
(Devrim’den…)
İnsan umudunu kaybettiğinde yıkılır. Sevdiğini kaybettiğinde ise yok olur. Gözlerimin önünde tuzla buz olan binaya baktığım o an içimden can kopmuş gibi hissettim. Ondan geriye kalan moloz yığınlarına baktım. Olanı biteni idrak etmeme kalmadan çalan telefonumun sesiyle irkildim. Elimi cebime attım. Ekrandaki bilinmeyen numaraya baktım. Aramayı cevaplandırıp, “Alo, kiminle görüşüyorum,” diye sordum bir umut.
“Devrim,” dedi Sanat telefonun ardından.
“Sanat,” dedim gerçek olup olmadığına inanamayarak. Olan bitenden sonra zihnimin bana bir oyun oynadığını bile düşünmüştüm ama tüm bunlar gerçekti. Sanat yaşıyordu. Kızlar yaşıyordu. Bina yıkılmadan önce çıkmışlardı.
“Neredesin? Nasılsın? Kızlar nasıl? İyi misiniz?” diyerek art arda sorularımı sıraladım.
“Merak etme. Hepimiz iyiyiz. Benzinlikte bekliyoruz sizi.”
Sanat’ın benzinliğin adresini vermesiyle telefonu kapattım. Çocuklar rahat bir nefes almıştı. Hep beraber kızları almak üzere yola çıkacağımız sırada telefonuma yeni bir mesaj düştü. Bilinmeyen bir numaradan yeni bir mesaj daha!
Bilinmeyen numara: Oyunu kendi ellerimle bozdum Devrim Dinçer Demiralp. Son taşı koydum. Ardındakiler bir bir yıkıldı. Tıpkı önünde durduğun bina gibi. Gerçek katilin ismini artık biliyorsun. Tüm bu yaşananlar da bunun için küçük bir bedeldi. Gerçek katilin ismi artık ellerinde.
Mesajı içimden okumayı bitirdiğim sırada, “Sorun nedir?” diye sordu abim.
“Gerçek katilin ismi belli olmuş,” dedim ona bakarak.
“Kimmiş peki?” diyerek araya girdi Vural.
“Bilmiyorum ama son taş koyulmuş.”
“Kızları aldıktan sonra okula geçelim. Bakalım katil kimmiş,” dedi Vural. Onu başımla tasdikledim. Abim ise telefonuna baktıktan sonra, “Benim gitmem gerek,” dedi. Yüzünün aldığı şekle bakılırsa can sıkıcı bir durumun olduğu kesindi. Aklıma direkt annem geldi. Onun okuldaki hali belirdi gözlerimin önünde. Koridorda, yere çökmüş ağlayan annemin halini anımsamak bile ona sebebini sormadan, “Sen git abi,” dememe yetmişti.
Vural abime ödünç olarak arabasını verdiğinden o da benimle beraber Buğra’nın arabasına bindi. Hep beraber Sanat’ın tarif ettiği benzinliğe doğru yola koyulduk. “Çok şükür kızlar iyi,” dedi Buğra.
“Onların saçının teline zarar gelmiş olsaydı kimse beni tutamazdı,” demeyi de ihmal etmedi.
“Seni mi beni mi?” diye sordum. Onlara bir şey olsaydı Asır’ı kimse elimden alamazdı. Gerçi açıkladığı isimle bana kalmadan onu savcı ortadan kaldıracaktı ya neyse. Buğra son sürat arabayı benzinliğe doğru sürerken Vural arkada arabanın hızından savrulmamak için kemerini takmaya çalışıyordu. Bense kızların iyi olduğunu bildiğimden rahat bir nefes almıştım.
Sanat’ın adresini verdiği benzinlik bulunduğumuz yere fazla uzakta değildi. Buğra çok kısa bir zaman dilimi içinde bizi benzinliğe ulaştırdı. Tabii yolumuzun kısa sürme sebebi de onun Asır’a olan hıncını gaz pedalından çıkarmasıydı.
“Kızlar orada,” dedi Vural arkamdan.
Buğra arabayı müsait bir yere park eder etmez arabadan inip kızlara doğru adımladım. Gözüm Sanat’ı aradı ama yoktu. “Sanat nerede?” diye sordum kızlara. Dönüp bana baktılar. Diğer çocukların da aramıza katılmasıyla, “Sanat lavaboya gitmişti,” dedi Müjde.
“Aslında gideli baya da bi zaman geçti,” diyerek araya girdi Yağmur.
“Ben gidip Sanat’a bakayım,” dedi Berna. Onun kızlar tuvaletine doğru ilerleyişini izledim. İçeri girdikten çok kısa bir süre sonra Berna tek çıktı çıkardı. Bu işte bir terslik vardı. Sanat neden onun yanında değil? Sanat’ın iyi olmama ihtimali takıldı aklıma. Ona doğru adımlarken o da aynı anda karşıdan bana doğru geliyordu.
Berna yüzünde korku dolu bir ifadeyle, “Sanat yok,” dedi.
“Ne demek Sanat yok? O sizinle değil miydi?” diye sordu Vural.
“Lavaboya gitmişti ama şimdi yok. İçeride kimse yok,” dedi Berna.
“Ay yoksa o iki insan dışı mahlukat Sanat’dan intikam almak için onu kaçırmış olmasın!” diye ciyakladı Merve.
“Hangi iki insan dışı mahlukat? Sen kimden bahsediyorsun?” diye sordu Korkut.
“Yolda buraya gelirken iki kişi bize laf attı,” dedi Heves durumu açıklamak için.
Tolga’nın birkaç okkalı küfür savurduğunu duydum. Heves, “Sanat ikisini de bir güzel pataklayınca tabii,” dedi ama gerisini getirmedi. Berna ise, “Onlar değil,” dedi sıkıntıyla. Bunu nereden bildiğini sormama kalmadan elindeki kağıdı bana doğru uzattı. Yüzünün aldığı şekil bile kağıdı elime almak istemememe neden oluyordu. Fakat içimden bir ses Sanat’ın bu kağıt parçasından sonra ortadan kaybolduğunu söylüyordu. Berna’nın elindeki kağıdı alıp yazanları herkesin duyabilmesi için yüksek sesle okumaya başladım.
Bugün karanlık bir düzene son verdin. Bugün birçok insanın kaderini değiştirdin. Şimdi kaderinin değişme sırası sende. Oyunu bozdum Sanat Karay. Artık katilin kim olduğunu biliyorsun. Işık’ın isminin önündeki taş gerçek katilin adı. Tüm taşları yıkan taşta saklı gerçek katilin adı. Maalesef ismini açık ettiğim için benden intikam almak için senin peşine düştüğünü öğrendim. Sol taraftaki motorlu çocuğun yanına gidersen güvende olacaksın. O seni güvenli bölgeye götürecek. Acele et. Vaktin kısıtlı. Peşinde bir katil olduğunu unutma!
Notu okuduğum an beynimden vurulmuşa döndüm. Okuduklarımı algılamam birkaç saniyemi aldı. Sanat’ın Asır tarafından götürülmesi mi daha kötüydü yoksa katil tarafından bir intikam oyunun içine çekilmesi mi? Düşündükçe aklımı kaçıracakmışım gibi hissediyordum. Başımdaki yoğun uyuşma hissi yüzünden çevremdeki sesleri de algılayamıyordum. O an dünya durdu benim için. Sanat’ın gidişi Devrim Dinçer Demiralp için dünyanın durması demekti.
“Devrim kendine gel!” diye bağıran kişi Buğra’ydı. Beni sarsmak suretiyle kendime getirmişti. Gerçeklik algımı yeniden kazanmam biraz zamanımı alsa da Sanat’ın tehlikede olduğunu hatırlattım kendime. Bir an önce onu bulmak zorundaydım. Hem de bir an önce!
“Sanat şu an Asır’ın elinde de olabilir, bir katilin elinde de,” dedi Vural kendi kendine.
Onun sözlerinin üzerine telefonuma bir mesaj geldi. Yine bilinmeyen bir numaradan ve yine sadece benim telefonuma!
Bilinmeyen numara: Sanat’ı kaçıran kişi katildi. Onu bulmak istiyorsan son domino taşına bak. O sana gitmen gereken yeri gösterecek.
Herkesin duyabilmesi için sesli bir şekilde okuduğum mesajın ardından, “Bugün bir an önce bitebilir mi?” diyerek duruma isyan etti Vural.
“Vural’a katılıyorum. Kutlama yapacağız diye çıktık ve şu olanlara bir bak,” dedi Serdar.
“Size hak vermekle birlikte acilen okula gitmemiz gerektiğini söylemek durumundayım gençler,” dedi Alperen. Bunun üzerine kızları da alıp hep beraber araçlara geçtik. Buğra Alperen’e Berna ve Yağmur’u evlerine bırakma görevi verdiğinden onlar yarı yolda bizden ayrıldı. Bizse son sürat okula doğru yola koyulduk. Duvarlarının ardını kendimize ev yaptığımız o okula doğru...
“Merak etme Devrim. Sanat’ı bulacağız,” dedi Vural birden. Normalde söz konusu Sanat olduğundan dolayı onunla laf dalaşına girerdim ama şimdi onun bu söylediğine karşılık tek yaptığım şey baş sallamak oldu.
Buğra son sürat arabayı okula sürmüş bizi normalden çok daha kısa bir süre içinde okula yetiştirmeyi başarmıştı. Diğerleri henüz gelmemişti. Arkamızda olduklarını biliyordum. Biraz sonra onlarda burada olacaktı. Üçümüz arabadan inip okul binasından içeriye girmek üzere yürümeye başladık. O an gözüm kapının önündeki arabaya kaydı. Bu araba benim arabamdı. Peki onu buraya kim getirdi?
Aklıma takılan soruyla okulda yalnız olmadığımızın farkına vardım. Koşarak içeri daldım. Merdivenleri tırmandım. En sonunda katilin her birimizi oyununa alet ettiği o küçük sınıfa girdim. Sırtı bana dönük olsa da onun kim olduğunu biliyordum. Masanın önünde durmuş bana bakmıyordu bile. Sanat’ın en başından beri haklı olduğunu o an anladım. Savcı da oyundan haberdardı!
“Savcım,” dedim dikkatini çekebilmek için.
“Bende seni bekliyordum Devrim Dinçer Demiralp,” dedi savcı. Yüzüme bile bakmıyordu. Sırtı hala bana dönüktü. Sesinin tınısı onun için oyunun beklenmeyen bir hal aldığını ele veriyordu sanki. Ona doğru yaklaştım. Birkaç adım sonra onun yanında masanın başında durdum. Artık ikimizde aynı manzaraya bakıyorduk. Işık’ın yıktığı taş yığınına!
“Oyun bitti Devrim,” dedi savcı gözlerini yıkılan taşlardan bir an olsun ayırmadan.
“Tüm taşlar yıkıldı.”
“Katilin kim olduğunu biliyor musunuz savcım?” diye sordum ona bakarak.
Savcının dudakları ince bir çizgi halini aldı. Bu hali bana Sanat’ı hatırlattı. Onun donuk bir ifadeyle olan biteni kafasında yerleştirişini anımsadım. Savcı da tıpkı Sanat gibi her şeyi zihninde belli bir yere oturtmaya çalışıyordu. Peki ama katilin adı belliyse o neden bu kadar düşünceli?
“Katil Asır mı?” diye sordum bu sefer.
“Katil Asır değil. Asır o gece evdeydi. Evden hiç çıkmadığı da kanıtlarla sabit.”
“O halde kim? Asır yapmadıysa kim yaptı? Işık’ın katili kim savcım?”
“İşte bu soru hala gizemini koruyor Devrim Dinçer Demiralp.”
Savcının bakışları uzun zaman sonra beni buldu. Avucunda buruşturduğu kağıdı yırtmamaya özen göstererek dikkatli bir şekilde düzelttikten sonra bana doğru uzattı. Bana, “Gerçek katilin kim olduğunu artık öğrenemeyeceğiz,” dedi savcı.
“Nasıl?” diye sordum dayanamayarak.
“Katilin adının olduğu taşı pek sevgili abin Erdem Erdinç Demiralp çaldığı için katili başka bir yoldan öğrenmek durumundayız,” dedi savcı gayet sakin bir şekilde.
“Abim annemin yanına eve gitti. Ayrıca abimin oyundan haberi bile yoktu. Taşı abim çalmış olamaz savcım,” dedim sinir bozukluğuyla.
“Görünüşe bakılırsa abin sana yalan söylemiş Devrim,” dedi savcı. Gözleriyle elimdeki kağıdı işaret etmesi dikkatimden kaçmamıştı. Kağıtta her ne yazıyorsa ipin ucunun bir şekilde abime dokunduğu belliydi. Bunun da Asır’ın oynadığı oyunlardan biri olduğundan o kadar emindim ki abimin el yazısını görmesem buna hala inanıyor olabilirdim.
Beni aradığın gün yıllar süren ızdırabımdan uyanışımdı. Ne için veya hangi zaman dilimi içerisinde olduğu hiç önemli değildi. Sana ulaşma çabamın bir şekilde sonuç bulması benim için en büyük mutluluktu kardeşim.
Seni yıllar sonra yeniden görebilmek, karşılıklı dertleşebilmek bunca yıllık yalnızlığımı bir gecede alıp götürdü. Sanki tüm bunlar hiç yaşanmamış da sen sevdiğin kızı da alıp benim yanıma gelmişsin gibi hissetmiştim. Ona olan aşkının ne derece kuvvetli olduğunu babama baş kaldırışından zaten anlamıştım. Fakat sonrasında buna bizzat şahit olduğumda bunun aslında sandığımdan daha da güçlü bir duygu olduğunu daha iyi anladım. Geçen onca zamandan sonra benimle yeniden iletişim kurman bir yana beni affetme erdemini gösterdin. Hem de onun sayesinde: Sanat’ın.
Annem onu ilk gördüğünde sana bakıyormuş gibi hissettiğini söylemişti. Haklıymış. O da tıpkı senin gibi. İkinizde birbirinizi tamamlıyorsunuz. En önemlisi de ne biliyor musun? Yıllar evvel benim paramparça ettiğim ruhu Sanat yeniden bir araya getirmeyi başardı. İşte sırf bu yüzden katilin adının olduğu taşı sen gelmeden önce alıp gitmeyi seçtim.
Her ne kadar beni affettiğini söylesen de içten içe bana hala öfke dolu olduğunu biliyorum. Geçmişin yaraları bir yana sana yalan söylediğimi anladın. Taşı alıp gitmemin canını ne derece yaktığının farkındayım ama şunu bil ki tüm bunları senin için yapıyorum. Sanat’ın senin hayatının en değerli parçası olduğunu bildiğim için yapıyorum. Çünkü sandığınızın aksine bu sizin değil benim meselem. Tüm bu olanların arkasında benim yaptığım şey olduğunu artık biliyorum. Seni bunun dışına itmemin bir diğer sebebi de buydu aslında. Şimdi nerede olduğumu sana söyleyemesem de Sanat’ı almaya gittiğimi bil. Onu katilin ellerinden alıp sana geri getireceğime dair söz veriyorum. Son bir şey daha var: Umarım bir gün beni gerçekten affedebilirsin Devrim Dinçer.
ERDEM ERDİNÇ DEMİRALP
Yazanları okuduktan sonra sağ gözümden bir damla yaş aktı. Gözlerim boşluğa daldı. Abimin taşı alıp götürmesi bir yana Sanat’ı alıp bana getirebilmek için katilin peşine düştüğünü bilmek içime sıkıntının adeta bir gülle misali oturmasına neden olmuştu.
“Abim ve Sanat tehlikede,” dedim acı dolu bir gerçeği sayıklar gibi.
“Onları bulacağız. Endişelenme,” dedi savcı. O bile bu söylediğine inanmazken ben nasıl inanabilirdim ki? Ortada bir katil olduğu gerçeğini varsayarsak nasıl endişe etmem?
“Önce abinle Sanat’ın nerede olduğunu bulalım,” dedi savcı. Tam da o an abimin yazdıkları arasından bir detay takıldı aklıma. Yazdığı mektupta, “Çünkü sandığınızın aksine bu sizin değil benim meselem. Tüm bu olanların arkasında benim yaptığım şey olduğunu artık biliyorum,” demişti abim. Yıllar önce abimi gördüğüm son yeri anımsadım. Göl kenarından ayrılışımızı da!
Savcıyı bulan bakışlarımın ardından, “Şimdi ne yapacağız?” diye sordum. Savcının karanlıkta koyulaşan gözleri benimkilerde gezindi. Mesleki deformasyon dedikleri şey buydu sanırım. Dudakları şüphenin verdiği içgüdüsel bir dürtüyle ince bir çizgi halini aldı. Aklımı okumaya çalışır gibi baktı yüzüme. Sonrasında, “Yerinde olsam arayıp abini ikna ederdim. Bu iş sizin boyunuzu çoktan aştı,” dedi savcı sakin bir şekilde.
Cebimden telefonumu çıkarıp rehberden abimin numarasını bulduğum sırada savcı oyun odasını terk etti. Ağır adımlarının sesi koridorda yankılandı. Onun gidişiyle abimi aradım ama telefonu kapalıydı. Ona ulaşamamam için telefonunu kapattığını biliyordum. Sırf daha fazla olaylara dahil olmamam için kendince böyle bir çözüm yolu bulmuştu Erdem Erdinç Demiralp. Beni tamamen saf dışı bırakarak!
Telefonumu ve abimin bana bıraktığı mektup kağıdını cebime tıktım. Oyun odasına son bir kez baktım. Işık’ın adının yazılı olduğu taşa bakarak, “Onu bulacağım,” diye fısıldadım. Her ne olursa olsun gerçek katili bulacağım.
Sınıftan çıkıp kapıyı kapattım. Kaybedecek tek bir saniyem bile yoktu. Savcının ensemde biteceğini, Sanat’ı aramak üzere iz peşinde olacağının bilincindeydim. Ondan önce Sanat’a ve abime ulaşmam şarttı. Aksi takdirde abimin delile el koymasından dolayı göz altına alınabileceği apaçık bir gerçekti.
“Bir ipucu var mı? Katil kimmiş?” diye sordu Vural ben kapıdan çıkar çıkmaz. O an gözlerim bizimkilerin yanında duran savcıya kaydı. Her birimize kısa bir bakış attıktan okulun bahçe kapısından çıkıp gitti. Bende diğerlerine, “Katilin adının yazılı olduğu taş çalınmış ama ben Sanat’ı nerede bulacağımı biliyorum,” diyerek sadece Vural’ın sorduğu soruyu değil diğerlerinin aklına takılan o malum soruyu da yanıtlamış oldum.
“Nerede?” diye sordu Heves.
“Orasını bana bırakın. Savcının gözü üzerimizde. Sizin de bu işten zarar görmenizi istemiyorum. Bu yüzden siz evlerinize dönerken ben Sanat’ın peşine düşeceğim,” dedim sıkıntıyla.
“Seni tek başına yollamayız,” dedi Buğra sinirle.
“Kankam haklı. Tek başına gitmene izin veremeyiz Devrim,” dedi Adahan.
“Bu mesele bizim sandığımız gibi bir mesele değil. O yüzden sizin bunun dışında kalmanız önemli.”
“Bende seninle geliyorum. Sizi gruptan ben bilgilendiririm,” dedi Vural birden.
Onu reddetmeye hazırlandım ama sonra onun bir şekilde meselenin içine dahil olacağını bildiğimden bundan saniyesinde vazgeçtim. Ona laf yetiştirmek yerine diğerlerini ikna etmesi için Buğra’ya baktım beklentiyle. Buğra ise benim kırılmayan inadımı bildiğinden, “İçim hiç rahat değil Devrim. Umarım sizi tek bıraktığıma beni pişman etmezsin,” demişti.
“Merak etme. Sanat’ı da bulup geleceğim,” dedim kendimden emin bir şekilde.
Buğra diğerlerini eve gitme konusunda ikna etti. Onlara gruptan son durumu haber vermek şartıyla Vural ile beraber benim arabama geçtim. Arabamı okula getiren her kimse anahtarı da kontakta bırakmıştı. Anahtarı çevirip arabayı çalıştırdım. Vural hemen yan koltuğuma kurulmuş, “Nereden başlıyoruz?” diye sormuştu. Başımı çevirip ona baktım. İlk kez şaka yaparak ortamı yumuşatma çabası içine girmemişti. İlk kez sahiciydi Vural. Sinirlerimi bozacak kadar sahici…
Ona, “Eğer düşündüğüm şey doğruysa abim geçmişimizde,” dedim.
“Geçmişimizde derken?”
“Gölde.”
Vural söylediğimden hiçbir şey anlamamıştı. Boş boş yüzüme baktı. Sanat olsa anlardı. Mektubu eline aldığı ilk anda anlardı ama şimdi o yoktu yanımda. Katilin ellerindeydi. Bunu bilmek içimin daralmasına neden oluyordu. Onun zarar görme ihtimaline bile dayanamazdım. Elimi çabuk tutmak zorundaydım.
Arabayla okulun bahçesinden çıkıp ana yola geçtim. Gecenin karanlığında yolda çok fazla araba olmaması işime geliyordu. Gaza biraz fazla yüklenmekte en çok da bu sebepten bir sakınca görmemiştim. Araba yağ gibi kayıyordu asfaltta. Tekerleklerden çığlığı anımsatan tiz bir ses yükseliyordu. Vural’ın arkasına iyice yaslandığını gördüm. Her ne kadar ses etmese de arabanın hızı onu geriyordu.
“Katilin adını bile bilmeden Sanat’ı nerede bulacağını nasıl biliyorsun?” diye sordu Vural.
“Taşı çalan kişi abim olduğu için biliyorum.”
Vural’ın göz bebekleri irileşti. Hayatının şokunu yaşamış gibi görünüyordu. Artık hız yapmamı sorun etmiyordu. Bana, “Katilin kim olduğunu biliyor musun yoksa?” diye sordu Vural. Başımı olumsuz anlamda salladım.
“Katilin kim olduğunu bilmiyorum. Sadece abimin nerede olduğunu tahmin ediyorum. Umarım onu aradığım yerde bulurum.”
Vural öğrendiği küçük gerçekten sonra tek kelime etmedi. İyi ki de etmedi. Böylesine zor bir durumun ortasında bir de onunla uğraşamazdım. Uzun süren sessiz bir yolculuk yaptık birlikte. Arabayı gölün kenarına çektiğimde gözlerim abimi aradı. Sanat’ı aradı. Ama ne abim vardı o gölün kenarında ne de Sanat. İkisi de yoktu.
Vural, “Şimdi ne yapacağız? Belli ki buraya hiç gelmemişler,” dedi dehşetle.
Kafamı o an sert bir şekilde direksiyona geçirmek istedim. Şiddetli bir kafa travması geçirmiş olmayı ve tüm bunların sadece benim gördüğüm bir tür halüsinasyon olmasını istedim ama değildi. Her şey o kadar gerçekti ki içinde bulunduğumuz duruma karşı okkalı bir küfür savurmadan edemedim.
Vural ise, “Abinin geçmişinde başka bir detay var mı?” diye sordu birden.
Beklentiyle bana baktı. Sanat’ı ve beraberinde abimi bulmak için küçük bir ipucunun peşine düşmüştük. O an Sanat’ın fark edeceği küçük detaylara odaklandım. Buraya Vural ile değil de onunla geldiğimi hayal ettim. Abimi bulamasaydık beni nasıl yönlendireceğini düşündüm. İşte tam da o an gereken cevabı, o küçük ipucunu yakaladım.
“Yol,” dedim birden.
Vural bu söylediğimden de bir şey anlamamıştı. Neyseki ben artık nereye gitmem gerektiğini biliyordum. Onu nerede bulacağımı artık biliyordum. Arabayı yeniden çalıştırdım. Motordan gelen sesle beraber yeniden yollara düştüm. Yıllar evvel abimin beni eve götürmek için kullandığı yola girdim. Karanlık gecede arabanın farlarının aydınlattığı yolda ilerlerken yeniden o güne dönmüşüm gibi hissettim. Aynı anı yeniden yaşıyormuşum gibi hissettim. Tek bir farkla: Bu sefer arabayı kullanan abim değil, bendim.
Yıllar önce yan koltukta oturan halimi anımsadım. Abimin babama karşı beni savunmayışına ayrı, babamın ikimize karşı takındığı adaletsiz tutuma ayrı sinirlenmiştim. Tartışmamızın alevlenişi hala dün gibi aklımda. O geceden sonra bir daha eskisi gibi olamadım zaten. Bir daha gülemedim. Bir daha ağlayamadım. Bir daha hissedemedim bile. Ne zamanki Sanat’ı gördüm, işte o zaman ben yeniden kendime bir sebep buldum. Öfkemi bastırmam için bir sebep buldum. Gülmek için, gerektiği yerde gözyaşı dökmek için, en çok da yeniden hissetmek için bir sebep buldum. Sonra da ona aşık oldum. Hem de tüm kalbimle.
“Orada bir şey var,” dedi Vural birden.
Az ileride bir karaltı dikkatimi çekti. Yolun tam ortasında duran karaltıya biraz yaklaştığımda bunun aslında bir araba olduğunu gördüm. Arabayı durdurdum. Vural ile birlikte arabanın arkasındaki plakaya baktık ilk başta. “Benim arabam,” dedi Vural iç sesimi duymuş gibi. Bunun anlamını ikimizde biliyorduk. Abim buradaydı!
Arabadan indim. Vural da peşimden gelip benimle birlikte arabasının içinde biri olup olmadığına baktı. Abim yoktu içinde. Anahtarı kontakta bırakıp gitmişti. Vural’a, “Telefonunu yanından ayırma. Seni çağırana kadar da bir yere ayrılma,” dedim. Söylediğime itiraz edecek gibi oldu ama sonrasında bundan vazgeçti.
“Haber ver,” dedi sadece.
Başımı olumlu anlamda hafifçe salladım. “Dikkatli ol,” dedi Vural arkamdan. Onun kendi arabasına geçmesiyle boş yolda yürümeye başladım. Abimin buradan bir yerlerden çıkmasını istedim. Sanat’ı katilin ellerinden almış olmasını istedim. Yanında Sanat ile bana doğru gelmesini bekledim ama öyle olmadı. Ne abim Sanat’ı alabilmişti katilin elinden ne de birinden biri bana doğru gelebilmişti. İkisi de yoktu. İkisini de kaybetmiştim.
Karanlık yolda nereye gittiğimi bile bilmeden öylece yürüyordum. Yol o kadar karanlıktı ki sokak lambalarının ışığı yetmiyordu içinde bulunduğum karanlığı aydınlatmaya. Birkaç adım sonra abimi gördüm. Beni bulan bakışlarının ardından, “Burada olmaman gerekiyordu!” diye bağırdı sinirle. Gözlerim elindeki silaha kaydı. Abimin elinde bir silah olduğu gerçeği yankılandı kafamda.
O ise, “Geri dön,” dedi bana bakıp. Sesi yalvarır gibi çıkmıştı. Gözleri tıpkı çocukluğumuzda yaramazlık yaptığımda beni babamın azarından korumak isterken ki gibi bakıyordu.
“Ne saklıyorsun abi?” diye sordum. Artık anlatmasını istiyordum. Artık benden saklanan gerçeği öğrenmek istiyordum. Abim ise boğazına oturan hıçkırıklarında boğuluyordu. Dolan gözleri karanlıkta parlıyordu.
“Gerçeği öğreneceksin ama önce Sanat’ı almamız gerek Devrim Dinçer,” dedi abim güçlükle.
Abimin önden gidişiyle peşinden giderken buldum kendimi. Birlikte karanlık yolda bilinmezliğe doğru yürüdük. En sonunda bir araba daha çıktı karşımıza. Arabanın farlarının aydınlattığı yolda Sanat’ın elleri bağlı bir şekilde asfaltta dizlerinin üzerine çökmüş bir halde olduğunu gördüm. Alnına dayanmış bir de namlu vardı. Namluyu tutan tepeden tırnağa siyah giyinmiş adama baktım. Yüzündeki siyah kar maskesinin ardından bana bakıyordu.
“Bende seni bekliyordum,” dedi bana bakarak. Bende seni bekliyordum!
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 9.02k Okunma |
1.01k Oy |
0 Takip |
71 Bölümlü Kitap |