60. Bölüm

13.Bölüm: Tünel

Şevval Nur Aydın
sevvnuraydn

“İçeri giriyoruz,” dedi bir ses.

“Neler oluyor?” diye sordu doktor.

Kılımı bile kıpırdatmadım. Oyunu bozmamam gerekiyordu. Polis gelene kadar onu oyunumun içinde tutmaya mecburdum. Titreyen parmaklarımın altındaki silaha baktım. Silahı avucumda tutuyordum. Titreyen parmaklarımın arasında sıkı sıkı tutuyordum silahı. Avucumdaki soğuk metali havaya kaldırdım. Bu sefer şakağıma dayamadım. Direkt ona doğrulttum. Çünkü biliyordum. Polis Özel Harekat içeri girmişti. Birazdan burada olacaklardı.

“İndir silahını. Kafanda sana bunu yaptıran şeyden beraber kurtulabiliriz. Seni tedavi edip sağlığına kavuşturacağım. Bunun için sana söz veriyorum Sanat,” dedi beni ikna etmek için.

Sesinin titrediğini hissettim. Donuk bakışlarımın onu ürkütüyor oluşu hoşuma gidiyordu. Onu köşeye sıkıştırdığımı bilmek içimde paramparça olan hislerimi tatmin ediyordu sanki. Dudaklarımda küçük bir tebessümle beraber, “Gerçekten mi?” diye sordum. Başını olumlu anlamda salladı. Karşısında gerçek bir bağımlının oturduğundan o kadar emindi ki ikna olup silahı bırakacağımı düşünüyordu ama ne ben bağımlıydım ne de o suçsuzdu. Ben silahımı bırakmayacaktım. O ise bu odadan çıktığı an hapsi boylayacaktı.

Koridordan gelen, “Kimse kıpırdamasın!” nidasının ardından dudaklarımdaki gülümseme genişledi.

“Bitti doktor,” dedim parmağımı tetiğe yerleştirirken.

“Yaptıklarının bedelini ödeme vaktin geldi. Bana, Esila’ya ve diğer gençlere yaptığın her şeyin bedelini en ağır şekilde ödeyeceksin. Sana yemin ederim güneşe hasret yaşayacaksın. Bir damla ışık görebilmek için canını vermeyi göze alacaksın ama ben sana göstermeyeceğim. Gün yüzü göremeyeceksin.”

Sözlerimi bitirmemle kapıya ateş edildiğini belli eden bir ses yankılandı. Kapı açıldı. İçeri silahlı iki özel harekat polisi girdi. Doktoru tutup çıkardılar. Onların gidişiyle beraber oturduğum yerden kalktım. Odadan çıktım. Dört bir yanda silahlı askerler dolanıyordu. Onların arasından geçip koridorda adımlamaya başladım. Elimdeki silahı düşürmemek için sıkı sıkı tuttum. Bir zamanlar bedenimi uyuşturup zorla tuttukları bu klinikten şimdi kendim çıkıyorum. Üstelik çıktığım yeri yerle bir ederek!

“Sanat!”

Devrim’i gördüm. Klinikten çıktığım gibi ona doğru koştum. Onun boynuna atıldım. Sıkıca sardı beni kolları. “Bitti,” dedim titreyen sesimle. “Bitti Devrim.”

Devrim beni kaburgalarından içeriye sokmak istercesine kollarında sıktı. Başını boynuma gömdü. “Bitti Sanat,” dedi iç çekerek. Ayrıldığımızda gözlerime baktı. İkimizinde gözlerinde yaşlar parlıyordu. İkimizde karanlık bir devrin bitişine seviniyorduk.

Savcı, “Başardın Sanat Karay,” dedi yanıma geldiğinde. Elimdeki silahı ve elbisemin omuz tarafında iç kısma yerleştirilen dinleme cihazını çıkarıp ona teslim ettim. Devrim içeri silahla girdiğimden ilk başta şaşırsa da herhangi bir kaza yaşanmadığından dolayı bir şey dememişti. Savcı ise elindeki telsizden, “Herkesi aldıktan sonra hastaları gelen sağlık ekipleri çıkarsın,” diye küçük bir anons geçti. Karşı taraftan olumlu yanıt çok da gecikmedi. Üçümüzde kliniğe baktık. Bileklerinde kelepçeyle çıkarılar çalışanlara, delil torbasına konan evraklara ve ilaçlara baktık. Bir nevi yalanların çöküşüne baktık.

“Savcım bodrum katta bir morg bulduk. Morgda altısı kadın sekizi erkek toplam on dört maktul var,” diye yeni bir anons geldi savcının telsizinden.

Nefesimin kesildiğini hissettim. Devrim de bunu hissetmiş olacak ki düşme ihtimalime karşılık beni belimden sıkıca tutmuştu. Savcı ise duyduğu şeyden sonra, “Olay yeri inceleme ile beraber maktul bireyleri alın,” dedi güçlükle. Karşı taraftan yeniden onay sözleri geldi.

Bina yavaş yavaş boşaltılırken telsizden bu sefer, “Pars Savcım,” diye seslenen Selim Savcı’ydı.

“Palmiye Kimya baskını sona erdi. İçeride uyuşturucu üretildiği tespit edilmekle birlikte kaçak ilaç imalathanesi olarak da kullanıldığını teyit ettik. Buradan yirmi beş kişiyi aldım. Sizde durum nedir?”

“Klinik operasyonu bitti savcım. İçeriden suçluları alıp çıkıyoruz.”

Karşılıklı onay cümlelerinin ardından telsiz sustu. Üçümüzde binadan çıkarılan ceset torbalarına baktık. Ürperdiğimi hissettim. Onların kirli oyunlarına kurban edilen gençlerin ceset torbalarının içinde götürülmesinin ardından bu illet yüzünden hayatlarının geri kalanını makineye bağlı halde yaşamak zorunda olanlar, bilinci kapalı olanlar, aklını yitirmiş gibi davrananlar ve çok daha fazlası çıkarıldı o gece klinikten.

“Doktorların tedavi ettikleri aslında bir başkası tarafından zarar görenlerdir Devrim.”

O klinikte zarar gören herkes şimdi iyileşmek üzere götürülüyordu. İyileşmek ve yeniden başlamak üzere…

Savcı, “Seninle özel olarak konuşabilir miyim Sanat?” diye sordu birden.

Devrim’i orada bırakıp savcı ile beraber biraz öteye geçtim. Benimle özel olarak konuşmak istediği konu neydi bilmiyorum ama içimden bir ses onun bana iyi bir şeyler söyleyeceğini söylüyordu. Böyle düşünmemde savcının bana bakarkenki gururlu gülümsemesi de etkiliydi.

“Açıkçası operasyon konusunda şüphelerim vardı ama bunların hiçbiri seninle ilgili değildi. Senin bu işin altından kalkabileceğinden hep emindim. Sadece zarar görme durumundan endişe etmiştim. Şükürler olsun ki öyle bir durum olmadı. Olsaydı da muhtemelen Devrim Dinçer ile uğraşmak zorunda kalırdım.”

“Devrim böyle bir durumda direkt içeri dalardı,” dedim onu tasdiklercesine.

“Benim sana asıl söylemek istediğim şey iyi iş çıkardığındı. Kliniğin pisliklerini ortaya saçmakla kalmadın, gözü yaşlı bir ailenin beklediği adaleti de sağlamış oldun.”

Savcının sözleri karşısında ne diyeceğimi bilemedim. O ise sözlerini daha bitirmediğini belli edercesine, “Bir şey daha var,” dedi.

“Aylar önce senle Devrim’i sorguya ilk alışımda sana, ‘Devrim’in avukatı olmak için yanlış yerdesin Sanat Karay. Bunun için müzik kolejinde değil bir hukuk fakültesinde olman gerekirdi,’ demiştim. Şimdi geçmişe dönüp bakıyorumda senin için aslında doğru bir cümle kullanmışım. Senin yerin Hukuk Fakültesi. Sende kendimi görüyorum. Hırslısın, detaycısın ve her ne olursa olsun adaletten şaşmayan bir çizgin var. Bana Işık’ı öldürdüğünü söylediğinde bile bunu hissetmiştim. Geleceğinin parlak olduğunu biliyordum. Bunu Devrim’i bana ilk savunduğun o anda anlamıştım aslında. Her ne kadar hayat senin hayatın olsa da ben Hukuk okuyup bu yoldan ilerlemeni çok isterim. Bir gün eğer fikrin bu yönde gelişirse arkanda olduğumu bil. Bir gün seninle meslektaş olabilmeyi diliyorum. Öyle olsun olmasın her daim sana destek olacağım Sanat Karay.”

Savcının sözlerinden sonra gözlerimin dolduğunu hissettim. Savcının babacan tarafını bana göstereceğini hiç düşünmezdim ama şimdi her daim bana destek olacağını söylemişti. Ona, “Bende bu yoldan ilerlemeyi çok isterim savcım. Bir gün hukuk fakültesini kazanırsam ilk işim sizin yanınıza gelmek olacak,” dedim titreyen sesimle.

Yaşlarla parlayan gözlerime baktı savcı. “Bunu duymak çok güzel. Şimdi elektrik direği gibi dikilmiş bize bakan sevgilinin yanına dön.”

Devrim için kullandığı tabire karşı gülmeden edemedim. Savcının yanından ayrılıp Devrim’in yanına gittim. Ona sarıldım. Derin bir iç çektim. Savcı, “Sanat ile Devrim ikilisi için eve dönüş vakti,” dedi arkamızdan. Onun kliniğin kapısına doğru ilerleyişini izledim. Savcı bizi okula bırakması için bir polis memuru gönderdi içeri girmeden hemen önce.

Polis memuru adam hem bana telefonumu vermiş hem de bizi okula bırakmıştı. Devrim ile beraber polis arabasının gidişiyle okul kapısından içeriye girdik. Koridorlar karanlıktı. Okulda bizden başka kimsenin olmadığını düşünmüştüm ama yanılmışım. Devrim ile özel yerimize kaçtığımızda bizi bekleyenleri gördüm: Yalanlar Resitali’nin bir araya getirdiklerini.

“Sonunda geldiniz,” dedi Alperen.

“Operasyon nasıl geçti?” diye sordu Tolga.

“Şerefsizleri içeri tıktınız mı?” diye araya giren de Buğra’ydı.

Devrim, “Operasyon başarılı,” dedi memnuniyetle.

Güzel haberi alan herkesin yüzünde aynı gülümseme belirdi. “Bunu kutlamalıyız!” dedi Vural coşkuyla. Tam o sırada hepimizin heveslerini kursağında bırakmaya yemin etmiş gibi yeni bir video kaydı düştü ekranlarımıza. Işık’ın yeni bir videosu daha!

“Sanat’ın omzundan vurulduğunu gördüm. Onun için nasıl endişelendiğini, onu arabana bindirirken dizlerine yatırışını gördüm. Ona nasıl baktığını gördüm. Zaten tüm bunlar da ona baktığın için başlamadı mı?” diye sordu Işık sanki karşısında Devrim varmış gibi.

“Vural ile onu hastaneye götürdün. Sanat’ın küçük bir sıyrıkla ucuz yırttığını biliyorum. Babası Rutkay Karay’ın onun o küçük sırrını saklamak için tüm hastaneyi adeta abluka altına aldığını da biliyorum. Onun sakladıklarını kimse görmesin diye doktorlardan hemşirelere kadar herkesin sıkı gözetim altında olduğunu sende biliyorsun. Onun sırrına ortak oldun ne de olsa. Fakat sen bir şeyi ne yazık ki bilmiyorsun sevgilim. Benim de onun sırrını biliyor olma ihtimalim hiç aklına gelmedi. Bedenindeki izler, okulda yaşadığı gerçeği bir yana üç burslunun hikayesini sen bile bilmiyorsun.”

Işık yorgun bir soluk çekti ciğerlerine. Safir mavisi gözlerini ekrandan ayırmadan, “Üç burslunun hikayesinin oyunumun son hamlesi olacağını hep biliyordum. Son bursluyu da yanına göndermeye hazırdım ama sen bu hayatta yapmaman gereken bir şeyi yaptın sevgilim,” dedi Işık.

“O kıza bakışın oyunu başlattı ama dokunuşun her şeyi bitirdi.”

Işık’ın sol gözünden bir damla yaş süzüldü. Duygudan yoksun ifadesini ıslattı. Nefretle körelmiş bakışlarıyla ekrana bakmayı sürdürürken, “Onu otele götürdün. Önce ayrı odalar tuttunuz. Sonra da onun odasına girdin. Ona dokunduğunu biliyorum Devrim ve sana söz veriyorum. Bu iş bittiğinde onu bir daha bulamayacaksın. Baktığın yerde o olmayacak. Her yerde beni göreceksin. Bunun içinde sana kendimi hatırlatmak adına bir hamlede bulundum. Bana ettiğin ihanetin ardından içimde beliren öfkeyle seni aramaya kalkmamın ardından Vural artık buna bir son vermem gerektiğini söylese de ben geri dönmeyeceğim. Vural o an oyunun dışına çıkıp beni bıraktı ama ben hala oyundayım. Anlayacağın sen o kızın yanındayken seni arayan sahiden de bendim. Eğer aramayı cevaplandırsaydın oyunu daha kolay bir şekilde bitirebilirdim ama bunu sen istedin sevgilim. Bedelini de ödeyeceksin.”

Işık yanağındaki ıslaklığı elinin ayasıyla sildi. Duygudan yoksun bir ifadeyle, “Polen’in sabah size bıraktığı notu alıp savcıya gittiğinizi biliyorum,” dedi.

“Savcıyı takip edeceğini de biliyordum. Dayanamazsın sen. Benim için savcının kızacağını bile bile ormana dalacağını biliyordum. Sen her ne kadar oraya büyük umutlarla gitsende ormandaki kulübeden çıkan cesedin bana ait olduğunu söyleyecek savcı. Çünkü Esila’nın ölümüyle ortalığı daha fazla bulandırmak istemeyecek. Onun soruşturması daha hassas. Savcı da bunun farkında olduğundan onun soruşturmasını gizlice yürütmek adına sizi oyunun iyice dışına itmek için kulübeden çıkarılan cesedin ben olduğumu söylemek zorunda kalacak. Sende öldüğüme inanacaksın. Pişmanlık duyacaksın. Telefonumu açmadığın için pişmanlık duyacaksın. En çok da geceyi onunla geçirdiğin için başını taştan kayaya vuracaksın ama her şey için çok geç olacak Devrim. Çünkü bir karar verdim. Oyun bitse bile her şey yerli yerine oturana kadar yok olarak kalmaya devam edeceğim ama şunu bil ki ortaya çıktığım an benim olmuş olacaksın. Sence de birlikteliğimiz için tüm bunlara değmez mi?”

Işık’ın videosunun bitimiyle beraber ortamda derin bir sessizlik hakim oldu. Serdar, “Gözü dönmüş,” dedi Işık için. Söylediği şeyde o kadar haklıydı ki ortamdaki diğer hiç kimse onun bu lafının üstüne laf söyleyemedi. Ta ki bana gelen yeni mesaj bildirimine kadar…

Bilinmeyen numara: Hamle sıran geldi. Umarım izlediğinden de keyif almışsındır Sanat Karay.

Okuduğum mesajın ardından, “Hamle yapma sırası bende,” dedim donuk bir ifadeyle.

Buğra, “Hop! Hop! Gençler! Modumuzu düşürmüyoruz!” diyerek ayağa kalktı.

“Sanat hamlesini yapar yapmaz hep beraber bir yere gidiyoruz,” diye de ekledi.

“Nereye?” diye sordu Berna.

“Abini hiç tanımıyorsun kardeşim. Hepimizin kafamızı boşaltmaya ihtiyacımız olduğunu da göremiyorsan sen bir Taşkın olamazsın,” dedi Buğra.

“Kankam bize kebap ısmarlayacak galiba,” dedi Adahan sırıtarak.

Buğra gözlerini devirdi. Adahan’a, “Ben bu kadar insana kebap ısmarlarımda seni nasıl doyururum hiç bilmiyorum Adahan,” dedi Buğra. Kızların kıkırdadığını duydum. Adahan’ın söylenene kulak asmadığını gördüm. Daha çok beleş yemek kısmının olmadığını anladığından hayal kırıklığına uğramış gibi bir hali vardı.

Vural, “Nereye gittiğimizin bir önemi yok. Yeterki şu okuldan bir an önce çıkıp gidelim!” dedi birden yüksek sesle.

Videodan sonra duvarların üzerine üzerine geldiğini hissettiğine emindim. Her ne kadar vaktinde oyunun dışına çıkma kararı almış olsa da oyunu başlatanlardan biri olmak onun en büyük pişmanlığı olarak üzerine adeta kara bir leke gibi yapışmıştı. Ne yaparsa yapsın kurtulamıyordu. Yalanlarla lekelenmişti bedeni. Tıpkı diğer herkes gibi…

“O zaman Sanat ve Devrim ikilisini üç evetle katilin sınıfına uğurladıktan sonra kapıda buluşuyoruz,” dedi Buğra.

Herkesin ayağa kalkıp kapıya doğru ilerlediğini gördüm. Devrim ile beraber onların peşine takıldım. Her birlikte spor salonundan ayrılıp koridora çıktık. Onlar okulun bahçesine çıkarken bende merdivenlerin olduğu tarafa yöneldim. Devrim de hemen arkamdaydı. İkimizde koridoru aşıp merdivenlerden çıkacakken az ötede birini gördük. Tanıdık birini, Erdem abiyi!

“Bende seni bekliyordum kardeşim,” dedi Erdem abi Devrim’e.

Devrim’in dudakları ince bir çizgi halini aldı. Operasyon öncesinde olanları anımsadığı belliydi. Abisinin sakladığı şey her ne ise bunu bilmemek bir yana kendini sürekli aynı sebepten dolayı ötekileştirilmiş bir halde bulmak canını sıkıyordu. Devrim artık gerçeği öğrenmek istiyordu.

“Sen neden gitmedin?” diye sordu Devrim.

Erdem abi bize doğru adımladı. Devrim’in tam karşısında durup gözlerinin içine baktı. Senfoni sonrasındaki denk gelişimizin aksine bu sefer oldukça sakin görünüyordu. “Sen polisle operasyondayken benim eve dönmemi beklemedin herhalde,” dedi Erdem abi.

Devrim’in bakışlarında şaşkınlık vardı. “Operasyonu nereden biliyorsun?” diye sordu Devrim şüpheyle. Abisinin dudaklarının yukarıya kıvrıldığını gördüm. Kardeşine bakmış, “Bunun bir önemi yok. Siz iyisiniz ya gerisinin bir önemi yok,” demişti.

Devrim bıkkın bir nefes verdi. “Sorularımı geçiştirmenden çok sıkıldım,” dedi abisine. Erdem abinin durgun hali dikkatimi çekti. Yorgun bakıyordu. Sanki tüm bu sırlar onu da bezdirmiş gibi hali vardı. Sanki saklamak zorunda oldukları ona ağır geliyordu. Peki ama neden yükünü Devrim ile paylaşmıyordu? Bunun tek bir anlamı olabilirdi. Nasıl ki ben zamanında Devrim’den çok fazla şey sakladıysam onunda amacı benimkiyle aynıydı, Devrim’i korumak!

Erdem abi, “Cevaplayabileceğim sorular sormadığın için yanıtsız kalıyorsun,” dedi.

Devrim sinirden gülmeye başladı. Bense, “Siz ikiniz konuşurken ben yukarı çıkıyorum,” dedim. Devrim gitmem için bakışlarıyla işaret verdi. Onları orada bıraktım. Merdivenlerden yukarı çıkıp oyun odamıza girdim. Artan kurban sayısıyla beraber domino taşları uzun bir kuyruk olmuştu. Masaya doğru yaklaştım. En önde duran üzerinde Fulya Hoca’nın adının yazılı olduğu taşa baktım. Adım adım sona yaklaştığımızın farkındaydım. Peki ya sonunda beklediğim isim yerine başka bir şeyle karşılaşırsam?

Işık’ın ölümünde Asır’ın parmağı olduğuna emindim. Katil olarak veya işbirlikçi olarak hiç fark etmez. Bu cinayetin merkezinde onun olduğuna emindim. Tek umudum kendi adını vermese bile beni cinayetin düğümünü çözebileceğim bir isme yönlendirmesiydi. Siyah kutuya baktım bu sefer. İçindeki taşlara baktım ifadesiz bir şekilde. Yüzümde mimik oynamadı. Elimi kutuya daldırıp rastgele bir taş aldım avucuma.

Ahşap taşa baktım donuk bir şekilde. Masanın üzerinden aldığım kalemle üzerine son burslunun adını yazdım. Polen’in adının yazılı olduğu taşı tutup en öne koydum. Işık’ın adını görmemize son iki isim kaldığının farkındaydım. Adım adım sona yaklaşıyorduk. Katilin adını öğrenmemize çok az bir zaman kalmıştı. Savcıya o ismi verip gerçeği öğrenmemize çok az kalmıştı.

Gözlerim uzun bir kuyruk oluşturan taşlarda gezindi son kez. Adımlarım geri geri gitti. Taşlarımızı, katille oynadığımız küçük oyunumuzu ardımda bıraktım. Sınıftan çıkıp yeniden merdivenlere yöneldim.

Merdivenlerin başında Devrim’in, “Senin en çok bu huyundan nefret ediyorum abi. Ölsende sırrını kimseye açık etmemenden!” dediğini duydum.

Abisi, “Sanki senin benden aşağı kalır yanın var. Ketumun önde gideni olduğunu ikimizde biliyoruz kardeşim,” dedi Devrim’e.

Merdivenlerden inip yanlarına gittim. Devrim’in bakışları beni buldu. Yeniden aksi Devrim olmuştu. Sebebi de belliydi. Abisi ile olan konuşmasının pek de iç açıcı geçmediği yüzünden belliydi. Eline dokundum. Elimi sardı parmakları. Gözlerime baktı. Bir an bile ayırmadı gözlerini gözlerimden. Abisine tek kelime etmeden beni elimden tutup kapıya doğru götürdü.

Beraber bizi kapıda bekleyen grubun arasına karıştık. Vural, “Devrim’in abisi Bey siz de bizimle gelsenize,” dedi arkamızdan gelen Erdem abiye bakıp. Erdem abinin Vural’ın kendisi için kullandığı tabire güldüğünü gördüm.

“Gelirim,” dedi Erdem abi. Devrim’e bakarak cevap vermesi dikkatimden kaçmamıştı. Devrim’e inat olsun diye mi yoksa aralarındaki buzları eritmek miydi niyeti bilmiyorum ama bizimle geleceği kesindi.

“Gruba gideceğimiz yerin konumunu atıyorum. Kaybederseniz konumdan bakarsınız,” dedi Buğra.

O, gruba konumu attıktan sonra Devrim’in arabası emniyette kaldığından dolayı bizde onun peşinden Yağmur ve Berna ile beraber onun arabasına doğru ilerledik. Erdem abi Vural’ın arabasına geçmiş diğerleri de kendi arabalarına binmişti. Önde Devrim ile Buğra arkada da Yağmur, Berna ve ben vardım.

“Abinin gelmesi senin için problem mi?” diye sordu Buğra Devrim’e.

Arabayı çalıştırırken Devrim’den bir cevap beklercesine yüzüne baktı Buğra. Devrim ise sıkıntısını içinde yaşamayı tercih etti. “Problem değil,” dedi yarım ağızla. Buğra da Devrim’in kendisini geçiştirdiğinin farkındaydı. Sırf onun üzerine gitmemek için daha fazla soru sormamayı tercih etmişti. Gaza bastı. Arabayı okulun bahçesinden çıkarıp ana yola girdi. Araba asfaltta su gibi akıyordu.

Berna ile Yağmur’un ortasında oturmuş duygudan yoksun bir ifadeyle gözlerimi dümdüz karşıya dikmiştim. Aklımda kara bulutlar dolanıyordu. Devrim’i düşünüyordum. Onun abisi ile arasında olanlara kafam takılmıştı. Bu durum daha ne kadar böyle devam edecek bilmiyorum ama Devrim’i böyle görmek beni kahrediyordu.

Gözlerimi ona diktim. O benim onu izlediğimin farkında değildi. Öylece yolu izliyordu. Kafasında gezinen soru işaretlerinin farkındaydım. Keşke tüm bunlardan onu kurtarabilseydim. Keşke onun içinde sıkışıp kaldığı düşüncelerin arasından çekip çıkarabilseydim.

Derin bir iç çektim. Yol boyu onu izledim. Kimsenin dudaklarından tek kelime dökülmedi. Ne zamanki araba lunaparkın girişinde durdu işte o zaman Yağmur, “Aşkım sen bir tanesin,” diyerek sessizliği bozdu. Kızlar heyecanla arabadan inerken onları takip ettim. Üçümüz park eden arabalara baktık. Diğerleri de birer birer arabalardan inmeye başladı. Vural’ın yanında bizimle gelen Erdem abiye kaydı dikkatim. Sıcak bir tebessümle o da Vural ile beraber içeri girenlerin peşine takıldı.

“Demek buradasın,” dedi Devrim tam arkamdan. Kolunu belime doladı. Beraber diğerlerinin arkasından adımlamaya başladık. İkimizde sona kalmıştık ama bu durum umurumuzda bile değildi. Çünkü bizim bir yere yetişmek gibi bir çabamız yoktu. Birlikte diğerlerinin neşeli adımlarını takip ediyorduk sadece. Kızların kahkahası gecenin karanlığına karışırken, “Sanat sende gel,” dediler bana bakıp.

Devrim, “Git ve eğlen Sanat Karay,” dedi gülerek.

“Sende Devrim Dinçer Demiralp. Sende eğlen.”

Devrim’i arkamda bıraktım. Kızların arasına karıştım. Beni de aralarına almışlardı. Neşeli kahkahalarının arasında kendimi onlarla beraber atlıkarıncada bulmam çok da uzun sürmedi. “Beyaz at benimdir!” diye ciyakladı Berna neşeyle. Onun koşup beyaz atın sırtına tüneyişini izledim. Yağmur ile beraber yan yana duran iki atı kaptık. Herkesin gelişiyle aleti çalıştırdılar.

Atlıkarınca dönmeye başladı. Yağmur telefonunu çıkarıp, “Gülümse,” dedi bana. Birlikte fotoğraf çekindik. Diğerleri bu küçük detayı fark edince atlıkarınca durur durmaz toplu bir fotoğraf çekimi yapmak durumunda kaldık.

“Çok güzel çıkmışım. Kesinlikle bunu paylaşıyorum,” dedi Heves çekindiğimiz fotoğraflara bakarken.

“Aklından bile geçirme,” dedi Selin dehşetle.

“Kızlar!” diyerek araya girdi Miray.

Selin ile Heves arasındaki fotoğraf krizi Heves’in fotoğrafı sosyal medya hesabına yüklemesiyle son buldu. Kızlarla toplaşıp atlıkarıncadan sonra çarpışan arabalara binmeye gitmek üzere harekete geçmiştik ki bizimkilerin çoktan çarpışan arabaları kaptığını gördük. “Ayı!” diye bağırdı Buğra Adahan’a. Adahan kahkahalarla güldü. Arabasıyla Buğra’nın arabasını köşeye sıkıştırmış olmanın zevkini yaşıyordu.

Devrim ile Erdem abi arasındaki gerginliğin en azından oyunun dışında kaldığı da apaçık bir gerçekti. Öyleki Devrim arabasıyla Vural’ı alanda kovalamaya başlamıştı. Erkekler kendi aralarında eğlenirken uzaktan onları izlediğimizin farkında bile değillerdi.

“Vur dedik öldürdün Adahan!” dedi Alperen.

Adahan o kadar keyifli görünüyordu ki bıraksak bütün gece arabadan çıkmazdı. Diğerlerinin de keyfi gayet yerindeydi. Yağmur, “Haftaya okulun bittiğinin farkında mısınız?” diye sordu birden. Hepimiz onun söylediği bu küçük gerçekle derin düşüncelere daldık. Bugün Cuma’ydı. Hafta sonunun ardından mezuniyet törenimiz olacaktı. Sonrası ise tamamı ile muamma. Geç başladığım okul maceramın sonuna bu kadar çabuk geleceğimi kim tahmin edebilirdi ki?

“Okul bitti ama hayat hala devam ediyor. Bu görüşemeyeceğimiz anlamına gelmiyor,” dedi Merve.

“O zaman tam da burada bir söz verelim,” dedi Heves.

“Ne sözü?” diye sordu Açelya.

“Okul bitince de bir araya geleceğimize dair bir söz,” diyerek konuyu açıkladı Heves.

Birbirimize baktık. Hepimizin yüzünde aynı hüzünlü ifade vardı. “Söz,” dedim bir an bile düşünmeden. Diğerleri de hep bir ağızdan söz verdi. Okul bitince de bir araya gelecektik. Aradan yıllar geçse bile yeniden birbirimizi bulacaktık. Bunun için birbirimize bir söz verdik.

“Kimler gelmiş böyle? Şuradan parlayarak gözümü alan ışık da neyin nesi diye düşünüyordum. Meğer sevgilimin ışığıymış,” dedi Buğra Yağmur’a.

Yağmur kıkırdadı. Çocuklar arabalardan inip yanımıza geldi. Tam o sırada Korkut katıldı aramıza. Merve’ye sıkıca sarıldı. Devrim ise yanıma gelip elimi tuttu. Beni dönme dolabın olduğu tarafa doğru götürdü. “Seninle birlikte yıldızları izleyemeceksem ne anlamı var tüm bunların?” dedi Devrim şiir gibi. Sözleri miydi beni böyle hissettiren yoksa söylediği şey miydi bilmiyorum ama bir zamanlar boş olduğunu hissettiğim bedenimin içinde şimdi hayat dolu bir ruh vardı.

“Seninle yıldızları yakan kız olmak istiyorum,” dedim birden. Devrim kolunu omzuma attı. Elimi bir an olsun bırakmadı. Beni kendine çekti. Şakağıma bastırdı sıcak dudaklarını. Küçük bir buse bıraktı. Birlikte dönme dolaba bindik. Bizi gören Buğra ile Yağmur ikilisi, Korkut ile Merve de dönme dolaba binmek üzere koştu.

Dönme dolabın çalışmasıyla yukarı doğru yükseldik. Devrim’in kolları sardı bedenimi. Ona sarılmış yanağım onunkine yaslı bir şekilde gökyüzüne dikmiştim gözlerimi. “Keşke parmağımı dokundurduğum yıldızı gökyüzünden kaydırabilme gücüm olsaydı. O zaman tam şu an seninle bir dilek dilerdim,” dedim iç çekerek.

“Ne dilerdin?”

“Hayatımın sonuna kadar seninle olmayı.”

“Bunun için gökten bir yıldızın düşmesine gerek yok Sanat. Çünkü dileğin gerçekleşeli çok oldu.”

Devrim’in gözleri benimkileri buldu. “Savcıyla ne konuştunuz?” diye sordu birden. Bunu soracağını bildiğimden gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.

“Benimle ilk defa sanki kızıymışım gibi yakın konuştu. Hukuk okumamı önerdi. Geleceğimin parlak olduğunu söyledi. Her daim bana destek olacağını ve de elektrik direği gibi dikilmiş bizi izleyen sevgilimin yanında dönmemi söyledi.”

Kıkırdadı. Gülüşü içime işliyordu. Bana, “Hukuk okumayı istiyor musun peki?” diye sordu bu sefer. Onu başımla tasdikledim.

“İstiyorum. Belki günün birinde savcıyla meslektaş oluruz.”

“Ne olmak istiyorsan onu ol ama önce benim ol Sanat Karay.”

“Ben zaten seninim Devrim. Dünyaya geldiğim ilk andan beri.”

Devrim’in gözlerine baktım. Karanlık gecede, yanmayı bekleyen yıldızların altında onun içimi titreten gülümsemesi belirdi. Başparmağını dudaklarımda gezdirdi. Sonra da öptü beni. Parmakları çenemi tutuyordu. Öyle şefkatli ve dizginlenemez bir arzuyla öpüyordu ki beni heyecandan başımın döndüğünü hissettim. Sanki az evvel kaymasını istediğim yıldızlar yağmur olmuş üzerimize yağıyormuş gibi hissettim.

Benden ayrıldığında gözlerime baktı. Soluk mavi gözlerime baktı. Bana sıkıca sarılıp derin bir iç çekti. Birlikte alçalmaya başlayan dönme dolabın içinde son kez baktık yıldızlara. Lacivert geceye saçılmış küçük ışık kürelerine baktık. Başım Devrim’in göğsüne yaslıydı. Heyecanla çarpan kalbini dinleyerek gülümsedim. Dönme dolap ne zamanki yere indi işte o zaman, “Sanat’ı almamız gerek,” dedi Berna.

“Sevgilimi nereye götüreceğinize bağlı,” dedi Devrim.

“Sevgilini de alıp kızlar cephesi olarak korku tüneline bineceğiz,” dedi Selin.

Devrim ile beraber dönme dolabın içinden çıktık. O, çocuklarla az ilerideki atış alanına giderken bende kızlarla beraber korku tünelinin olduğu tarafa doğru ilerledim. Arkamda onun bakışlarını hissettim. Beni izlediğini bildiğimden gülmeden edemedim. Dönüp ona baktım. Kızlar korku tüneline doğru ilerlerken gülümseyerek baktım gözlerine. Gamzelerimi bana geri veren o çocuğa baktım, Devrim Dinçer Demiralp’e.

“Hadi Sanat!” diye ciyakladı Berna.

Hep beraber korku tünelinin içine girecek olan vagonlara binip kemerlerimizi taktık. Hepimiz yerleşince vagon rayların üzerinde hareket etmeye başladı. Siyah uzun muşambadan yapılmış perde benzeri bir şeyin içinden geçip tünelin içinde bulduk kendimizi. Daha içeri girer girmez Polen’in ayakkabısından gelen tak tak sesi doldurdu kulaklarımı. Sonrasıysa çığlıklar!

Önümüze aniden çıkan ağzından kanlar akan cadı figürüyle Ela ile Berna çığlığı basmıştı. Yüzümü ekşittim. Tünelde ilerledikçe çığlıkların sayısı artıyordu. Sona yaklaştıkça kızların çığlıklarından şakaklarıma ağrı saplandığını hissettim. Etrafımdaki hiçbir şeyin beni korkutmaması şöyle dursun yüzümde mimik oynatmamıştı. Ta ki tünelin sonunda ellerindeki bezleri bize koklatıp bayıltan maskeli adamları ilk gördüğüm o ana dek!

Bölüm : 27.03.2025 19:30 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Şevval Nur Aydın / Yalanlar Resitali (Tamamlandı) / 13.Bölüm: Tünel
Şevval Nur Aydın
Yalanlar Resitali (Tamamlandı)

9.02k Okunma

1.01k Oy

0 Takip
71
Bölümlü Kitap
1.Bölüm: Resital2.Bölüm: Saç Teli3.Bölüm: Çatı4.Bölüm: Mavi Kurdele5.Bölüm: Fotoğraf6.Bölüm: Hoşça Kal7.Bölüm: Tik Tak8.Bölüm: Kelebek9.Bölüm: Sırlar ve Duvarlar10.Bölüm: Orman11.Bölüm: Karanlığın Uykusu12.Bölüm: Hastane13.Bölüm: Darbe14.Bölüm: Çiçek Buketi15.Bölüm: Kırılgan16.Bölüm: Sırlar ve Yalanlar17.Bölüm: İkna18.Bölüm: Telefon19.Bölüm: Uzat Ellerini20.Bölüm: Şeytanın Müzisyeni21.Bölüm: İtiraf22.Bölüm: Kamera Kayıtları23.Bölüm: Son Kurban (Sezon Finali)~Duyuru~1.Bölüm: İlk İhanet2.Bölüm: Yeni Bir Not3.Bölüm: Ruh4.Bölüm: İlk Prova5.Bölüm: Oda6.Bölüm: Zehir7.Bölüm: Beraber8.Bölüm: Küçük Bir İyilik9.Bölüm: Yerinde Olsam10.Bölüm: Asıl Oyun Kurucu11.Bölüm: Rol12.Bölüm: Müzikal13.Bölüm: Siyah Kutu14.Bölüm: Ses15.Bölüm: Sanat’ın Acıları16.Bölüm: Sır17.Bölüm: Anons18.Bölüm: Sanat’ın Devrim’i19.Bölüm: Kalplerin Savaşı20.Bölüm: Üç Burslu21.Bölüm: Toka22.Bölüm: Başım Belada23.Bölüm: Rüya (Sezon Finali)1.Bölüm: Işıkların Söndüğü Gece2.Bölüm: Domino Taşları3.Bölüm: Oyunun İçinde4.Bölüm: Koridorun Sonu5.Bölüm: Çırak6.Bölüm: İhtimal7.Bölüm: Yıkık Dökük8.Bölüm: İkinci Hediye9.Bölüm: Boşluk Doldurmaca10.Bölüm: Yıldız11.Bölüm: Kağıt Uçak12.Bölüm: Ay Işığı Sonatı13.Bölüm: Tünel14.Bölüm: Konum15.Bölüm: Oyunu Bozdum16.Bölüm: Taş Hırsızı17.Bölüm: Adalet Vakti18.Bölüm: Senden Kırıldım19.Bölüm: Şeytanın Ulağı20.Bölüm: Hırka21.Bölüm: Son Gerçek22.Bölüm: İyileşme Vakti23.Bölüm: Adınla Yaşa (Final)Gölgelerimiz Birlikte (Özel Bölüm)
Hikayeyi Paylaş
Loading...