58. Bölüm

11.Bölüm: Kağıt Uçak

Şevval Nur Aydın
sevvnuraydn

“Acilen savcıyı görmemiz gerek,” dedim karşımdaki polis memuruna. Ondan sanki savcıyı görme talebinde bulunmamışım da suratına karşı okkalı bir küfür savurmuşum gibi baktı yüzüme. Gözlerini kıstı. Beni tepeden tırnağa süzdükten sonra, “Savcım rahatsız edilmek istemiyor gençler,” demişti.

Sıkıntılı bir nefes verdim. Elimdeki dosyaları düzelttim. Donuk bakışlarımı karşımdaki polis memurundan alıp yanı başımda duran Devrim’e çevirdim. Onunda canı içinde bulunduğumuz duruma fena halde sıkılmıştı. Tam emniyetten ayrılmaya karar verdiğimiz o anda, “Sen yeni misin?” diye sordu bir ses.

Savcı ile göz göze geldim. Soruyu bizzat karşımdaki polis memuruna yöneltmişti. “Evet efendim,” dedi polis memuru adam. Savcının dudaklarında tahmininde yanılmadığı için duyduğu hazzın gülümsemesi belirdi. Elini polis memuru adamın omzuna koydu. Hafifçe vurup, “Şu ikiliyi görüyor musun? Onlar buraların müdavimleri. Onlarsız bir günüm bile geçmiyor desem inanır mısın? Onlar benim onur konuklarım. Nezarethanemde açan iki küçük gül goncam onlar benim. Kısacası bu ikiliyi gördüğün zaman direkt beni buluyorsun,” dedi savcı.

Polis memuru adamın yutkunurken boğazında sarsılan ademelmasına baktım. Savcının esprileri ile karşısındaki insanı anksiyete krizlerine sokma huyunun olduğunu bilemeyecek kadar işinde yeni olduğu belliydi. Benim donuk ifademin bir benzeri de Devrim’de vardı. İkimizde savcının bu tip hallerine alışkın olduğumuzdan kılımızı bile kıpırdatmamıştık. Ne zamanki savcı, “Devrim ile Sanat ikilisi, beni takip edin,” demişti, işte o zaman beraber savcının arkasından onunla birlikte odaya girmiştik.

“Nedir bakalım sizi akşam akşam buraya getiren? Benimle görüşmek için ne tür belalara bulaştınız bakalım. Madem beni bu kadar çok seviyorsunuz adamakıllı bunu söylemeniz yeterdi. Ben size yine vakit ayırırdım. Siz yeterki geceyi buz gibi nezarethanede geçirmek zorunda kalmayın.”

“Başımızı belaya sokmadık ama sizinle çok önemli bir konu hakkında konuşmamız gerekiyor sayın savcım,” dedim dayanamayarak.

Savcı sabırsız oluşumdan bile bir şeylerin yolunda gitmediğini sezmişti. Benim gibi ruhsuz birinin kolay kolay strese girmeyeceğini biliyordu. Resital davasından sonra ayağımızın karakoldan kesilmemesi bir yana sürekli bir araya gelmemizden dolayı bizi iyi çözmüştü. Masasının ardında sandalyesini çekmiş oturur oturmaz ellerini kavuşturmuştu. Birbirine kenetlenen parmakları bizi dinlemeye hazır olduğunun en büyük göstergesiydi.

“Konu bu kadar önemliyse anlatmaya başlasanız iyi ederseniz. Daha beni bekleyen çok iş var,” dedi savcı.

“Sizin için deliller bulduk savcım,” dedim elimdeki üç dosyayı savcının masasına yan yana olacak şekilde sırayla koyarken. Savcı daha dosyaları aralamadığından, “Işık Günay ile mi ilgili?” diye sormuştu. Başımı olumsuz anlamda salladım. Üçümüzün hala bir arada olmasının sebebi Işık Günay iken şimdi ortaya çıkan yeni sebebin ne olduğunu düşündü. Masasında sıralanmış üç dosyadan ilkinin kapağını araladı. İlk dosya hepimizin tanıdığı bir isme aitti. Savcının bize Işık olduğunu söylediği, Işık olmamakla birlikte ormandaki kulübeden ölü olarak çıkarılan biri: Esila Kehribar!

“Esila Kehribar?”

“Bu dosyada Esila Kehribar’ın klinikte daha önce yatan bir hasta olduğunun bilgileri var sayın savcım. Hesabına her ay aktarılan paranın hesap dökümleri, ilaçlar, tetkikler, kısacası bu dosya ona ait.”

Savcı dosyadaki kağıtları karıştırmadan direkt ikinci sıradaki dosyanın kapağını araladı. Bu sefer açtığı dosya bana aitti. Benim hakkımda yapılan her türlü işlemin kayıtları tek bir dosyada toplanmıştı. Benim adımı görür görmez savcı açık kalan iki dosyaya uzaktan bir kez daha bakıp son dosyanın kapağını araladı. İşte o son dosya kliniği bitirecek delillerin olduğu dosyaydı.

“Kapağını açtığınız son dosya kliniğin yasadışı deneyler yapmakla birlikte uyuşturucu işinin içinde olduğunun kanıtıdır savcım,” dedim birden.

Savcının bakışları yeniden bana kaydı. Bu sefer az önceki muzip tavrından eser yoktu. Ciddiydi. Temkinliydi. Bir parça da şüphe vardı bakışlarında. Bana, “Bir kere soracağım. Düzgün ve net bir cevap bekliyorum. Bunları nereden buldunuz?” diye sordu.

“Dahil olduğumuz oyunda katil hediye adı altında bu üç dosyayı bize bıraktı,” dedi Devrim savcıya.

“Domino taşları,” dedi savcı fısıltıyla. Bir süre boşluğa baktı. Sanki olan biteni zihninde bir yerlere oturtmaya çalışıyormuş gibi bir hali vardı. Omuzlarını dikleştirdi. Sırtını koltuğuna iyice yasladıktan sonra ilk dosyadaki kağıtları karıştırmaya başladı. Birkaç kağıda göz atmıştı ki böyle yol alamayacağını hissetmiş gibi ayağa kalktı. Elinde dosyadan aldığı kağıtlardan biriyle odaya girer girmez masanın başına geçtiğimizden dolayı fark etmediğim hemen arkamdaki duvarda duran devasa büyüklükteki mantar panonun başına geçti savcı. Mantar panonun sağ tarafında ayaklı, beyaz bir yazı tahtası vardı. Önünde de bir kutu raptiye ve kırmızı, oldukça kalın bir iplik makarası duruyordu.

Savcı elindeki kağıdı raptiyeyle boş mantar panonun en köşesine asıp geri çıktı. Ellerini beline yerleştirdi. Gözleri Esila’nın tetkik raporunun üzerindeydi. O, dikkatli bir şekilde astığı kağıda bakarken masasının üzerindeki dosyalardan ilkinin içinden Esila’nın hastanenin doktorundan yüklü bir miktarda para aldığını gösteren hesap döküm belgesini çıkarıp savcının yanına gittim. Elimdeki kağıdı kutudan çıkardığım raptiyeyle mantar panoya astım. O an savcının dikkatini çektiğim andı.

“Esila Kehribar’ın hesabına her ay düzenli bir şekilde ve hep aynı miktarda para yatırılıyor. Yatıran kişi de hastanenin başhekimi,” dedim savcıya bakarak. Konsantrasyonunu dağıttığım için bana kızmasını bekledim. İşini yaparken ona engel olmamamı söylemesini bekledim. Dava dosyasına müdahelede bulunduğum için beni ve beraberimde Devrim’i odadan kovmasını bekledim ama o bunların hiçbirini yapmadı. Dudaklarında beliren gurur dolu tebessümü saklamadan, “Devam et,” dedi bana.

“Panoya astığınız sayfada Esila’nın da klinikte kaldığına dair emareler olsa da son dosyada klinikte kalan hastalar listesinde benim bile adım bulunurken onun adı bulunmuyor. Burada geçen tarihte yatışı yapıldıysa diğer belgede de adının olması gerekirdi ama yok.”

Devrim sözünü ettiğim kağıdı dosyadan çıkarıp bana doğru uzattı. Kağıdı alıp raptiyeyle diğer kağıdın yanına astım. İki kağıtta da aynı tarihlerin olmasına rağmen birinin sahte olduğu açıkça belli oluyordu. Savcı yanı başındaki beyaz yazı tahtasına Esila’nın adını yazdı. Yanına da bahsi geçen tarihi not etti. Daha sonra masadaki dosyaların arasından aldığı hem benim hem de Esila’nın sağlık raporlarından bir başka sayfayı daha panosuna iliştirdi. “İlaç isimlerinde de tutarsızlık var,” dedi savcı.

Son dosyadan başka bir kağıt çıkarıp panoya astım. Bu kağıtta deneyin başarısız olduğunun notu düşülmüştü. Notta yazan ilaç isimlerine baktık savcıyla beraber. Savcı yazan isimleri de tahtasına not etti. İkimizde dosyadan aldığımız kağıtları panoya asmaya kaldığımız yerden devam ettik. İlgili kağıtların arasındaki bağlantıyı vurgulamak için raptiyelerden kırmızı ipler geçirerek ortak bir noktaya dikkat çektim: Başhekimin ismine!

“Başhekim aynı zamanda da kliniğin sahibi. Esila üzerinden gençleri zehirledi. Her ay bunun için ödeme yaptı,” dedim kağıtlarla dolu panonun son haline bakarken.

“Bunu kanıtlayan bir delil yok,” dedi savcı birden.

Ona baktım. Düşünceli ifadesine baktım. “Doktorun Esila’nın hesabına her ay para yatırdığına dair hesap dökümleri var. Esila’yı klinikte yatan bir hasta olarak göstermesinin üzerine Esila’nın okulda uyuşturucu sattığına dair ifade verebilecek kişiler de var,” dedim sinir bozukluğuyla.

“Bunları bilmediğimi mi sanıyorsun küçük Karay? Seninde bilmediğin şeyler var. O gün kulübeden çıkarılanın Esila olduğunu biliyorsun ama bu hesabın Esila’ya ait olduğunu bildiğim halde neden adamı gözaltına aldıramadığımı bilmiyorsun.”

“Ne demek istiyorsunuz savcım?” diye sordu Devrim.

İkimizde savcının dudaklarından çıkacak iki kelamın bizi aydınlatmasını bekliyorduk. Esila Kehribar dosyasında bizim bilmediğimiz ne vardı? Neden doktorun adı bariz bir şekilde suç delillerinin tam ortasında yer alırken şimdi her şey yetersiz kalıyor? Savcı bizden ne saklıyor?

“Bu adam, yani doktor aslında Esila Kehribar’ın dayısı,” dedi savcı.

“Yaptıkları ortada, onu içeri alacak deliller var. Fakat Esila’nın dosyasından aklanabilir. Çünkü Esila’nın hesabına yatan para yirmi dört saat geçmeden okulun hesabına aktarılıyor.”

“Bunun anlamı?”

“Dayısı olarak yeğeninin okul taksitlerini ödemiş demek.”

“Ama Esila okulda yasaklı madde sattı,” dedim bir umut.

“Kendin söylüyorsun Sanat. Satışı yapan Esila’ydı. Dayısının yeğeninin yaptıklarından haberinin olmadığını söyleyerek bu meseleden sıyrılmak gibi bir durumu var. Fakat kullanılan ilaçların araştırılmasıyla ve uyuşturucuyu hastalara verenin klinik olduğunu kanıtlamak suretiyle sadece kliniği kapatmakla kalmaz, Esila’nın ailesinin istediği adaleti de sağlamış oluruz.”

“Uyuşturucuyu onların verdiğine eminim savcım. Hatta bu işin ucunda yasaklı maddenin satışı ile beraber üretiminin de yapıldığına dair ciddi şüphelerim var. Fakat eksik bir şey var bu hikayede.”

“Neymiş o?”

“Esila’nın bir ailesi varken neden taksitlerini dayısı ödüyor mesela.”

Savcının dudaklarında bilgiç bir gülüş belirdi. “Ailesi kızlarının bağımlı olduğunu anladıkları an kliniğe yatışını yaptıkları konusunda ifade verdi. Ondan sonrasında kızlarının klinikten ayrıldığının bilgisi aileye verilmemiş. Aile kızlarının hayatı konusunda bizden gerçeklerle beraber adaleti bekliyor.”

Taşlar işte şimdi yerine oturmuştu. Başhekimi ve beraberindeki herkesi içeri tıkacak deliller vardı elimizde. İlaçların isimlerinin araştırılmasıyla bu işin biteceği kesindi. Fakat Esila’nın dava dosyası dayısının ismi geçmeden direkt kapanacaktı. Adalet isteyen bir aile için böyle bir şeyin olmasını göze alamazdım. Bir şekilde onun Esila’nın yaptıklarında ve ölümünde parmağının olduğunu kanıtlamam gerekiyordu.

Gözlerim belki kaçırdığım bir detay vardır umuduyla yeniden panoyu taradı. Tek tek savcıyla beraber astığımız kağıtlara baktım. Işık’ı anımsadım. Onun bana bıraktığı kitabın kapağında yazan cümleyi anımsadım. Küçük bir detay aradım sayfalarda. İşte tam da o anda bir şey fark ettim. Bazı sayfalarda kurşun kalemle altları çizilmiş harfler vardı.

“Savcım sanırım buldum,” dedim onun tarafındaki tahtanın önüne geçip kalemi elime almadan hemen önce. Savcı kenara çıktı. Bende gördüğüm harfleri tahtaya not etmeye başladım. Buradan bir şey çıkacağına emindim. Çıkmak zorundaydı.

“L, k, i, i, p, a, y, m, m, a, y, e.”

Savcı yazdığım harfleri tek tek okurken tüm harfleri tamamlayıp tamamlamadığımı bir kez daha kontrol ettim. “Burada bir şey var savcım,” dedim harflerin manasını çözmek üzere tahtaya bakarken. O an Devrim’in de ayaklanıp tahtaya baktığı andı. Üçümüzde harfleri kafamızda birleştirmek üzere derin düşüncelere daldık.

Savcı aradığımız cevabı, “Palmiye kimya,” diyerek tek seferde buldu.

“İlaçları tedarik ettikleri firma koca bir yalan. Onların asıl yuvalandıkları yer burası.”

“Peki ya Esila Kehribar dosyası ne olacak? Yeğeninin ölümünde onunda parmağı var. İçeri girmesi bir yana ailenin istediği adaleti sağlamak sizin vazifeniz sayın savcım,” dedim bekletiyle.

Savcı normalde böyle konuştuğumda iğneleyerek beni susturmayı tercih ederdi ama bu sefer o da benim haklı olduğumu biliyordu. Bana, “O adamın bunu itiraf etmesini sağlamaktan başka bir yol yok gibi görünüyor,” dedi. Devrim’in bakışlarını üzerimde hissettim. Daha aklımdan geçeni söylemeden ne yapmak istediğimi hissetmişti. Ondandı yüzünü asmasının sebebi. Bana aksi ve hoşnutsuz bir ifadeyle bakmasının sebebi buydu.

“İtirafı ben alabilirim,” dedim bir cesaret.

“Asla olmaz,” dedi Devrim net bir şekilde.

“Devrim,” dedim uyarıcı bir tonda.

“Sanat,” dedi kimin daha inat olduğunu göstermek istercesine.

“Benimle bir dakikalığına dışarı gelir misin?”

Savcı ikimize bakıp eliyle kapıyı işaret etti. Yanında tartışmamızı istememesi bir yana buna tahammül edemeyeceğini biliyordum. Devrim ile beraber savcıyı odada bırakıp kapının önüne çıktık. Beni ikna etmek üzere konuşmasına kendini hazırlıyordu. Sinirlerini yatıştırmak istercesine derin bir nefes alarak başladı konuşmasına.

“Operasyonun ne kadar tehlikeli olduğunun farkında mısın? O adamın yaptıklarını bile bile onunla tek kalamazsın Sanat.”

“Ama ben bunu yapmak istiyorum Devrim. O adamın ağzından itirafı almak istiyorum. Esila Kehribar’ın ailesinin beklediği adaleti sağlayacaksa tüm bunlar ben o adamla aynı odada kalacağım.”

Devrim’in histerik kahkahası yankılandı bulunduğumuz yerde. Ellerini ensesine koymuş sakinleşmeye çalışıyordu. Bana, “Çok tehlikeli,” dedi yalvarırcasına. Vazgeçmemi istiyordu. Operasyonun gerisinde durmamı istiyordu.

“Sana bir şey olmasına dayanamam. Bunun ihtimaline bile dayanamam Sanat.”

Devrim’e doğru yaklaştım. Aramızdaki mesafeyi kapattım. Gözlerine baktım. Sıcak nefesinin altında bir kuş misali kanat çırpıyordu kalbim. İçimi titretiyordu. Bana yaşadığımı hissettiriyordu. Her şeye rağmen yaşadığımı…

“Hiçbir şey olmayacak. Güvende olacağım.”

“Nasıl bu kadar eminsin?”

“Eminim. Çünkü yanımda olamadığında arkamda olduğunu biliyorum Devrim Dinçer Demiralp.”

Devrim’in aksi ifadesi yumuşadı. Kirpiklerinin arasından bana bakan gözlerinde kendi yansımamı görebiliyordum. Operasyona katılmama razı olacağını, beni bekleyeceğini biliyordum. Kliniği kapatırken resital kurbanlarını organize edeceğini biliyordum. Birlikte bir devri kapatacaktık. Birlikte.

Devrim, “Tamam. Sana güveniyorum,” dedi en sonunda. Dudaklarımda beliren gülümsemeye dokundu başparmağıyla. Gözleri kısa bir anlığına dudaklarıma kaymıştı ki bulunduğumuz yeri fark etti.

“Savcıyı daha fazla bekletmeyelim,” dedi Devrim.

Birlikte yeniden savcının yanına gittik. Savcı tam da bıraktığımız gibi mantar panonun başındaydı. Geldiğimizi fark edince, “Evet mi hayır mı?” diye sordu. Bize bakma tenezzülünde bile bulunmadı. O kadar varlığımız onun umurunda değildi ki aksi bakışlarını karşısındaki mantar panodan ayırmamayı tercih ediyordu.

“Evet,” dedim kendimden emin bir şekilde.

“Eğer sizinde onayınız olursa ben itirafı alabilirim savcım.”

“O klinikte sende yattın Sanat Karay. O doktoru tanıyorsun. Adamın sinsi olduğunun sende farkındasın. Onu hassas karnından vurman gerektiği belli. İçeri girdiğinde yatışının yapılmasını talep etmek üzere öncelikle başhekimle görüşmek istediğini söyleyeceksin. Gerisi sende. Senin bu işin altından kalkabileceğini bilmesem seni içeri asla sokmazdım ama biliyorum ki bunu yapabilecek tek kişi de sensin.”

Savcı artık mantar panosuna bakmıyordu. Doğrudan bana dikmişti gözlerini. “Yarın gece bu iş bitecek. Ben aldığım izinlerle yarın bu işi biteceğim. Peki siz bu konuda sözünüzün arkasında durabilecek misiniz?” diye sordu savcı.

Devrim ile aynı anda, “Biz sözümüzün arkasındayız,” dedik.

Savcı verdiğimiz cevaptan memnun olmuştu. Bize yarın olacak olan senfoni orkestrasının gösterisinden sonra burada olmamız gerektiğini söyledi. Yarın her şeyin netleşeceğini de ayrıca belirttikten sonra bizi odasından çıkarttı. Devrim ile beraber emniyetten ayrıldık. Arabaya geçtik. O, arabayı kullanırken bende gruptan yarın yapılacak olan operasyonun haberini verdim.

Buğra: Yarın bizde orada olacağız.

Tolga: Hiçbir yere kaçamayacaklar.

Gruptan buna benzer onlarca mesaj yağdı. Herkesin bize destek olacağını biliyordum. Polis yolları tutarken onların kör noktalarda gizleneceğini biliyordum. Her şey ayarlanmıştı. Yarın her şey son bulacaktı. Yarın klinik kapatılacaktı. Depolar ve üretim yerleri başta olmak üzere ne kadar pislikleri varsa hepsi bir bir imha edilecekti. En önemlisi de yarın bizim olacaktı. Gerçekler Senfonisi’nin olacaktı.

“Beni ikna etmeyi başardın Sanat Karay,” dedi Devrim birden.

“Sen ikna olmaya meyilliydin diyelim biz ona.”

“Bak sen! Demek ben ikna olmaya meyilliyim.”

Devrim arabayı okula sürmekten vazgeçmiş olacak ki direksiyonu sola kırdı. “Beni nereye götürüyorsun Devrim Dinçer Demiralp?” diye sordum ona bakarak. Bana cevap vermedi. İnat etti mi ona hiçbir şey yaptıramazdım. Şimdi de inat etmişti. Gideceğimiz yere kadar bana en ufak bir ipucu vermeyeceğini biliyordum.

Ona, “Çok inatçısın,” dedim sadece.

Dudaklarında bilgiç bir gülüş beliriverdi. Öyle tatlı gülüyordu ki donuk ifademe bulaşıp beni de gülümsetiyordu. Bana bakarak, “Sende öylesin. En az benim kadar inatçısın,” dedi. Söylediği şey hoşuma gitmişti. Hangi yönden olursa olsun ona benziyor oluşumu seviyordum. Ona benzemekten de öte ona dönüşmeyi onun olmayı seviyordum. Ben Devrim Dinçer Demiralp’in olmayı seviyordum.

“Bana gideceğimiz yeri söylemediğine göre dışarıda sabahlayacağız.”

“Diyelim ki öyle. Bundan korkuyor musun?”

“Hayır, korkmuyorum. Aksine hoşuma bile gider Devrim Dinçer Demiralp.”

“Biraz sonra çok daha güzel bir şey yapacağız seninle,” dedi Devrim. Geldiğimiz yer şehrin ayaklarımızın altında olduğu bir tepeydi. Birkaç masalı bank vardı. Arabadan inip masalı bankların olduğu tarafa doğru ilerlerken onun arabanın torpido gözünden bir defterle iki kalem çıkardığını gördüm. Aklında ne olduğunu merak ettim.

Ona, “Sakın buraya üniversite sınavı için ders çalışmaya geldiğimizi söyleme bana,” dedim kısık gözlerle bakarak.

“Ders çalışmayacağız ama seninle bir şeyler yazacağız Sanat Karay.”

“Bir şeylerden kastın tam olarak nedir? Ben yazı işlerinde pek iyi değilim. Sonrasında uyarmadı deme Devrim Dinçer Demiralp.”

Devrim’in kıkırdadığını duydum. Birlikte karşılıklı olacak şekilde masalı banklardan birine oturduk. Sağ tarafımdaki şehir manzarasına baktım. Evler ayaklarımızın altıdaydı sanki. Işıkları yanan onlarca binayı ve karanlık caddeleri aydınlatan sokak lambalarını hayal meyal seçebiliyordum. Saat epey bi geç olduğundan etrafta bizden başka kimse yoktu.

Devrim defterden bir sayfa koparıp kendi önüne aldı. Sonrasında defteri benim önüme itti. Kalemlerden birini bana uzattı. “Ben kimseye güvenmem Devrim. Cansız, ruhsuz sayfalara bile. Bu yüzden yazabilir miyim bilmiyorum,” dedim dayanamayarak.

“Yazmak için güvene ihtiyacımız yok. Birlikte içimizden geçenleri güvenimiz olmadan, korkmadan, özgürce kağıda yazacağız seninle. Sonra da yazdıklarımızı kağıttan bir uçak yapıp uçuracağız. Belki bizim içimizden geçenler bir başkasının penceresinden içeriye girer. Belki de okuyanın hayatı değişir. Belki de biz bir başkasına umut oluruz seninle. Olamaz mı?”

“Benim umudum sensin Devrim. Bir başkasının eline geçecek bir umut mektubu yazabilir miyim bilmiyorum ama içimden geçenleri yazacağım.”

Devrim tükenmez kaleminin kapağını açıp bana baktı. “O halde başlıyoruz Sanat Karay,” dedi gülümseyerek.

“Başlıyoruz Devrim Dinçer Demiralp. Başlıyoruz.”

Kalemimin kapağını açtım. Defterin en arka sayfasını açtım. Ne yazacağımı bilemedim ilk başta ama sonra yazdığım ilk cümle ile birlikte gerisi kendiliğinden geldi. Sanki karanlık ruhum yaşadığını kanıtlamak istercesine beni yönlendirmişti. Bir başka ruhu da yaşatmak istercesine…

Yazdıklarım kimin eline geçer bilmiyorum. Biri bulur mu yazdıklarımı? Bulan kişi elinde buruşturup çöpe mi atar yoksa açıp okur mu bilmiyorum ama eğer bu satırları okuyorsan ihtiyacın olan şeyin umut olduğunu hissediyordum. Bir parça gerçeklik, bolca da aşk…

Hayatım boyunca çok fazla umutsuzluğuma kapıldığım için biliyorum. On sekiz yaşıma koca bir ömür sığdırdığım için biliyorum. Bazen devam etmek zor gelir insana. Benim içinde zor gelmişti. Geleceğimi göremediğimi hissettiğim çok fazla an oldu. Umutsuzluğa kapıldığım, hayatın bir daha yüzüme gülmeyeceğini hissettiğim çok fazla an oldu. İnsanların kayarken dilek tuttuğu yıldızların aslında benim başıma yağdığını hissettiğim gecelerin sabahına uyandığım çok fazla an oldu. Zamanla içimdeki kırıkların acısını hissetmemeye başladım. Canım yanmıyordu. Gözyaşlarım akmıyordu. Çünkü hislerim kuş olup uçmuştu.

Hisleri olmadan nasıl yaşar insan? Nasıl hayatın tadına varabilir ki hisler olmadan? Gökyüzündeki bulutların griden beyaza döneceğine inanmadan nasıl devam edebilir? Bende hisleri olmadan yaşayanlardım önceden. Bulutların her zaman gri kaldığı iç dünyamda kapana kısılarak yaşamıştım. Ta ki iç dünyama izinsiz giren mucizevi çocuğu gördüğüm o ana dek.

Elini uzattı bana. Ben ittikçe, ondan kaçtıkça o, elini uzatmaya devam etti. Bir an olsun sırtını dönmedi bana. Her daim orada olacağını hissettim. Her daim içimde kalacağını hissettim. Benden gideceğinden emin olduğum zamanlarda bile yanımdaydı. Karanlığın aydınlığı bastıracağına inandığım o zamanlarda gelip içimde bir ateş yaktı. İçimdeki ateşin dumanı külleriyle beraber götürdü karamsarlığımı. Artık gri bulutlar yok. Bulutlarım beyaz, içimdeki gökyüzü masmavi.

Önce bana umutlarımı verdi mucizem. Hayatta sahip olduğumuz her şeyi kaybetsek de bir şekilde karşımıza yeni umutların çıkacağını gösterdi bana. Umut aslında hep vardı. Sadece ben görememiştim. Gerçekler ne kadar can yakarsa yaksın her zaman yalanlardan daha iyi gelir insana. Bunu birlikte deneyimledik. Aşkı ise bir olarak yaşadık.

Satırlarımı kim okur bilmem ama bu yazdıklarımın hayatla mücadele etmekten yorulan birinin eline geçmesini diliyorum. Eğer öyle biriysen şunu sakın unutma. Hayat her ne olursa olsun yaşamaya değer. Sevdiğim biri bana mücadele etmekten yorulduğumda, “ Yaşamanı istedim. Her şey seninle yeniden başlasın istedim,” demişti. Ben onunla yeniden başladım. Sende yeniden başla. Derin bir nefes almakla başla yeni hayatına. Temiz bir sayfa olarak hayal et ruhunu. Ona iyi bak. Onu daima çok sev. Göğüs kafesinin içinde korunan sana bir nefes daha olabilmek için çabalayan her bir organına sahip çık. İyileşmek zor gelecek biliyorum. Kalbin çok kırık belki de ama şunu bil ki iyileşmek kırıldığın yerden yeniden çiçek açmaktır. Sende çiçek açacaksın. Kırıldığın yerden yeniden doğacaksın.

SANAT KARAY

 

Yazımı bitirdikten sonra kalemimin kapağını kapattım. Devrim de yazısını bitirmişti. Bana, “Şimdi bir başkasına umut olmaya hazır mısın?” diye sordu. Ona baktım. Deftere yazdığım kağıdı koparırken, “Okumayacak mısın?” diye sormadan edemedim.

Devrim’in dudaklarında manidar bir gülümseme belirdi. Bana, “Okumama gerek yok. Çünkü ben senin içini biliyorum Sanat,” dedi. Birlikte yazdıklarımızı göndermek üzere kağıttan bir uçak yaptık. Ayağa kalktık. Binalara daha yakın olmak istercesine en kenara kadar yürüdük. Renkli şehir ışıklarına baktık. Yazdıklarımızı birilerinin bulup okumasını istedik. Bu satırları gerçekten okumaya ihtiyacı olan birilerinin bulmasını ve okumasını istedik. Belki de o zaman gerçekten de birilerine umut olurduk.

“Üç deyince,” dedi Devrim.

“Bir, iki, üç.”

Uçaklarımızı karanlık geceye bıraktık. Süzülerek şehre indi uçaklarımız. O an Devrim ile birbirimize baktık. Ona doğru yaklaştım. Bana arkadan sıkıca sarıldı. Yanağını yanağıma dayadı. Birlikte karanlık şehir manzarasına baktık. O an Devrim’e şunu söyledim: Ruhumu benliğinle kapladığın için teşekkür ederim.

Bölüm : 20.03.2025 19:30 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Şevval Nur Aydın / Yalanlar Resitali (Tamamlandı) / 11.Bölüm: Kağıt Uçak
Şevval Nur Aydın
Yalanlar Resitali (Tamamlandı)

9.02k Okunma

1.01k Oy

0 Takip
71
Bölümlü Kitap
1.Bölüm: Resital2.Bölüm: Saç Teli3.Bölüm: Çatı4.Bölüm: Mavi Kurdele5.Bölüm: Fotoğraf6.Bölüm: Hoşça Kal7.Bölüm: Tik Tak8.Bölüm: Kelebek9.Bölüm: Sırlar ve Duvarlar10.Bölüm: Orman11.Bölüm: Karanlığın Uykusu12.Bölüm: Hastane13.Bölüm: Darbe14.Bölüm: Çiçek Buketi15.Bölüm: Kırılgan16.Bölüm: Sırlar ve Yalanlar17.Bölüm: İkna18.Bölüm: Telefon19.Bölüm: Uzat Ellerini20.Bölüm: Şeytanın Müzisyeni21.Bölüm: İtiraf22.Bölüm: Kamera Kayıtları23.Bölüm: Son Kurban (Sezon Finali)~Duyuru~1.Bölüm: İlk İhanet2.Bölüm: Yeni Bir Not3.Bölüm: Ruh4.Bölüm: İlk Prova5.Bölüm: Oda6.Bölüm: Zehir7.Bölüm: Beraber8.Bölüm: Küçük Bir İyilik9.Bölüm: Yerinde Olsam10.Bölüm: Asıl Oyun Kurucu11.Bölüm: Rol12.Bölüm: Müzikal13.Bölüm: Siyah Kutu14.Bölüm: Ses15.Bölüm: Sanat’ın Acıları16.Bölüm: Sır17.Bölüm: Anons18.Bölüm: Sanat’ın Devrim’i19.Bölüm: Kalplerin Savaşı20.Bölüm: Üç Burslu21.Bölüm: Toka22.Bölüm: Başım Belada23.Bölüm: Rüya (Sezon Finali)1.Bölüm: Işıkların Söndüğü Gece2.Bölüm: Domino Taşları3.Bölüm: Oyunun İçinde4.Bölüm: Koridorun Sonu5.Bölüm: Çırak6.Bölüm: İhtimal7.Bölüm: Yıkık Dökük8.Bölüm: İkinci Hediye9.Bölüm: Boşluk Doldurmaca10.Bölüm: Yıldız11.Bölüm: Kağıt Uçak12.Bölüm: Ay Işığı Sonatı13.Bölüm: Tünel14.Bölüm: Konum15.Bölüm: Oyunu Bozdum16.Bölüm: Taş Hırsızı17.Bölüm: Adalet Vakti18.Bölüm: Senden Kırıldım19.Bölüm: Şeytanın Ulağı20.Bölüm: Hırka21.Bölüm: Son Gerçek22.Bölüm: İyileşme Vakti23.Bölüm: Adınla Yaşa (Final)Gölgelerimiz Birlikte (Özel Bölüm)
Hikayeyi Paylaş
Loading...