
Bazı acılar vardır, bize en sevdiklerimizi hatırlatır. Bazı hatıralar vardır, bize en mutlu olduğumuz zamanları hatırlatır. Bazı anlar vardır, en büyük pişmanlığımız olarak kalır.
Bizde bir anın tam ortasındaydık. İzlediğimiz videodan sonra Fulya Hoca’nın evinin önünde almıştık soluğu. Katilin paketi bırakmasına tamı tamına iki dakika kalmıştı. Bir gözüm saatte bir gözüm yoldaydı. Devrim ve Vural ile birlikte arabadan inmiş içinde evin güvenliğinin bulunduğu kulübenin önünde bekliyordum.
“Vakit gelmedi mi hala?” diye sordu Vural.
“Gelse burada işimiz ne?” diyen de Devrim’di.
Vural her zamanki gibi gerginliğini renkli kişiliğinin arkasına saklamayı tercih etti. İki dakika gibi kısa bir sürenin hiç bitmeyeceğini hissettiğimiz o anda bir moto kurye çıkageldi. Elindeki paketi bize doğru uzattı. Kaskın siyah camlarından dolayı onun kim olduğunu seçemesemde Asır olmadığını biliyordum. Elindeki dosyayı çekip aldığım sırada sadece küçücük bir an onun işaret parmağındaki dövmeye kaydı gözlerim. Küçük bir yıldız dövmesiydi bu. Bir başkası için fark edilmesi zor bir detaydı ama benim için değil.
Moto kurye dosyayı bana verir vermez hızla yanımızdan uzaklaştı. İşaret parmağındaki yıldız dövmesini düşündüm. İleride işimize yarayacak bir detay olmasını umdum içten içe. Sonrasında dosyayı kolumun altına sıkıştırıp güvenlik kulübesinin camına tıklattım.
“Kimin için geldiniz?” diye sordu güvenlik.
“Biz Fulya Hoca’nın öğrencileriyiz. Kendisine davetiye getirmiştik,” diyerek güvenliğin sorusunu cevaplayan da Vural oldu. Ceketinin iç cebinden çıkardığı kağıdı güvenliğe gösterdi. Bu Yiğit Eren’in tasarladığı senfoniye davet afişiydi. Yanında bir tane bulunmasının işimize yarayacağını kim tahmin edebilirdi ki?
“Ben Fulya Hanım’a haber vereyim,” dedi güvenlik. Fulya Hoca’ya telefon açtı. Güvenliğin kıpırdamayan dudakları bize içeriden cevap gelmediğini göstermişti. Güvenliğe bunun üzerine, “Bizim içeriye girmemiz gerek,” dedim beklentiyle. Güvenlik görevlisi adamın bakışları beni, Vural’ı ve Devrim’i tek tek inceledi. Bizi içeri alıp almamak konusunda tereddüt ediyordu.
“Bakın gençler. İçeriden olumlu yanıt gelmediği sürece sizi içeri alamam.”
“Bakın. Bu mesele sizin sandığınız kadar basit bir mesele değil. Fulya Hoca tehlikede olabilir.”
Güvenlik tam bana laf yetiştirmek için ağzını açıyordu ki içeriden, “Kızım!” diye bir çığlık sesi yükseldi. Kapıyı açtım. Güvenliğin arkamdan savurduğu sözleri duymazdan geldim. Bahçeye daldım. Devrim ile Vural da hemen arkamdaydı. Koşarak evin kapısına vardım. Zile bastım panikle. Bir yandan da birinin kapıyı açması için kapıya vuruyordum. Kapı birden ardına kadar açıldı. Açan kişi küçük Umut’tu.
Yaşlı gözlerle bakıyordu bana. Işık’ın gözleriyle bakıyordu. Tek fark onun gözlerinde Işık’ın hırsı yoktu. Işık’ın kibri yoktu. Saf çocuk pırıltısı vardı gözlerinde. Ona, “Neden ağlıyorsun Umut?” diye sordum. Burnunu çekti. Anlatmasına kalmadan yukarıya uzanan merdivenleri işaret etti parmağıyla. Bunun üzerine Vural’a, “Umut sende,” dedim.
Vural Umut’u kucağına aldı. Devrim ile bende koşarak merdivenlerden yukarıya çıktık. Yukarıya çıktığımız an geçen seferki yerinde bulduk Fulya Hoca’yı. Telefonu yere düşmüştü. Elleriyle yüzünü kapatmıştı. Vücudu ağladığını belli edercesine sarsılıyordu. Onun evine ilk geldiğimizde oturduğu yerdeydi. Bizim geldiğimizi bile fark edemeyecek kadar kötü bir haldeydi.
Elimdeki dosyayı Devrim’e verip ona doğru adımladım. Ayak sesimi duyunca ellerini yüzünden çekip bana baktı. Bize kızmadı. Neden geldiğimizi ya da içeriye nasıl girdiğimizi sormadı. Kızını kaybetmiş acılı bir anne olarak çaresizce gözlerime baktı sadece.
Ona doğru yaklaştım. Önünde durdum. Dizlerimin üzerine çöküp gözlerine baktım. O bana bakamadı. Titremeleri bir süre sonra kesildi. Gözlerini halının desenine dikmişti. Dudakları birbirine yapıştırılmış gibi tek kelime etmedi. Bende ona ulaşmanın bir yolunu düşündüm. Parmaklarım onunkilere uzandı usulca. Ellerini avuçlarıma alıp gözlerine bakarak, “Şu an ne düşündüğünüzü biliyorum hocam,” dedim.
“Işık’ın söylediklerinin doğru olup olmadığını düşünüyorsunuz. Haklı mıydı? Haksız mıydı? En çok da sizin hakkında düşündüklerini düşünüyorsunuz.”
Sol gözünden bir damla yaş akıp kucağına düştü. Yavaş yavaş çözülmeye başlıyordu. İlk şoku atlatıyordu. Bana kendini açacağını, en azından ağlayarak içini boşaltacağını artık biliyordum. Avucumdaki ellerini varlığımı, yanında olduğumu hissettirmek istercesine hafifçe sıktım. Soluk maviliklerimi onunkilerden bir an olsun ayırmadım.
“Işık’ın nefret ettiği siz değildiniz. Onun asıl nefreti banaydı.”
Fulya Hoca’nın dudaklarının titrediğini gördüm. Kendini daha fazla tutamadı. Yeniden ağlamaya başladı. “Kızım benden nefret ederek gitti,” dedi Fulya Hoca hıçkırıklarının arasından. Yerden kalktım. Yanına oturup ona sarıldım. Fulya Hoca bana sarılmış hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.
Devrim uzaktan bize bakıyordu. Vural’ın aşağıda Umut’u oyaladığını bildiğimden içim rahattı. Fulya Hoca ise bir süre sonra benden ayrıldı. Parmak uçlarıyla yanaklarındaki ıslaklığı sildi. Ağlamaktan şişmiş gözler bir benim bir Devrim’in arasında gidip gelirken, “Sizin burada ne işiniz var çocuklar?” diye sordu.
O an aklıma Vural’ın kapıdaki güvenliğe söyledikleri geldi. “Sizi yarın olacak olan senfoni orkestramızı izlemeye davet etmek için gelmiştik hocam,” dedim Fulya Hocaya.
Fulya Hoca mezunlardan kurulacak bir orkestranın olacağını zaten biliyordu ama buna katılacak gücü kendinde bulabilir miydi emin değildim. Ona, “Normalde orkestra kurulmayacaktı ama sonra hep beraber bir karar verdik. Işık Günay Senfoni Orkestrası’nı kurup onun için onun sevdiği parçaları çalmak istedik. Yarın hep birlikte Işık için çalacağız,” dedim beklentiyle.
Fulya Hoca eğdiği başını yavaşça kaldırdı. Hala akmayı bekleyen yaşlar vardı gözlerinde. Akamadığı gibi cam misali parlıyorlardı. Titreyen dudaklarında tatlı bir tebessüm oluştu. Donuk ve ruhsuz bakışlarıma rağmen bana karşı sıcaktı. “Neden peki?” diye sordu birden. Boğazına dizilen sözleri sarf edebilmek için güçlükle yutkunduğunu gördüm.
“Işık’ın yaptıklarından sonra onun için neden bir orkestra kurdunuz? Hepinize korkunç şeyler yaşattı. Özellikle de sana ve Devrim’e yaptıklarından sonra bunu neden yapmak istediniz?”
“Yaşanan hiçbir şey bir kötülüğün nedeni olamaz. Ne kadar zor şartlar altında kalırsak kalalım, ne kadar ağır bedeller ödersek ödeyelim yaptığımız hiçbir şey bir kötülüğün sebebi olamaz. Bende çok büyük yanlışlar yaptım. Kötülüğün en büyüğünü kendime yaşattım ve emin olun bundan ölümüne pişmanım. Şimdi ise bunun pişmanlığını yaşamak bir yana gerçeğin peşindeyim. Biz iyi olmayı seçenleriz. Biz iyilerin yanında olmayı seçenleriz. Işık bize ne yaşatmış olursa olsun bu onun ölümünü haklı çıkarmaz. Biz onun katilinin cezasını çekmesi için mücadele ediyoruz hocam. Kızınızın katili cezasını çekecek.”
Fulya Hoca’nın yanaklarından süzülen yaşa baktım. Gülümsemesi titredi. “Gerçeği biliyorsun,” dedi sessizce.
“Işık’ın benim kızım olduğunu biliyorsun.”
“Sadece ben değil, herkes biliyor. Kız kardeşinizin Ilgaz Günay ile evli kalabilmek için Işık’ı sizden aldığını hepimiz biliyoruz.”
Fulya Hoca’nın gözleri o an Devrim’i buldu. “Gel lütfen,” dedi Devrim’e.
“Vural’ı da alıp geliyorum hocam,” dedi Devrim. Aşağı inip Vural’ı çağırdı. Vural, Devrim ve küçük Umut birlikte çıktı merdivenlerden. Umut koşarak annesine sarıldı. Fulya Hoca onu öpüp kokladıktan sonra iyi olduğunu ve ona odasında oynaması gerektiğini söyledi. Umut akıllı bir çocuktu. Annesini zorlamaması gerektiğini biliyordu. Minik adımlarla bulunduğumuz kattaki geçen gelişimizde saklanmak zorunda kaldığımız o odaya girip kapıyı yavaşça örttü.
Umut’un kapıyı kapatışıyla, “Siz tüm bunları nereden öğrendiniz?” diye sordu Fulya Hoca.
“Mezarlıkta biri sizi kayda almış hocam,” diyerek konuyu tek cümlede özetledi Devrim.
Fulya Hoca sıkıntılı bir nefes verdi. Koltuğun yanındaki küçük koyu renkteki ahşap sehpanın üzerinden gözlüklerini alıp burnunun ucuna iliştirdi. Bakışları üçümüzün arasında gidip geldi bir süre. Ona, “Bize anlatabilirsin hocam. Geçmişte ne olduğunu bize anlatabilirsiniz,” deme cesaretini gösteren bendim.
“Yıllar önce,” diye başladı anlatmaya Fulya Hoca.
“Konservatuar okurken bir yandan da okulun karşısındaki kafenin sahibiyle anlaşmış kafede isteyenlere belli bir ücret karşılığında keman dersi vermeye başlamıştım. Ilgaz’ı da ilk orada gördüm. Benden düzenli bir şekilde keman dersleri almaya başladı. Zaman geçtikçe ona ders verirken zaman ve mekan kavramını yitirdiğimi hissetmeye başladım. O küçük kafe sanki bizim kafemizdi. Orada bulunan insanlar birer müşteriden çok bizim küçük resitalimizin izleyicileriydi sanki.”
Fulya Hoca bir düşe dalmış gibi uzaklara baktı. O anları yeniden yaşıyormuş gibiydi. Dudaklarında küçük bir gülümsemenin belirdiğini fark ettim. Ilgaz Günay’a ne kadar çok aşık olduğunu bir kez daha anladım. Bana bakarak, “Her şey çok güzeldi,” dedi bu sefer.
“Derslerde birinciydim. Öğretmenlerimin gözde öğrencisiydim. Mezun olmama çok az bir zaman kalmıştı ve ben okulumun bitimiyle birlikte Ilgaz ile evleneceğimizin hayalini kurarken tüm güzel şeylerin bir sonu olduğunu bilemeyecek kadar kördüm.”
“Neden öyle söylediniz hocam?” diye sordu Vural merakla.
“Aşık olunca insan gözünün önünde olup biteni bile göremeyecek hale geliyor Vuralcım. Maalesef ki bende göremedim. Kız kardeşim Güneş’in Ilgaz’da gözü olduğunu göremedim. Her şeyin patladığı o günü hiç unutmam. Okuldan sonra kafedeki işimden çıkmış eve doğru yürüyordum. Aylardan Haziran, mevsimlerden yaz, hava yağan yağmurdan sonra kendini bulutların sessizliğine bırakmıştı. Su birikintilerinin üzerine bas basa eve gidiyordum. İçim kıpır kıpırdı. İki gün sonra mezuniyetim vardı. Okulu tamamlamak bir yana eve Ilgaz’ın varlığından aileme bahsetmek üzere gitmek bulutların üzerinde yürüyormuşum gibi hissettirmişti.”
İçimden bir ses o gecenin onları ilelebet ayırdığını söylüyordu. Ailesinin Ilgaz Günay’ın varlığından haberdar olmadığını pek sanmıyordum. Sanki Güneş Yılmazer o gece ablasına ailesiyle bir olup komplo kurmuş gibi hissettim. Güneş Yılmazer kendi öz ablasını ateşe atacak kadar hırslı ve kalpsiz bir kadın olabilir miydi?
“Eve vardığımda kapıyı çalıp Güneş’in bana kapıyı açmasını bekledim. Bir yandan da heyecanla ayakkabılarımı çıkarmaya çalışıyordum. Heyecandan ölecekmişim gibi hissediyordum. Kalbim göğsümü yarıp kaçmaya meyilliydi. Bacaklarım titrediğinden ayakta durmak bile güç geliyordu. Kapının açılmasıyla içeri geçip bir an önce kendimi koltuğa bırakmaya niyet etmiştim ki salonun kapısında durduğum an ailemin tanımadığım insanlarla oturmuş koyu bir sohbete daldığını gördüm. Varlığımı ilk fark eden babam oldu. ‘Fulya da geldi,’ dedi bana bakarak. O an tüm dikkatleri üzerime topladı. Gözlerim gelenleri taradı. Oldukça şık giyimli genç bir adam yanında anne ve babası ile birlikte bana bakıyordu. Orta sehpada bir kutu çikolata ve renkli bir çiçek buketi vardı. İlk başta Güneş için görücü geldi sanmıştım. İsteme faslı için beni beklediklerini düşünmüştüm ama yanılmışım.”
Fulya Hoca o anı yeniden yaşıyormuş gibi irkildi. “Güneş’in kolundan tutup onu odama çektiğimi hatırlıyorum,” dedi sessizce.
“Ona, ‘İstemeye geleceklerini neden bana söylemedin? Evleneceksin ve bana anlatma tenezzülünde bile bulunmadın,’ dedim sitemle. Güneş benim aksime oldukça rahattı. Gözlerimin içine baka baka evlenecek olanın kendisi olmadığını buraya beni istemeye geldiklerini söyledi. Bunun mümkün olmadığını söyledim ona. Aileme de bunu söyleyecektim ama ondan önce kendimi bu durumdan kurtarmak için başka birine olan biteni haber vermem gerektiğini hissettim. Güneş’i ardımda bırakıp banyoya kilitledim kendimi. Çantamdan telefonumu çıkarıp Ilgaz’ı aradığımı hatırlıyorum. Onu aramak o kadar zor oldu ki parmaklarımı hissetmediğimden aramayı güç bela yapabilmiştim.”
“O adam buraya ilk geldiğimiz zaman kapınıza dayanan adam mıydı?” diye sordum birden.
Fulya Hoca’nın gözleri doldu. Başını hafifçe sallayarak beni tasdikledi. “Ilgaz’ı aramamın bedeli de bu oldu aslında,” dedi sessizce.
“Banyodan çıktığımda evden kaçıp gitmek istedim ama bunu yapamadım. Babam beni koridorda yakaladı. Kolumdan tuttu. Öfkeyle baktı gözlerime. ‘Yüzükler takılacak? Neredesin sen?’ diye sordu hiddetle. Ona evlenmek istemediğimi o adamla asla evlenmeyeceğimi söyledim. Kolumdan tutup hışımla salona çekti beni. Misafirlerin gözleri önünde kolumu öyle bir sıktı ki gözümden yaş geldi. Tepside duran yüzüklere baktım. Sonrasında uzaktan beni izleyen Güneş’e.”
Yutkundu. Sonrasında, “Ilgaz geldiğinde babam çoktan zorla parmağıma yüzüğü takmıştı. Ilgaz gördüğü manzaradan sonra beni alıp gitmeye hazırdı. Benimle birlikte olabilmek için her şeyi göze almaya hazırdı ama Güneş ondan önce davrandı. Babamın gözlerinin içine baka baka Ilgaz’ın onun sevgilisi olduğunu, en kısa zamanda da evleneceklerini söyledi. Annem laf arasında Ilgaz’ın canını yakmak istercesine kesti kurdeleyi,” dedi Fulya Hoca.
“Ilgaz’ı yaka paça dışarı atışları hala gözlerimin önünde. Onunla gitmemem için Güneş’in bana sarılırken kulağıma doğru eğilip beni tehdit edişi hala çok taze. Beni bebeğimle tehdit etti. Babamların hamile olduğumu öğrenirlerse bebeği aldırtacaklarını fısıldadı kulağıma. Ona güvenip de söylediğime, ona inandığıma beni öyle bir pişman etti ki bir daha da eskisi gibi olmaya gücüm yetmedi. Evlendim, anne oldum, kucağımdan almayı beklediler bebeğimi. Evlendiğim adam kendisinden olmayan bir bebeğe babalık yapmayacağını, o bebek doğar doğmaz kız kardeşimin şantajına boyun eğerek ondan vazgeçmem gerektiğini söyledi. Mecbur kaldım. Kızımı teyzesi olacak o kadına bırakmak zorunda kaldım. Sevdiğim adamdan ayrı, kızımdan ayrı geçen onca yılın ardından Ilgaz geldi kapıma. Güneş’ten henüz boşanmamıştı. Ona olan özlemim büyük bir yanlış yapmama neden oldu. Yanlışımın bedelini sonradan ödeyeceğimi bilemezdim. O adam Umut’un babası olduğunu düşünerek bir buçuk yıl geçirdi benimle. Ilgaz’ın da yardımıyla onunla boşanmama bir şey dememişti ama söz konusu Umut olunca işler çirkinleşti. Bir çocuğumu korumayı başardım ama diğerine gücüm yetmedi. Teyzesi kötülüğüyle zehirledi onu. Sonrasında boşanır boşanmaz yasak aşkının yanında aldı soluğu. Meğer o da son birkaç aydır o adamla görüşüyormuş. Onun gidişine sevinmem gerekirdi ama sevinemedim. Çünkü kızımla aramda aşılması imkansız duvarlar vardı. Onun okuduğu okulda öğretmen olmak belki de bu hayatta verdiğim en doğru karardı. Her gün onu görebilmek için öğretmenler odasının dışında koridorlarda beklerdim. Keman derslerini benden alması için her dönem ders programımı ona göre düzenlemiştim ama şimdi her şey bitti. Ona bir kez bile sarılamadan, bana bir kez olsun anne diyişini duyamadan gitti. Kızımı aldılar benden. Halbuki ben onu okulun koridorlarında görmeye bile razıydım.”
Fulya Hoca’nın ağlamamak için tavana baktığını gördüm. Titreyen dudaklarını dişledi. Hayatının en büyük gerçeğini kendi isteğiyle bizimle paylaşmasını beklememiştim ama o bunu yapmıştı. Canını yakan gerçekleri bize anlatmıştı. Bizim yanımızda ağlamıştı. Bizim yanımızda yeniden pişman olmuştu.
“Keşke ona gerçeği söyleme cesaretini önceden gösterebilseydim,” dedi Fulya Hoca iç çekerek.
“Hepimizin hayatında pişmanlıklar vardır,” dedim ona bakarak.
“Hepimizin hayatında keşke yapmasaydım, keşke onu söylemeseydim, keşke her şeye rağmen o şeyi yapsaydım gibi onlarca keşke var ama hayat devam ediyor hocam. Her şeye rağmen hayat devam ediyor. Önemli olan önüne bakabilmek, önemli olan her şeye rağmen yaşayabilmek. Her şeye yeniden başlayabilmek.”
O an gözlerim Devrim’e kaydı. Umudumu kaybettiğim an elimi sıkı sıkı tutuşu, kalbine almak istercesine bana sarılışı geldi gözlerimin önüne. Bana her şeye rağmen devam etme gücü verdi. Hayatta yaşanan hiçbir şeyin devam etmemize engel olmadığını, küçük adımların yerini büyük adımlara bıraktığını göstermişti bana ve ben yaşanan her şeye rağmen yaşamayı, her şeye onunla yeniden başlamayı istiyordum.
Vural, “Zamanı geriye alamayız hocam ama Işık için bir şeyler yapabiliriz. Biz nasıl ki yarın onun için sahne alacaksak sizde onun için bizim aramıza katılabilirsiniz,” dedi elindeki afişi Fulya Hoca’ya uzatırken.
“İlk kez şuna katılıyorum hocam. Yarın bizim aramızda olmanızı çok istiyoruz,” dedi Devrim.
Vural’dan şu diye bahsetmesi dikkatimden kaçmamıştı. Vural ise her zamanki gibi Devrim’in ona karşı takındığı tavıra alışkın olduğundan onu duymazdan gelmişti. Fulya Hoca afişi alıp inceledi. Yiğit Eren etkileyici bir afiş tasarlamıştı. Işık’ı temsil etmesi için özellikle de arpı vurguladığı bir tasarım yapmıştı. Bunu Fulya Hoca da fark etmiş olacak ki titreyen dudaklarında içten bir gülümseme belirdi. Afişin altında yazan herkesin beyaz giymesini istediğimiz küçük notu okumuş olacak ki, “Yarın beyaz giyinip geleceğim,” demişti.
“O halde yarın sizi en öne alıyoruz hocaların en güzeli,” dedi Vural neşeyle.
Fulya Hoca gülmeye başladı. Vural’ın yanımızda olması iyi olmuştu. Onun enerjisi Fulya Hoca’ya da tesir etmişti. “En çok seni alkışlayacağım Vuralcım,” dedi Fulya Hoca. Vural gururla göğsünü şişirdi. Devrim gözlerini devirdi. Tam o sırada birinin merdivenlerden çıktığını belli eden adım seslerini duyduk. Hepimiz merdivenlerin olduğu tarafa baktık. Gelen Ilgaz Günay’dı. Onu son gördüğümden bu yana yüzü epey bi çökmüştü. Günlerce uykusuz kalmış olduğu belliydi. Göz altlarındaki koyu halkalar, kan çanağına dönen gözleri onu ele veriyordu.
“Hoş geldin Ilgaz,” dedi Fulya Hoca ona.
Ilgaz Günay’ın gözleri her birimizi tek tek tararken Devrim’e kısa bir bakış attım. Üçümüzde ayaklandık. “Yarın görüşürüz hocam,” dedi Devrim. Üçümüz Ilgaz Günay’a verdiğimiz küçük bir baş selamının ardından evden ayrılmak üzere merdivenlerden inmeye başladık.
“Sırada ne var?” diye sordu Vural.
Üçümüz evden ayrılıp arabaya geçtik. Devrim kucağıma elindeki dosyayı bıraktıktan sonra, “Önce okula uğrayıp diğer iki dosyayı almamız gerek. Sonrasında bizi gördüğüne en çok sevinecek insanın yanına gideceğiz,” diyerek Vural’ın sorusunu yanıtlamış oldu.
“Savcı bizi özlemiştir,” dedim Devrim’e.
“Bizi kapıda karşılayacağına yemin edebilirim ama kanıtlayamam.”
Başımı iki yana hafifçe salladım. Savcının sevgisini göstermeden duramayan bir adam olduğunu ikimizde biliyorduk. Özellikle de bize olan olağanüstü sevgisini göstermekten geri kalmıyordu. Devrim arabayı çalıştırdığında Vural arkadan, “Okuldan sonra yollarımız ayrılıyor dostlarım,” dedi.
“Çok şükür,” dedi Devrim.
“Neden?” diye sorarak araya girende bendim. Devrim Vural’ın neden bizimle gelmediğini sorduğum için kısa bir anlığına bana baktı. Kıskanç bir Devrim Dinçer Demiralp her zamankinden daha huysuz oluyordu.
“Madem merak ettin hemen söyleyeyim Sanat,” dedi Vural keyifle.
“Merak falan etmedi,” dedi Devrim dikiz aynasından Vural’a keskin bir bakış atarak.
“Olsun ben yine de söyleyeyim,” dedi Vural sırf Devrim’in sinir uçlarına dokunmak için.
“Katil bir sonraki hamleyi yapması için beni seçti.”
“Fulya Hoca’nın ismini yazmak için seni görevlendirmiş,” dedim Vural’a.
Devrim, “Dönüşte yanımızda olamadığın için üzgünüm,” dedi manidar bir gülümsemeyle. Vural ona cevap vermedi. Araba süratle okula doğru yol alıyordu. Hava kararmaya başlamıştı. Bense önümdeki dosyaya dikmiştim gözlerimi. İçerideyken açmak gibi bir şansım olmamıştı ama şimdi içindeki karanlığa bakmamam için hiçbir engel yoktu.
Dosyanın kapağını araladım. İçinde o kadar çok kağıt vardı ki dosyanın neden bu kadar ağır olduğu belliydi. Biraz göz gezdirdim yazanlara. Hesap dökümleri, ne için kullanıldığını bilmediğim ilaç isimleri, ilaçların temin edildiği firmalar, klinikte yatan hastaların isimleri, onlara uygulanan tedaviler ve çok daha fazlası bir bir belgelenmişti. Hastaların isimlerine baktım tek tek. Kendi adımı gördüm listenin ortalarında. İçimde garip bir his belirdi. Tek tek tüm isimlere baktım ama Esila’nın ismini bulamadım. Emin olmak için baştan sonra bir daha baktım ama Esila’nın adı yoktu. O aslında hastalardan biri değildi, hastalardan biri gibi gösterilip diğer herkesi hasta edenlerdendi.
Devrim arabayı okulun önünde durdurdu. Bana, “Ben dosyaları alıp geliyorum,” dedi inmeden önce. Onu arabada bekleyeceğimi söyledim. Vural ile birlikte arabadan inip okulun içine girdiler. Bende yeniden sayfaların arasına gömüldüm. Uygulanan tedavilere baktım. Benim üzerimde denen ilaç ismine baktım ve bir şeyden kesin olarak emin oldum: Bu klinikteki yasadışı tedaviler uygulanıyordu.
Kendi dosyamda geçen ilacın adıyla bu dosyadaki ilacın ismi farklıydı. Dozları da farklıydı. Klinik hasta ettiği insanlar üzerinde yasadışı tedaviler deniyordu. Piyasada olmayan daha doğrusu merdiven altı üretilen ilaçları hastaların üzerinde deniyorlardı. Belki de uyuşturucu ile beraber verilen ilaçlarda onların üretimindeydi.
Kağıtları biraz daha karıştırdım. Bir kağıda el yazısıyla birkaç ilaç isminin yazılmış olduğunu gördüm. Altına da başarısız olunduğunun bilgisi düşülmüştü. Dosyayı kapattım. Tam o sırada Devrim diğer iki dosyayla beraber arabaya döndü. Diğer iki dosyayı da bana verdikten sonra koltuğuna kuruldu. Kemerini taktı ve bana baktı. Donuk ifademe baktı sessizce.
“Dosyada ne yazıyordu?” diye sordu.
“Yaptıkları tüm kötülükler.”
Devrim gördüklerimden sonra ne hissettiğimi iyi biliyordu. O listede benimde olduğumu, klinikten çıkmamış olsaydım belki de üzerinde ilaçlar denen hastalardan biri olarak hayatıma devam edeceğimi biliyordu. Orada olanları az çok tahmin edebiliyordu. Hastalığının ilerlemesi bir yana verilen ilaçlardan sonra ölenlerin de olduğunu biliyordu. Bana doğru yaklaştı. Yanağımı okşadı. İçinde duygunun pırıltısı kalmayan soluk mavi gözlerime baktı aşkla.
“Sana bunu yapan herkes cezasını çekecek Sanat,” diye başladı Devrim konuşmasına.
“Elimizdeki delilleri savcıya sunduğumuz an senin söylediklerin gerçek olacak.”
“Benim söylediklerim mi?”
“Bana göle baktığımızda seni göle benzetmeme karşılık öyle olmadığını söylemiştin. ‘Ben o gölü kaplayan karanlığım Devrim. Gördüğün ve hatta görmeyi umduğun güzelliği örten bir perdeyim ben. Ne beni aydınlatacak bir ay ne de karanlıkta bana yol gösterecek yıldızlar var içimde,’ demiştin. Bende sana, ‘Adın gibi karanlık ol bu gece,’ demiştim. Bugün savcıya elimizdeki delilleri verdiğimizde de olacak olan bu. Sen karanlık olarak üzerine düşeni yapacaksın. Kliniğin karanlığını kendininkiyle bastıracaksın. Klinik sonsuza kadar yok olacak. Sende sandığının aksine içinde parıldayan yıldızlar olduğunu göreceksin Sanat.”
“Benim içimde parıldayan tek bir yıldız var o da sensin Devrim. Sen olduğun sürece ben yolumu asla kaybetmem. Şimdi de yine senin ışığını takip edeceğim. Birlikte kliniğin esir aldığı insanları kurtarmaya gitmeye ne dersin Devrim Dinçer Demiralp?”
“Varım derim Sanat Karay.” Varım.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 9.02k Okunma |
1.01k Oy |
0 Takip |
71 Bölümlü Kitap |