59. Bölüm

12.Bölüm: Ay Işığı Sonatı

Şevval Nur Aydın
sevvnuraydn

“Kızlar hala hazırlanamadınız mı? Beklemekten ağaç olduk,” dedi Buğra sinirle.

“Kızları rahat bırak Buğra,” dedi Devrim.

“Rahat mı bırakayım? Onların hazırlanma sürelerinin koca bir asır sürdüğünden haberin yok senin!”

Buğra’nın huysuzlanması bir yana Vural’ın, “Bence biraz abartıyorsun Buğra,” dediğini duydum. Devrim ile beraber Buğra’yı gıcık etmeye yemin etmişlerdi sanki. Onlar çoktan hazırlanmış spor salonunda bizi beklerken bende kızlarla beraber soyunma odasında hazırlanmakla meşguldüm.

“Rujumu hanginiz aldı?” diye sordu Selin.

Yağmur elindeki ruju havaya kaldırdı. Selin bunun üzerine makyajına son dokunuşunu yapmak yerine saçlarını şekillendirme işine girişti. Heves çoktan hazırlandığından bana yardımcı oluyordu. “Yukarı bak Sanat,” dedi Heves. Gözlerimi tavana diktim. O da elindeki rimel fırçasıyla kirpiklerimi boyadı.

Berna, “Ayakkabılarımı bulamıyorum,” dedi panikle.

“Az önce dolaba koymuştun,” dedim işaret parmağımla bahsettiğim dolabı göstererek.

Herkes hummalı bir çalışmanın ortasındaydı sanki. Bir yanımda makyajını yapanlar diğer yanımda saçlarını şekillendirenler vardı. Heves, “Şimdi dudaklarını birbirine bastır,” dedi rujumu sürdükten sonra. Söylediğini yaptım. Dudaklarında eseriyle gurur duyduğunu belli eden bir gülümseme belirdi.

“Çok güzel oldun,” dedi Heves.

Ona minnetle baktım. Ettiğim teşekkürün ardından kendime bakmak üzere aynanın karşısına geçtim. Bembeyaz tenim beyaz bir elbiseyle örtülmüştü. Makyajım mavi gözlerimi ortaya çıkarmıştı. Siyah saçlarım bukleler halinde omuzlarıma dökülüyordu. Tek bir şey eksikti görüntümde. Onu da raftan alıp saçlarıma iliştirince tamamlandığımı hissettim. Devrim’in aldığı yıldızlı toka sol tarafta saçlarımda yerini almıştı. Gümüşi parlak yıldız beni tamamlamıştı. Geriye sadece gerçekler kalmıştı.

“Herkes hazır mı?” diye sordu Merve.

“Durun ben daha ayakkabılarımı giymedim!” diye cırladı Selin.

Merve gözlerini devirdi. “Ben içeriye geçiyorum,” dedi Selin’e acele etmesi gerektiğini söylemeden hemen önce. Merve soyunma odasından ayrıldı. Peşinden Ela, Açelya, Polen, Miray ve Yağmur çıktı. Onların gidişiyle unuttuğum bir şeyin olup olmadığını kontrol ettim. Telefonumu aldım elime. Haber gelmesine karşın telefonumu yanımdan ayırmamam son derece önemliydi.

Telefonumu da aldıktan sonra beraberimde Heves, Berna, Müjde ve Selin ile birlikte soyunma odasından çıktım. “Şükürler olsun hepsi geldi,” dedi Buğra bize bakıp. Berna abisine bakıp dil çıkardı. Herkes spor salonunda farklı bir yere doğru ilerledi. Bense Devrim’in yanına gittim. Beni görünce bile gözlerinin içi gülüyordu. Aksi Devrim gitmiş yerine aşık Devrim gelmişti sanki.

Ellerini belime koydu. Beni kendine çekti. Aramızdaki mesafeyi kapatınca, “Çok güzelsin. Sana bakmaya doyamıyorum Sanat,” dedi iç çekerek. Yanaklarımın ısındığını hissettim. Onun çenemi tutuşu dudaklarımı öpmek üzere yüzüme eğilişiyle ellerimi göğsüne yerleştirdim. Onu hafifçe itip aramızdaki mesafeyi açtım.

“Aklından bile geçirme Devrim Dinçer Demiralp.”

“Bu iki oluyor Sanat Karay.”

“İki?”

Dün geceden bahsediyordu. Gülmeden edemedim. “Üzgünüm ama rujumu bozmana izin veremem Devrim Dinçer Demiralp. Makyajımı Heves yaptı. Bende de makyaj malzemesi olmadığına göre kızdan ruj istemeye yüzüm tutmuyor.”

“Dert ettiğin şey makyaj malzemesiyse hiç merak etme. Ben annemin çantasından aşırırım.”

“Çok fenasın,” dedim gülerek.

“Gülme,” dedi Devrim çatık kaşlarla.

“Güldürme o zaman.”

“Elimde değil. Seni gülümsetmek gibi doğuştan gelen bir yeteneğim var.”

Devrim iflah olmazdı. Başımı umutsuzca iki yana sallarken gözleri gecenin içinde gizlenen yıldızlı tokama kaydı. Yıldızıma dokundu. Parmakları yıldızların gökyüzünde kayışı gibi usulca saçlarımın uçlarına doğru kaydı. Siyah buklelerimden birini parmağına doladı. Öyle yumuşaktı ki dokunuşu hassas bir objeye dokunuyormuş gibiydi.

Bana, “Sen beni öldüreceksin,” dedi kınarcasına.

“Ölüm falan yok,” dedim sinirle. Sonra da kollarımı onun bedenine doladım. Sıkıca sarıldım ona. Başımı boynunun altına gömdüm. Kokusuyla başımın döndüğünü hissettim. Kollarında kuş olup uçabilecekmiş gibi hissettim. Devrim ile yeniden dünyaya geldiğimi hissettim.

“Gençler bölüyorum ama gitmemiz gerekiyor,” dedi Tolga birden.

Devrim’den ayrıldığımda onun bunu bizim için söylediğini fark ettim. Anlaşılan senfoni orkestramızın konser vakti gelmişti. Hep birlikte spor salonundan çıkıp kapıyı kapattık. Konuklar birer birer okula gelmeye başlamıştı. Velilerimizin salona doğru ilerlediğini gördüm. Rutkay Karay okulun sahibi olarak göğsünü şişire şişire salona geçti. Devrim’in anne ve babası da buradaydı. Erdem abi ise uzaktan bize bakıyordu. Dudaklarında kardeşiyle gurur duyduğunu belli eden küçük bir tebessüm yakaladım.

Tam o sırada bizi koridorda yakalayan piyano hocamız, “Sahne arkasına geçin hemen,” dedi dişlerini sıkarak. Hepimiz onun yüzündeki tehditkar ifadeye karşılık sahne arkasındaki yerimizi almaya gittik. Hep beraber sahneye çıktık. Perde kapalı olduğundan arka taraftaki hummalı çalışmayı kimse görmüyordu. Birkaç kişi sahnenin merkezine piyanoyu yerleştirdi. Arpın yeri de ayarlandı. Hep beraber sahne arkasında eksikleri tamamladık. Başlamamıza çok az bir zaman kala, “Sanat,” dedi biri. Başımı çevirip sesin sahibine baktım.

“Hocam,” dedim gülümseyerek.

Fulya Hoca bizi önden görmek için sahneye gelmişti. Yanıma gelip, “Yardımcı olabileceğim bir konu var mı?” diye sordu. Siyah çerçeveli dikdörtgen gözlüklerinin üstünden bana ve beraberimdekilere baktı tek tek.

Vural, “Sizi Allah gönderdi hocam. Kemanıma bakabilir misiniz?” diye sordu birden.

Fulya Hoca onun yanında giderken bende sahne arkasındaki odadan kemanımı almaya gittim. Bir elimde kemanımla yayım diğer elimde ise telefonum vardı. Her an haber gelebilirdi. Her an katil yeni bir mesaj atabilirdi. Her an yeni bir oyunun içinde bulabilirdik kendimizi.

“Herkes yerini alsın,” dedi piyano hocamız sahne arkasından çıkıp yanımıza gelirken. Çellocular, kontrbasçılar, kemancılar kısacası tüm Yalanlar Resitali kurbanları gerçeklerin sesini haykırmak üzere yerini aldı. Perdeyi açmaya artık hazırdık. Ay Işığı Sonatını çalmaya artık hazırdık. Gerçeklerin Senfonisi işte şimdi başlıyor.

Orkestra şefimiz olarak piyano hocamız eline batonunu almış bizi yönlendirmeyi bekliyordu. Devrim ile yan yana oturmuş kemanlarımızı çenelerimizin altına yerleştirmiştik. Telefonumu gösteri başlamadan önce önümdeki ayaklı nota sehpasının kenarına koydum. Fulya Hoca perdeyi araladı bizler için. Herkes bizi cesaretlendirmek için alkış tutarken onun sahneden inip en önde yerini aldığını gördüm. Gözlerim orkestra şefimize kaydı bu sefer. Batonunu kaldırdı. Bizlerde onun yönlendirmesiyle parçayı çalmaya başladık.

Yayım kemanımın tellerinde hareket ediyordu. Ahengi yakalamıştım. Notalara bakma ihtiyacı hissetmedim bile. Çünkü notalar benim içimde çalıyordu. Gözlerimi yumdum çaldığımız parçanın huzur veren etkisiyle. Yayımı yavaşça aşağıya doğru kaydırdım. Sanki parçayı ben çalmıyormuşum da yayım kendiliğinden tellerin üzerinde hareket ediyormuş gibi hissettim. Müzik kutusunun içindeki yalnız bir balerin misali dans ediyordu yayım.

Her ne kadar bir efsane olduğunu bilsemde Beethoven’ın Ay Işığı Sonat’ını bestelediği o hikayenin içindeymişim gibi hissettim. Viyana sokaklarında dolanan biri beni izliyormuş gibi, sanki ay ışığını hiç görmemişim de Beethoven parçayı sırf ben ayın ışığını hissedebileyim diye benim için bestelemiş gibi hissettim. Beethoven parçayı benim için bestelememişti belki de ama notaların ay ışığını içimizde hissettirdiği kesindi.

Gözlerimi araladım yavaşça. Herkes ahenkle aynı parçayı çalıyordu. Devrim ile göz göze geldik o an. İkimizinde dudaklarında aynı duygunun hissiyatı vardı. İkimizde Gerçekler Senfonisi’nin tam ortasındaydık ve her daim orada kalacaktık.

Yayımı aşağıya doğru indirdim. Biraz yukarı ve biraz daha aşağıya doğru kaydırdım yayımı tellerin üzerinde. Parçanın son bulması an meselesiydi. Sona yaklaştığımız o anda telefonumun ekranındaki arama bize vaktimizin dolduğunu gösterdi. Devrim ile beraber telefonumdaki bilinmeyen numaraya baktık. Bunun anlamını ikimizde biliyorduk. Çalacağımız son notayla beraber seyircinin alkışları arasında telefonu aldım elime.

Devrim parçanın bitişiyle gidip perdeyi kapattı. Piyano hocamız neden perdeyi kapatma gereksinimi duyduğumuzu sormadı. Muhtemelen biraz dinlenmeye ihtiyacımız olduğunu düşünmüştü. Kendileri de elinde batonuyla beraber bir kenara oturup soluklanmıştı.

Arama kapanmadan cevapladım. Telefonu kulağıma götürüp karşı taraftan bir cevap bekledim. “Vakit geldi. Bir an önce buraya gelin,” dedi bir ses. Bu ses savcının sesiydi. Senfoni bitmeden bizi yanına çağırıyordu. Peki ya son parça? Devrim ile beni idare edebilecek birilerine ihtiyacımız vardı.

Telefonun kapanışıyla beraber sahneden inmek üzere adımladım. “Sanat nereye?” diye sordu Devrim arkamdan. Ona birazdan geleceğimi söyledim. Sahneden indim. En ön sırada oturan Fulya Hoca’ya baktım. “Hocam gelebilir misiniz?” diye sordum bir anlık cesaretle. Fulya Hoca yerinden kalktı. Ilgaz Günay’ı onun yanında görünce, “Siz de gelebilir misiniz?” diye sordum Ilgaz Günay’a.

Ilgaz Günay sebebini anlamasa da o da benimle beraber sahneye çıktı. Devrim bir Fulya Hoca’ya bir Ilgaz Günay’a baktı. Niyetimi anlamıştı. Onların bizi idare etmesi gerektiğini de.

“Sorun nedir çocuklar?” diye sordu Fulya Hoca.

“Hocam Sanat ile benim çok acil çıkmamız gerekiyor. Bizim yerimizi devralabilir misiniz?” diye soran da Devrim’di.

“Hemen mi gidiyorsunuz?” diye araya kaynak yapan da Devrim’in en sevdiği kişi olan Vural’dan başkası değildi.

“Bizim hemen çıkmamız gerekiyor. Vakit geldi. Bizsiz idare edebilecek misiniz?” diye sordum herkese tek tek bakarak.

Herkesin yüzünde aynı ifade belirdi. Bizden operasyonu bitirmemizi beklediler. Gitmemizi ve kliniği kapatmamızı beklediler. Kliniğin karanlığını bastırmamızı, bir devri kapatmamızı beklediler. Öyle de yapacaktık. Bir devri kapatacak yeni bir devri başlatacaktık.

Buğra, “Son parça bizde. Siz gidin. Bitirin şu işi,” dedi gururla.

“Bizde Ilgaz ile beraber sizin yerinizi alırız çocuklar,” dedi Fulya Hoca.

“Ama Fulya,” diyerek Ilgaz Günay tam ona karşı çıkmaya yelteniyordu ki Fulya Hoca benim kemanımı alıp onun eline tutuşturdu. “Eski günlerdeki gibi,” dedi Fulya Hoca. Eski günlerdeki gibi…

Ilgaz Günay’ın ifadesi yumuşadı. Fulya Hoca’ya aşkla bakan gözleri onun bu duruma karşı çıkmayacağının en büyük göstergesiydi. Bir Fulya Hoca’ya bir de elindeki kemana baktı. Dudakları titredi. Ona keman çalmayı öğreten kadınla yıllar sonra yeniden eski günleri yad edecekti.

“Eski günlerdeki gibi,” dedi Ilgaz Günay iç çekerek.

Vural, “Perde birazdan açılacak. Arka taraftan çıkın hemen,” dedi bize bakarak. Bunun üzerine Devrim ile beraber Ilgaz Günay ve Fulya Hoca’nın yerlerimizi devralmasıyla arka taraftan geçip hiç vakit kaybetmeden okuldan ayrılmak üzere koridora çıktık. Aceleci adımlarımız bizi kapıya doğru götürürken ikimizinde donup kalmasına neden olacak bir manzarayla karşılaştık. Devrim’in annesi yere çökmüş titriyordu. Erdem abiyle Demir Bey de onu sakinleştirmeye çalışıyordu.

“Anne,” dedi Devrim gördüklerinin de etkisiyle sayıklar gibi. Koşarak annesinin yanına gitti. Yasemin Demiralp’in titreyen bedenine baktım. Ona doğru yaklaştım. “Duydum,” diyordu ağlayarak.

“Onu duydum. Buradaydı. Aramızdaydı.”

“Kimi duydun?” diye sordu Devrim.

“Anne o yok. Bak yok,” dedi Erdem abi.

Devrim’in babası da eşinin yanına çökmüş ona sarılmıştı. Devrim, “Anneme ne oldu abi? Kimi duydu? O neden bu halde?” diye sordu beklentiyle. Erdem abi kuruyan dudaklarını ıslattı. Kaçırdığı bakışları onun bir şeyler sakladığının en büyük göstergesiydi. Her ne saklıyorsa cevap Devrim’in sorduğu soruyla yakından ilgiliydi. Ona gerçeği söylemeyeceğini artık biliyordum.

Erdem abi, “Sizin gitmeniz gerek Devrim. Annem hakkında endişelenmeni gerektirecek bir durum yok,” dedi net bir şekilde.

Devrim’in kaşları çatıldı. Artık buna daha fazla tahammül etmeyecekti. Abisinin sakladığı şey her ne ise bunu bilmemek canına tak etmişti. “Annem neden bu halde dedim! Bana cevap ver!” diye bağırdı Devrim. Abisi ile birbirlerine meydan okur gibi baktılar. İkiside birbirinden inatçıydı. Ne onun inadı kırılacaktı ne de diğerinin. Biri söylememekte kararlıydı, diğeri de öğrenmek konusunda.

“Onu duydum Demir. O buradaydı. Yemin ederim duydum,” dedi Yasemin Demiralp hıçkırıklarının arasından.

Devrim’in babası eşinin beline sarıldı. Onu yerden kaldırıp bedenine bastırdı. Eşini sıkıca sardı kolları. Düşmesine izin vermedi. Yıkılmasına da izin vermeyecekti. Erdem abi ise Devrim’e yine aynı ifadeyle bakmayı sürdürüyordu: Kararlı bir ifadeyle!

“Anneme ne olduğunu anlatmadan hiçbir yere gitmiyorum abi,” dedi Devrim sinirle.

“Sana endişelenecek bir durum yok dedim! Şimdi git! Vaktin tükeniyor ve sen kalan vaktini burada harcıyorsun! Artık gitmek zorundasın Devrim Dinçer!”

“Gitmek zorunda olduğumu nereden biliyorsun?” diye sordu Devrim birden.

Abisi yeniden kaçırdı bakışlarını. Devrim, “Benden her ne saklıyorsan bunu öğreneceğim. Sana yemin ederim öğreneceğim. Umarım sakladığına değecek bir şeydir. Aksi halde her şey biter abi. Aramızdaki her şey biter,” dedi. Abisi tek kelime etmedi. Devrim ise yanıma geldi. Elimden tutup beni okulun kapısına doğru götürdü. Birlikte her şeyi ardımızda bıraktık. Yalanları, ihanetleri, sırları ve de gerçekleri.

Arabaya geçtik beraber. Devrim abisine olan sinirini gaz pedalından çıkartmaya yemin etmiş gibiydi. Araba yağ gibi kayıyordu asfalt yolda. Bense yüksek hızlı trende çığlık çığlığa bağıran insanların aksine oldukça sakindim. Donuk bir ifadeyle yolu izliyordum. İçimde bir yerlerde sıkışıp kalmış kalbim operasyonun nasıl geçeceğini kestiremediğimden heyecanla çarpıyordu. Her şey bitecek diyerek telkin ettim kendi kendimi. Her şeyi ben bitireceğim. Her şeyi biz bitireceğiz. Biz, Devrim ile ben…

İkimizde yol boyu konuşmasak da arada bir birbirimizi bulan bakışlarımız düşüncelerimde haklı olduğumu hissettirmişti. Çok kısa bir anlığına elime dokundu. Küçücük bir temas bile onun dizginlemekte zorlandığı öfkesini yatıştırmaya yetmişti. Araba yavaşladı. Artık normal bir hızla gidiyorduk emniyete doğru.

Devrim araba kullandığından ben ona dokundum bu sefer. Elimin tersiyle yanağını okşadım. “Birlikte atlatacağız,” dedim sessizce. Hırçın dalgaları durulan bir deniz gibiydi Devrim. Bulunduğu alan ona dar geliyordu. Taşmak, kıyıya daha çok yaklaşmak istiyordu ama kıyı onu her seferinde itiyordu. Onu en çok da bu öfkelendiriyordu. Abisine yeni bir şans vermişken onun bu şansı kullanmayıp onu kendisinden uzaklaştırması.

Devrim derin bir iç çekti. Arabayı emniyetin önüne park etti. Birlikte arabadan inip emniyete geçtik. Savcının aksi bakışları daha içeri girer girmez bizi buldu. Üzerimizde mıknatıs varmış gibi hissettim. Zıt kutuplar birbirlerini gerçekte de çekiyormuş meğer.

“Şükürler olsun ki gelebildiniz,” dedi savcı sinirle.

“Orkestradan ayrılmamız biraz zamanımızı aldı,” dedim donuk bir ifadeyle.

Savcı umutsuzca başını iki yana salladı. Her zamanki gibi bize karşı duyduğu koşulsuz sevgisini hissettirmekten bir an bile geri durmuyordu. Yanına gelen adama, “Selim Savcım da geldi,” dedi gülümseyerek. Onu gülerken görmek kendimi görmüşüm gibi hissettirdi. O da benim gibi soğuk ve ruhsuz bir adamdı. O da tıpkı benim gibi nadir gülümsüyordu. Tıpkı benim gibi…

“Pars Savcım operasyona hazırsınız bakıyorum,” dedi Selim Savcı.

Savcının gururla göğsünü şişirişini izledim. Dudaklarında beliren haz dolu gülümsemeyle, “Siz hazır değil misiniz yoksa?” diye sordu. Selim Savcı kıkırdadı.

“Beni bilirsiniz savcım. Ben operasyon adamıyım.”

“Bilmez miyim?” dedi savcı gülerek. Odasından çıkıp gelen emniyet amirine çevirdi bakışlarını. Amiri daha öncesinde resital günü görmüştüm. Şimdi yeniden denk gelmek bir yana hepimizin ortak bir operasyonda olacak olması epey sıra dışıydı.

Selim Savcı, “Konuştuğumuz gibi Palmiye Kimya bende, klinik sizde savcım,” dedi.

Pars Savcı onu tasdiklercesine başını hafifçe salladı. Daha sonra, “Sanat Karay’ı siz alın. Ona ne yapması gerektiğini iyice anlatın. Ben Devrim Dinçer Demiralp’i de alıp klinik operasyonun başına geçiyorum,” dedi savcı emniyet amirine.

“Anlaşıldı savcım,” dedi emniyet amiri.

“Hava karardığında operasyona başlıyoruz,” diye de ekledi savcı.

O, Selim Savcı ile beraber konuşmak üzere bir odaya çekilirken Devrim bana doğru yaklaştı. “Havanın kararmasına daha var,” dedi düşüncelerimi okur gibi. Oradaki polislerden birinin yönlendirmesiyle beraber bir köşeye oturup beklemeye başladık. Zaman geçmemeye yemin etmişti sanki. Gözlerim bir an olsun saatten ayrılmıyordu. Bir an önce havanın kararmasını ve operasyonun yapılmasını istiyordum. Bir an önce orada kalan herkesi onların elinden kurtarmak istiyordum. Bir an önce...

Sıkıntılı geçen saatlerin ardından, “Vakit geldi,” dedi Devrim birden. İkimizde beklemekten o kadar çok sıkılmıştık ki içerisinde savcının bulunduğu memur odasına girip çıkan onlarca kişinin ardından nihayet savcıyı görebilmiştik.

“Başlıyoruz,” dedi savcı yavaştan toplanan polislere karşı. Devrim ile beraber oturduğumuz yerden kalktık. “Dikkatli ol,” dedi Devrim. Her ne kadar endişesini gizlemeye çalışsa da ben bunu görebiliyordum. Benim için endişelendiğini biliyordum. Bana koşulsuz şartsız güvendiğini de...

Ona sıkıca sarıldım. Şakağıma kondurduğu küçük busenin ardından o, savcının peşinden gitmiş bense emniyet amirinin yanına gitmiştim. Savcı Selim de Palmiye Kimya’ya baskın düzenlemek üzere yola koyuldu. Artık hazırdık. Çeteyi çökertmeye, kliniği sonsuza dek kapatmaya hazırdık.

“Şimdi polis arkadaşlarım seni hazırlayacaklar,” dedi emniyet amiri.

Kadın polis memuru üzerime dinleme cihazı yerleştirdi. Daha sonrasında beyaz bir araçla kliniğe doğru yola çıktık. Yolda dikkat etmem gereken hususlar hakkında konuştuk. Ne olursa olsun kendimi açık etmemekle birlikte acil bir durum olması halinde bunu onlarla paylaşabilmem için aramızda küçük bir de kod belirledik. Ben hazırdım. Ekip hazırdı. Kliniğin yakınında duran araçla beraber harekete geçmek üzere araçtan indim. Şimdi içeriye girme zamanı.

Adımlarımı kliniğin kapısına yönlendirdim. Buraya ilk gelişimle en son ki çıkışım geçti gözlerimin önünden. İkisinde de tam olarak ne olduğunu hatırlayamayacak bir haldeydim. Şimdi ise zihnim o zamankinin aksine daha önce hiç olmadığı kadar berraktı. Zihnimi uyuşturan ilaçlar yok artık. Bir daha da olamayacaklar.

İçeriye doğru bir adım attım. Bacaklarım beni ayakta zor tutuyormuş gibi duygudan yoksun bir ifadeyle kliniğin koridorlarında ilerledim. Danışmada oturan kızlardan biri, “Buyurun, nasıl yardımcı olabilirim?” diye sordu gülümseyerek. Onun yanına gittim. Ellerimi danışma masasına dayadım. Sanki buraya ne amaçla geldiğimi hatırlamıyormuşum gibi biraz düşündüm. Ellerimin masanın üzerinde hafiften titremesine de ayrıca özen gösterdim. Tam da istediğim gibi titreyen parmaklarıma baktı.

Ona, “Ben,” dedim kesik kesik.

“Ben kendimi iyi hissetmiyorum,” dedim güçlükle. Göz bebeklerime baktı. Titreyen ellerimi sanki ondan gizliyormuşum gibi mahsus geri çekmiştim. Bu yaptığım onun dikkatinden kaçmamıştı. Bakışlarımdan bir şeylerin yolunda gitmediğini anladı.

“Buraya geliş sebebiniz,” dedi danışmadaki kız ama gerisini getirmedi. Onun soramadığı sorunun ne olduğunu çok iyi biliyordum. Bana kullanıp kullanmadığımı soruyordu aklınca. Bende küçük oyunumu bozmamaya özen göstererek titreyen ellerime diktim soluk mavi gözlerimi. Baygın bakışlarım ellerimdeydi. Başımı olumlu anlamda hafifçe sallamış, “Acilen başhekimle görüşmem gerek. Buna daha fazla dayanamam,” demiştim.

Sesim de en az ellerim kadar titremişti. Acınacak halde olduğumu düşündüğünden emindim. Tam da onun aradığı türde bir hastaydım. Yoksunluk çeken, hastaneye tedavi adı altında milyonlar bağışlayacak o kurban profilindeydim onun gözünde.

Sahte gülümsemesini kondurdu dudaklarına. “Merak etmeyin. Doktorlarımız sizin için elinden gelenin fazlasını yapacaklar. Şimdi sizi Başhekimimiz Vecih Bey’in yanına götüreceğim. Onun da onayıyla yatışınızı yapacağız,” dedi koluma girmeden hemen önce.

Onu anlamamazlıktan geldim. Soluk mavi gözlerim bir sanrıya bakar gibi onun yüzünde gezindi. Öyle boş bakıyordum ki hasta olduğumdan emin bir şekilde bakıyordu yüzüme. Koluma girmiş elde ettiği yeni kurbanının yatış onayını almak üzere başhekimin odasına götürüyordu beni. Tam da istediğim gibi...

Danışman kadın önünde durduğumuz kapıyı tıklattı. Boş boş kapıya baktım. Buraya nasıl geldiğimi bile hatırlamadığımı düşünmesini sağlayacak kadar iyi rol yapıyordum. Kadının endişeli bakışlarının altında kapının açılma sesiyle irkildim. Kapı açıldı. Vecih denilen adamın bakışları danışman kızdan bana kaydı. Yüzüne bile bakmadım. Öylece boş bir ifadeyle kapıya bakmayı sürdürdüm.

“Vecih Bey, hanımefendinin yatış onayını almak için geldim. Kendisi yoksunluk çekiyor,” diyerek durumumu kendince açıkladı danışman kız.

Vecih’in, “Tamam gerisini ben hallederim. Sen işinin başına dönebilirsin,” dediğini duydum. Danışman kızın elinden beni aldı. Kolumdan tutup beni odanın içine soktu. Masasının karşısındaki sandalyelerden birine oturmama yardım etti. Gözlüklerinin üzerinden attığı bakışın ardından, “Sen Rutkay Karay’ın kızısın,” dedi heyecanını gizleyemeyerek.

“Baban burada olduğunu biliyor mu?” diye sordu. Soluk mavi gözlerimi onunkilere diktim. Başımı olumsuz anlamda salladım. Titreyen parmaklarım dizlerimin üzerinde elbisemin eteklerini kavradı. Sanki titremesini durdurmamın tek yolu buymuş gibi oyunumu ustalıkla oynamayı sürdürdüm.

“En son buraya yatışın yapıldığında kaçmıştın. Şimdi yeniden buradasın,” dedi Vecih durumu idrak etmek istercesine.

“Çünkü o zaman kullanmıyordum!” dedim sinirle.

Ani öfke patlamam onun dudaklarındaki gülümsemeyi saklamayı bırakmasını sağlamıştı. Bana baktığında ne gördüğünü biliyordum. Ganimet görüyordu. Kendisi üzerimde deney yaparken babasının iyileşmesi uğruna tüm servetini önüne sereceği bir kobay faresi olduğumu düşünüyordu ama yanılıyordu. Ona bunun doğru olmadığını, gerçeğin aslında nasıl bir şey olduğunu gösterecektim.

“Asır senin bunu ölsende yapmayacağını söylemişti. Yalan söylemeyi kesip gerçekten ne istediğini söyle,” dedi birden. Bunu söyleyeceğini biliyordum. Ayağa kalktım. Kapıya doğru adımladım. Çıkıp gideceğimi düşündü ama ben onun düşündüğünün aksini yaptım. Odaya kimse giremesin diye kapıyı kilitledim. Kilitlerken anahtarı zor kavradı parmaklarım. Kapıyı kilitledikten sonra dönüp ona baktım. Duygudan yoksun mavi gözlerim ona aslında bu konu hakkında ne kadar ciddi olduğumu göstermişti.

Ona doğru adımladığım sırada bir anda olduğum yerde durdum. Eteğimi biraz kaldırıp öncesinde bacağıma bağladığım silahı görmesini sağladım. Silahı elime aldım. “Ne yapmaya çalışıyorsun sen?” diye bağırdı dehşetle. Silahı ona doğrultmadım. Doğrudan şakağıma dayayıp karşısındaki sandalyeye, az evvel kalktığım yere geri oturdum.

“Ne yaptığını sanıyorsun? İndir silahı!”

“Senden yardım isteyenlere böyle mi davranıyorsun doktor? Bunun için mi doktor oldun?”

“Ne yardımından bahsediyorsun?”

“Görmüyor musun halimi? Nasıl bir halde olduğumu görmüyor musun? Ölmeye yüz tutmuş bir hale geldiğimi hala anlamadın mı?”

Doktorun göz bebekleri büyüdü. Şakağıma silah dayadığımda bile böyle bakmamıştı. Onu konuşturmaya çok yakındım. Ona, “Asır ile bir olup annemi öldürdüğünü biliyorum,” dedim. Bakışlarını kaçırma gereksinimi bile duymadı. Şu an maddenin etkisinde olduğumu sanıyordu. Beni kliniğine yatırdıktan sonra bu konuşmanın bir öneminin kalmayacağını hissediyordu ama yanılıyordu. Her şey asıl şimdi başlıyordu.

“Sen ne dediğini bilmiyorsun,” dedi hiddetle.

Silahı tehditvari bir edayla tetiğine minik bir kuvvet uygulamak suretiyle şakağıma iyice bastırdım. “Dur!” diye bağırdı. Onun telaşlı halinin aksine benim kılım bile kıpırdamamıştı. “Annemi Asır ile bir olup sen öldürdün. Hadi! İtiraf et!”

Tetiğe biraz daha baskı uyguladığımı fark ettiğinden, “Asır değil ben yaptım! Tamam ben yaptım! Anneni ben öldürdüm!” dedi panikle. Duygudan yoksun bakışlarım onu ürkütüyordu. Odasında kendimi öldüreceğimden o kadar çok korkuyordu ki bana her şeyi anlatacağını biliyordum.

Titreyen parmaklarımın tetik üzerindeki baskısı azaldı. “Annemden kurtulduğun gibi benden de kurtulacaksın öyle değil mi?” diye sordum sakin bir ses tonuyla.

“Onu ve beraberinde öldürdüklerin gibi beni de öldüreceksin. Amacın bu öyle değil mi?”

“Ne dediğini bilmiyorsun sen! Benim amacım bu klinikte yatan herkesi tedavi etmek.”

“Tedavi mi?” diye sordum algılamakta zorlanıyormuşum gibi.

“Tedavi ediyorum. Burada yatan hastalar tedavi edildikten sonra taburcu oluyorlar. Sende iyileşeceksin. Seni de tedavi edeceğim. Sağlığına kavuşacaksın Sanat.”

“Annem gibi mi? Onu senin tedavin öldürdü!”

“Annen yüksek dozda uyuşturucudan öldü!”

İlk itirafı almıştım. Ona, “Kalp krizi demiştin,” dedim ağlamaklı bir sesle. Ani duygu değişimlerim ürkütücü bir hal almaya başlamıştı. Gözlerindeki dehşet ifadesine karşılık, “Beni de mi annemin yanına göndereceksin?” diye sordum.

“Hayır. Sen iyileşeceksin. Senin için hala umut var. Tedaviden sonra eskisi gibi sağlıklı olacaksın Sanat. Şimdi bırak o silahı.”

Başımı olumsuz anlamda salladım. “Dayanamıyorum! Anlamıyor musun? Kafamın içi nasıl bir halde bilmiyorsun!” diye bağırdım sinirle. Tetiğin üzerindeki parmağımın baskını biraz arttırmıştım ki, “Dur! Lütfen yapma!” diye bağırdı.

“İstesen kapıyı açıp çıkabilirsin ama sen burada benimle birlikte kalmayı tercih ettin. Seni de vurmamdan korkuyor musun doktor?”

“Saçmalamayı kes ve elindeki bana ver!”

Başımı olumsuz anlamda salladım. “Olmaz. Önce kafamın içindekilere bir son vermen gerek.”

“Söz veriyorum! Tüm bunlara son vereceğim. Yeterki elindekini bana ver.”

“Sana inanmıyorum. Eğer bu söylediğin doğru olsaydı yeğenin Esila’nın tedavisi başarıyla sonuçlanırdı.”

Esila’nın ismi onun kaskatı kesilmesine neden oldu. Esila’yı okuldan tanıdığımı bilse de onun yeğeni olduğunu nereden bildiğimi idrak etmeye çalışıyordu kendince. “Sen Esila’yı,” dedi ama gerisini getiremedi.

“Esila’yı okuldan tanıdığımı biliyorsun doktor. Boşuna bana yalan söyleme. Onun da bu hastanede yattığını biliyorum. Sonrasında öldüğünü de!”

“Sana kim ne anlattı bilmiyorum ama bu söylediğin koca bir yalandan ibaret!”

“Madem yalan! Kanıtla o zaman! Eğer kanıtlayabilirsen Rutkay Karay tedavim için yüklü bir miktarı kliniğin hesabına yatıracaktır.”

Babam kesinlikle bir konuda haklıydı. Bu dünya paraya tamah eden insanlarla doluydu. Karşımdaki adam da o insanlardan biriydi. Paranın kelimesini duymak bile onun birer birer gerçekleri ortaya dökmesine yetti. “Bak, sandığının aksine Esila bu kliniğe hiç yatmadı. O burada hiç bulunmadı,” diyerek başladı konuşmasına.

“Annesi öyle demiyor ama. Kliniğe yatırdığı kızını ormandaki kulübeden ölü olarak çıkardı!”

“Esila burada hiç kalmadı! O uyuşturucu satmak için okuluna devam etti. Ablam üzüntüden kahrolmasın diye de ona gerçeği söylemedim.”

“Ablan üzülmesin diye mi yoksa böylesi daha çok işine geldiği için mi?”

Sorduğum soruya karşılık buz gibi bakışlarımın altında boncuk boncuk terlemeye başladı. “Neyden bahsediyorsun?” diye sordu vakit kazanmak için. Tetiğe biraz baskı yaparak, “Bence artık birbirimize yalan söylemeyelim doktor. Bu odadan birlikte çıkmak istiyorsak birbirimize karşı dürüst olmakta yarar var. Aksi halde önce seni sonra da kendimi öldürürüm,” dedim.

Vücuduna elektrik verilmiş gibi ürperdi. Ne kadar ciddi olduğumu bakışlarımdan anlamıştı. Tetiğe yaptığım baskı biraz daha arttığı sırada, “İtiraf et doktor,” dedim.

“Esila Kehribar’ın ölümünde seninde parmağın var öyle değil mi? Onun okulda uyuşturucu sattığını bildiğine göre belki de bunda da katkın vardır.”

“Saçmalıyorsun! Kendi yeğenimin ölümüyle suçluyorsun beni!”

“Suçlamıyorum. Sadece soruyorum. Dürüst olman gerektiğini biliyorsun. Mızıkçılık yapma doktor.”

Tetiği çekmek üzere bekleyen parmağıma bakıp, “Dur!” diye bağırdı. İfadesiz, ruhsuz bakışlarımın altında yavaş yavaş çözülüyordu.

“Esila’nın öleceğini hiç düşünmemiştim. Bunu kendine yapabileceğini hiç düşünmemiştim. Ona verdiğim malları satmak yerine kendisinin kullanacağına ihtimal dahi vermemiştim.”

“Ona mal verdin demek. Okuldakileri buna sen bulaştırdın öyleyse. Yeğenini çıkarların için kullandığını itiraf et doktor. Onu kullanarak hepimizi kliniklik vakaya çevirdiğini itiraf et.”

“Bu neyi değiştirir?”

“Çok şeyi değiştirir. Hala tedavi edebileceğin biri var karşında. Babası ülkenin sayılı zenginlerinden biri oturuyor odanda. Kızının iyileşmesi için dünyaları ayaklarına serecek biri varsa o da Rutkay Karay’dır. Bunu sende biliyorsun. Ne de olsa bu uğurda az para almadın ondan.”

Düşündü. O da biliyordu söylediklerimin doğru olduğunu. Babama açacağı tek bir telefonla yatışımı yapıp milyonları garantileyeceğini biliyordu. Onu da bu açgözlülüğü ve paraya olan hırsı bitirecekti. Öyle de oldu. Gözlüklerinin üzerinden bana baktı.

“Yaptım,” dedi bir an bile tereddüt etmeden.

“Kendi yeğenim Esila Kehribar’ı okuldaki zengin gençleri zehirleyip kliniğime çekmesi için onu kullandım. Ona malları da ben verdim. Çünkü tedavim için daha çok gence ihtiyacım vardı.”

“Çok şanslısın doktor,” dedim birden.

“Kliniğin için yeni bir genç yakaladın. Şimdi sana son bir sözüm var. Ondan sonra nereyi imzalamam gerekiyorsa imzalayacağım ve sende beni tedavi edeceksin.”

Doktorun beklenti dolu bakışları altında şakağıma dayadığım silahı indirdim. Titreyen parmaklarıma ve yüzümdeki donuk ifadeye baktı doktor. Ona o sihirli sözcüğü söyledim. Polis ile aramdaki gizli şifreyi söyledim. Tek bir kelime: Palmiye.

Bölüm : 24.03.2025 19:30 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Şevval Nur Aydın / Yalanlar Resitali (Tamamlandı) / 12.Bölüm: Ay Işığı Sonatı
Şevval Nur Aydın
Yalanlar Resitali (Tamamlandı)

9.02k Okunma

1.01k Oy

0 Takip
71
Bölümlü Kitap
1.Bölüm: Resital2.Bölüm: Saç Teli3.Bölüm: Çatı4.Bölüm: Mavi Kurdele5.Bölüm: Fotoğraf6.Bölüm: Hoşça Kal7.Bölüm: Tik Tak8.Bölüm: Kelebek9.Bölüm: Sırlar ve Duvarlar10.Bölüm: Orman11.Bölüm: Karanlığın Uykusu12.Bölüm: Hastane13.Bölüm: Darbe14.Bölüm: Çiçek Buketi15.Bölüm: Kırılgan16.Bölüm: Sırlar ve Yalanlar17.Bölüm: İkna18.Bölüm: Telefon19.Bölüm: Uzat Ellerini20.Bölüm: Şeytanın Müzisyeni21.Bölüm: İtiraf22.Bölüm: Kamera Kayıtları23.Bölüm: Son Kurban (Sezon Finali)~Duyuru~1.Bölüm: İlk İhanet2.Bölüm: Yeni Bir Not3.Bölüm: Ruh4.Bölüm: İlk Prova5.Bölüm: Oda6.Bölüm: Zehir7.Bölüm: Beraber8.Bölüm: Küçük Bir İyilik9.Bölüm: Yerinde Olsam10.Bölüm: Asıl Oyun Kurucu11.Bölüm: Rol12.Bölüm: Müzikal13.Bölüm: Siyah Kutu14.Bölüm: Ses15.Bölüm: Sanat’ın Acıları16.Bölüm: Sır17.Bölüm: Anons18.Bölüm: Sanat’ın Devrim’i19.Bölüm: Kalplerin Savaşı20.Bölüm: Üç Burslu21.Bölüm: Toka22.Bölüm: Başım Belada23.Bölüm: Rüya (Sezon Finali)1.Bölüm: Işıkların Söndüğü Gece2.Bölüm: Domino Taşları3.Bölüm: Oyunun İçinde4.Bölüm: Koridorun Sonu5.Bölüm: Çırak6.Bölüm: İhtimal7.Bölüm: Yıkık Dökük8.Bölüm: İkinci Hediye9.Bölüm: Boşluk Doldurmaca10.Bölüm: Yıldız11.Bölüm: Kağıt Uçak12.Bölüm: Ay Işığı Sonatı13.Bölüm: Tünel14.Bölüm: Konum15.Bölüm: Oyunu Bozdum16.Bölüm: Taş Hırsızı17.Bölüm: Adalet Vakti18.Bölüm: Senden Kırıldım19.Bölüm: Şeytanın Ulağı20.Bölüm: Hırka21.Bölüm: Son Gerçek22.Bölüm: İyileşme Vakti23.Bölüm: Adınla Yaşa (Final)Gölgelerimiz Birlikte (Özel Bölüm)
Hikayeyi Paylaş
Loading...