
(2.yıl...)
Yaşanan olayın üzerinden aylar geçmişti. İlk yılımızı geride bırakmış ikinci sınıfa geçmiştik. Üstelik geçen onca zamana rağmen Soral ile tek kelime dahi konuşmamıştım. Aramızda yaşanan olay ona aşık olduğumu anlamamı sağlamıştı. Ama ne yazık ki tüm yaşanan bundan ibaret değildi. Soral her fırsatta benimle iletişime geçmeye çalışmıştı ki bu durumdan Selma da payını almıştı. Ondan her seferinde kaçtım. Ben kaçtıkça da o kovalamıştı. Ama artık bunun bir önemi yoktu. Sonuçta birinci sınıfı bitirip ikinci sınıfa geçmem temiz bir sayfaya geçme imkanı sağlamıştı. Bakalım beni bu yıl neler bekliyor?
Okulumuz daha ilk günden bir etkinlik düzenleme kararı almıştı. Tüm okul bugün tabiat gezisine gidiyoruz. Daha doğrusu sadece Selma gidiyordu. Tabii hanımefendinin çenesi bir türlü durmak bilmeyip beynimi bir matkap gibi deldiğinden onunla gitmek zorunda olduğum kısmını çıkarırsak her şey gayet güzel olabilirdi. En azından benim açımdan...
Yani anlayacağınız canım kuzenim Selma ile birlikte bugün tabiat gezisine katılıyorum. Aman ne güzel! Bunda kızacak ne var dediğinizi duyar gibiyim. Sorun Soral'ın ve yılan bakışlı Mutlu'nun da orada olacak olması. Onları değil bir arada görmeye ayrı ayrı bile görmeye henüz hazır değildim. Ama Selma'ya sözüm vardı. Gitmezsem veya sözümden caymak gibi bir hatada bulunursam kendi ölüm fermanımı bizzat kendim imzalamış olup beni öldürmesine sebep olabilirdim. Anlayacağınız gitmeye resmen mecburum. Of Selma of!
"Başak hadi gidelim," dedi Selma heyecanlı heyecanlı. Ondaki bu heyecan bile enerjimi yerin dibine hatta eksi sayılara falan çekiyordu. Çünkü Selma'nın aklımdan geçenleri görebiliyordum. Muhtemelen kendisi Emre ile oturacaktı. Peki ya ben? Umarım korktuğum başıma gelmezdi.
Selma'nın sabırsızlıkla kolumu koparacak kadar beni servise doğru çekmesiyle koluma astığım çantam yere düşmüş içindekiler yere saçılmıştı. Öldürücü bakışlarımı ona diktiğimde saniyesinde servise kaçmıştı. Sonuçta kaçmasaydı gazabımdan kurtulamayacağını kendisi de biliyordu.
Söylene söylene eşyalarımı çantama tıkıştırdım. Daha sonra serviste şoförün hemen arkasındaki boş koltuklardan cam kenarındakine oturdum. Gözlerimi cama dikip içimden bir an önce yola çıkmayı dilemiştim. Ama o an aklıma Selma'nın nerede olduğu sorusu takıldı. Gözlerimi camdan alıp arka tarafa çevirdim. Tam da tahmin ettiğim gibi Emre ile birlikte oturmuş kıkır kıkır gülüyordu. Şimdi istediği kadar gülebilir. Eve bi gidelim ben ona yapacağımı çok iyi biliyorum!
Gözlerimi sinirle tekrar camdan dışarıya diktim. Daha birkaç saniye bile geçmeden yanıma birinin oturduğunu hissettim. Servisin kapısı kapanmış artık yola çıkmaya hazırdık. İçimdeki merak duygusunun da etkisiyle yanımda oturanın kim olduğuna bakmak için başımı çevirdim. O an küçük çaplı bir şok yaşamıştım. İçimden kara bahtıma sövüyordum!
"Sen," dedim inanamayarak. Mavi gözleri gözlerimde gezinirken dudakları keyifle yukarı doğru kıvrıldı. "Evet ben," derken hemen önümüzde oturan hocayla göz göze geldiğimizden yer değiştirme gibi bir imkanımın da olmadığını anladım. Üstelik hiç boş koltuk da yoktu. Lanet olsun!
"Yine mi Soral? Burada da mı yani?" dedim en sonunda dayanamayarak. Bu tepkim karşısında Soral'ın yüzündeki gülümseme solmuş bakışlarını kaçırmayı tercih etmişti. "Başak neden seninle konuşmama izin vermiyorsun? Neden hep benden kaçıyorsun?"
Sorduğu soruyla afallamıştım. Sorunun cevabı yeterince açık değil miydi? Onun sevgilisi olacak alçak annem hakkında neler söylemişti. Üstüne üstlük onunla birlikte olduğunu bir de ondan duyacak cesareti kendimde bulamıyordum. İşte sırf bu yüzden "İzninle ben uyuyorum," diyerek kollarımı kavuşturup gözlerimi yumdum. Daha ne diyeceğini bile dinlemeden başımı cama yaslayıp kendimi uykuya verdim. Belki de uyumak şu an benim için en iyi çözüm yoluydu.
*******
Yaklaşık yirmi beş dakika sonra orman yoluna girdiğimizi belli eden sallantılarla kafamı cama vurup gözlerimi açtım. Bir yandan başımı ovuşturuyor bir yandan da ayılmaya çalışıyordum ki bir de ne göreyim!
Göz bebeklerim devasa bir boyuta ulaşmış şu an içinde bulunduğum durumu idrak etmeye çalışıyordum. Ben cama yaslanıp uyuduğumu sanarken meğerse Soral'ın koluna yaslanıp uyumuşum. Rezil olmuştum resmen. Başım onun omzuna yaslı bir şekilde mavi gözlerine diktim gözlerimi. Ben şaşkın şaşkın ona bakarken o ise etkileyici gözlerini yüzümde gezdirmeyi tercih etmişti.
Büyülenmiş gibi onun deniz mavisi gözlerine bakarken aklıma yaşadıklarım gelmiş bir anda yerimden doğrulmuştum. Üstelik berbat bir oyuncu olduğumdan yalancı öksürüğümle de az daha ölüyordum. Ama konumuz bu değil.
"Başak," dedi Soral bir anda. Keskin bakışlarımı onun gözlerine diktim. Benden bu tepkiyi beklemediğinden ilk başta afallayıp kalsada herkesin servisten birer birer inmesiyle "Başak, hoca bizi grup yaptı," dedi birden. İçimden şansıma söverken onu ekip servisten indim. Acilen Selma'yı ikna edip Emre ile Soral'ı grup yapmalıydım. Kalabalığın arasından bizim sarı kafayı bulmam kısa sürmüştü. Ama ne yazık ki çoktan Emre ile ormana doğru yol almışlardı. Herkes giderken servisin önünde Soral ile bir başıma kalmıştım.
"Nereye?" diye sordu Soral. Gözlerimi ona çevirdiğimde bu durumumuzdan oldukça keyif aldığını anlamış oldum. Kollarımı göğsümde kavuşturup ona baktım. Bunu söyleyeceğim aklımın ucundan bile geçmezdi. Ama onun yerine Korkmaz ile birlikte olmayı tercih ederdim. Bunu bana söyleten hayat sizlere neler yapmaz bir düşünün derim!
"Senden uzağa!" diye bağırdım en sonunda. Soral pes edercesine ellerini havaya kaldırıp güldü. "Üzgünüm ama harita bende," dediğinde sinirli bir nefes verdim. Ya seve seve ya da...
Derin bir nefes aldım. Anlaşılan başka çarem yoktu. Zaten olsaydı da bendeki bu şansla o ihtimalin de ortadan kalkacağına adım kadar emindim. "Peki!" İstemeyerek de olsa Soral'ın peşine takıldım. Tıpkı annesinin peşine takılmış yavru ördeğe benziyordum. Bu durumdan hiç memnun değildim. Hem de hiç!
"Bana bak. Benden iki adım ötede duracaksın ona göre," diye de küçük bir uyarıda bulunmayı da ihmal etmedim. Soral ise gülerek beni başıyla onaylamayı tercih etmişti. Resmen Soral ile baş başa kalmıştık. Bu olacak iş miydi şimdi? Bugün olanlar sabrımı iyice sınıyordu. Ama sakin olmalıydım. Sonuçta çok kısa bir süre sonra bu iş bitecekti. Yani en azından ben öyle umut ediyorum.
"Başak," dedi Soral birden. Önümde durup mavi gözlerini gözlerime dikince donup kalmıştım. Başak gardını indirme kızım! Biliyorum gözlerine bakmak bile nefesini kesiyor! Ama gardını indirme! Gerekirse oksijensiz solunum yap ama gardını indirme! Sakın!
İçimden kendi kendimi gaza getirmem yetmezmiş gibi Soral'ın bana yaklaşıyor oluşu işimi iyice zorlaştırıyordu. Tam ona dur demeye niyet etmiştim ki o bana söz verdiği gibi benden tam iki adım ötede durdu. "Başak ben olanları biliyorum," dedi mavi gözleri gözlerimde gezinirken. Yutkundum.
Bakışlarımı otomatik olarak düşünme yetimi geri kazanmak için başka bir yere odakladım. Birkaç saniye sonra tekrar ona baktığımda "Neden sevgilinin tarafını tuttun o zaman?" diye sordum. Soral bu söylediklerim karşısında gülmeye başlamıştı. Komik olan bir durum vardı da benim mi haberim yoktu?
Gözlerim şüpheyle onun yüzünde gezerken "Komik bir durum mu var? Varsa söyle de bende güleyim," dedim kendime daha fazla engel olamayarak. Soral bu sefer dudaklarını birbirine bastırıp gülmesine engel olmaya çalıştı. Daha sonra yüzünde belirgin bir gülümseme ile birlikte dudaklarını bu sefer konuşmak için araladı.
"Sana tek bir sorum var. Mutlu sence şu an nerede?" Bunu sorduğunda sorunun öznesi daha şimdiden kıskançlık damarlarımı kabartmaya yetmişti. Ama bir anlığına duraksamama da neden olmuştu. Sahi Mutlu şu an nerede? O bu tabiat gezisini asla kaçırmazdı. Üstelik Soral ile olma fırsatını asla!
"Ne demek istiyorsun?"
"Mutlu yok artık Başak," dediğinde istemsizce gülümsedim. "Nasıl?" diye sordum dayanamayarak. Soral'ın mavi gözleri gözlerime kenetlendiğinde sözünü çiğnemeye karar vermiş olacak ki aramızdaki iki adımlık mesafeyi tek adıma düşürmüştü. "O gün konuşulanları ses kaydına alan bir kız sesi dekana dinletmiş. Mutlu babası tarafından cezalandırılıp İngiltere'ye götürülürken bende ses kaydıyla olanların onun suçu olduğu öğrenmiş oldum."
Söylediklerine tam olarak nasıl bir tepki vermem gerektiğini kestiremiyordum. Mutlu'nun gitmiş olmasına sevinmem mi gerekiyordu yoksa Soral ile aralarında bir şey olduğu gerçeğini hatırlayıp üzülmem mi?
"Peki o zaman. Neden onun tarafındaydın? Yani sevgilinin," diye sordum zar zor. Bu soruda geçen kelime bile yutkunmama neden olurken cevabı beni daha çok korkutuyordu. Gözlerim tereddütle onun mavi gözlerinde gezinirken gülümsedi. "Sevgilim mi?" Bunu sorduğundaki ses tonu daha çok dalga mı geçiyorsun der gibiydi.
Soral elini saçlarına daldırıp karıştırdı. Kıkır kıkır gülerken "Mutlu benim sevgilim değil. Olamaz da. Bunu sana kim söyledi bilmiyorum. Ama her kim söylemişse sana yalan söylemiş," dediğinde mutluluktan boynuna atlamamak için kendimi zor tutuyordum. Aralarında bir şey yoktu! Mutlu yalancı yılan!
Yüzüme istemsizce bir gülümseme yayılırken Soral da yüzünde genişçe bir gülümseme ile birlikte aramızdaki tek adımlık mesafeyi kapattı. Aramızda sadece birkaç santimlik mesafe vardı. Gözlerimde gezinen deniz mavisi gözleri beni adeta hipnotize ediyordu. Dalgalarında boğulduğumu hissediyordum. Nefes alamadığımı hissediyordum. Yutkundum.
"O olaydan sonra seni sürekli aradım. Ama ne telefonlarıma çıktın ne de yanına yaklaşmama izin verdin. Seni çok merak ettim Başak. Yağmurun altında beni ardında bırakıp gittiğinden beri seni düşünüyorum. Tıpkı şu anda da olduğu gibi..."
Soral'ın mavi gözleri gözlerimde gezinirken yüzümün cayır cayır yandığını hissediyordum. Üstelik söyledikleri de kalbimin gümbür gümbür atmasına neden olmuştu. Göğüs kafesimin içinde kendini belli etmeye çalışan kalbimin sesini onun duymamasını umuyordum. İşte sırf bu yüzden Soral'ı yavaşça itip kenara geçtim. O bu duruma bir anlam veremezken oksijen deposunun ortasına oksijensiz kaldığımdan tek kelime bile etmeden ilerlemeye başladım. Daha birkaç adım atmıştım ki Soral ile birlikte başıma ne geldi bilin bakalım! Ayağımı attığım yerde bela olmasa şaşardım! Adımımı atmamla Soral ile beraber tırmanması imkansız bir çukura düştük!
"Başak sen iyi misin?" diye sordu Soral panikle. Onu başımla onaylayıp düştüğüm yerden kalktım. "Ben iyiyim. Sen iyi misin peki?" Gözlerim endişeyle ve daha çok da utançla yüzünde gezindi. "İyiyim ama sanırım mahsur kaldık." Bunu söylediğinde içimden kendime küfür etmekten başka bir şey yapmamıştım. İki dakikalık romantizm de işte böyle son bulur! Ah Başak ah! Ne diye bakmazsın adımını attığın yere?
"Şimdi ne yapacağız?" diye sordum panikle. Bu halim onu keyiflendirmiş olacak ki oturup kollarını kavuşturdu. Rahat tavrına karşılık ona şok olmuş bir şekilde baktım. En sonunda dayanamayarak "İmdat! Kurtarın bizi! Sesimi duyan yok mu?" diye bağırdım. Ben panikle ayakta bağırırken o sadece gülüyordu. Soral resmen yerde oturmuş gülüyordu. Bana gülüyordu. Bana!
"Komik olan ne?" Bu soruma karşılık mavi gözlerini gözlerime dikmiş gülmemek için dudaklarını birbirine bastırıyordu. "Hiç," diye mırıldandı. Ama ben biliyordum bu hiçin anlamını. Resmen benimle dalga geçiyordu. Ellerimi belime koyup ona kaşlarımı çatarak baktım. "Hiç öyle mi Soral Bey? Ben burada üşüyeyim sen anca gül. Ama benden söylemesi biraz daha dalga geçersen seni de Mutlu gibi döverim."
Kendim bile onu tehdit ettiğim gerçeğine inanmak istemiyordu. Ama olan olmuştu. Sonuçta benimde sabrımın bir sınırı vardı. Gözlerimi ondan kaçırıp çukurun üst tarafına diktiğimde arkamda onun soluğunu hissetmiştim. "Özür dilerim olan her şey için," diye fısıldadığında yutkundum. Üzerindeki kahverengi hırkayı çıkarıp benim omuzlarıma attı.
Kendimi hırkaya sarılmış bulduğumda arkamı dönüp onun deniz mavisi gözlerine baktım. Boyu benden oldukça uzun olduğundan başımı kaldırmak zorunda kalmıştım. Ama bu bende daha çok gökyüzüne bakıyormuşum gibi bir hissiyat yaratıyordu. Bir de gözleri bu betimlemeye tam uyuyordu.
"Soral," diye fısıldadım. Adını söylemek bile kalbimin heyecanla çarpmasına yetiyordu. İlgili gözleri gözlerimde gezinirken "Benden neden özür diledin?" diye sordum. Bunun üzerine dudakları keyifle yukarıya doğru kıvrıldı. "Çünkü en başından itibaren senin yanında olmalıydım. Mutlu'nun yanımda gezmesine bile izin vermemeliydim. Seni üzmesine izin vermemeliydim. Bu konuda sana bir özür borcum var Başak."
Bunun üzerine başımı olumsuz anlamda salladım. "Bunlar senin suçun değildi. Lütfen böyle düşünme," dediğimde gülümsedi. Ben Soral'ın gözlerine bakakalırken şapşal beyimiz bu durumdan epey zevk alıyormuş gibi görünüyordu. Cebinden telefonu çıkarıp tüm bunları ardımızda bıraktığımızı göstermek için ikimizin beraber fotoğrafını çekmeye başlamıştı. Onun bu haline gülmeden edemezken "Mahsur kaldık ve sen bu yaşadığımızı ölümsüzleştirmeye mi çalışıyorsun?" diye sordum inanamayarak.
Soral ise gayet kendinden emin bir şekilde beni başıyla onaylayıp "Ben halimden gayet memnunum," demeyi de ihmal etmedi. Daha sonra fotoğraflarımızı çekmeye devam etti. Bende onun bu haline karşılık telefonun ekranına baktım. Yüzüme otomatik olarak yerleşen gülümsememle onunla yan yana poz verdim. Hatta bir fotoğrafta birbirimize bile bakmıştık. Gerçekten çok şapşaldık!
Soral kamerayı kapatıp bu seferde arama yapmaya çalıştı. Ama ikimizin de çabaları boşa çıkmıştı. Telefonlar hiçbir türlü çekmiyordu. Anlaşılan birilerinin yokluğumuzu fark edip bizi bulmasından başka çaremiz yoktu. "Kaldık burada," dedim bıkkın bir nefes verdiğim sırada. Soral ile birlikte yere oturmuş yardım beklemeye başlamıştık. Ama kimsenin bizi kurtaracağı yoktu anlaşılan. Kaybolalı yaklaşık üç saat olmuş üstüne hava kararmış gökyüzünde ay ve yıldızlar her zamanki yerini almıştı.
"Ben seninle burada olduğum için memnunum," dedi Soral mavi gözleriyle beni büyülerken. Bu sözlerine karşılık nasıl bir tepki vermem gerektiğini bilmiyordum. Sadece gözlerine bakıyordum. Nefes bile almadığıma emin olabilirsiniz. Karanlıkta laciverte çalan gözleri gözlerimde gezinirken bu sefer gözleri kaçıran ben olmuştum. "Bende," diye mırıldandım.
Bu cevabım hoşuna gitmiş olacakki kıkırdadığını duyabiliyordum. Başımı çevirip ona baktım. Gözleri karanlıkta koyu mavi olmasına rağmen ışıldıyor kalp atışlarımın hızlanmasına neden oluyordu. Kendime engel olamayarak başımı onun omzuna yaslayıp gökyüzüne bakmaya başladım. Bu yaptığıma daha kendim bile inanamazken onun bakışlarından da bu duruma ne kadar şaşırdığını anlayabiliyordum.
Bir süre sonra Soral da bu duruma alışmış olacak ki kolunu omzuma atıp beni kollarının altına aldı. Başını başıma yaslamış birlikte yıldızlara bakmaya başlamıştık. Gökyüzü karanlığını bastırmaya niyetli dolunayın yanına serpiştirilmiş binlerce yıldızla süslenmişti. Bu büyüleyici manzarayı onunla izlemek bile ayrı güzeldi. Gülümsedim.
Her ne kadar ormanda kaybolmuş bir de üstüne çukura düşüp mahsur kalmış olsak da bu güzel anın tadını çıkarmaya karar verdim. Gözlerimi yıldızlardan alıp kalbimi çarptıran deniz gözlere çevirdim. Deniz gözleri sanki yakamozla doluymuş gibi ışıl ışıldı. Öylesine güzel bakıyordu ki gökyüzüne o an bana da böyle bakmasını dilemiştim. Bana da böyle bak Soral!
İç çektim. Gözlerim onun yüzünde gezinirken bir anda bakışlarını bana çevirdi. "Biliyor musun Başak?" diye sordu birden. Merakla ona baktım. "İlk defa gökyüzüne bakmak bana bu kadar huzur veriyor."
Yüzüm kızarmış istemsizce kıkırdamıştım. "Biliyor musun Soral?" diyerek ben ona soru sordum bu sefer. Karanlıkta lacivert renge dönen gözleri gözlerimde gezinirken bana hiç olmadığı kadar yakındı.
"İlk defa birinin gözlerine baktığımda gökyüzüne bakıyormuşum gibi hatta engin bir denizi seyrediyormuşum gibi hissettim."
Soral'ın dudakları keyifle yukarı kıvrıldı. Bana yavaş yavaş yaklaşmaya başladı. İşte şimdi hapı yuttun Başak! Acilen kaç! Çabuk! Panikle işaret parmağımı gökyüzüne doğru uzattım. "Soral," dediğimde aramızdaki bir milimlik mesafeyi gülerek genişletmiş bakışlarını işaret ettiğim yöne çevirmişti. Elimle en parlak yıldızı gösterip "Şu yıldızın adını biliyor musun?" diye sordum birden.
Soral bu lafı değiştirme çabamı kendi içinde takdir ederken gülmeye başlamıştı. Rezilsin Başak! Rezil! İçimden kendi kendime utanç çığlıkları atarken Soral kollarıyla beni sarıp sarmalamış kıkırdayarak gökyüzüne dikmişti gözlerini. "Kutup yıldızı değil mi?"
Bu sefer gülen bendim. "Hayır. Onun adı Sedef yıldızı," dedim bir anda. Bu isimi sesli söylemek bile bir anda durgunlaşmama neden olmuştu. Üstelik bu durumu Soral da fark etmişti. "Sedef kim?" diye sordu ilgiyle. Bunun üzerine dolan gözlerimi onunkilere çevirdim. "Annem."
Bu kelimeyi sesli bir şekilde dile getirmeyeli epey bir zaman dilimi geçmişti. Boğazıma küçük bir yumrunun oturduğunu hissettim. Soral'ın endişeli bakışları yüzümde gezinirken "Annene ne oldu?" diye sordu. Derin bir iç çektim. Gözlerimi Sedef yıldızına dikip dudaklarımı araladım.
"Ben beş ya da altı yaşlarındayken annem kardeşime hamileydi. Bir gün sancısı tutmuş beni yengeme bırakıp hastaneye gitmişti. O gün babam işte olduğundan onu bekleyememişti. Akşamüzeri babam eve döndüğünde ise annemden bir telefon geldi. Tam kardeşimin cinsiyetini söyleyeceği sırada trafik kazası geçirdi. Sevinci yarıda kaldı. Ne yazık ki o gün ikisini de kaybettik."
Soral tek nefeste anlattıklarım karşısında donup kalmıştı. "Ben ne diyeceğimi bilemiyorum. Çok üzüldüm," diyebildi sadece. Bunun üzerine buruk da olsa gülümsedim. "Üzülme. Yaşananlar her ne kadar acı verse de insan zamanla alışıyor ne yazık ki. Peki senin ailen nerede?"
Sorduğum bu soruyla birlikte Soral'ın yüzündeki ifade kendini derin bir kedere bırakmıştı. Keşke sormasaydım dedim içinden. Daha şimdiden pişman olduğum soruyu Soral boğazına yumru oturmuşta ağzından çıkan her bir sözcük canını yakıyormuş gibi söylemişti. "Ben ailemi hiç tanımadım. Ablamla ben çocuk esirgeme kurumunda büyüdük."
Ah Başak! Kendi kendimi boğmak istiyordum. Ne diye çocuğun en hassas noktasını sorarsın ki? Neden? Aptalsın! Koca bir aptal! Pişmanlıktan saçımı başımı yolasım geliyordu. Özellikle onu böyle durgunlaştıran benken düştüğüm çukura toprak atmalarını diliyordum.
"Ben bilmiyordum. Keşke şom ağzımı hiç açmasaydım. Çok özür dilerim," dedim pişmanlıkla. Soral bu halime gülerken içim biraz olsun rahatlamıştı. Hatta sırf beni rahatlatmak için konuyu değiştirmeye karar vermiş işaret parmağıyla başka bir yıldızı gösterdi. "Başak şu yıldızda bizim yıldızımız olsun mu?" Heyecanına ortak olup kıkırdadım.
"Olsun. Hatta adı da..."
"SorBaş olsun," dedik ikimiz de aynı anda. İkimizin de aynı şeyi söylemesi kıkırdamama neden olurken onun etkileyici bakışları üzerimde gezindi. "Çok güzel gülüyorsun," dedi birden. Onun bu ani iltifatıyla donup kalmıştım. Yüzüm kızarmış aval aval ona bakıyordum. "Ne?" diye sordum dayanamayarak. Sanki duyduğum şeyin bir rüyadan bir hayalden ibaret olmasından korkuyordum. Bunu tasdiklemeye ihtiyacım vardı.
"Çok güzel gülüyorsun Başak," diye tekrarladı. Kesinlikle onu yanlış anlamamıştım. Bu bir hayal veya rüya da değildi. Bu gerçekti. Şu an Selma'nın yanımda olmasına ihtiyacım vardı. Beni cimcikleyip yaşayıp yaşamadığımı kontrol etmesi gerekiyordu. Hem de acilen!
Nefesimi tutmuş öylece bakıyordum. Ama kesinlikle boş bakıyordum. O an onun deniz mavisi gözleri bilincimi yerine getirdi. Birbirimizin gözlerine bakıp gülümsedik. Artık ikimizin ortak bir yıldızı vardı. Artık her gece gökyüzüne baktığımızda birbirimizi göreceğimiz bir yıldızımız vardı. Ben onun kollarının altındayken ikimiz birlikte yıldızımıza baktık. O sırada gökyüzünden bir yıldız kaydı.
"Soral yıldız kaydı. Çabuk bir dilek tut," dedim heyecanla gökyüzüne bakarken. Bu heyecanlı halim onu hem güldürmüş hem de keyfini yerine getirmişti. "Ben tuttum bile," dedi deniz maviliklerini gözlerime diktiğinde. Gülümsedim. Sonra ne dilek dilemem gerektiğini düşünmeye başladım. Gözlerimi yumdum ve ciğerlerime soğuk havayı çektim. Hatta farkında olmadan onun kokusunu da çektim içime.
Düşüncelerimin dört bir yanında o vardı. "Bende," diye mırıldanıp gözlerimi araladım. Meraklı bakışları bir süre yüzümde gezinirken o an içimden onu dilendim. Tüm kalbimle kayan yıldızdan onu bana getirmesini diledim. Soral'ın benimle olmasını diledim. Benimle...
*******
Uyuyakalmıştık. Bunu anlamamı ise tepemizden yansıtılan göz alıcı beyaz ışıkla gözlerimizi açtığımız an anlamış oldum. "Başak," diye cırladı Selma. Onun sesiyle kendime geldiğimi hissederken Soral ile birlikte ayağa kalkıp tepeye baktık. Saatler sonra bulunmuştuk.
"Kızım iyi misiniz?" diye sordu babam bu seferde. Gözlerimi kısıp beyaz ışıktan yüzünü seçmeye çalışıyordum ki bir şeyin farkına vardım. Polis hatta jandarma bile buradaydı. Babam utanmasa FBI'ya da haber verecekmiş. İstemsizce bu duruma başımı sallarken Soral ile göz göze geldim. Onun yüzündeki ifadeden anladığım kadarıyla bu duruma bir açıdan seviniyor bir açıdan ise üzülüyordu. Tam olarak neye üzüldüğünü kestirememiştim.
"Başak bende buradayım," diyerek tekrar kendini hatırlatma gereği duydu Selma. Gözlerimi Soral'dan alıp ona çevirdim. Yüzünü iyi seçemediğimden elimle gözlerime gölge yapıp gözlerimi de olabildiğince kıstım. "Fark ettim Selma," diyerek diğer elimi de ona doğru salladım. Bu durum hoşuna gitmiş olacak ki yerinde sabırsızlıkla kıpırdandı. Selma tam bir çatlak!
"Başak," dedi Soral. Bu sefer gözlerimi Selma'dan alıp ona çevirdim. "Geçmişte yaşananları bu gece ardımızda bıraktık öyle değil mi?" Bu soruyu o kadar korkarak sormuştu ki ilk başta ne tepki vereceğimi bilememiştim. Bir anlığına duraksasamda güven vermek istercesine gülümsedim. "Merak etme. Her şey geride kaldı," diye mırıldandım.
Yüzündeki ifadeden bu söylediklerimin onu rahatlattığı belli oluyordu. Mavi gözleri gözlerimde gezinirken artık çukurdan çıkmamızın zamanının geldiğini belli edercesine tepeden halat sarkıtıldı. Bulunmamız nedense onu benden ayırdığı için bir açıdan üzülmeme neden olsa da artık her şeyin değişeceğini hiçbir şeyin artık eskisi gibi olmayacağını anladım.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 3.54k Okunma |
381 Oy |
0 Takip |
36 Bölümlü Kitap |