
(Devrim’den…)
“Kızlar neden hala gelmedi?” diye sordum dayanamayarak.
“Sanat’ı mı özledin? Daha gideli kaç dakika oldu hemen mi özledin?” diye sordu Tolga alayla. Yanımda durduğundan sesini kesmesi için ensenine hafifçe vurmuştum.
“Eline sağlık arkadaşım,” dedi Buğra gülerek.
“Ben ciddiyim. Kızların çoktan dönmüş olması gerekirdi,” dedim sinirle.
“Devrim Dinçer haklı,” dedi abim. Bana destek çıktığı için minnettar mı olmalıydım? Hiç sanmıyorum. Ona attığım keskin bakışın ardından ayaklandım. Onlara kendimi anlatmakla vakit harcamak istemiyordum. Kızlara bakıp gelmek o an için verebileceğim en doğru karardı.
Adımlarımı korku tünelinin olduğu tarafa doğru yöneltmiştim ki diğerlerinin de peşime takılması uzun sürmedi. Abim hemen yanımda bitti. Bakışlarını üzerimde hissediyordum. Her zamanki korumacı tavrını takınmış gibi görünüyordu. Küçükkende böyleydi. Ne zaman başımı belaya sokacağım bir durumun içinde kendimi bulsam bir yanımda hep abim dururdu. Tıpkı şimdi de olduğu gibi…
Hep beraber korku tünelinin başındaki boş vagonlara baktık. En öndeki vagonun koltuğunda bir kağıt parçası vardı. Kolumu vagonun iç kısmına doğru sokup kağıdı aldım elime. İçimde garip bir his belirdi. Katlı kağıdı aralarken daha okumama kalmadan bu işte bir terslik olduğunu anlamıştım.
Kızların nerede olduğunu öğrenmek istiyorsan polisi bu işe karıştırma. Onlara ulaşmak için sana göndereceğim adımları izle.
Notta yazanları okuduktan sonra donup kaldım. Sorulan soruları duymuyordum. Sesler beynimde uğulduyordu sanki. Abimin elimden notu çekip alışı bile gerçek dışı gelmişti. “Devrim,” dedi abim beni omuzlarımdan sarsarak. Beni kendime getirmeye çalışıyordu. Bir süre sonra gözlerimi onunkilere diktim.
“Kaybedecek vakit yok Devrim Dinçer. Bir an önce kızları bulmalıyız,” dedi abim.
“Eğer bu işin altından da Asır piçi çıkarsa var ya!” diye bağırdı Buğra sinirle.
Kendime gelebilmek adına derin bir nefes aldım. Sanat’ı ve kızları bulmak için güçlü olmak zorundaydım. Abim haklıydı. Kaybedecek vaktimiz yoktu. Bir an önce onları bulmalıydık. Bakışlarımı diğerlerine çevirdiğimde her birinin nota bakıp bakıp küfür ettiğini gördüm. Tam o sırada hepimizin telefonlarına aynı anda aynı mesajın bildirimi düştü.
Bilinmeyen numara: Kızları bulmak istiyorsanız ilk yapmanız gereken şey atacağım konumdan bıraktıklarımı almanız.
“Allah bilir ne bıraktı!” dedi Vural sinirle.
Abim, “Ne bıraktığını gidince göreceğiz artık,” dedi. Bunun üzerine hep beraber telefonlarımıza gelen konuma baktık. Bulunduğumuz yerle konumdaki varış noktası arasında arabayla ortalama yirmi dakikalık mesafe vardı.
“Gidiyoruz,” dedim her birine tek tek bakarak.
“Kızları bulmaya,” diye de ekledim.
Hep beraber lunaparktan ayrılıp arabaları bıraktığımız yere gittik. Benim arabam emniyetin önünde kaldığından buraya gelirken de olduğu gibi yeniden Buğra’nın arasına geçtim. Abim de hemen arka koltuktaki yerini almıştı. Gelirken Vural’ın arabasını kullanırken şimdi benimle aynı arabaya binmişti.
“Endişelenme Devrim Dinçer. Kızları sağ salim bulacağız,” dedi abim arkadan.
Ona cevap vermek her ne kadar içimden gelmese de, “Bulacağız,” diyerek onu tasdikledim. Buğra hiç vakit kaybetmeden arabayı çalıştırdı. Bende ona gönderilen konumdaki yolu tarif etmeye başladım. Diğerleri de hemen peşimizden geliyordu. İki araba önümüzde, geri kalanlarsa arkamızdaydı.
“O Asır’ı bi elime geçirirsem!” diye söylendi Buğra.
Sinirden direksiyonu sökmek istediğine emindim. Ona, “Önce kızları bulalım. Sonra Asır’a ne yapmak istiyorsan onu yaparsın Buğra,” dedim bıkkın bir nefes verdikten sonra. Buğra tek kelime etmedi. Arabada derin bir sessizlik hakim oldu. Arabada tek konuşan bendim. Yolu tarif ederken bir yandan da kafamdan olumsuz ihtimalleri atmaya çalışıyordum. Zihnimde beliren her bir olumsuz düşünceyle adeta savaş halindeydim. Savaşı kaybetme lüksüm yoktu. Bu savaşın kazananı ben olmalıydım.
“Devrim iyi misin?” diye sordu abim arkadan.
“İyiyim,” dedim güçlükle.
İyi falan değildim. Sanat’a bir şey olma ihtimali bile aklımı kaçırıyormuşum gibi hissetmeme yetiyordu. Şimdi o ve kızlar Asır’ın elindeydi. Kaçırılmışlardı. Nerede, nasıl olduklarını bilmiyorduk. Elimizde sadece o piç kurusunun attığı konumdan başka bir ipucu da yoktu.
Buğra, “Konum burayı gösteriyor,” dedi geçmek bilmeyen dakikaların sonunda. Uzun bir yolculuğun ardından Buğra arabayı kenara çekti. Geldiğimiz yer bir otoyol kenarıydı. Neden buraya geldiğimiz hakkında en ufak bir fikrim dahi yoktu ama içimden bir ses buraya gelişimizin altında yatan korkunç bir sebebin olduğunu söylüyordu. Arabadan indim. Diğerleri de arabalarını kenara çekerken telefonuma bir mesaj bildirimi daha geldi.
Bilinmeyen numara: Etrafına iyi bak Devrim Dinçer Demiralp. Sana ve arkadaşlarına yardımcı olacak bir gereç göreceksin. Vaktinin dar olduğunu unutma. Zaman aleyhine işliyor!
Okuduğum mesajın ardından karanlık otoyol kenarında durmuş etrafa bakıyordum. Bana yardımcı olacak gereç derken neyi kast ediyordu? Gözlerim karanlığı tararken az ötede kısa bir direk gördüm. Daha doğrusu aralarında biraz mesafe olan toplam on direk!
“Çabuk buraya gelin!” dedim panikle. Diğerlerinin mesajdan haberi olmadığından dolayı neden birden bire böyle bir tepki verdiğimi anlamamışlardı. Arkamdan geldiler. Bense koşarak direk olarak gördüğüm ama aslında toprağa saplanmış on adet küreğin olduğu yere geldim!
“Sanat!”
Küreklerden birini alıp bulunduğu alanı kazmaya başladım. Diğerleri de panikle daha yeni örtülmüş toprağı kazmaya başladı. “Heves!” diye bağırdı Tolga. Abimde bana yardımcı olmaya çalışıyordu. Ona kürek kalmadığından o da dizlerinin üzerine çökmüş elleriyle toprağı eşelemeye çalışıyordu.
“Berna! Yağmur!” diye sayıkladı Buğra güçlükle.
Hepimiz canla başla toprağı kazıyorduk. Aklımı kaçırmak üzereydim. Sanat’ın toprağın altında olmasının ihtimali bile kendimi kaybetmeme yetmişti. Toprağı epey bi kazmıştım ki abimin tuttuğu flaşın da yardımıyla gerçeği gördüm. Kızlar burada değildi!
“Durun!” diye bağırdım birden.
“Kızlar burada değil. Telefonlarını gömmüşler,” dedim durumu açıklamak için. Herkes rahat bir nefes aldı. Ömrümden ömür gitmiş gibi hissettim. Elimi çukura daldırıp telefonu çıkardım. Elimdeki Sanat’ın telefonu değildi. Ekranını açtığımda bunun aslında Yağmur’un telefonu olduğunu anladım. Telefonu Buğra’ya verdim. Adahan ise elindeki telefonu bana uzattı. Sanat’ın telefonunun ekranını açıp baktım. Tam o sırada onun telefonuna bir mesaj bildirimi düştü.
Bilinmeyen numara: Bıraktığım emanetlere ulaştınız anlaşılan. Şimdi de sıra sahiplerinde. Kızları bir daha görebilmeyi istiyorsanız acele edin. Onları atacağım konumdaki inşaatın içinde bulacaksınız.
Okuduğum mesajla bakışlarım diğerlerini buldu. Hepsi kızların telefonlarından aynı mesajı okumuş olacak ki endişeyle bakıyorlardı gözlerime. “Kızları inşaatta bırakmış,” dedim güçlükle. Abimin elini omzumda hissettim o an. Bana yanımda olduğunu hissettirmek istercesine hafifçe sıktı. Sonra da karşımda durdu. Erdem Erdinç Demiralp o an bana yeniden abi olmak istediğini hissettirdi. Peki ya ben yeniden onun kardeşi olabilecek miydim?
“Onları bulacağız Devrim Dinçer,” dedi abim.
“Ama şimdi güçlü olmak zorundasın. Vaktimiz dar. Kızların başına başka bir felaket daha gelmeden önce gitmemiz gerek,” diye de ekledi. Onu başımla tasdiklemekle yetindim. Hep beraber kürekleri toprağa bırakıp arabalara geçtik. Atılan konuma doğru yola çıktık. Konuma bakılırsa yaklaşık yirmi dakikalık yolumuz vardı.
“Biraz daha hızlı sür,” dedim Buğra’ya.
“Sürüyorum!” dedi Buğra sinirle.
Hepimizin sinirleri fena halde bozulmuştu. Stresten şakaklarımda bıçak saplanmış gibi bir ağrı belirmişti. Kafamın içindeki düşünceler uğultuluydu. Her ne kadar pozitif düşünmeye çalışsam da beynim sanki inadıma yapar gibi felaket senaryolarını art arda sıralıyordu.
“Sanat,” diye fısıldadım kendi kendime.
Ne zaman kendimi kötü hissetsem onun adı iyileştiriyordu beni. Ne zaman kendimi sıkıntılı bir durumun ortasında bulsam onun varlığı güç veriyordu bana. Ne zaman köşeye sıkıştığımı düşünsem durumun aslında öyle olmadığını gösteriyordu bana ama şimdi o yoktu yanımda. Sanat yoktu. Sanat’ın yokluğuyla Devrim de yavaş yavaş yok oluyordu.
Onsuz geçen her dakika azap gibi geçti. İçimdeki sıkıntı geçmek bilmiyordu. Bir an önce onu o inşaattan çıkarıp almadıkça da geçmeyecekti. Yaklaşık on beş dakikalık bir yolun ardından sıkıntıyla baktım navigasyona. Varış noktamıza üç dakikalık bir yolumuz kalmıştı. Sadece üç dakika!
“Sanırım mesajda bahsedilen inşaat şurası,” dedi Buğra. İnşaat halindeki binaya baktım. Navigasyondaki konumla karşılaştırdığımda Buğra’nın haklı olduğunu gördüm. Sokağı döndüğümüz an kendimizi inşaat halindeki binanın önünde bulacaktık. Fakat gelen mesaj amacımıza ulaşamayacağımızı bize bir kez daha gösterdi.
Bilinmeyen numara: Üç, iki, bir ve bom!
Mesajın telefon ekranıma yansımasıyla binanın yerle bir oluşu aynı zaman diliminde olmuştu. Patlama sesiyle Buğra ani bir frenle arabayı durdurdu. Koca bina birden gözlerimizin önünde tuzla buz oldu!
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 9.02k Okunma |
1.01k Oy |
0 Takip |
71 Bölümlü Kitap |