Video bittikten sonra hiçbir şey bir daha eskisi gibi olmadı. Dünya durdu. Zaman akmaz oldu ve biz Işık’ın öldüğü anda kaldık.
Savcı telefonumu elimden çekip almasaydı muhtemelen elimden düşürecektim. Bedenim kaskatı kesilmişti. Beynimin uyuştuğunu hissettim. Düşüncelerim öyle sessiz bir hal almıştı ki nefes alıp almadığımdan bile şüpheliydim. Soluğum bile kesilmişti sanki.
“Telefona el koymak durumundayım,” dedi savcı. Telefonumun ekranını kapatıp cebine attı. Bu tip onlarca belki de yüzlerce vaka görmüş biri olarak soğukkanlı duruyordu ama aynı şeyi bizim için söyleyemezdim. Ne Devrim ne de ben Işık’ın çığlığını kafamızdan atamıyorduk.
Savcı ikimizinde kıpırdamadığını gördüğünden tek kelime etmeden hastane kapısından içeriye girdi. Onun buraya gelme sebebinin Erdem abiyi sorgulamak olduğunu biliyordum. Sırf bu yüzden videonun etkisinden çıkıp savcının peşine takılmıştım. Devrim de hemen arkamdaydı. İkimiz birlikte savcının adımlarını takip ediyorduk.
Savcı, Erdem abi hakkında doktoruna birkaç soru sordu. İfade verip veremeyeceğini öğrenmeye çalıştı. Doktoru kesin bir dille hastanın bugün ifade veremeyeceğini dile getirdiğinden savcı hastaneden ayrılmak durumunda kaldı. Giderken de telefonumu okula bıraktıracağını söylemeyi ihmal etmedi. Onun gidişiyle hastanede geçen neredeyse koca bir haftanın ardından Erdem abiyi eve aldılar. Kendisi her ne kadar inat edip mezuniyet törenimize gelmek istediğini söylese de annesi görüntülü aramada bizi göstermek koşuluyla onu evde istirahat etmeye güç bela ikna etmişti.
“Bunun son organizasyon olduğuna emin miyiz? Bir hazırlanma faslı daha çekemeyeceğim çünkü,” dedi Buğra sinirle. Erkekler olarak spor salonunda bizi bekliyorlardı. Kızlar ile birlikte giriştiğimiz hummalı hazırlanma faslımız birilerinin hiç hoşuna gitmiyordu.
“Cübbelerimizi giyip geliyoruz abi!” diye ciyakladı Berna.
“Azıcık sabırlı ol Buğra!” diyerek sevgilisine uzaktan seslenen kişi de tabii ki de Yağmur’du.
Kızlarla kenarları bordo renkli cübbelerimizi giydik. Keplerimizi taktıktan sonra hep birlikte sorunma odasından çıktık. Devrim, “Basit bir cübbenin içinde bile nasıl bu kadar güzel görünebilirsin?” diye sordu bana bakarak. Yanaklarımın kızardığını hissettim. Dudaklarım hafifçe yukarıya doğru kıvrıldı.
“Sen nasıl ki benim gözümde her zaman yakışıklı görünüyorsan bende senin gözünde güzel görünüyorum demek ki,” dedim gülerek. Devrim uzanıp elimi tuttu. Parmaklarını parmaklarıma kenetledi. Saklayamadığı tatlı gülümsemesi gamzesini ortaya çıkarmıştı. Elimden tutmuş beni kapıya doğru götürüyordu. Hep beraber spor salonundan ayrıldık. Kapının önüne çıkmadan önce koridorda tek sıra olduk. Biraz sonra tören için kürsünün yanında toplanacaktık. İçeriye giren piyano hocamız bizi hizaladıktan sonra, “Şimdi çıkabilirsiniz,” dedi. Yüzünde bizden kurtulduğu için ne kadar mutlu olduğunu gösteren ifadeye takılı kaldım. Onun arkasından tek sıra halinde kapının önüne çıkıp kürsünün yanında sıralandık.
Okul müdürümüz İrfan Tekin kürsünün ardına geçti. Mikrofonuna doğru eğilerek, “Öncelikle bizi bu özel günde yalnız bırakmayan velilerime sonsuz teşekkürlerimi sunmak istiyorum,” dedi okul müdürümüz. Velilerden alkış sesleri yükseldi. Sonrasında İrfan Hoca’nın davetiyle hep beraber İstiklal Marşımızı okuduk.
“Öğrencilerimizin gösterdiği üstün başarıdan dolayı onları tebrik ediyorum. Geleceklerinin her daim parlak olmasını ve her zaman doğru yolda emin bir şekilde ilerlemelerini diliyorum. Sözü okulumuzun kurucusu Rutkay Karay’a bırakıyorum,” dedi İrfan Hoca.
Onun geri çıkmasıyla merdivenlere doğru dimdik bir duruşla yürüyen Rutkay Karay’a kaydı bakışlarım. Ciddi ifadesinden taviz vermiyordu. Kürsünün ardındaki yerini almış gelen velilere dikmişti gözlerini. Mikrofona doğru eğildi. “Bu yıl önceki yıllardan daha fazla gururluyum. Çünkü bu yıl kendi kızımı da mezun ediyorum,” diyerek başladı konuşmasına Rutkay Karay.
“Şimdi sizlerinde huzurunda daha önce kimseye söylemediğim küçük bir sırrı paylaşmak istiyorum.”
Gözleri kalabalıktan bana kaydı. Donuk bir ifadeyle değil bu sefer sıcak bir bakış eşliğinde, “Karay Müzik Koleji’ni kızımın yedi yaşında resim defterine çizdiği bir çizimden ilham alarak kurdum,” dedi. Bakışlarını benim üzerimden bir an olsun ayırmadı. Bense öğrendiğim gerçekle tek kelime etmeden öylece onu izledim.
“Resim defterinin en arka sayfasında tam ortada bir keman resmi vardı. Kemanın etrafında defterin kenarlarına piyano tuşları çizmişti. Resmini bitirdikten sonra yanıma gelip göstermişti. O gün önemli bir telefon görüşmesinin tam ortasındaydım. Resmine bakma fırsatı bulamamıştım. Küçük kızıma bakamamıştım,” dedi titreyen gülümsemesinin ardından.
“Telefon konuşmam bittiğinde odasına gittim. Defterinin sayfası açık bir şekilde masasında duruyordu. Kızımda masanın başına oturmuş resmini tam yırtıp atmaya hazır bir şekilde bekliyordu ki onu durdurdum. Resmine baktım. Kızıma sarıldım. Ona bir gün bu resmin gerçek olacağını söyledim. Öyle de oldu. Bu okulu onun için kurdum. Sanat için kurdum.”
Gözlerinin üzerimde olması yeterince kendimi kötü hissetmeme neden olmuyormuş gibi sarf ettiği her bir sözcük birer iğne olmuş kalbime batmıştı sanki. En çok da bu canımı yakıyordu. En çok sevdiğim insanla bu duruma gelmek yakıyordu canımı. Zaten insanın canını da en çok sevdikleri yakmaz mı? İnsan en çok sevdiklerinin ellerinde incinir. En çok sevdiklerinden kırılır. En çok sevdiklerinden görür ihaneti. En sonunda da en çok sevdiğinin kollarında ölür.
O, bu okulu benim için kurmuştu belki ama o benim hayalimi gerçekleştirdiğini iddia ederken aslında beni kendisiyle birlikte hayalimden de nefret ettirmişti. Yaşananlardan sonra zorla almıştım kemanı elime. Onun zoruyla girmiştim bu okula ve yine onun baskısıyla kaçmıştım kendimden. Şimdi ise onun benim için kurduğu bu okuldan mezun oluyorum. Koridorlarında yıllarımı geçirdiğim, yalanlara bulaştığım, ihanet etmeye mecbur kaldığım, gerçeklerle yüzleştiğim bu okuldan aşkı da alıp gidiyorum.
Rutkay Karay, “Kızım için kurduğum bu okul pek çok öğrenciye umut oldu. Onları geleceğe hazırlayan bir yuva oldu. Şimdi onları yuvadan uğurlamanın vakti geldi. Artık kendi yönlerini belirleyecekler. Gittikleri yönlerin onları her daim mutluluğa ve başarıya ulaştırmasını temenni ediyorum,” dedi son olarak.
Velilerin alkışlarının ardından tek tek isimleri okunanlar diplomalarını alıp yeniden sıraya girdi. Devrim çaktırmadan elimi tuttu. Hemen arkamdaydı. Soluğunu hissediyordum saçlarımda. Eğilmiş, “Az kaldı. Kaçıracağım seni buradan,” demişti. Bunu beni gülümsetmek için söylediğini biliyordum. Babamın söylediklerine kafamı taktığımı bildiğinden böyle söylemişti Devrim Dinçer Demiralp.
“Ailenin gözleri önünde beni kaçırman yürek ister,” dedim fısıltıyla.
“Korktuğumu mu düşünüyorsun yoksa Sanat Karay?” diye sordu şüpheyle.
“Korktuğunu değil dikkat çekeceğimizi düşünüyorum Devrim Dinçer Demiralp.”
Tatlı kıkırtısı doldurdu kulaklarımı. Herkesin diplomalarını almasıyla sıra plaket dağıtımına gelmişti. Okulun dereceye giren ilk üç öğrencisine plaket takdimi yapmak üzere bir köşede hazır bekliyordu Rutkay Karay. Bakışları benimle Devrim arasında mekik dokusa da bu durumu umursadığım yoktu. Tamamen Devrim’in sıcak parmaklarının elimi sarışına odaklanmış durumdaydım.
“Okul ikincimiz Polen Giray’ı plaketini almak ve konuşmasını yapmak üzere kürsüye davet ediyorum,” dedi müdürümüz İrfan Tekin. Polen takırdattığı ayakkabısıyla kürsüye doğru yürüdü. Babamın elinden aldığı plaketle beraber basın mensuplarına karşı poz verdi. Çekilen fotoğrafın ardından kürsüdeki yerini aldı.
“Normalde bu konuşmayı yapması gereken kişi ben değilim,” diye başladı Polen konuşmasına. Gelenlerde dahil olmak üzere orada bulunan herkes okul birincimizin Işık olduğunu biliyordu. Polen onun fotoğrafının olduğu çerçeveyi herkesin görebileceği bir şekilde kürsüye koyarken güçlükle yutkundum. Işık’ın ışıltılı gülümsemesine baktım. Safir mavisi gözlerine baktım. Onun yapması gereken konuşmayı şimdi bir başkası onun için yapacaktı. Onun için…
Polen, “Bu konuşma Işık’ın hakkıydı. Bende bugün onun adına konuşacağım,” dedi birden.
“Öncelikle şunu belirtmek istiyorum. Birlikte çok şey yaşadık. Birbirimizi koridorlarda görüp selam bile vermeden geçen birer öğrenciyken bizi bir araya getiren olaylar yaşadık. Bir piyano ile başlayan hikayemiz koridorda birbirimizden sakladıklarımızı açıklamamızla son buldu. Birbirimizin en karanlık sırlarına ortak olduk. Sonra da dost olduk. Bizi bir araya getiren şey Işık’tı. O şu an aramızda değil ama bizi dinlediğini hissediyorum. Bu nedenle Işık’ı okul birinciliğine layık gören başta öğretmenlerimiz olmak üzere babası Ilgaz Günay’a teşekkürlerimi sunuyorum. Işık okulumuza geldiği ilk günden beri güçlü duruşuyla, azimli ve gözü pek oluşuyla bizlere örnek oldu. Bu plaketi de onun için alıyorum. Onu sevgiyle anıyorum. Işıklar içinde uyu Işık.”
Polen’in kısa süren konuşmasının ardından kalabalıktan güçlü bir alkış sesi yükseldi. Okul üçüncüsü olarak Vural’ın plaketini alıp Rutkay Karay ile resim çekinmesinin ardından, “Tüm öğrencilerimizi kep atmaya davet ediyorum. Üç deyince,” dedi müdürümüz İrfan Tekin.
Başımdaki kepi çıkarıp elime aldım. Hep beraber yan yana durmuş keplerimizi atmak için hazır bekliyorduk. Müdürümüz İrfan Tekin elindeki mikrofona, “Geleceğe merhaba. Haydi kepler havaya,” dedi.
Keplerimizi havaya fırlattık. Mavi göğe saçılan siyah peklere baktık hep birlikte. Neşeyle güldü herkes. Devrim keplerin ikisini yere düşeceği sırada yakaladı. Birini kendi başına geçirdi. Diğerini de benim başıma geçirdikten sonra elimden tutup beni merdivenlerden indirdi. “Nereye?” diye sordum. Beni ailesinin olduğu tarafa doğru götürdü.
Devrim’in annesi inci gibi dişleriyle gülümsedi. Bana sıkıca sarıldı. “Tebrik ederim,” diye şakıdı Yasemin Demiralp. Neşeli kıkırtısı enerjimi yükseltmişti. Devrim’in babasının da tebriklerini dinledikten sonra Yasemin Demiralp, “Yan yana durun bakalım. Bi fotoğrafınızı çekeyim,” dedi.
Devrim belimden tutup beni kendine çekti. Aramızdaki mesafeyi kapatmış telefonun arka kamerasına bakıp gülümsemişti. Benimde dudaklarım otomatikman yukarıya doğru kıvrıldı. Devrim’in soluğunu hissederken olabildiğince rahat görünmeye çalıştım. Annesi, “Oğlum buraya bak Sanat’a değil,” dedi gülerek.
Annesi söyleyene kadar Devrim’in bana baktığının farkında bile değildim. Başımı çevirip ona baktım. Gözlerini üzerimden ayırmadı. Bakışları öylesine derindi ki gözlerinde kaybolacağımı hissettim. Kaybolsam bile yabancılık çekmezdim. Orası da tıpkı kalbi gibi bana aitti. Devrim’in gözleri de kalbi gibi Sanat’a aitti.
“Çok güzel çıktınız. Çerçeveletip duvara asacağım,” dedi Yasemin Demiralp. Tam o sırada, “Bensiz fotoğraf çekmek de ne demek? Çok kırıldım anne,” dedi biri. Arkadan gelen kaçak tabii ki de Erdem abiydi. Yatak istirahati onu sıkmakla beraber mezuniyet törenimizi yakından görmek ona daha cazip gelmişti.
“Bak şimdi! Ben sana yataktan çıkmayacaksın demedim mi?” diye sordu Yasemin Demiralp.
“Hayatım,” dedi Demir Demiralp uyarıcı bir tonda.
Devrim’in annesinin eşine attığı ters bakışın ardından Erdem abi yanımıza gelip bize sarıldı. “Kardeşim mezun oluyor ve ben yatakta yatıyorum. Olacak şey değil,” dedi cık cıklayarak. Tam o sırada tişörtünün üzerine geçirdiği ceketin iç cebinden bir şey çıkarıp Devrim’in avucuna bıraktı. Tam olarak ona ne verdiğini göremesem de abi kardeş arasındaki manalı bakışlar daha çok şüphelenmeme neden olmuştu.
“Siz ikiniz ne karıştırıyorsunuz?” diye sordum gözlerimi kısarak.
Devrim başını umutsuzca iki yana salladı. Erdem abi ise, “Sen kazandın kardeşim,” dedi. Devrim abisine bakıp sırıttı. Bir şey sakladıklarını anladığımdan beklentiyle Devrim’e baktım. Bir an önce dökülmesi gerekiyordu. Aksi takdirde ona spor salonunda zor kullanacaktım.
Devrim, “Abimle iddiaya girmiştik. Abim senin sürprizi anlamayacağını söyledi. Bende saniyesinde fark edeceğini söyledim,” dedi durumu açıklamak için.
Tek kaşım bir yay gibi gerildi. Sürprizin ne olduğunu merak ederken buldum kendimi. Yasemin Demiralp, “Hadi Sanat’a sürprizini ver oğlum,” dedi Devrim’e. Erdem abi Devrim’in kepini alıp kendi başına geçirdi. Devrim ise avucunu açtı gözlerimin önünde. Avucunda siyah küçük bir kutu vardı. Onunla terasa çıktığımızda bana getirdiği kutu gibi bu kutunun da siyah oluşu dikkatimden kaçmamıştı.
Devrim yavaşça kutunun kapağını kaldırdı. Kutunun içinde kalpli bir kolye vardı. “Mezuniyetimiz kutlu olsun,” dedi Devrim. Kolyeyi kutusundan çıkardı. Boş kutuyu yakalaması için abisine doğru fırlattı. Bana doğru yaklaştı. Başımdaki kepi çıkarıp saçlarımı elimle topladım. Devrim arkamda belirdi. Kolyeyi boynuma indirdi. Kalpli kolye boynumdaki yerini aldığı sırada Devrim, “Yaşamanı istedim. Her şey seninle yeniden başlasın istedim. Bu da bizim yeniden başlayışımız sevgilim,” dedi fısıltıyla.
Bana baktı. Dudaklarındaki gülümsemeye takılı kaldım. Ona, “Seninle yeniden yaşıyorum Devrim Dinçer Demiralp,” dedim. Gülüşümle yeniden belirdi gamzelerim. Ölmeye yüz tutan çiçeklerin suyla buluşması gibi yeniden gün yüzüne çıkmışlardı.
Devrim tam bana bir şey söyleyeceği sırada, “Biz şimdi gidiyoruz. Sizde akşam yemeğe geliyorsunuz ona göre,” dedi Yasemin Demiralp. Annesine akşama geleceğimizi söyledi Devrim. Ailesiyle vedalaştı. Onların gidişiyle bu sefer Ilgaz Günay ile Fulya Hoca geldi yanımıza. Açıkçası onların mezuniyet törenine katılacağını hiç düşünmemiştim.
Fulya Hoca, “Tebrik ederim çocuklar. Başarılarınız daim olsun,” dedi.
Ilgaz Günay’ın da iyi dileklerini sunmasıyla Fulya Hoca elindeki keman kutusunu bana doğru uzattı. “Bunu senin için getirdim Sanat,” dedi iç çekerek. Keman kutusunu elime aldım. Fulya Hoca’nın, “Bunu Işık için saklamıştım. Babasıyla birlikte çaldığımız kemandı. Bunun onun için iyi bir mezuniyet hediyesi olacağını düşünmüştüm ama olmadı,” demesiyle afalladım.
Elimdeki keman kutusuna bakakaldım. Tam kemanı sahibine geri iade edeceğim sırada beni durdurdu. Elini elimin üzerine koydu. Siyah dikdörtgen gözlüklerinin ardından bana baktı. “Lütfen,” dedi yalvarırcasına.
“Bu keman artık senin Sanat. Yıllardır benimleydi ama bundan sonra artık seninle olacak. Onu senden başkasına veremem. Beni anlıyorsun değil mi?”
Fulya Hoca’ya baktım. Gözlerinden akan iki damla yaşta gördüm bazı şeyleri. Bu kemanı kızına hediye etmeyi dilerdi. Babasıyla tanışmasına vesile olan kemanın kızının ellerinde olmasını isterdi ama olmadı. Onun bunu bana vererek kızına vermiş gibi hissettiğine emimdim.
“Kıymetli hediyeniz için çok teşekkür ederim hocam. Her zaman saklayacağım,” dedim gülümseyerek. Fulya Hoca’nın titreyen dudakları güç de olsa yukarı doğru kıvrıldı. Bana son kez sarıldı. Sonrasında Ilgaz Günay ile birlikte yanımızdan ayrıldı. Onların gidişiyle Vural geldi yanımıza.
“Eğlence işte şimdi başlıyor! Duyan duymayana söylesin! Vural Topal mezun oldu!” diye bağırdı Vural coşkuyla.
Elindeki sprey kutusunu çalkaladı. Yapay karı bize doğru püskürttü. Onu gören diğerleri de aramıza katıldı. Buğra ile Adahan’ın da ellerinde yapay kar kutuları vardı. Üçü bir olmuş havaya kar püskürtürken Alperen de ses bombasından eğlenceli bir şarkı açmıştı. Eğlenceye ortak olabilmek adına elimdeki keman kutusunu kenara bıraktım. Şarkının ritmi ve yüzüme doğru yağan karla kıkırdadım. Kızlarla müziğin ritmine kaptırdık kendimizi. Devrim beni belimden tutup havaya kaldırdı. Etrafında döndü. Kollarımı açıp yüzüme yağan karla keyifle kıkırdadım.
Devrim beni yere indirdi. Eğlenceli bir dans başladı bahçede. Devrim ellerini belime koydu. Bende kollarımı boynuna doladım. Şarkıyı mırıldandık birlikte. Etrafımızda dans eden bizimkilerin birden yapay kar spreyleriyle küçük bir savaş başlattığını gördüm. Vural birer şişe de bizim elimize verdi. Çalkaladığım spreyi karşıma çıkan kimse kafasından aşağıya doğru sıkıyordum. Herkes birbirinden kaçıyor deli gibi gülüyordu.
Vural kepini bir köşeye fırlatmış merdivenlerin olduğu yerdeki rampadan dizlerinin üzerinde kaymıştı. Çılgın eğlenceye son verense savcı oldu. Onun yanıma gelişiyle Alperen ses bombasını kapattı. Diğerleri de birkaç adım geri çıktı. Savcının bizi bulan aksi bakışlarının ardından, “Beni hiç şaşırtmıyorsunuz,” demesi bir oldu.
“Hoş geldiniz savcım,” dedi Devrim.
“Açıkçası sizin törene geleceğinizi düşünmemiştim,” dedim dayanamayarak.
Savcı manidar bir gülümsemeyle, “Bunu kaçıramazdım,” dedi. Vural koşarak yanımıza geldi. Savcının tiksinti dolu bakışlarına maruz kalsa da neşesini bozmadı. Savcı ise ceketinin iç cebinden uzun ince bir kutu çıkarıp bana doğru uzattı.
“Umarım beğenirsin Sanat Karay,” dedi savcı.
Elindeki kutuyu alıp kapağını açtım. İçinde gümüş rengi bir dolma kalem vardı. “Bu kalemi mesleğe ilk başladığımda savcı olmam için elimden tutan biri hediye etmişti. Bundan böyle artık senindir,” dedi savcı birden. Ne diyeceğimi bilemedim. Yıllar önce bu okula geldiğimde mezun olurken yanımda bir tek anne ve babamın olacağını düşünmüştüm. Onlarda basına birkaç fotoğraf verebilmek için durup gideceklermiş gibi hissederdim ama şimdi görüyorum ki kendime yeni bir aile bulmuşum.
“Bu benim için çok kıymetli,” dedim dolu gözlerle.
“Benim içinde öyle. Bu kalemle atmanı istiyorum ilk imzanı, her daim sana destek olacağımı bilerek.”
Gözlerimden sicim gibi süzüldü yaşlar. Savcı, “Sakın Devrim’e kullandırma,” dedi beni güldürmek için. Devrim mahsustan bozulmuş gibi yaptı. Titreyen dudaklarımdan küçük bir kıkırtı döküldü. Elimin ayasıyla yanağımdaki ıslaklığı sildim.
“Öğrencimle bir fotoğrafımızı çek bakalım minik elektrik direği,” dedi savcı, Devrim’e.
Elindeki telefonun kamerasını açıp Devrim’in eline tutuşturdu. Savcı ile yan yana durdum. Devrim bizim bir fotoğrafımızı çekti. Telefonunu sahibine geri verdi. Savcı, “Artık bana müsaade. Sizi belalar olmadan odamda ağırlayacağım günlere Sanat ile Devrim ikilisi,” dedi sırıtarak. Devrim hafifçe başını salladı. Bende savcıya hediyesi için yeniden teşekkür edip onun gidişini izledim.
Savcı gitti. Veliler çocuklarıyla çektirdiği fotoğraflardan sonra evlerine gitmeye başladı. Geriye sadece biz kalmıştık. Bir de müdür ile konuşan Rutkay Karay. Ona baktım. Koyu hareleri saniyesinde beni buldu. Gözlerine baktığım o kısacık anda çocukluğuma döndüğümü hissettim. Sonuçta bir zamanlar biz de çocuktuk. Hayallerimiz, umutlarımız, içimizde her şeye rağmen saf bir mutluluk vardı. Sonra büyüdük. Büyümek meğer tüm saflığı yitirmek demekmiş. Bende saflığımı yitirmiştim. Bende ayrılmıştım onlarca parçaya. Onun gölgesinde iyileşmeyi bekledim çaresizce. Beni küçüklüğümdeki gibi kanatlarının altına almasını bekledim ama olmadı. Bende bir başıma büyüttüm kendimi. Sonra Devrim girdi hayatıma. Ben onunla yeniden çocuk oldum.
Devrim benim çocukluğumdu. Onun yanındayken acılarımı hissetmiyordum. Onun yanındayken gülümseyebiliyordum ve ben en son çocukken mutluydum.
Bakışlarımı ondan alıp çocukluğuma çevirdim. Devrim dudaklarında aklımı başımdan çekip alan etkileyici gülümsemesiyle yanımda belirdi. “Kep ve cübbelerin teslimini yaptıktan sonra seni kaçırıyorum Sanat Karay,” diye fısıldadı kulağıma doğru. İşaret parmağımı göğsüne koyup onu hafifçe ittim.
“Hiç şansın yok Devrim Dinçer Demiralp.”
“Birilerine ailesinin evine akşam yemeğe gideceğime dair söz verdim.”
Kıkırdadı. “O birileri tam olarak kim oluyor?” diye sordu muzip bir edayla. Benden beklediği cevabı ona söylemek yerine biraz daha aramızdaki bu küçük oyunu sürdürmeye karar verdim.
Devrim aramızdaki mesafeyi kapattı. Gözlerime bakarken, “Ben o birilerini çok kıskanıyorum Sanat,” dedi. Bunu öyle bir ses tonuyla söylemişti ki afalladım. Devrim Dinçer Demiralp beni birilerinden kıskanıyordu. Beni kendinden kıskanıyordu. Kendinden!
“O birileri benim sevgilim Devrim Dinçer Demiralp,” dedim net bir şekilde.
“Sevgilinde ben olduğuma göre sıkıntı yok demektir Sanat Karay.”
Gülmeden edemedim. Devrim ise üzerimizdeki delici bakışa aldırmadan beni gamzelerimden öptü. Sıcaklığıyla doldu gamzelerim. Onunla doldu, Devrim Dinçer Demiralp ile doldu.
“Kep ve cübbesini teslim etmeyen kaldı mı?” diye sordu uzaktan arp hocamız.
Devrim ile birbirimize baktık. Dağılan kalabalıkla beraber arp hocasının yanına gittik. Bizimkilerde hocanın etrafında toplanmış büyük bir torbanın içine kep ve cübbelerini bırakıyordu. Üzerimdeki cübbeyi torbaya attım. Yere düşen kepimi de bulup torbaya attıktan sonra Devrim’i beklemeye başladım. Onun da kepini ve cübbesini teslim etmesiyle arp hocamız, müdürümüz ve Rutkay Karay okuldan ayrıldı. Onların gidişiyle hepimizin telefonları gelen bildirimin sesiyle titredi.
Bilinmeyen numara: Bu size son videom. Keyifli seyirler.
Mesajın ardından bir kez daha titredi telefonum. Bu sefer bir video düştü hepimizin ekranına. Işık’ın çektiği son video!
“Bu senin için çekeceğim son video sevgilim,” diye başladı Işık konuşmasına.
“Geçen iki koca ayın ardından Sanat ile birlikte beni ortaya çıkarmayı başardın. Müzikal öncesinde ortaya çıktım. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar planladığım için tüm bunları benim yaptığımı ispatlayamadın ama hiç üzülme daha oyun bitmedi.”
Işık bıkkın bir nefes verdi. Kamerayı biraz daha kendine yaklaştırarak, “Bir şey yaptım,” dedi.
“Umut ile konuştum. Ona başıma gelenlerde dahil olmak üzere tüm bunların sorumlusunun Sanat olduğunu söyledim. İnandı. Bana her zaman inandı. Bana en çok o inandı. Zavallı arkadaşım benim için her şeyi yapmaya hazırdı. Gözü dönmüş bir şekilde eline silah aldığını hatırlıyorum. Sonrasını az çok tahmin ediyorsundur bence. Müzikal günü Sanat’ı göğsünden vuran, onu ebediyete uğurlayan Umut’tu. Farkında bile olmadan seninle benim önümü açtı. Bundan sonrasında neler olacağını yaşayarak göreceğiz. Son videomu da burada bitiriyorum. Seninle yenilerini çekeceğimiz günlere Devrim.”
Işık’ın videosunun bitmesiyle Devrim’in Umut’u yakasından tutup okulun içine doğru sert bir şekilde itmesi arasındaki süre neredeyse eş zamanlıydı. “Devrim!” diye bağırdım panikle. Hep birlikte onun peşinden içeriye girdik. Kızlar bir kenara geçip gördükleri manzaraya dehşetle bakarken bense Umut’u Devrim’in elinden kurtarmak için koridorda ilerliyordum.
Devrim Umut’un yakasından tutmuştu. Yüzüne indirdiği sert yumruk darbesinin ardından kolundan tuttum. “Bırak onu!” diye bağırdım ama beni duymadı bile. Savcının verdiği kalem yere düştü. Onu almakla vakit kaybetmedim. Çünkü biliyordum. Bir saniye bile beraberinde başka bir felaketi daha getirebilirdi. Devrim’in gözü dönmüştü bir kere. Öfkelendi mi onu kolay kolay kimsenin sakinleştiremeyeceğini biliyordum ama buna bir son vermek zorundaydı. Hem de bir an önce!
“Devrim!” diye bağırdım bu sefer.
Kolunu çekti. Umut geri geri giderken, “Ona ilişmeyecektin,” dedi Devrim kükrercesine. Umut korku dolu gözlerle Devrim’e bakarken bir yumruk daha yedi yüzüne. Sonra bir tane daha ve bir tane daha!
Devrim’i durduramayacağımı anladığımdan Umut’un kolundan tutup onu arkama almayı daha uygun buldum. Devrim ile Umut arasında bir duvar gibi durdum. “Devrim yeter!” diye bağırdım sinirle. Gözleri yakıcı birer ateş gibiydi. Bana bakarken ateşinin beni yakmasından korktuğu için bakışlarını kaçırdı. Nefes nefes öylece boşluğa baktı. Gözlerim yumruk yaptığı eline kaydı. Titreyen eline baktım. Sonra da Buğra’ya, “Umut’u götür buradan,” dedim hiddetle.
Hiçbirinin kavgayı ayırma çabası içine girmemeleri beni her ne kadar sinir etse de şu an mesele Devrim’di. Onun dizginlemekte zorlandığı öfkesini bastırmasını bekliyordum. Bu süre zarfında da Umut’un gözlerden uzak olması önemliydi. Buğra söylediğimi yaparak yanımıza geldi. İstemeyerek de olsa Umut’u alıp götürdü. Bende bakışlarını Umut’un gittiği noktaya kilitlemiş Devrim’e baktım. Çenesinden tutup onu bana bakmaya zorladım.
“Sakinleş!” dedim sert bir ifadeyle.
“Sakinleşemem!” diye bağırdı birden Devrim.
Sesi koridoru inletmişti. Onu daha önce hiç bu kadar öfkeli görmemiştim. Uzanıp yumruk yaptığı elini tuttum. Gözlerimi gözlerinden ayırmadan, “Lütfen yapma,” dedim yalvarırcasına.
“Sende biliyordun öyle değil mi?” diye sordu Devrim hayal kırıklığıyla.
“Biliyordum,” dedim bir an bile duraksamadan.
“Ve bana söylemedin. Neden söyleyesin ki!”
“Söylemedim. Çünkü bunun olacağını biliyorum Devrim! Öfkene yenileceğini, Umut’u döverken öldürebileceğini biliyordum! Bunun olmasına izin veremezdim! Söylemediğim için zerre pişmanlık duymuyorum!”
Devrim inanamayarak baktı gözlerime. Yutkundu. Boğazına oturan dikenli bir yumru varmış gibi görünüyordu dıştan bakınca. Sanki dikenler boğazına batıyormuş gibi acı çekiyordu Devrim. Beni kaybetme aşamasına geldiği o anın acısını yeniden çekiyordu sanki.
Bana, “Seni öldürüyordu,” dedi güçlükle.
“Bunu bile bile, doktorların senin olmadığın bir sabaha uyanabileceğimizi söylediğini bile bile benden sakin olmamı bekleme Sanat.”
“Neler yaşadığını biliyorum. Nasıl bir şeyle baş etmek zorunda kaldığını da biliyorum ama bu böyle olmaz Devrim. Ona bunu yapamazsın.”
Derin bir iç çektim. “Lütfen yapma. Beni biraz olsun seviyorsan vazgeç,” dedim beklentiyle. Devrim ise aramızdaki mesafeyi tek adımıyla kapattı. Gözlerini gözlerimden bir an olsun ayırmadı. Sıcak ve öfke dolu soluğunun altındayken, “Şu an geçmişe dönseydim ve,” diyerek başladı sözlerine.
“Tüm bunların olacağını bilseydim. Sana bir kez bile bakmazdım.”
Devrim’in sözleri adeta bir tokat misali çarptı yüzüme. Bana bir zamanlar tüm bunları yaşayacağını bilerek geçmişe dönme şansı olsaydı yeniden aynı şeyleri bile isteye yaşayacağını söylerken şimdi ise bana göz ucuyla bile bakmayacağını söylemişti. Gözlerimden istemsiz süzülen yaşlara aldırış etmedim. Titreyen dudaklarım ona son sözlerini sarf etmek üzere aralandı.
“Ne kadar güçlü olursa olsun herkesin kırılgan bir yanı vardır Devrim. Ben senden kırıldım.”
Omzuna sertçe çarpmak suretiyle onu ardımda bırakarak koridorun öteki tarafına doğru yürüdüm. Giderken eğilip yerden kalemimi aldım. Kırılgan yanım hemen arkamdaydı. Bana baktığını biliyordum. Bana yalan söylediğini biliyordum. Son sözünün yalan olduğunu biliyordum. Yalanların bizi paramparça ettiğini de…
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
7.68k Okunma |
873 Oy |
0 Takip |
70 Bölümlü Kitap |