6. Bölüm

6.Bölüm: Kabuslarımdaki Kız

Şevval Nur Aydın
sevvnuraydn

Aklım olanları bir türlü algılayamıyordu. Kafamın içi milyonlarca düşüncenin çatıştığı bir savaş meydanına dönmüştü. Bir savaş vardı evet. Ama bu savaşın bir kazananı da olmalıydı. Benim savaşımdaysa bir kazanan yoktu. Bu savaşta savaşan her iki tarafta galipti. Tabii her iki tarafında kaybettiklerini düşünecek olursak buna galibiyet denilebilirse...

 

"Kerem ben olanları bir yere bağlayamıyorum. Kafamın içinde bir sürü düşünce var ama hiçbiri bizi mantıklı bir yere götürecek cinsten değil," dedim umutsuzca nefesimi dışarıya verirken. Kerem de benimle aynı fikirde olmuş olacak ki başını hafifçe sallamakla yetindi. Bende canım bu duruma yeterince sıkkın olduğundan gözlerimi bandajlı elime diktim.

 

Bandajın her bir santimini gözlerimle takip ettim. En sonunda bakışlarımı bandajın üzerindeki kan lekelerine odakladım. Sanki çok ilginç bir şeymiş gibi bandajın üzerine bakarken dikkatim bir anda Kerem'in sesiyle dağıldı.

 

"Bende seninle aynı durumdayım," dedi kollarını başının arkasında bağdaştırırken. Onun da canı en az benimki kadar sıkkındı. Bakışlarımı bandajdan alıp onun asılan yüzüne çevirdim. Gözbebekleri orta sehpanın üzerindeki renkli vazolara takılı bir şekilde donup kalmıştı. İnsan bazen çok düşününce böyle bakışlarını tek bir yere sabitleyip boşluğa dalar. Düşüncelerinin çıkmazından kaçmak için bu basit ve etkili bir yöntemi kullanmak her zaman işe yarar.

 

Bende ona ayak uydurarak gözlerimi orta sehpanın üzerindeki vazolara diktim. Rengarenk vazoların içinde gözlerim parlak yeşil olanına ilişti. Bu renk aklıma ormanda mahsur kaldığımız zamanları hatırlatmıştı. Zihnimde beliren anılarla ister istemez yüzümde küçük bir tebessüm oluştu. Nasıl o ormana düştük de birbirimizi bulduk? Üstelik birbirimizden zerre haz etmezken şimdi yan yana oturup nasıl film izler hale gelmiştik bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey vardı ki kader bizi bir araya getirdiyse mutlaka bir sebebi olmalıydı.

 

Gözlerimi güç bela vazolardan alıp Kerem'in sert yüz hatlarına çevirdim. Onun yüzüne baktığım ilk an geldi aklıma. Donuk bakışlarıyla bana bir baş belasıymışım gibi bakışını, ormanda beni bir başıma bırakınca arkasından 'hayvan' diye bağırışımı, sonrasında korkuya kapıldığımda ormanda onu görüp panikle yanına koşuşum belirdi gözlerimin önünde.

 

Tabii bu son anı beni en çok güldüren anıydı. Hala daha gülmem dışında pek bir sorunumda yoktu. Daha farkında bile olmadan attığım kahkayı Kerem'in bana bakışıyla fark etmiştim. "Deli olduğunu biliyordum ama bu kadarını da beklemiyordum," dedi hayretle yüzüme bakarken. Dudaklarımı gülmemek için birbirine bastırıp gözlerimi onun gözlerine diktim.

 

Geleneksel Hande Şahin çemkirme şenliklerine hoş geldiniz dedi iç sesim kollarımı bağlayıp trip pozisyonumu almaya hazırlandığım sırada. Kollarımı yaralı elime dikkat ederek kavuşturdum. Kaşlarımı da görme yetimi yitirmeme neden olarak gözlerimin dibine kadar çattıktan sonra açtım ağzımı yumdum gözümü.

 

"Sensin deli!" diye cırladım ses tonumun ne kadar yüksek çıktığını umursamadan. Hatta Kerem karşımda fal taşı gibi açılmış gözlerle bakmaya başlayınca bile ifademden zerre taviz vermedim. Ta ki aklıma Kerem'in bu tepkisinden dolayı Hülya ablaların evinde yaşadığım olay gelene dek...

 

Yüzüm bir anda düşmüş, kaşlarım eski şeklini almış, gözlerimse dehşetle Kerem'in arkasındaki duvara sabitlenmişti. Bakışlarımı duvardan alamadığım birkaç saniyenin sonunda endişelenen Kerem kollarını başının altından çekti. Dik bir şekilde oturup bir elini gerçek dünyaya dönmem için gözlerimin önünde sallamaya başladı.

 

"Alo! Hande! Dünyadan Hande'ye! Gezegenimize acil iniş yapmanız gerekmektedir," diyerek sanki uzaydan sesleniyormuş gibi elini gözlerimin önünde sallayarak bağırdı. Ben sanki reenkarnasyon sonucu hapsolduğum başka bir bedenden kendi bedenime ani bir dönüş yaşamışım gibi sıçrarken Kerem gerçek dünyaya gelmeme derin bir oh çekerek tepki vermişti.

 

Tabii bu rahat tavrından saniyeler içinde eser kalmamıştı. Endişeli bakışlarımı açık kahve harelere odakladığımda duraksadı. Bense kendime engel olamayıp ona yaşadıklarımı anlatmaya karar verdim. Araladığım titreyen dudaklarımın arasından çıkan sözcükler tıpkı acı çeken bir kızın çığlığı gibiydi.

 

"Kerem benim sana bir şey söylemem gerek," dedim dehşete kapılmış bir halde. Benim yaydığım korku dolu enerji onu da etkilemişti. Bana yaklaşıp korktuğum şeyin nedenini anlatmam için beklentiyle gözlerimin içine baktı. "Anlat," dedi güven verircesine. Sesindeki endişeliyi tınıyı sezsemde ona güvenmeyi seçtim. Bakışlarımı tekrar elimdeki bandaja odaklayıp sakince olanları anlatmaya başladım.

 

"Biz ormanda kaybolduğumuzda Hülya ablaların evine sığınmıştık hatırlıyor musun?" dedim tereddütle. Kerem başıyla onaylayınca anlatmaya devam ettim. "O evde sabah beni uyandırmaya geldiğinde beni ağlarken görmüştün ya. İşte ben o eve geldiğimiz gece Rüya'nın odasında bir şey gördüm Kerem," dedim gözlerimi onun sütlü kahve tonundaki gözlerine dikerken.

 

"Ne gördün?" dedi. Sesi endişeli ve bir o kadar da kısık çıkmıştı. Sanki evde bizden başkası varmış da duymaması için sessiz konuşuyordu. "O evde Rüya'nın odasında kaldığım gece uyumadan önce odayı incelerken rafta bir kutu gördüm. Parlak mavi bir kutuydu ve bana aşırı tanıdık gelmişti. Bende düşüncelerimde haklı olup olmadığımı öğrenmek için kutunun olduğu rafa gittim. O kutunun benim olduğuna emin olmamıysa kapağın arka kısmına mor kalemle adımın yazdığını görmem oldu," dedim nefes nefese sözcükleri art arda sıraladığım sırada.

 

Sözlerim bitince Kerem'in kafasında tüm parçaları birleştirmeye çalıştığına emindim. Bunu yüzündeki ifadeden okuyabiliyordum. Ama o da benim gibi yapbozun eksik parçalarının olduğunun farkındaydı. Bu yüzden ne demesi ne düşünmesi gerektiğini kestiremiyordu. Tıpkı benim gibi...

 

"Ama o kutu seninse Rüya'da ne işi var?" dedi Kerem yapbozun en büyük eksik parçasını tamamlamaya niyet etmiş gibi. İşte bu tam da ondan beklediğim bir soruydu. Ama bu sorunun cevabı da bende olmadığından yapbozumuzu tamamlamaya bir milim bile yaklaşamadığımızı hissediyordum. Derin bir iç çekip "Ona kutuyu sorduğumda bana annesinin verdiğini söyledi. Sence de çok tuhaf değil mi?" diye ekledim.

 

Kerem'in yüzünde son derece düşünceli bir ifade beliriverdi. Bakışlarını halıya sabitlemiş öylece duruyordu. Kafasının içindeyse binlerce ihtimal ve soru işaretleri dolaştığına emindim. Meraklı gözlerimi beklentiyle onun sert yüz hatlarında gezdirdim. En sonunda daldığı düşüncelerin arasından sıyrılıp yeşillerime dikti gözlerini.

 

"Bunu öğrenmenin tek yolunun oraya gitmek olduğunu biliyorsun değil mi?" diye sordu tereddütle. O da en az benim kadar bu işten kuşku duyuyordu. Gözümün önüne gelen birkaç tutam saçı kulağımın arkasına sıkıştırıp ona baktım.

 

"Biliyorum ama bunu yapmaya henüz hazır değilim," dedim başımı öne eğerek. Kerem ise bu konuyu daha fazla üstelemek istemiyor olacak ki konuyu değiştirmekle yetindi. "Geç oldu. Bu konuyu istersen sabah konuşalım." Bakışlarındaysa başka bir şey sezinlemiştim. Onun sabah bu konuyu açmayacak olduğu çok belliydi.

 

Başımla onaylayıp dikkatlice koltuktan kalktım. O da benimle birlikte kalkınca sağlam elimin işaret parmağıyla Emre'nin odasını işaret ettim. "Bu gece Emre'nin odasında kalabilirsin," dedim gülümseyerek. Yüzünde mahcup bir ifade belirdi. Küçük tebessümüyle de yanaklarındaki ince bir çizgi halini alan gamzeleri derinleşti.

 

"Teşekkür ederim. Her şey için..." Kerem bunu söylediğinde gülümsedim. O da bir anlığına bana minnettarlıkla baktı. Daha sonra odaya girdi ve nazikçe kapıyı ardından örttü. Bende onun arkasından kapıyı kapatışını izledikten sonra odama girip kapımı kapattım.

 

İçimdeki huzurla karışık yorgunluk duygusu ile gözlerimi odada gezdirdim bir süre. Ardından yorgun düşen gözlerim kapanmak için yalvarırken pijamalarımı giyip dolabımdan yeni bir battaniye çıkardım. Yorgun bedeni yavaşça yatağa bıraktım. Battaniyenin tüm vücudumu kapladığından emin olduktan sonra artık rahat bir uyku çekebileceğimin düşüncesiyle gözlerimi yumdum.

 

*******

 

Hem hava hem de bedenim öylesine soğuktu ki... Dondurucu havanın insanı kaskatı kesen soğuğunu iliklerimde hissediyordum. Takırdayan dişlerimle biraz olsun ısınabilmek için avuçlarımı kollarıma hızlıca sürtmeye başladım. Dudaklarım titriyor çaresizce bekliyordum. Sadece bekliyordum. Nerede olduğumsa tamamen büyük bir soru işaretinden başka bir şey değildi.

 

Soğuktan kırpıştırıp durduğum gözlerimi nerede olduğumu anlamak için etrafta gezdirmeye başladım. Tek görebildiğimse yoğun sis tabakasından başka bir şey değildi. Gözlerimi iyice kısıp tekrar baktım uzaklara. Biraz ötede dağların karla kaplı tepeleri ilişti gözlerime. Sonra bir uğultu yankılandı kulaklarımda. Rüzgarın güçlü ve uğultulu sesi...

 

"Hande..." dedi zarif ve ince bir ses. Sesi adeta kafamın içinde yankılanıyormuşçasına güçlüydü. Üstelik öyle hoş bir tınısı vardı ki adeta bir deniz kızının sesini andırıyordu. Ama bulunduğum yerde değil bir deniz kızı herhangi bir canlının bulunması dahi mümkün değildi. Bu yüzden meraklı gözlerim sesin sahibini görebilmek için etrafta gezindi ama yakınlarda kimse yoktu.

 

O an soğuktan titreyenin sadece vücudum olmadığını anladım. Sesim de dondurucu soğukta titrerken merakla seslendim yoğun sise doğru. "Kim var orada?" diye haykırdım. Sesim dağlarda yankılanırken umutsuzca beklemeye başladım. Kısa bir süre sonra soruma karşılık sisi dağıtan siyah bir gölge göründü.

 

Bir anda dağılan sisinin içinde gizlenen tüm güzellikler ortaya çıktı. Gözlerim hayranlıkla bu güzel doğal ortamda gezinirken tam karşımda beliren karanlık gölgeye kaydı. Gölge zifiri karanlığa bürünüp bir anda değişmeye başlayına irkilip iki adım geri çıktım. Gölge siyah ve pelerinli bir varlığa büründü. Yüzünü göremediğim zarif sesin sahibi tekrar konuştu.

 

"Ondan uzak dur," dedi fısıldarcasına . Sesi bir fısıltıya göre sert ve iğneleyici bir tonda çıkmıştı. Ben onun ne demek istediğini anlamazken ardında saklandığı siyah pelerinin yüzünü örten kapüşonunu geriye attı. Simsiyah saçlı en az bir kristal kadar parlak teniyle büyüleyici bir güzelliğe sahip olan kıza baktım. Yüzünde güzelliğinin farkında olan kibirli bir gülümseme belirdi. İnce dudakları büyük bir hazla yukarı doğru kıvrılırken bana doğru birkaç adım attı. Ben tereddütle geri adım atarken o bu halimden keyif alıyor gibiydi. Sanki ondan korkmam hoşuna gidiyordu.

 

"Benden ne istiyorsun?" dedim adımlarım beni geri geri götürürken. Kızın narin bedeni bana daha da yaklaştı. Yaklaşık bir metre uzağımda tüm zarafetiyle durup bana bakmaya başladı. "Bence sen bana ait olandan uzak durman gerektiğini anlamadın. Bende sana küçük bir ders vereyim o zaman," dedi. Gözleri öfkeden kıvılcımlar saçmaya başladı. Ateşin sıcaklığını hissetmiştim bakışlarında.

 

Kız kollarını havaya kaldırdı ve o an arkamdaki karlı dağlardan büyük bir kar kütlesi üzerime doğru düşmeye başladı. Ben dehşete kapılmış bir şekilde kıza bakarken o önce karanlık bir gölgeye daha sonra bakışlarında derin bir öfke barındıran bir kargaya dönüşüp ortadan kayboldu. Kendimi korumak için refleksle kollarımı başıma kalkan yaptım. Koca kar kütlesinin üzerime düşmesine saniyeler kala çığlık atmaya başladım...

 

*******

 

"Hande! Uyan!" dedi gür bir ses. Önce omuzlarımı kavrayan güçlü bir elin varlığını daha sonra adeta deprem etkisi yaratacak şekilde omuzlarımdan sarsıldığımı hissettim. Ağırlaşmış göz kapaklarımı bu depremin nedenini öğrenmek için zar zor açtığımda dehşete kapılmış bir şekilde bana bakan Kerem'i gördüm.

 

Gözlerimi ayılabilmek için yaklaşık beş ila on kere açıp kapattıktan sonra yattığım yerden doğrulup oturur pozisyona geçtim. Sağlam elimle gözlerimi ovuştururken Kerem'in ses tonu bir anda değişti. Adeta ceset görmüş gibi bakan gözleri sesiyle de uyumlu bir hal almıştı.

 

"Elin!" dediğinde henüz ne olduğunu anlayabilmiş değildim. Ama söylediği tek bir kelime olmasına rağmen sesi bu kadar korkunç çıkması beni işkillendirmişti. Ayıldığımdan emin olunca gözlerimi elime çevirdim. Kahretsin! İç sesim isyan nidaları atarken gözbebeklerim ise elimi görünce devasa bir boyuta ulaştı.

 

Elimden oluk oluk kan akıyordu! Gözlerim kanı takip ettiğindeyse yastığıma da bulaşmış olduğunu gördüm. Hatta çarşafım tam bir cinayet mahali gibiydi. Kerem panikle sütlü kahve gözlerini elime odakladı. Elimi eline alıp baktı. Kan onunda üzerine bulaşmasın diye elimi nazikçe geri çektim. "Saralım tekrar o zaman geçer," dedim duygusuzca. Sanki eli tarih öncesi işkence yöntemlerinden birine maruz kalmış gibi olan ben değilmişim gibi...

 

Kerem benimle aynı fikirde olmadığını belli edercesine başını salladı. Elini sırf bu umursamaz tavrıma sinirlendiği için öfkeyle yumruk yaptığını gördüm. Gözlerini kapattı ve sakinleşmek için birkaç saniye bekledi. Gözlerini tekrar geri açtığındaysa kendini daha fazla tutamamış olacak ki bana bağırmaya başladı.

 

"Kalk hadi! Doktora gidiyoruz!"

 

Kerem bakışlarıyla ateş saçarken yatağın ucundan kalkıp kolumdan tuttu. Beni yataktan kaldırdı ve elime bakmamaya özen gösterdi. Yanlışlıkla gözü elime kaydığındaysa yüzünün kasıldığını fark ettim. Kerem beni kapının önüne kadar sürükledi. Kapının orada ev terliklerimi çıkardım ama kanayan bir elle de ayakkabı giyilemiyordu ne yazık ki.

 

Umutsuzca Kerem'in ayakkabılarını giymesini bekledim. Ayakkabısını giyince ise bakışlarını bana çevirdi. Bu elle ayakkabılarımı kendi başıma giyemeyeceğimi bakışlarımdan anlamış olacak ki kapının önündeki ayakkabımın önünü gevşetip içine basmam için bekledi. Ayağımı ayakkabıya soktuğumda ise Kerem bağcıklarımı bağladı. Bu durum benim için büyük bir utanç kaynağıydı. Başkasına ayakkabılarımı giydirtmek gülünç gelmişti. Ama başka çarem de yoktu.

 

Derin bir iç çekip diğer ayakkabımı da giydikten sonra kapının yanındaki askıdan çantamı da alıp evden çıktık. Kapıyı ardımızdan kapattıktan sonra beraber merdivenlerin basamaklarını tek tek inip kapının önünde bekleyen süper lüks spor arabaya bindik. Ben arabanın içine hayretlerle bakarken Kerem hiç vakit kaybetmeden yola koyuldu.

 

Arada bir yan gözle beni kontrol etmeyi de ihmal etmiyordu. "Çok acıyor mu?" diye sordu yanı başımdan. Gözlerini yoldan ayırmamaya her ne kadar özen gösterse de elimin kanıyor olması onun için bu durumu zorlaştırıyordu. Adeta burnundan soluyarak yolda hızla ilerlerken huzursuzca pijamamı kana bulayan elime diktim gözlerimi. Bu kadar çok kanadığına göre kesin derin bir yaraydı. Muhtemelen dikiş atılacaktı.

 

Sıkkın bir nefes verdim. Bakışlarımı elimdeki kanlı bandajdan alıp çenesini sıkmış gergin Kerem'e çevirdim. "Acı hissetmiyorum," dedim gülümsemeye çalışarak. Belki bu gülümseme onu biraz olsun rahatlatırdı. Ama düşündüğüm gibi olmamıştı. Yüzü hala kaskatıydı. Direksiyonu tutan parmaklarının eklem yerleri sıkmaktan bembeyaz olmuş üstelik direksiyonu her an sökebileceğinden de en ufak bir kuşkum dahi yoktu.

 

Kerem'in dudaklarından histerik bir gülümseme çıktı. "Peki elin acımıyorsa neden uykunda çığlık attın?" diye sordu bu sefer. Bu soruyu sormakta haklıydı. Bakışlarımı ondan uzaklaştırıp camdan dışarıya baktım. "Kabus gördüm," dedim tek düze bir sesle. Kerem'in bu tavrımdan dolayı burnundan soluduğuna yemin edebilirdim. Ani bir dönüşle arabayı en yakın hastanenin olduğu yere park ederken yerimden savruldum. Neredeyse açık camdan dışarıya fırlayacaktım.

 

Son dakika bu durumdan kurtulurken keskin bakışlarımı birer ok misali Kerem'e yönelttim. O da bana sinir bozucu çarpık gülümsemesiyle baktı ama bu küçük tebessümü de elime kayan bakışlarıyla solup gitmişti. Onun arabadan apar topar inmesiyle bende inmek için sağlam elimle kapıyı açmaya yeltendim. Ama Kerem buna izin vermemiş kapıyı çoktan benim için açmıştı.

 

Arabadan rahatça inebilmek için kolundan destek aldım. Kerem beni hastanenin acil tarafına doğru götürürken kolum hala kolundaydı. Ben utanıp kızarırken onun endişeli bakışlarını üzerimde hissettim. Karanlıkta koyulaşan gözlerine baktığımda beni rahatlatmak için küçük bir tebessümle karşılık verdi.

 

Beraber acilin kapısından girdiğimizde ise doktorlar beni apar topar sedyeye oturttu. Kerem ise kenardan beni izlerken doktor bey elimdeki bandajı yavaş yavaş açmaya başladı. O açarken benim canımda ufak ufak yanmaya başladı. Dudaklarımdan küçük bir inilti dökülürken Kerem de benimle birlikte yüzünü buruşturdu.

 

"Elini ne ile kesti? Yara çok kötü durumda," dedi doktor kanlı bandajı kenara koyarken. Ben doktorun sorduğu soruyla korkulu bakışlarımı Kerem'e çevirdiğimde o bana güven verircesine sıcak bakıyordu. Sırf daha fazla korkmamam için rahat görünmeye çalışarak kollarını göğsünde kavuşturmuş olan Kerem doktora durumu anlatmaya başladı. "Doktor Bey evde bardak kırıldı. Eli kırık cama girdi," dedi iki cümlede olayı özetlerken. Olayı anlatmak bile küçük gamzelerinin birkaç saniye içinde ortadan kaybolmasına neden oldu.

 

"Elinde cam parçaları kalmış olabilir," dedi doktor ve bunun üzerine yanı başımızda bekleyen hemşire koşturarak yanımızdan ayrıldı. Ben elimin ikiye ayrılmış gibi göründüğünü bildiğimden bakmak istemedim. Koşturan hemşire ekipmanlarla dolu arabayı doktorun yanına getirirken yutkunmakla yetindim. Hatta o kadar sesli yutkunmuştum ki tüm ıssız hastane koridorları bu sesle yankılanmıştı sanki.

 

Doktorun cımbız benzeri bir alet ve mikroskobumsu bir aletle elimdeki küçük cam kırıklarını temizlemeye başlamasıyla dudaklarımın arasından küçük bir inilti daha çıktı. Kerem endişelenmiş olacak ki sol tarafımdaki boş yere oturdu. Ben acı içinde elime bakarken o da benimle birlikte oluk oluk kanayan elime bakıyordu. Yaklaşık on dakika sonra doktor elindeki aletleri masaya bıraktı.

 

"Cam parçalarını çıkardım. Ama dikiş atılması lazım," dedi doktor şüpheli bakışlarını benim üzerimde gezdirirken. Bu sözler üzerine bakışlarımı Kerem'e çevirdim. O daha cevabımı bile beklemeden doktora çoktan onayı vermişti. Doktorun emriyle metal tepsi içinde bir dolu iğne masaya kondu. Ben kaçıp gitmeye yeltenirken Kerem omuzlarımdan tutup kaçmama mani oldu. Bu kadar kötü durumda olmasam ve o bu kadar güçlü olmasa ben ona yapacağımı bilirdim de neyse.

 

Korkudan kendimi tutamayıp ağlamaya başlamıştım. Gözyaşlarım bir bir kucağıma düşerken Kerem'in parmakları benim çenemi kavradı. Yavaşça tutup ona bakmam için beni kendine çevirdi. Buğulu gözlerle ona baktım. Yüzünde küçük de olsa bir tebessüm belirdi. Beni rahatlatmak için gülümsemeye çalışıyordu ve bu çok belliydi. Ama yine de ses etmedim. Korku dolu gözlerimi onun çenemi bırakmasıyla doktora çevirdim.

 

"Merak etme. Uyuşturacağım ve hiçbir şey hissetmeyeceksin," dedi doktor. Ama bu beni bir gram olsun rahatlatmamıştı. İğne fobimden dolayı kaçmak istiyordum ama nafile. Kerem'in gerekirse beni sedyeye bağlayacağından hiç kuşkum yoktu. Bu yüzden halime acıyıp başımı aksi yöne çevirdim. Doktorun elime batan iğnesini hissettiğimdeyse can havliyle daha çok ağlamaya başladım.

 

Kerem bu durumdan hiç hoşnut değildi. O da benim gibi bakışlarını elimden alıp başımı omzuna yaslamamı sağladı. Bir süre onun omzunda ağladım. Bir eliyle sağ bileğimi tutan Kerem'in gözlerine çevirdim gözlerimi. Bana sıcacık bir gülümsemeyle baktı. Diyalogsuz konuşmamıza verdiği cevap buydu. Yanındayım...

 

Ben ona bakıp kendimi sakinleştirmeye çalışırken doktorun dikmek için başka bir iğneyi batırmasıyla yerimden sıçradım. Elimi sertçe çekip doktordan kurtarmaya niyetliydim ama Kerem buna müsaade etmedi. "Eline bakma bana bak. Şimdi canın ne istiyorsa beynimi sesinle delmek pahasına dahi olsa bir şeyler anlat," dedi ve yüzündeki ifadeden de anladığım kadarıyla da bu işlemin bir an önce bitmesi için içinden dua ediyordu.

 

Hüzünlü bir nefesle beraber burnumu da çektim. Onun bu naif sesi ve kulağa ninni gibi gelen sözleri beni hipnotize etmiş olacak ki elim onun elinin içinde dikilirken ben sadece onun bal kadar tatlı gözlerine bakıyordum. "Emin misin? Bu işin geri dönüşü yok," dedim gülmeye çalışarak. Elim uyuşmadığından elime batan her iğneyi hissetmemle olduğum yerden sıçrıyordum. Ama buna rağmen bile gözlerimi onunkilerden ayırmadım. Kerem başıyla onaylayıp teklifimi kabul edince başladım konuşmaya.

 

"Küçükken hiç göründüğüm gibi naif bir çocuk değildim biliyor musun? Sürekli komşuların çocuklarıyla kavga edip onları bir güzel pataklardım," dedim gülümseyerek. Tam o sırada batan iğneyle yerimden tekrar sıçradım. Çabucak pes edip "Kerem ben istemiyorum dikiş attırmak," diyerek yalvarırcasına gözlerine baktım. Kerem elime bakacakken bakmama engel olup tekrar parmaklarıyla yüzümü kavradı. Başımı ona çevirmemi sağladığında "Eğer uslu bir kız olursan sana söz veriyorum seninle 19. kez Rapunzel'i izlerim," dedi içtenlikle.

 

Bu cazip teklifi düşünmeden edemedim. Dudaklarımın arasından küçük bir kıkırtı çıkarken teklifini kabul ettim. Sonra bir anda aklıma gelen hinlikle tekrar konuşmaya başladım. "Bir şey daha var. Eve giderken bana bir kutu dondurma alır mısın?" dedim parlayan gözlerle. Beni kendine çekip başımın omzuna düşmesini sağladı. Boştaki eliyle de sağ omzumu sıkıca kavrarken gülmeye başladı.

 

"Sende amma da fırsatçı çıktın. Ama söz bu iş bitsin onu da yapacağım deli kız."

 

Yüzümde zafer gülümsemesiyle baktım gözlerine. Yaklaşık birkaç dakika sonra da dikiş atılan elime yeni bir bandaj sardılar. Doktor, Kerem'e pansuman için gerekli şeylerin olduğu bir kağıdı verdikten sonra yerimizden kalkıp hastaneden çıktık. Kerem park ettiği arabayı almaya giderken beni beklemem için hastanenin önündeki bir banka oturttu. O giderken arkasından bakıp sırıtmaya başladım. Sanki daha demin salya sümük ağlayan ben değilmişim gibi...

 

Kafamın içinde uçuşan kelebeklerden fırsat bulduğumda can sıkıntısından çantamı karıştırmaya başladım. Çantamın dibindeki yeşil taşlarla süslü dişli tokamı aldım elime. Sağlam elimle evirip çevirdikten sonra saçlarımın kenarına tokayı iliştirdim. Tam o sırada Kerem arabayla önümde durunca çantamı koluma geri takıp oturduğum banktan kalktım. Kerem arabadan inip benim için kapıyı açınca bende yanındaki koltuğa oturdum. Sağlam elimle de emniyet kemerimi taktıktan sonra Kerem şoför koltuğundaki yerini aldı.

 

"Bu badireyi de atlattığımıza göre sana söz verdiğim gibi koca bir kutu dondurma alabilirim," dedi çarpık bir gülümsemeyle. Ona bakıp otuz iki diş sırıttım. Tam o sırada gözleri saçıma iliştirdiğim taşlı tokaya kaydı. "Çok yakışmış. Rengi de gözlerinle uyumlu," dedi ve yutkundu. Onun bu küçük detayı bile fark etmesi beni sebepsizce mutlu ederken arabanın hareket etmesiyle bakışlarımı camdan dışarıya çevirdim.

 

Kerem arabayı sürerken göz ucuyla arabanın saatinden saate baktım. Saatin sabahın yedisi olduğunu gördüm. Anlaşılan hastanede sabahlamıştık. Kabus gibi geçen uykusuz bir gecenin ardından başımı arkaya yaslayıp ağırlaşan gözlerime teslim oldum.

 

*******

 

Gözlerimi açtığımda Kerem arabayı evin önüne park ediyordu. Yerimden doğrulup duran arabayla kapımı açtım. Arabadan adımımı atıp sarhoş gibi yalpalaya yalpalaya yürümeye başladım. Kerem halime kahkahalarla gülerken benimse değil onunla uğraşmaya uykusuzluktan ağzımı açacak halim bile yoktu.

 

Gözkapaklarımı bile zar zor araladığımda Kerem'in arabadan koca bir poşet çıkardığını gördüm. Daha sonra anahtarla arabayı kilitledi. Bense apartmanın kapısını açıp onu bekledim. Kısa bir süre sonra yanıma gelen Kerem ile beraber eve girdik. Merdivenlerden çıkıp evin içine adım attığımızda bizden mutlusu yoktu. Kerem içeri adım attığı gibi elindeki koca poşetle mutfağa giderken bu sefer poşette ne olduğunu gerçekten merak etmiştim. İçimdeki merak duygusu uykumun açılmasına yetmişti.

 

"O poşette ne var?" dedim Kerem'in peşinden mutfağa girip merakıma yenik düştüğüm sırada. Çok olmamıştı ki sorumun cevabı gözlerimin önünde belirdi. Kerem tezgaha koyduğu poşetten kutu kutu dondurma çıkarırken şoke olmuştum. Ben ondan bir kutu istemişken o tonlarca almıştı. Yüzünde kocaman bir gülümsemeyle bana baktı.

 

"Uyuyordun. Hangisinden istediğini bilmediğim için bende hepsinden aldım," dedi muzip bir gülümsemeyle . Onun bu tavrına gülmemek elde değildi. Onda insanı mutsuzken bile mutlu eden bir kimya vardı. Nasıl ki depresif kızlar koca bir kutu dondurmayı yiyerek mutlu oluyordu bende Kerem'in yanında aynı mutluluğu yaşıyordum.

 

Kıkırdadım. Ona iç çekerek baktığım sırada ona yardım etmem gerektiği aklıma geldi. O buzluğa dondurmaları yerleştirirken yardım etmek istedim ama bu teklifimi saniyesinde geri çevirdi. "Elin bu haldeyken hiçbir şey yapmana izin vermem," dedi ve beni mutfaktan kovdu. Onun bu yaptığına karşılık gıcıklık yapıp sinirlerini bozmaya niyet etmiştim ki sabahın köründe kapı çalmaya başladı.

 

Merakla çalan kapıyı açmak üzere kapıya koştum. Daha kimin olduğunu bile sormadan kapıyı sağlam elimle kapıyı açtım. Karşımda kapıya yaslanmış elinde hediye paketiyle bekleyen komşumuz İlker'i gördüm. Beni bulan mavi gözleri ve yüzünde çarpık bir gülümsemesiyle bedenimi baştan aşağıya süzdü.

 

"Hande naber ya," dedi sırıtarak. Ona bakıp ne düşüneceğini zerre umursamadan gözlerimi devirirken içeriden Kerem çıkageldi. Yüzündeki neşeli ifade İlker'i görmesiyle solarken gelen davetsiz misafirden pek hoşlanmadığı belliydi. Öfkeli öfkeli baktığı İlker elindeki paketi bir anda bana uzattı. "Bunu senin için özel olarak seçtim Hande'm..." O sondaki aitlik ekiyle Kerem'i histerik bir kahkaha aldı. Ben korku dolu gözlerle bir İlker'e bir de Kerem'e bakarken yapılacak en iyi şeyin İlker'i evine geri şutlamak olduğunu düşündüm. Sağlam elimle kapıyı kapatmaya niyetliydim ki birkaç saniye sonra Kerem'in İlker'e kafa atması bir oldu...

Bölüm : 22.10.2024 09:42 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...