
Babamın canı sağ olsun ki bacağım evde kala kala iyileşmekle de kalmamış can sıkıntımı patlatacak raddeye geldiğinden odamda volta atmama bile yarıyordu. İçimdeki merak duygusunun beni yiyip bitirmesi yetmezmiş gibi Selma'nın henüz okuldan gelmemesi de ayrı bir sinirlerimi bozuyordu. Odamın içinde kafayı yememe ramak kala kapım ardına kadar açılmış Selma odaya bodoslama dalmıştı. Her zamanki gibi...
Bakışlarımı ona çevirip ümitsizce başımı sallamakla yetinmiştim. "Nerede kaldın Selma? Meraktan öldüm burada," dediğimde bitkin bakan mavi gözlerini devirip bir anda kendini yatağa attı. Onun bu ani refleksi beni şoka sokarken onu konuşturmanın en iyi yolunu düşündüm. Tabii ki de üzerinde dumanı tüten sıcacık bir kupa kahve ve yanına da olmazsa olmazlardan kakaolu bisküvi...
"Ben seni nasıl konuşturacağımı çok iyi biliyorum Selma Hanım," diye mırıldanıp odamdan çıktım. Pofuduk terliklerimden çıkan hışırtılar eşliğinde merdivenlerden inip kendimi devasa mutfağın kapısından içeri attım. Şimdi işe koyulma zamanı!
İlk işim ısıtıcıya su koyup çalıştırmak olmuştu. Daha sonra Selma'nın pembe kupalarından ikisini kapıp tezgaha koydum. Tabii hanımefendi için sunum son derece önemli olduğundan tepsinin üzerine koyduğum taşlı tuşlu tabağa bisküvileri özenle yerleştirdim. Sanki buna gerek varmış gibi...
Su ısıtıcısının suyu ısıtmasıyla kupaya kahveleri koyup üzerine su ekledim. Pembiş kupalarımızda dumanı tüten kahvelerimiz de hazır olunca tepsiyi aldığım gibi merdivenlerden dikkatli bir şekilde yukarıya çıkmaya başladım. "Selma şimdi konuşma da göreyim seni," diye mırıldanarak çıktığım son basamaktan sonra odamın kapısını dirseğimle açıp içeri girdim.
Kahvenin cezbedici kokusu odaya yayılırken kapıyı ayağımla kapatıp tepsiyi Selma'ya doğru yaklaştırdım. "Bu güzel koku da neyin nesi?" diye mırıldandı Selma. Muhtemelen hayal falan gördüğünü zannediyordu ki insanlar kokuları hayallerinde alamazdı. Tabii Selma gibi istisnalar başkaydı.
"Bilmem. Gözlerini açarsan görebilirsin," dediğimde tepsiyi yavaşça yatağa koyup oturdum. Selma zar zor gözlerini açarken bakışları sonunda beni buldu. "Yoksa," diyerek düşündüğü şeyin doğru olup olmadığını kontrol etmeye çalışıyordu. Akıl okuma gibi bir gücüm olmamasına rağmen onun aklını okuyabiliyordum. Bu yüzden sadece başımı olumlu anlamda hafifçe sallamakla yetindim.
Bunun üzerine Selma yattığı yerden doğrulup mavi gözlerini tepsiye dikti. "En sevdiğim," diyerek sırıttığında ondan mutlusu yoktu. Anlaşılan birilerinin kalbini fethetmeyi başarmıştım. Yüzümde zaferin gülümsemesi belirdi. Bakışlarımı ona çevirip bilmiş bir tavırla ona doğru yaklaştım. "Sanırım artık konuşmaya hazırsın," diyerek ona imayı çaktığımda beni başıyla onaylamıştı.
İkimizde tepsideki kahveleri elimize alıp ilk yudumu aldık. Sıcak kahve boğazımdan kayarken daha şimdiden rahatladığımı hissediyordum. Aynı şey Selma'ya da olmuş olacak ki sakinleştirici yemiş gibi gülmeye başlamıştı. Tabaktan bir bisküvi alıp kahveme bandırdım. Beklenti dolu gözlerim onun yüzünde gezinirken elindeki kupayı tepsiye bırakıp bana baktı.
"Öncelikle sen sormadan ben söyleyeyim. Mutlu domuzu Soral'ın peşinden bir an olsun ayrılmıyor. Resmen vantuzlu balık gibi yapıştı çocuğa. Hatta ona akrep demek daha doğru olur ya da piton yılanı! Yılan!" diyerek kendi kendine Mutlu'ya söven Selma'ya baktım umutsuzca. Bu durumu bir süre sonra fark eden Selma destek olmak istercesine elimi tutup yavaşça sıktı. "Sakın üzülme Başak. Sakın," diyerek küçük bir uyarıda bulundu. Ama bunu söylemek için geç kalmıştı.
Modum saniyesinde yerin dibine girmekle de kalmamış gözlerimde odanın en ücra köşesine dalmıştı. "Başak. Yapma ama böyle. Sen iste yeter. Ben o sarı cadıyı tekrar yolarım. Hatta Soral'ı kapına köpek ederim. Ama böyle yapma," diyerek moralimi düzeltmeye çalışan Selma'ya çevirdim dalgın bakışlarımı. "Sana söylemiştim Selma. Onların aralarında bir şey var."
Bundan emindim. Peki ama neden alçıma adımızın birleşimini yazmıştı? Gözlerim komodinimin üzerine koyduğum alçıdaki yazıya kaydı. SorBaş...
"Madem aralarında bir şey olduğunu düşünüyorsun peki neden hala düşüncelere dalıp duruyorsun?" diye sordu Selma. Alçıya baktığımı fark etmişti. Üstelik bu soruyu sormakta da oldukça haklıydı. "Bilmiyorum," diyebildim sadece. Bunun üzerine Selma kahvesine bisküvisini batırıp ağzına attı. Yüzündeki bilmiş ifadeden az sonra büyük bir bomba patlatacağını anlamak çok da zor değildi.
"Hadi hadi," dedi kıkırdayarak. "Sen Soral'a aşık oldun. Tıpkı benim Emre'ye aşık olduğum gibi," dediğinde ne tepki vereceğimi bilmemiştim. Hem Soral için söylediğinden dolayı onu pataklayasım geliyordu hem de bu ani itirafı karşısında ona sıkıca sarılıp kahkaha atmak istiyordum. Sanırım oyumu ikinci şıktan yana kullanmak en iyisiydi.
"Sen Emre'ye aşıksın," dedim inanamayarak. Selma kıkır kıkır gülerken "Sende Soral'a," demeyi de ihmal etmedi. Onun bu söylediğini duymazdan gelip kahvemden bir yudum daha aldım. İkimiz karşılıklı koyu bir sohbete dalmaya başladık. Laf laf açmış babam ise kapıyı açmıştı. İkimizin de gözleri kapıya çevrildi.
"Bölüyor muyum?" diye sordu babam. Bunun üzerine Selma ile dibine kadar içtiğimiz kahve kupalarını tepsiye bırakıp babama olumsuz anlamda baş salladık. Babam odamın köşesindeki tekli koltuğa oturup gözlerini bizim yüzlerimizde gezdirdi. "Artık bacağın tamamen iyileştiğine ve bu olaydan dersini de aldığına göre okula dönebilirsin," dediğinde gülümsedim. Sonunda okula dönüyordum. Her ne kadar okulun bitmesine iki hafta kalsa da bu kısacık süre bile beni mutlu etmeye yetmişti.
"Sonunda," dedim ve babamın yanına gidip ona sıkıca sarıldım. Bu durum onu memnun etmekle de kalmamış Selma Hanımın da kahkaha atmasına neden olmuştu. Selma ruh hastaları gibi kahkaha atmaya başlayınca babamın endişeli bakışlarını üzerine çekmişti. Adam eni sonu ikimizi de bir kliniğe yatıracaktı.
"Ben artık gideyim. Yarın için toplantı ayarlamam gerek," diyerek babam koltuktan kalkmış bir anda odadan çıkmıştı. Bunun sebebinin Selma olduğunu bilmek istemsizce gülmeme neden olmuştu. "Korkuttun adamı," dedim en sonunda dayanamayarak. Ama bu durum onun zerre umurunda değildi. Bunun yerine hala otuz iki diş sırıtmayı tercih ediyordu.
"Asıl amcam değil sen kork benden! Ben Soral ile senin çöpünü çatmadan asla rahat durmam. Bunu şimdiden söyleyeyim Başak Hanım."
İçimde Selma'nın ağına düştün Başak diye bağıran bir sesin isyan nidalarını hissetmiştim. Dehşet dolu bakışlarımı onun avına odaklanmış bir dişi aslan gibi bakan gözlerine çevirdim. "Selma beni korkutuyorsun," dedim dayanamayarak. Bunun üzerine Selma umursamaz bir tavırla omuz silkti. "Ben söyleyeceğimi söyledim. Bu çöpü çatmadan bana huzur yok şekerim," dedi ve tepsiyi aldığı gibi odadan çıktı. Onun arkasından gülerek bakmaktan başka bir şey yapmamıştım.
*******
Ertesi sabah gözlerimi yeni bir güne açtığımda uykusuzluktan ölmek üzereydim. Yaklaşık iki haftadır okula gitme temposundan uzak kaldığımdan erkenden uyanmak beni bir hayli etkilemişti. Söylene söylene de olsa yataktan kalktım. Sabah rutinimi gerçekleştirdikten sonra da gardropumun kapağını araladım. İşte şimdi her kızın aklındaki ortak soru gündeme geliyor. Ne giyeceğim?
Bir yandan gözlerimi ovuşturuyor bir yandan da kıyafetlere bakıyordum. En sonunda gözüme en sevdiğim siyah deri ceketim takıldı. Askıdan ceketimi alıp apar topar hazırlandıktan sonra saçımı da at kuyruğu şeklinde bağlayıp evden çıktım. Okul yollarında Selma ile birlikte yol aldık. Daha sonra bisikletlerimizi okulun bahçesindeki alana kilitleyip fakülte binasına doğru ilerlemeye başladık.
"Sonunda boy gösterdiğini göreceğim," diye mırıldandı Selma. Dalgın bakışlarım tam olarak neyi kast ettiğini anlamadığından ona çevrilmişti. "Soral diyorum canım," dedi bu sefer. Onun bu ismi anmasıyla kapıdan içeri girer girmez onu görmüştüm. Dolabından kitaplarını çıkarıyordu. Dalgalı sarı saçları her zamanki gibi kusursuz görünüyordu. Üzerinde gözleriyle uyumlu laciverte çalan bir tişört vardı.
Ben hayran hayran ona bakarken Selma bu durumdan dolayı kahkaha atmamak için zor duruyordu. En sonunda dayanamayıp beni daldığım hayal denizinden uyandırdı. "Başak," diyerek kıkırdadığında gözlerimi Soral'dan zar zor alabilmiştim. Bakışlarım Selma'yı bulduğunda birlikte amfiye doğru ilerledik.
Dersler tam gaz devam ederken çirkefliğimin ve sebepsiz kıskançlığım yüzünden iki hafta okula gidemeyerek Soral'ı göremediğimden onu ne kadar özlediğimi fark etmiştim. Üstelik bunu fark etmek Soral'ın o sarı cadıyla iki hafta boyunca bir arada olduğu düşüncesini gündeme getirmekle birlikte beni sinir krizine sokmaya yetiyordu. Ama sakindim. Sonuçta onu görmüştüm. Deniz gözlü Soral'ı...
Derin bir iç çektim. Kırk yıl düşünsem birini bu kadar özleyeceğim ve onu kimseyle paylaşamayacak kadar önemseyeceğim aklımın ucundan dahi geçmezdi. Gözlerimi amfiden içeriye diktim. Selma ile birlikte her zamanki yerimiz olan üstümüze adeta zimmetlenmiş en ön sıraya geçtik. Ama ne hikmetse benim uykumu getiren ders perilerinin gelesi tutmuştu.
"Selma," diye mırıldandım. Bir yandan da ders için kitaplarımı açmayı da ihmal etmedim. Uykusuzluktan gözlerim isyanlardaydı. Her an yeter artık diyerek görev yerlerini terk edebilirlerdi. Bunu Selma da fark etmiş olacak ki "Yüzünü yıkayıp geleceksin öyle değil mi?" diye sordu. Zerre halim olmadığından onu başımla onaylamakla yetindim.
"Eğer şimdi soğuk suyu yüzüme çarpmazsam hoca yüzüme soru çarpacak," dedim ve telefonumu ve çantamı Selma'ya emanet edip ağır ağır hatta buna ördek gibi demek daha doğru olurdu ki tam olarak böyle bir tiplemeyle koridora çıktım. Selma ise peşimden geliş başını amfinin kapısından uzattı. "Geç kalma bak," demeyi de ihmal etmezken lavaboların olduğu tarafa doğru adımlaya devam ettim.
Bacaklarım adeta bir zombinin adımlaması gibi sağa sola kıvrılıyordu. Bir an önce lavaboya gitsem iyi olacaktı. Yavaş adımlarla da olsa lavaboya geldim. Kapıyı açıp içeri girdiğimde aynanın karşısına geçip musluğu açtım. Musluktan akan suya bakmak bile uykumu açmaya yetiyordu. Soğuk suyu avuçlarıma doldurup yüzüme çarptım. Bunu birkaç kez yapıp yüz kaslarımı neredeyse hiç hissetmediğimden emin olduğumda musluğu kapatıp aynaya baktım.
Mavi gözlerim kızıl saçlarımda yüzümden damlayan su damlacıklarında gezindi. Daha sonra yanı başımdaki kağıt havluluktan bir parça peçete koparıp yüzümü kuruladım. Elimdekini çöpe atıp aynaya tekrar baktım. Bisikletle okula gelirken saçlarım rüzgarda biraz dağılmıştı.
Saçlarımı tutan siyah tokayı tek hamlede çekip çıkardım. Dağılan saçlarım omuzlarıma dökülürken elimle biraz karıştırdım. Daha sonra elimdeki tokayla sıkı bir at kuyruğu yaptım. Biraz olsun kendime geldiğimi hissederken lavabonun kapısı tekrar açılmış içeri bu sefer sarı cadı Mutlu girmişti.
Onu görünce istemsizce gözlerimi devirmiştim. Sanki beynim onu tiksinebileceğim bir varlık olarak algılıyordu. Ben yapmak istemesem bile beynim bunu sanki bir refleksmiş gibi otomatik olarak yapma gereği duyuyordu. Üstelik onu o kadar takmıyordum ki arkama dönme tenezzülünde bile bulunmamıştım. Ta ki benimle iletişime geçme cüretini gösterene kadar...
"Bakıyorum cezan bitmiş," derken sinir bozucu bir şekilde kıkırdadı. Kucağındaki içinde en az bir servet değerinde makyaj malzemelerinin olduğuna yemin edebileceğim çantayı lavabonun kenarına koydu. İnce parmakları çantanın fermuarını ağır ağır açarken aynadan bana bakıyordu. Tam o sırada lavaboda yalnız kalmamız için "Herkes dışarı çıksın," demeyi de ihmal etmedi. Bu durum iyice sinirimi bozarken üstelik yalnızca ikimizin kalması hiç iyi değildi.
Mutlu çantasından hafif kırmızı tonlu bir ruj çıkarıp yavaşça dudaklarına sürmeye başladı. Dolgun dudakları renklenirken kalçamı lavaboya dayamış ona bakıyordum. İşini bitirip rujunu çantasına geri koyduğunda az önceki hanımefendi tavırlarından geriye eser kalmamıştı. İnce kollarını göğsünde kavuşturmuş delici mavi gözlerini gözlerime dikmişti.
"Sen beni aptal falan mı sandın?" dediğinde içimden gülmek geliyordu. Ama bunu yapmadım. Beklenti dolu bakışlarım onun yüzünde gezinirken "Soral benimle birlikte. Ondan uzak dur Başak," dedi bir anda. Onun sözlerine inanmak istemiyordum. Ama ya doğruysa diye zihnimin içindeki ses bas bas bağırıyordu. Üstelik ikisinin sürekli bir arada bulunması da bunu açıklar nitelikteydi. Lanet olsun!
"Senin olsun," dedim tam kapıdan çıkıp gitmeye niyet ettiğimde. Ama Mutlu bana engel oldu. Kolumdan tutup gitmeme engel olurken keskin bakışlarımı onun gözlerine diktim. "Benden ne istiyorsun?" diye sordum bıkkın bir nefes verdiğim sırada. Mutlu'nun kırmızı dudakları yavaşça yukarı doğru kıvrıldı. Ondaki bu sinsi gülüş daha şimdiden belayı çağırıyordu.
"Bir şeyi anlamanı istiyorum. Eğer seni Soral'ın yakınında dahi görürsem olacaklardan ben sorumlu olmam. Sana bunun bedelini çok ağır ödetirim Başak," dediğinde bana gelenler geliyordu. Dudaklarımdan histerik bir kahkaha çıkarken kendime engel olmakta epey zorlanıyordum. "İnan çok korktum. Bana ne yaparsın inan çok merak ediyorum. Makyaj mı yaparsın yoksa oje mi sürersin?"
Mutlu gözlerini devirmiş kolumu tutan eli kolumu daha da sıkmıştı. Bunun üzerine kolundan tuttuğum gibi elini kolumdan uzaklaştırdım. Sarı cadı pençelerini geçiremediği için oldukça öfkeli görünüyordu. Tabii bu durum beni onun aksine mutlu ediyordu.
"Başak! Bir daha söylemeyeceğim! Biraz babana benze!"
Babam mı? Bu konunun babamla ne ilgisi vardı? İçimdeki öfkenin etkisiyle onun topuklularının tıkırtısıyla çıkıp gitmesine izin verdim. Kolunu sıkıca kavrayıp kendime çektim. "Ne demek istiyorsun? Açık konuş Mutlu!" Sesim dört bir yanda yankı yaparken onun yüzünde beni delirtmenin hazzıyla dolu bir gülümseme belirdi.
"Biliyorsun ki senin babanla benim babam bir dönem iş yapmıştı. Yani anlayacağın babanı tanıyorum. O eşine sadık birisiydi. Ama aynı şeyi annen için söyleyemeceğim," diyerek kıkırdadığında kolunu daha çok sıktım. "Kapa çeneni!" diye bağırdım. Ama onun susmaya hiç niyeti yoktu. Damarıma basmaya devam ediyordu ve bu işin sonunu görmesine rağmen bunu yapmaya devam edecekti.
"Yalan mı? Herkes gibi bende biliyorum Sedef Ateş'in neler yaptığını! O gece annen evli olan biriyle yani şoförle kaçtı Başak! Sende onun gibisin! Başkasının olana göz dikiyorsun!"
Sinirden beynimin karıncalandığını hissediyordum. "Mutlu sus!" diye bağırdım. Kolunu bırakıp sinirlerimi yatıştırmak için derin derin nefesler alıyordum. Ama bunun bana en ufak bir faydası dahi olmuyordu. Üstelik bunu yapmak ciğerlerime oksijen yerine öfke çekmeme neden oluyordu.
Gözlerimi yumup bekledim. Ama olmuyordu! Olmuyordu işte! Mutlu'nun bizzat kendisinin karşımda olması yetmezmiş gibi bir de sesi beynimin dört bir yanında yankılanıyordu. Sinirden elimi lavaboya sertçe indirdim. "Başak sakin ol," diyerek kendi kendimi sakinleştirmeye çalışırken onun sinir bozucu kıkırtısı geldi kulaklarıma. Sinirden elim ayağım titriyordu. Bunu bizzat görüyor ve üstelik yapabileceklerimin de farkındaydı. Ama buna rağmen onun susmaya hiç niyeti yoktu.
"Gülmeyi kes!" Sesim öyle yüksek çıkmıştı ki Mutlu bile bir anlığına donup kalmıştı. Ama bu durum kısa sürmüştü. Resmen sabrımı sınıyordu. Üstelik bunu yaparken onun hakkında düşündüğüm sona adım adım yaklaştığının farkında bile değildi. "Ne oldu?" diye sordu birden. Ateş saçan gözlerimi onun sinsi yılan gibi bakan gözlerine diktim.
"Ben sana ne olduğunu söyleyeyim. Eğer şimdi sesini kesip buradan çıkmazsan dolgun dudaklarındaki ruja çok yakışacak bir sanat eserini yüzüne yapabilirim," dediğimde ellerimi belime koyup tam karşısında dimdik durdum. Mutlu ise "Sen bana hiçbir şey yapamazsın. Unutma ki en ufak vukuatında baban seni bu okuldan alır," dedi ve gülümsedi.
Bu doğruydu. Babam kesin beni okuldan alırdı. Ama benim için hiçbir şey bu kadar kolay değildi. "Bu doğru ama sen yine de şansını fazla zorlama," dedim ama bu sefer son sözünü söylemişti. "Annenin kızı olduğunu kanıtlaman beni korkutmaz." Her bir sözcüğü sırf beni sinirlendirmek için söylediğine emindim. Damarıma basar gibi her bir sözcüğü üstüne basa basa vurgulamıştı.
Gözlerimi yumdum. Boğazımda atan nabzı hatta vücuduma yayılan adrenalini bile hissedebiliyordum. Ellerim karıncalanıyordu. Bacaklarım uyuşmuş beynim ise düşünme yetisini tamamen kaybetmişti. Boynumu kütürdettim. Gözlerimi tekrar açtığımdaysa gözlerimden çıkan ateşi daha yeni fark edebilmişti. "İşte şimdi bittin," dememle ona fırsat bile vermeden saçını tuttum. Mutlu bana vurmaya çalışıyor ama bunu beceremiyordu.
Kapıyı açıp Mutlu ile birlikte dışarı çıktım. Saçını bırakıp onun yere düşüşünü izledim. Bir anda tüm koridordakiler bize bakarken Mutlu yerden kalkıp bana karşı bir atakta bulunmuştu. Bense kolunun altından geçip onu tuttuğum gibi tekrar yere çakmıştım. Öğrenciler soluksuz bizi izlerken bir kısmı bizi kayda bile alıyordu. Ama bunun bir önemi yoktu. Gözlerim dönmüştü bir kere.
Mutlu yerden kalktı dalgınlığımı fırsat bilip saçımı tuttuğunda koluna sıkı bir dirsek darbesi attım. Bununla birlikte saçımı bırakmıştı. Saçımdaki tokatı sıkıp sinirle onun saçlarını elime doladım. "Kavga var!" dedi biri. "Başak bizim Mutlu'yu dövüyor," dedi bir başkası. Bir anda koridor kalabalıklaşmıştı. Hatta Selma ile Emre de gelmişti. Daha sonra Korkmaz gelmiş onu bırakmam için bana imalı bakışlar atıyordu. Ama ne benim onu bırakmaya niyetim vardı ne de onun dayaksız bu işten sıyrılmaya niyeti.
"Başak yapma," dedi Selma korku dolu gözlerle bana bakarken. Mutlu çığlık atarken herkes bize bakıyordu. Kimse yanıma yaklaşmaya cesaret bile edemiyordu. Gözlerim dönmüştü bir kere. Tam o sırada ateş saçan gözlerim kalabalığı yarıp gelen Soral'ı buldu. Mutlu bana vurmaya çalışırken diğer elimle de kollarını arkada birleştirdim. Daha sonra onu sürüklercesine yürüttüm. Soral'a doğru yaklaşan her adımım içimden bir parçanın kopmasına neden oluyordu.
"Soral," diye seslendim. Onun gözlerindeki korku beni zerre etkilemezken yüzüme acı dolu bir gülümseme yayıldı. Bizimkiler şok olmuş bir şekilde bize bakarken "Sevgilini yakala," diyerek aramızda birkaç adımlık mesafe kaldığından Mutlu'yu onun kollarına doğru fırlattım. Herkesin bakışları benim üzerimdeydi. Üstelik bir el kolumu tutmuş gitmeme mani olmuştu.
Gözlerimi elin sahibine çevirdiğimde Korkmaz ile göz göze geldim. "Başak sen ne yaptın?" dediğinde onun bile beklemediği bir anda kolunu tutup arkaya doğru çevirdim. Daha sonra kulağına doğru eğildim. "Bu meseleye sakın karışma," diye fısıldadım. Daha sonra onu ve hatta Selma'yı bile arkamda bırakarak ilerlemeye başladım. Adımlarım öfkeyle yeri döverken kalabalığın bakışlarını üzerimde hissettim. Gözlerim birbirinden farklı simalarda gezinirken bana açtıkları yolda ilerlemeye başladım. Ta ki onun sesini duyana kadar...
Adımlarım bir anda durmuştu. Olduğum yere çivilendiğimi hissediyordum. Bu duyduklarımın doğru olmamasını diliyordum. Ama ne yazık ki doğruydu. Gözlerimi sesin geldiği yöne çevirdim. Deniz gözler yılan gibi bakan gözlerle buluşmuştu. "Bana ne yaptığını gördün değil mi? Onun şeytan olduğunu sana söylemiştim. O kız tehlikeli," dedi Mutlu küçük bir çocuk gibi dudak büktüğü sırada. Yalandan ağlayıp Soral'a sarıldığında öylece onlara bakakalmıştım.
Mutlu'nun söylediği doğruydu. Bu ikisinin arasında bir şeylerin olduğu çok açıktı. Üstelik bunu bunca zaman anlamayan sadece benim kıt kafamdı. Selma'nın bakışlarını hissettim onca kalabalığın arasında. Gözlerimden istemsizce iki damla yaş aktı. Bunu gören Selma başını iki yana sallarken ve hatta yanıma gelmeye niyet ettiğinde onu elimle durdurmuş yanıma gelmesine engel olmuştum.
Kalabalıktan bir an önce uzaklaşmalıydım. Yalnız kalıp bugün yaşananları sindirmem gerekliydi. Onca insanın bakışları arasında bir anda mavi gözler beni bulmuştu. Mutlu'nun kollarından tutup ondan uzaklaştı. Bana doğru gelirken benden hesap soracağını düşünmüştüm. Sonuçta kim sevgilisi dayak yerken bu duruma sessiz kalırdı ki?
"Başak," dedi Soral tam karşımda dikildiğinde. Gözlerimi içimde yanan ateşimi söndürmek için onun deniz mavisi gözlerine diktim. Ama olmadı. Onun gözlerine baktığımda Mutlu'nun yansımasını görüyorum. "Sevgilinin yanına dön! İkiniz de beni rahat bırakın!"
Sesim tüm koridoru inletirken ertesi günün okul manşetlerinde olacağımdan en ufak bir kuşkum dahi yoktu. Arkamı dönüp gitmeye niyet ettiğimde bu sefer de o tuttu kolumdan. Ama buna daha fazla tahammül edemedim. Onun kolundan tek hamlede kurtulup fakülte binasından çıkmak için hızla ilerledim. Kalabalığı yararak ilerlerken artık gözyaşlarıma daha fazla hakim olamayacağımı hissediyordum.
Fakülte binasının kapısına geldiğimde bir şeyin farkına varmış oldum. Mutlu söylediği sözlerin cezasını misliyle almıştı. Ama benim içinde hala bir huzursuzluk vardı. Üstelik bunun sebebini her ne kadar kabul etmek istemesemde çok iyi biliyordum. Selma her zamanki gibi haklı çıkmıştı. Ben Soral'a aşık olmuştum.
Bunu anlamak neden bana bu kadar acı veriyordu. Neden kalbimin tuzla buz olduğunu hissediyordum. İçimden kopan parçaların canımı yaktığını hissediyordum. Tam o sırada gök gürledi. Bir anda bastıran yağmur her saniye daha da arttırdı hızını.
Gözlerimi gökyüzüne dikip gri renk bulutlara baktım. Çakan şimşeklere baktım. Bir belirip bir yok olan ışıklar gözlerimi alırken bir anda adımımı dışarı atmış kendimi sağanakla buluşturmuştum. Gözlerimden akan yaşları sağanak gizliyordu. Artık ben bile ağladığımı anlamıyordum. Yutkundum. Tam o sırada "Başak," dedi bir ses. Bu ses onun sesiydi. Onu ne görmek istiyordum ne de sesini duymak istiyordum. Sırf bu yüzden "Yalnız kalmak istiyorum," diye mırıldandım.
Bunun üzerine Soral beni şaşırtacak şeyi yaptı. O da kendini sağanağa bırakmış kollarını arkamdan omzuma dolamış beni hapsetmişti. Onun kollarında ağlıyor olmak canımın daha da çok yanmasına neden olmuştu. "Bırak!" diye bağırdım. Ama o bırakmadı. Onun yerine öylece durdu. Soluğu bu soğuk havada bile boynumu yakıyordu. Dokunuşu onca kızgınlığıma rağmen kalp atışlarımın daha da hızlanmasına neden oluyordu.
İşte o an anladım ona ne kadar aşık olduğumu. Onun kollarından ayrılıp yağmurda ilerlerken anladım. Onu ardımda bıraktığımda anladım. Onun için gözyaşı dökerken anladım. En önemlisi yaşadığım hayal kırıklığının öznesi o olunca anladım ona aşık olduğumu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 3.54k Okunma |
381 Oy |
0 Takip |
36 Bölümlü Kitap |