
Ormanda mahsur kalıp eve getirilmemin ardından sadece on dakika geçmişti ki Selma Hanım saniyesinde odama damlamıştı. Taze dedikodunun kokusunu alabilen hassas burnunu yüzünde muzip bir ifadeyle kırıştırmıştı. Onun bu haline karşılık gözlerimi devirmiş üzerimi değiştirmeme bile fırsat vermediğinden pijamamın üstünü bıkkınlıkla üzerime geçirmiştim. Keskin bakışlarımı ona çevirmiş bir yandan da pijamamın şortunu giyiniyordum. Üstümü tamamen giyinip ev kombinine geçiş yaptığımda ise ellerimi belime koyup tek kaşım havada baktım ona.
"Üstümü değiştirmeme bile fırsat vermedin," dedim kınarcasına. Bu tavrım Selma'nın gram umurunda değildi. Hatta bunu belli etmek için altın sarısı saçlarını geriye doğru savurup ajan edasıyla beni baştan aşağıya süzmeye bile başlamıştı. Mavi gözleri alışveriş merkezlerindeki radar gibiydi. Her an ötmeye hazırdı ki bu durum birkaç saniye bile sürmemişti.
"Ay! Ben artık daha fazla dayanamayacağım!" İşte bildiğimiz klasik Selma'nın çatlamak üzere olduğunu belli eden yardım çığlıklarıydı bunlar. Bilmiş bir ifadeyle ağzımdaki baklayı çıkarmamı bekliyordu. Ama çok beklerdi. Biraz daha çatlaması hoşuma gideceğinden ağzıma hayali bir fermuar çekmeyi tercih etmiştim.
"Of Başak ya! Yine ketumluğun tuttu! Resmen ağzından kerpetenle laf alıyoruz!" diye cırladığında umursamaz bir tavırla omuz silktim. Daha sonra sinir bozucu hatta buna itici demek daha doğru olurdu ki tam olarak bu kelimenin şekil almış hali olan misafir çocuğu gibi bakmaya başladım ona. Selma ise en sonunda patlama aşamasına gelmişti.
"Eğer şimdi oturup bana taze dedikodumu vermezsen yemin ederim çığlık atarım!" diye bağırdığında bu işlerin çirkinleşebileceğinin küçük bir göstergesiydi. Bu yüzden fragmanın dehşet verici kısmını görüp filmi izlemekten vazgeçen dönekler gibi saniyesinde gardımı indirmiştim. "Tamam sen kazandın," dedim pes ederek.
Selma sevinç çığlığını basmış yatakta oturmam için bana yer açmıştı. İkimiz de pijamalarımızı giymiş benim yatağımda sonu cehennemde odun olma garantili dedikodu seansımıza başlamaya hazırdık. "Anlat bakalım Başak Hanım. Saatlerce aşık olduğun adamla aynı çukurda baş başa olmak nasıl bir histi?" diye sordu Selma kıkır kıkır gülerken. Onun bu sorusuyla koluna küçük bir cimcik attım. Selma yerinden sıçradı. Dudaklarını küçük bir çocuk gibi bükmüş kolunu ovuşturmaya başlamıştı.
Onun bu haline gülmeden edemezken bu seferde keskin mavi gözlerini gözlerime dikti. "Bunu neden yaptın şimdi? Çok acıdı," diyerek hayıflandı. "Bu beni ektiğin içindi. Emre'nin aşkına beni bir başıma bıraktın. Üstelik sen bana yalvardın gidelim diye," diyerek sanki onu cimciklemem normal bir şeymiş gibi kısa bir açıklama yapmıştım. Selma ise sanki mahkemedeki hakimeler gibi bu ifademi geçerli kabul etmiş cırlayıp saçımı başımı yolmak yerine omuz silkmeyi tercih etmişti.
"Peki öyle olsun. Tüm bunlar benim hatam ama bir de işe iyi tarafından bakalım. Soral ile hayatın boyunca baş başa kalamayacağın kadar uzun bir süre o çukurda kaldın. Bence bana bir teşekkür borçlusun," dedi ve sarı bukleli saçlarını bilmiş bir tavırla geriye doğru attı. Kesinlikle iyi bir dayağı hak ediyordu. Ama benim kankalık kontenjanımın yegane sahibi olduğundan bu işten de yırtmayı başarmıştı.
"Sen çok fenasın," dedim işaret parmağımı ona doğru sallarken. Selma ise bu söylediğimi iltifat olarak almıştı. "Biliyorum tatlım da ben artık detay istiyorum!"
Onun tekrar ortalığı inleten ses tonunu kullanmasıyla acıyla yüzümü buruşturmuş artık buna daha fazla dayanamayacağımdan konuşmaya başlamıştım. "Otobüsten indiğimizde ormanda bir başımıza kalmıştık. O da fırsattan istifade benimle tekrar konuşmak istediğini söyledi. Tabii ben hemen ona resti çektim."
Selma sırıttı. Bu sırıtmanın anlamı sen resti çekmiş olsan sizi öyle mi bulurduk demekti. "Sonra Soral bana her şeyi anlattı. Biri Mutlu ile aramızda olanları ses kaydına alıp dekana gitmiş. Tabii bunu öğrenen Mutlu'nun babası onu cezalandırmak için okuldan alıp İngiltere'ye götürmüş," dememle Selma donup kalmıştı. Acaba kıza inme mi indi diye bir anlığına düşündüm. Ama öyle olmamasına rağmen Selma kaskatı kesilmiş tepkisiz bir şekilde yüzüme bakıyordu. Göz bebekleri bile santim oynamıyordu.
"Selma," dedim onu uyandırmak için. Ama olmadı. Sanki karşımda o yokmuş da balmumunundan heykeli varmış gibi hissetmiştim. Kaç kere elimi gözünün önünde sallayıp durmuştum ama nafile. Aşırı dedikodu yüklemesinden beyni error vermişti.
"Selma," diye bağırdım bu sefer. Uzun süren çabalarımın sonunda Selma'nın mavi gözleri tekrar fesatlıkla oynamaya başlamıştı. Anlaşılan az sonra aşırı tepkimeye giren kimyasal gibi dışarı taşacaktı. Korku dolu gözlerle ona bakarken "Başak ben yanlış mı duydum yoksa gerçekten Mutlu yılanı İngiltere'ye mi gitti?" diye sordu Selma.
Bu kısa süre içerisinde beynine format attığı belliydi. Onu korkarak da olsa başımla onayladım ve bununla birlikte saniyesinde bu yaptığımdan dolayı pişmanlık duymuştum. Çünkü Selma'nın gözlerinde havai fişekler patlamaya başlamış odam her an karnaval alanına dönebilirdi ki korktuğum başıma saniyesinde geldi.
"Ay! İnanamıyorum! Sonunda be! Kurtulduk!" diye çığlık çığlığa bağırmaya başladı Selma. Bir anda yatağa çıkmış küçük çocuk gibi zıplamaya başlamıştı. Ben ona hayretlerle bakarken bu çılgınlıktan nasibimi almış onunla birlikte ele ele yatakta zıplarken bulmuştum. İkimiz de sanki bütün gece içip sarhoş olmuşuz gibi kahkaha atmaya başladık. Gülüşme seslerimiz odanın dört bir yanında yankılanırken en sonunda zıplamaktan yorulmuş kendimizi yumuşacık yatağa bırakmıştık.
"Ay Başak o kadar mutluyum ki bunu dışarı çıkıp kutlamamız gerek!" dediğinde yattığı yerde yan dönüp bilmiş bir ifadeyle gözlerime baktı. Bu bakışla aklımdan geçen tilkileri görebiliyordum ve bu hiç iyiye işaret değildi. Selma'yı tanıyordum. Bu işim sonu kesinlikle ağır cezalar, idamlar, müebbetlerle bitecekti. Bunu bildiğimden başımı olumsuz anlamda iki yana salladım.
"Aklından bile geçirme," dedim arkamı ona doğru dönüp bu işten vazgeçmesini umarak. Ama hanımefendi şu an aşırı dozda mutluluk hormonu salgıladığından ona karşı vereceğim mücadele boşa çıkacaktı. Bunu çok iyi biliyordum. Sırf bu yüzden ona doğru dönüp sıkıntılı bir nefes verdim.
"Tamam kabul. Ama eğer başımız derde girerse seni parçalamakla da kalmam bunu bilmiş ol," diyerek öncesinden uyarımı yapmış oldum. Selma bunun üzerine başına gelebilecek her türlü belayı ve musibeti de kabul ederek sırıttı. İşte bu hiç iyiye işaret değildi. Selma yattığı yerden doğruldu. "Hadi hazırlanalım," diyerek dolabıma sakladığı bir yığın kıyafete daldı. Bense bıkkınlıkla yataktan kalkıp yanına gittim.
"Buna ne de dersin?" dedi bir tane elbiseyi üzerime tuttuğu sırada. Onu saniyesinde reddettim. Dolaptan siyah kotumu ve üzerine de siyah yarım atletimi çıkarıp onu kıyafetleriyle baş başa bıraktım. Üzerimi giyinip ayağıma da siyah topuklu ayakkabılarımı geçirdim. Daha sonra Selma üzerini giyinirken bende saçlarımı tepeden sıkı bir at kuyruğu olacak şekilde topladım.
Aynanın karşısına geçip kendime baktığımda halimden gayet memnundum. Son bir aşama kalmıştı o da hafif bir makyaj. Aynanın kenarından rimeli alıp yavaş yavaş sürmeye başladım. Selma da makyaj aynasında makyajını yaparken birkaç dakika içinde ikimiz de fıstık gibi olmuştuk. "Çok güzel olduk," dedi Selma sevinçle ellerini çırparken.
Gözlerimi mavi gözleriyle uyumlu bebe mavisi bir tulum giyen Selma'ya diktim. "Yine çok güzel oldun," dedim gülümseyerek. Selma bu iltifatımdan çok hoşlanmıştı. Otuz iki diş sırıtıp evdekilere görünmeden kaçabilmemiz için beni organize etmeye girişti. İkimiz topuklularla balerin edasıyla merdivenlerden inip kapının önüne çıktık. İlk aşamayı başarıyla atlatmıştık ama bir sorunumuz vardı. O da güvenlikten nasıl geçecek olduğumuzdu.
"Şimdi ne yapacağız?" diye sordum bu seferde. Selma ise sırıttı. Onu izlememi tavsiye eden bakışlarıyla dış kapıyı açtı. Ben ona hayretle bakarken güvenliğin bahçenin öbür ucundan bize doğru yaklaştığını gördüm. Henüz bizi fark etmemişti. Bu yüzden aceleyle Selma'nın kolundan tuttuğum gibi kapıdan çıkıp koşmaya başladım. Topuklularımız ıssız sokaklarda yankı yaparken en sonunda kör bir noktada durup soluklandık.
Nefes nefese birbirimize bakıp gülmeye başladık. Kahkahamız yankılanırken yoldan bir taksi çevirdik. Birlikte taksiyle sahildeki gece kulübüne doğru yol aldık. Babam gece gece evden kaçtığımızı öğrense muhtemelen bizim bacaklarımızı kırardı ama önemli olan şu an eğlenecek olduğumuz gerçeğiydi.
Selma ile kulübün önünde inip güvenlikten geçtik. İçerisi ışıl ışıl renkli lambaların altında dans eden insanlarla doluydu. "Ay çok güzel," diye ciyakladı Selma. Koluma yapışmış beni kalabalığın ortasına doğru çekiştirmeye başlamıştı. Birlikte ilk önce bar kısmına geçtik. Bar taburelerine oturup birer içki söylediğimizde Selma daha şimdiden moda girmiş çalan şarkıyı bağıra bağıra söylemeye başlamıştı.
Ona bakıp gülümsedim. Daha sonra barmenin önüme ittirdiği renkli kokteylden bir yudum aldım. Alkol genzimi yakarken yüzümü buruşturdum. Selma ise beni şoka sokarak önündeki kokteyli tek dikişte bitirip dans pistinin ortasına doğru ilerlemişti. Bense bar taburesinde öylece kalakalmıştım. Az önce ekilmiş olmama rağmen tadının rezalet olduğunu bildiğim kokteylimden yudumlamaya devam ettim.
Tam o sırada Selma'dan boşalan bar taburesine bir başkası oturdu. Yanımda benim yaşlarımdaki genç çapında İtalyanca bir şeyler mırıldanmaya başladı. Gözlerimi ona diktim. Babam sayesinde küçükken İtalyanca öğrenmiştim. Bu yüzden onun ne demek istediğini anlayabiliyordum. Şu an birine küfür ediyordu.
Yavaşça ona doğru yaklaştım. Ona İtalyanca kime bu kadar sinirlendiğini sordum. Onun dilini bilmem ilgisini çekmiş olacak ki gülümseyerek bana doğru döndü. Daha sonra kabaca konuştuğu için kendi çapında özür diledi. Bende ona nedendir bilinmez ama kendi zehiri zıkkım tadındaki kokteylimden ısmarladım. Bu yaptığım oldukça hoşuna gitmişti. Bir süre öylece sohbet ettikten sonra adının James olduğunu öğrenmiştim. Sohbetimiz epey koyulaştığında ise beni eve bırakmak istediğini söyledi. Tabii ben koca bir aptal olduğumdan bu teklifini hiç düşünmeden kabul etmiştim.
Sarhoş kafam dönmeye başlamış James'in bir süreliğine yanından ayrılıp dans eden insanların arasına karışmıştım. Selma ortada birkaç kız ile birlikte eğlenirken onlara dahil oldum. Kafam bir gram yerinde olmadığından Selma ile birlikte çılgınlar gibi oynamaya başlamıştık. Müziğin bile beni sarhoş ettiğini hissediyordum. Ama bunun bir önemi yoktu. Sonuçta burada Mutlu'nun gidişini kutluyorduk.
Selma ile birlikte kahkaha atarak oynarken biri kolumdan tuttu. Gözlerim renkli ışıklardan yüzünü seçememişti. Bir süre sonra görüntü netleşmeye başladı. Bu kişi Soral'dı. Peki ama onun burada ne işi vardı. Gözlerim onun içinde rengarenk ışıklar yanan gözlerine kaydığında kıkırdadım. Ah Başak sen tam bir aptalsın! Tam bir aptal!
Soral beni belimden tutup barın dışına çıkardı. Müzik susmuş tüm ışıklar yok olmuştu. Olduğum yerde yalpalarken başımı onun omzuna koyup deli gibi kahkaha atmaya başladım. Daha sonra "Soral!" diye bağırmaya başladım. Soral susmam için bana sıkıca sarılırken sesimi kesmiş Emre'nin Selma'yı dışarı çıkarışını izlerken bulmuştum kendimi.
Selma da en az benim kadar sarhoş olduğundan Emre'nin kollarında deli gibi kahkaha atıyordu. İkimiz de kafayı sıyırdığımızdan Soral ile Emre nasıl başardıklarına bile emin olamadığım bir şekilde bizimkilere fark ettirmeden bizi eve sokmayı başarmışlardı.
*******
Başım kazan gibiydi. O kadar çok ağrıyordu ki sırf acısı geçsin diye başımı duvardan duvara vurup çatlatasım geliyordu. Gözlerimi beynimi delil geçen alarmın sesiyle açtığımdan oldukça ağır bir küfür savurmuştum. Tam o sırada kiminle göz göze geldim bilin bakalım!
Soral tepemde dikilmiş bana bakıyordu. Üstelik Emre ve Korkmaz da buradaydı. Kesinlikle içtiğim şey beynimin düşünce merkezinin iflas etmesine neden olmuştu. Yoksa bu durumun imkanı olamazdı. Gördüklerimin doğru olup olmadığını anlamak için gözlerimi ovuşturup tekrar baktım. Ama maalesef ki gerçekti!
"Selma!" dedim panikle yanımda uyuyan Selma'yı uyandırmaya çalışırken. İşin dozunu aşıp onun yataktan yuvarlanması ve herkesin dehşete kapılmış bir şekilde Selma'nın düşüşünü izlemesi yetmezmiş gibi Korkmaz'ın sinirden odamda volta atması gerginlikten yutkunmama neden olmuştu. "Sizin burada ne işiniz var?" diye sordum bir anlık cesaretle.
Korkmaz'ın delici bakışları yetmezmiş gibi bir de bu duruma Soral'ın keskin mavi gözleri de eklenmişti. "Asıl siz gecenin bir vakti tek başınıza üstelik evden kaçarak gece kulübünde ne işiniz olduğunu açıklayın," dedi Korkmaz. Ses tonunu ayarlamakta oldukça zorlanıyordu. Bunu yüzündeki ifadeden anlayabiliyordum.
Selma'nın da yalpalayarak yatağa geri oturmasıyla ikimiz de mahkemede ifade vermeye hazır hale gelmiştik. "Şimdi şöyle oldu," dedim gözlerim deniz mavisi gözlerde gezinirken. "Bizim canımız bara gitmek istedi olamaz mı?" diye cırladı Selma benim yerime. Onun bu haline Emre hayretlerle baktı. "Hem siz bizi nasıl buldunuz asıl onu söyleyin," diye sözlerine ilave yaptı Selma.
Soral ile Korkmaz'ın keskin bakışları beni bulurken Korkmaz sinirden küfür etme aşamasına gelmişti. "O mekanın sahibi benim arkadaşım," dedi Korkmaz sinirle. Bunun üzerine Selma ile birbirimize baktık. İşte şimdi sıçtık!
"Gece orada olduğunuzu söyleyince evden çıkıp sizi almaya gelecektim. Ama babam saniyesinde babana durumu ispiyonlayacağından bunu yapamadım. Bende Soral ile Emre'yi gönderdim. Şimdi ise babana ders çalışmaya geldiğimizi söyledim. Gece burada kalmak zorunda kaldık. Ders çalışırken sabahladığımızı biliyor," dediğinde bu kadar iyi bahane bulmasına karşılık madalya takasım gelmişti. Selma da benim gibi düşünmüş olacak ki alkış tutmaya bile başlamıştı.
"Bravo valla," dediğinde Emre'nin gözlerindeki ifadeyle susup Korkmaz'a bakmıştı. "Şimdilik yırttınız. Ama dediğim gibi şimdilik," dedi Korkmaz imayla. Bunun anlamı bu konu burada kapanmadı. Ben size bunun hesabını daha sonra soracağımdı. Suçumuzu kabullenip bu duruma sessiz kalmıştık. Daha sonra çocuklar bizi yalnız bırakmış bizde ev kombinimize geçiş yapmıştık.
Selma ile sanki dün gece birtakım haltlar yiyen ikimiz değilmişiz gibi esneyerek kahvaltı sofrasındaki yerimizi aldık. Üstümüzden tır geçmiş gibi yorgun olduğumuzdan babam ikimizden de şüphelenmemişti. Karşımda bana bakışlarıyla Soral'ın oturması ise bu yaptığımdan utanmama neden olmuştu.
"Dersleri halledebildiniz mi gençler?" diye sordu babam. Bunun üzerine Korkmaz'ın keskin bakışları benden babama kaydı. Yüzünde imalı bir gülümsemeyle birlikte "Halletmez olur muyuz? Başak arkadaşım bize öyle güzel anatomi anlattı ki sınavdan ful çekeceğime dair en ufak bir şüphem dahi yok."
Korkmaz sırf benden intikam almak için yapıyordu bunu. Ama ben ona gösterirdim. Kırk yılın başı kankamla kutlama yapalım demiştik. O da burnumuzdan gelmişti. Keskin bakışlarımı ona çevirdim. Gözlerinin içine baka baka tabağımdaki peynir dilimine çatalı öyle sert saplamıştım ki çatalın diğer ucu tabaktan çıkmış olabilirdi. Sinirle kahvaltımı yapmaya devam ettim. Bu işin sonrasını iyi düşün Korkmaz efendi! İyi düşün!
*******
Selma ile birlikte hazırlanıp kapının önünde bizi bekleyen Korkmaz'ın arabasına geçmiştik. Selma arka tarafta Emre ile Soral'ın ortasında ortasında otururken ben önde Korkmaz efendinin yanında oturuyordum. Hepimizin yüzü asık aynen bu şekil okula gitmiştik. Daha okulun bahçesine adım atmaz bizim sınıftan bir kız yanıma geldi. Daha dakika bir gol bir dekanın odasına çağrılmıştım. Bizimkiler ile amfide görüşmek üzere sözleşip dekanın odasına doğru ilerledim.
Bu aralar kavga da etmemiştim. Acaba yine ne için çağrılmıştım. Dekanın odasının önüne gelmemle merakla kapıyı çalıp odaya girdim. Otuz iki diş sırıtan dekan oturmam için koltuğu işaret edince itiraz etme hakkım olmadığını hatırlayıp usulca oturdum. Gergin bekleyişimin ardından en sonunda korkuyla da olsa dayanamayarak sordum.
"Bilmeden suç mu işledim acaba?" Dekan bu sorum karşısında şeytani denilebilecek kadar korkutucu bir şekilde kıkırdarken yutkunmuştum. Acaba şimdi bana ne türlü bir işkence uygulayacaktı? "Yok. Ama seninle bir şey konuşmak istiyordum," diye mırıldandı. Bu şey denilen illet hiç hayra alamet değildi.
Ben meraklı gözlerle dekana bakarken "Okulumuza yeni bir öğrenci kayıt oldu. Hatta bu sabah okulumuza geldi," dedi ellerini masanın üzerinde kavuşturduğu sırada. "Bunun benimle ne alakası var peki?" diye sormadan edemedim. Anlaşılan dün içtiğim zıkkım cesaretimi de körüklemişti. Yoksa dekanla özellikle de bana takık olan bir dekanla böyle konuşabilmem için kahvaltıda yürek yemiş olmam gerekirdi.
"Baban İtalyanca bildiğini söyledi. Gelen öğrenci de sadece İtalyanca biliyor. Bu yüzden ona dersleri senin anlatmanı istiyoruz," dedi dişlerinin arasından tıslayarak. Dekanın hele bir kabul etme ben senin canına okumuyor muyum bakışı üzerine teklifi kabul etmek zorunda kalmıştım. Odadan çıkıp bizim tayfanın yanına gittim.
"Başak, dekan neden seni odasına çağırmış?" diye sordu Selma. Onun sorusuyla sıkıntılı bir nefes verdim. "İtalyanca bilen birine ders anlatmamı istedi." Bunu söylememle çatık kaşlı Korkmaz bana baktı. "Bu iş sana mı kaldı?" diye sorduğunda omuz silktim. "Öylede geçen seferki kavgadan dolayı dekan bana kıl kapınca mecbur kabul etmek zorunda kaldım."
Bu konuda haklı olduğumdan kimse ses etmemişti. Fakat Korkmaz'ın delici bakışları az ötemizde duran birine sabitlenmişti. Gözlerimi onun baktığı yere doğru çevirdiğimde elinde adımla soyadımın yazdığı bir pankartla duran biri gördüm. Bu çocuğu gözüm bir yerlerden ısırıyordu. Peki ama nereden?
Merakıma yenik düşüp yanına doğru ilerlemeye başladım. Sonra çocuğun yüzünü bana dönmesiyle tüm taşlar yerli yerine oturmuştu. Lanet olsun dedim içimden. Başak ben senin şansına tüküreyim Başak! Sende baht olsa böyle mi olurdu kızım? Dehşete kapılmış bakışlarım çocuğun yüzünde gezinirken belki bir ümit beni hatırlamaz diye düşünmüştüm. Ama yüzündeki gülümsemeden beni oldukça net hatırladığı belliydi. İşte şimdi başlıyoruz!
"Sen yeni öğrenci misin?" diye sordum İtalyanca. Bunun üzerine beni başıyla onayladı. "Beni hatırladın mı? Dün gece tanışmıştık. James ben," dediğinde bizimkilerin uzakta olmasından çok İtalyanca bilmemelerine seviniyordum. Stresten boncuk boncuk terlemeye başladığımdan ona ders çıkışı beni bahçedeki çardakta beklemesini söylemiştim. Şimdi şovu izleyin dostlar!
*******
Okul çıkışı bizim bar dostuna ders anlatmaya çardağa gittim. Oturmuş hatta pardon buna tam anlamıyla yayılmış deniliyor ki tam olarak bu şekilde beni dinliyordu. Bende bıkkın bir şekilde yanına oturup kitaplarımı açıp anlatmaya başlamıştım. Birkaç dakika sonra bitirdiğim konuyla birlikte bakışlarımı bana yılışmaya başlayan James'e çevirdim.
"Bunu anladın mı?" diye sorup ondan gelecek olumlu veya olumsuz yanıtı beklemeye başladım. Her dediğimi başıyla onaylayan James bence dersle pek ilgili değildi. Uzun uzun daha ne kadar açık anlatabilirsem o şekilde anlattım. Sonra bizim yılışık en gıcık olduğum şeylerden birini yaptı. Kolunu omzuma attı. Bende tek hamlede kolunu arkada bükünce kalakalan James'e "Bunu bir daha yaparsan olacaklara katlanırsın," demeyi de ihmal etmedim şirin bir gülümseme eşliğinde.
Tam o sırada bizim bitirim ikili çalıların arkasından bir anda yanımızda beliriverdiler. Soral ile Korkmaz, James'e öldürecek gibi bakmaya başlayınca James'in kolunu az önce hiçbir şey olmamış gibi yavaşça bıraktım. Kolunun acısı ve karşısındaki korkunç bakışlardan sonra James insani bir şekilde oturmayı tercih etmişti. Sırtını dikleştirmiş az önceki halinden gram eser bırakmadan dikkatini bana vermişti.
Ben bir yandan anlatıyor bir yandan da kırmızı görmüş boğa misali James'e bakan Korkmaz ile Soral'a bakıyordum. "Siz ikiniz bizi yalnız bırakın," dedim kaşlarımı çatarak. Ama bu tavrım onların umurunda bile değildi. "Bu pisliğe ders anlatımın bitene kadar bizde burada oturacağız," demeyi tercih etti Korkmaz. Beyefendi daha başlamadan biten tartışmamıza son noktayı koyunca ikisi de yanımda oturmaya devam ettiler. Korku dolu gözlerle verimli ders işleniyormuş meğer. James dersleri iyice anlayınca ben bunu daha iyi anlamış oldum.
*******
Tam bir haftadır bizim yılışığa ders anlatıyordum. Bu durum artık canıma tak etmekle de kalmamış isyan bayrağını göndere çekmeme neden olmuştu. Bu sabahta evde kahvaltı yapmaya vaktim olmadığından bizim tayfa ile birlikte kahvaltı yapmaya karar vermiştik. Tabii bu durumda bile yine istemediğim ot burnumun dibinde bitmişti. James dibimde oturmuş bizimkilerden fırsat buldukça kaçamak bakışlarla beni izliyordu. Yeminle sırf bu yılışık yüzünden Korkmaz'a şükreder olmuştum.
Korkmaz demişken o da James'e karşı diş biliyordu. Bense olmuşa çare yok diyerekten bir elimde çayım bir elimde tostumla kahvaltı yapıyordum. Sohbet desen baya koyu. Ama o yılışık yüzünden yediğim içtiğim zıkkım olmuştu. "Başak," dedi birden. İçimden işte şimdi başlıyoruz diyen sese küfür edesim gelsede çayımla tostumu masaya bırakıp bakışlarımı bizim yılışık James'e çevirdim.
"Uzun zamandır söylemek istiyordum. Ama bir türlü söyleyemedim. Ben senden çok hoşlanıyorum. Eğer izin verirsen tanıştığımız gecedeki gibi bende sana bir şeyler ısmarlamak istiyorum. Tabii sende istersen," diyerek bir bir ölüm fermanını katibe yazdıran James'e kocaman açılmış gözlerle baktım. Ben söyledikleriyle boğulma tehlikesi geçirirken asıl korkunç olan Soral ile Korkmaz'ın ayaklanması ve üstüne üstlük Korkmaz'ın tüm bu söylenenleri çeviriye kaydedip çevirmesiydi. Sesli bir şekilde çeviriden gelen sesle ikisinin de gözü dönmüştü.
"Demek o gece bu ite içki ısmarladın öyle mi Başak Hanım! Üstelik bu zibidi de seni seviyormuş. Hatta altta kalmak da istemiyor ama birazdan ben onu ayağımın altına alırım!" diye bağırdı Korkmaz. Soral, Korkmaz'dan önce davranıp James'in yakasına yapışmıştı. Ben şok içinde onlara bakarken Soral'ı daha önce hiç bu kadar sinirli görmemiştim. Resmen öldürecek gibi bakıyordu. Ben korku dolu gözlerle olanları izlerken Soral bir anda James'e kafa atmıştı. Yere yığılan James'i görmemle ağzımdan küçük bir çığlık koptu.
"Emre sen kızları çıkar!" dedi Korkmaz kükrercesine. Bunun üzerine Emre bizi dışarı tuttuğu gibi dışarı çıkardı. Kafeterya bir anda mahşer yerine dönerken ben sadece öylece bakmak zorunda kalmıştım. Emre bizi dışarı çıkarmayı başarmıştı ama beni henüz iyi tanımıyordu. Emre beni tutmaya çalışırken onu bir anda kenara itip kalabalığın içine daldım. Soral ve Korkmaz James'i bir güzel benzetirken aralarına girip ikisini de ayrı köşelere çektim. Önce Korkmaz'ın yanına gittim.
"Eğer biraz olsun beni düşünüyorsan bunu yapma!" diye bağırdığımda donup kalmıştı. Sakinleşmeye çalışan Korkmaz'ın yanından ayrılıp bu seferde Soral'ın yanına gittim. "Bana bak," dedim sakin kalmaya çalışarak. Sırf gözlerini James'in üzerinden çekebilmesi için yüzünü avuçlarımın içine alıp gözlerime bakmasını sağladım. Deniz mavisi gözleri gözlerimde gezinirken yutkundu.
"Beni biraz olsun seviyorsan bunu yapma," dedim bu sefer. Bu söylediklerimle beraber Soral hiç beklemediğim bir anda beni kendine çekip sarıldı. Kolları altında kalakalırken o ise derin derin nefesler alarak sakinleşmeye çalışıyordu. Tamamen sakinleştiğinde ondan ayrılıp Korkmaz'ı da yanımıza alıp kafeteryadan dışarı çıktık. Bahçedeki banka oturan bitirim ikili bir anda birbirlerine çakıp kahkaha atmaya başladı. "Siz benim imtihanım mısınız?" dedim en sonunda dayanamayarak.
İkisi de beni hep bir ağzıdan onaylamakla kalmamış üstüne kahkaha atmaya devam etmişlerdi. "Ben sizinle ne yapacağım?" dedim başımı ümitsiz vaka olduklarını belli edercesine iki yana sallarken. "Soral o kafa neydi oğlum ya? Harikaydı," dedi Korkmaz bu sefer beni şoka sokarak. Ben şok olmuş bir şekilde onlara bakarken kahkaha atan iki zır delinin kulaklarından tutup çektim.
"Ulan siz beni deli mi edeceksiniz!"
"Kızma Başak reis!"
"Hala konuşuyorlar ya. Babalarımız bunu öğrenirse o zaman başlayacak eğlence," dememle yutkunmam bir oldu.
Sahi babalarımız bu sefer bizi sağ bırakmazdı. İşte korkunç son şimdi geliyordu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 3.54k Okunma |
381 Oy |
0 Takip |
36 Bölümlü Kitap |