi Mutlu'yu yolmak için bir atakta bulunmuştu ki Emre onu tutmuş Dekan ise bize bakıp tek kelime dahi etmeden öylece olanları izliyordu. Bahse varım ki egosunu tatmin etmek için babamın gelişini bekliyordu. Mutlu "Benim saçlarım doğal bir kere! Sen önce kendi saçına bak! Hele zevksizliğinden bahsetmiyorum bile!" dediğinde bu lafın kavgada bile söylenmeyeceğini düşünüyordum. Hele Selma'ya asla söylenmemesi gereken yasaklı kelimeler grubunu kullanması amel defterini kendi elleriyle kapattığının habercisiydi.
Korku dolu bakışlarımı Selma'ya çevirdiğimde daha önce onu hiç bu kadar sinirli görmediğime emin olmuştum. Uzun tırnaklarını çıkarmış dişlerini her an avına geçirmeye hazır bir panter gibi tetikteydi. Birkaç saniye bile geçmeden Emre'nin elinden kurtulup Mutlu'nun üzerine atladı. Herkes şok içinde onlara bakarken yüzümde belirgin bir gülümseme oluşmuştu.
Şeytani bir gülümsemeyle olanları izliyordum. Selma, Mutlu'yu yere yatırmış saçlarını yolarken bizim Dekan çocuklardan kızları ayırmalarını bekliyordu. Korkmaz beni tutmayı bırakmazken Emre ise korku dolu gözlerle Selma'yı sırtlandığı gibi kenara çekti. Selma, Emre'nin sırtında debelenip dururken ben yolunmaktan tiftik keçisine dönmüş Mutlu'ya bakıyordum. Onun bu hali kahkaha atmama neden olurken odaya babam giriş yapmıştı.
Yüzündeki ifadeden de anladığım kadarıyla bu durumdan hiç hoşnut değildi. Dekan Bey sanki odasına devlet başkanı gelmiş gibi ayağa kalkıp yapmacık bir gülümsemeyle babamı karşılarken daha demin olanları tek kelime etmeden izleyen sanki kendisi değilmiş gibiydi. "Hoş geldiniz Orhan Bey. Buyurun," diyerek masasının kenarındaki oturma grubuna babamı buyur etti. Babam Dekan ile tokalaşıp yerine otururken delici bakan gözleri benim üzerimdeydi.
"Kızınız Başak bugün öğrencilerimizden Mutlu'yu dövdü. Üstelik gözlerimin önünde yeğeniniz de aynı şeyi yaptı Orhan Bey," dediğinde babam Selma ile bana bakıyordu. İkimiz de korku dolu gözlerle babama bakıyorduk. Ama Mutlu'yu görünce de keyfimiz yerine geliyordu. Aramızda kıkır kıkır gülüp Mutlu'ya bakarken babamın sesiyle hazır ola geçmiştik.
"Ceza olarak kızımın bacağı iyileşene kadar evde kalmasını talep ediyorum Dekan Bey," dediğinde gülen bu sefer Mutlu olmuştu. Dehşete kapılmış bakışlarım babam ile Dekan arasında gidip gelirken "Ama bu neredeyse iki hafta demek," diye bir itirazda bulundum. Babam ise tek kelime daha etmeme müsaade etmemiş onun yerine "Bunu daha önce düşünecektin," demeyi tercih etmişti.
Sandalyemde sıkıntılı bir nefes verdiğim sırada Mutlu sarı saçlarını şu an adam edemeyeceğini anladığından topuz yapıp bana baktı. Ondan kesinlikle nefret ediyordum. Babam cezam konusunda Dekanla anlaşınca Korkmaz'ın yerini alıp sandalyemi ittirmeye başladı. Odadan çıktığımızdaysa asıl mahkemenin evde görüleceğinden hiç şüphem yoktu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 3.54k Okunma |
381 Oy |
0 Takip |
36 Bölümlü Kitap |