
Kendimi hiçbir zaman buraya ait hissetmedim. Belki de bu yüzden hikayenin en büyük yalanını ben söyledim. Ben en çok Devrim’den kırılmamıştım. Ben Devrim ile birlikte kırılmıştım. Yaşadıklarımız bizi kırmıştı. Yaşadıklarımız bizi paramparça etmişti. Yaşadıklarımız bizi değiştirmişti. Peki ya biz tüm bunlara rağmen kırıldığımız yerden iyileşebilecek miydik?
Kalemimi ve bahçeden alıp geldiğim kemanımı soyunma odasındaki dolaplardan birinin içine bıraktım. Dolabımın kapağını kapattım. Ağır adımlarla içeriye gittim. Devrim çıktı karşıma. Az evvelki öfkeli halinden eser yoktu. Pişman olduğunu biliyordum. Bana yalan söylediğini de.
“Sanat,” dedi güçlükle.
Adımı söylediğinde bile içim titriyordu. Kalbim boğazımda atıyor vücudumdaki kan akışı hızlandığından sıcakladığımı hissediyordum. Bana doğru yaklaştı. Büyük adımları aramızdaki mesafeyi kapattı. Gözlerime baktı. Donuk ve soğuk bakışlarıma baktı korkusuzca. Üşümekten, kırılmaktan, canının yanmasından korkmadan baktı Devrim Dinçer Demiralp.
“Özür dilerim. Bize yaptığımız şey için, sana yaptığım şey için özür dilerim,” dedi Devrim.
“Özrünü reddettim,” dedim ifadesiz bir şekilde.
Tam Devrim’in yanından geçip gideceğim sırada belimden tutup gitmeme mani oldu. “Sanat,” dedi yalvarırcasına. Beklenti dolu bakışlarının altında yapmam gerekeni yaptım. Hafifçe eğilip bir anda bacağından tuttuğum gibi onun dengesini kaybedip sırt üstü yere yatmasına neden oldum.
Devrim’i sırt üstü yere yapıştırmış olmanın verdiği hazla ona doğru yaklaştım. Kalkmasına izin vermedim. Bacaklarımı ayırıp karnının üzerine oturdum. Orta sertlikte bir yumruk indirdim karnına. “Bu bana yalan söylediğin içindi,” dedim ve bir tane daha yumruk indirdim karın boşluğuna.
“Umut’a yaptığın şeyin de bir bedeli olacak Devrim Dinçer Demiralp.”
Devrim çıtını bile çıkarmadan benim ondan hıncımı almamı bekliyordu. Art arda indiriyordum yumruklarımı. Mahsus biraz canını yakmak için bazı yumruklarımı daha sert indiriyordum bedenine. Ara ara yüzünü buruşturuşuna şahit oldum. Sırf inadından sesini çıkarmamayı tercih ediyordu Devrim Dinçer Demiralp.
“Sinirlerin tam olarak ne zaman geçecek Sanat Karay?” diye sordu Devrim bana kısık gözlerle bakarken. O an oldukça sert bir yumruk indirdim karnına. Donuk ifadem ona alması gereken cevabı vermişti. Tabii o benimle aynı fikirde değildi. Bileklerimden tutup birden beni kendine çekti. Burun burunaydık. Bakışları artık gözlerimde değil dudaklarımdaydı.
“Hem sen ne kadar kızarsan kız sende öfkelendiğinde bana dönüşüyorsun.”
“Öfkelendiğimin farkındasın en azından.”
“Sadece öfkenin değil senin her bir duygunun farkındayım ben. Mesela sinirliyken bile bana kıyamadığını çok iyi biliyorum. Bence bu küslüğe bir son verelim sevgilim,” dedi Devrim. Sıcak nefesi yüzüme vurdukça sersemlediğimi hissetsem de gardımı indiremezdim. Tam onun üzerinden kalkmaya niyet ettiğim sırada dudaklarını benimkilere bastırdı. Soluğumun kesildiğini hissettim. Öpüşüyle altımızdaki zeminin kayıp gittiğini hissettim. Ondan kurtulmam gerekiyordu. Bu yüzden fazla düşünmeme kalmadan dudaklarına geçirdim dişlerimi.
“Sanat,” dedi Devrim kınarcasına. Üzerinden kalkmaya çalıştığım sırada. Oyunbozanlık yaptı Devrim Dinçer Demiralp. Beni belimden yakaladığı gibi yanına yatırdı. Üzerime doğru eğildi. “Sen beni affedene kadar bu küçük oyuna devam edebilirim Sanat Karay,” dedi Devrim nefes nefese. Bakışlarının altında nefes alamadığımı hissettim. Gözlerim dudaklarına takıldı. Dişimi geçirdiğim için küçük bir kan damlası belirmişti dudaklarında.
“Sana hala çok kızgınım Devrim Dinçer Demiralp,” dedim sinir bozukluğuyla.
“Ama sana olan sevgim öfkemin önüne geçiyor,” diye de ekledim. Yakasından tutup onu kendime çektim. Dudaklarından kan tadı alsamda umursamadım. Küçük bir öpücüğün nefesimi kesişiyle ondan ayrıldım. Gözlerime baktı. Bana, “Asır’ı dövdüğün gibi beni de benzetmediğin için teşekkür ederim sevgilim,” dedi gülerek.
Gözlerimi devirdim. Ellerimi göğsüne yerleştirdim. Onu kenara itip ayağa kalktım. Devrim sırt üstü yerde uzanmış bana bakıyordu. “Bir daha sakın bana yalan söyleme,” dedim uyarıcı bir tonda. Devrim yavaşça yerden kalktı. Bende telefonumu almak üzere yeniden soyunma odasına girdim. Üzerimdeki siyah uzun kollu elbisenin yerine siyah bir bluzla siyah kot pantolon giyindim. Üzerime bir de siyah beyaz çizgileri olan ince bir hırka geçirdim. Telefonumu da cebime atıp soyunma odasından çıktım.
“Bir yere mi gidiyorsun Sanat Karay?” diye sordu Devrim şüpheyle.
“Birilerinin ailesinin evine akşam yemeğine davetliyim. Bir sakıncası mı var Devrim Dinçer Demiralp?”
“Bana adımı bile unutturduğun için yemek tamamen aklımdan çıkmış,” dedi Devrim.
“Adını unuttuysan ben sana hatırlatırım,” dedim hırkamı düzeltirken.
“Senin iki ismin var. Devrim Dinçer diyorlar sana. Okuldakilerin bir başka değişiyle 3D.”
Ona 3D dediğim için kaşları çatıldı. “3D demesek mi?” diye sordu manidar bir bakış eşliğinde. Donuk ifademe karşılık bir şey diyemedi. Birlikte spor salonundan ayrıldık. Okulun uzun koridorunu aşıp bahçeye çıktık. Devrim’in arabası bahçede duruyordu. Cebinden çıkardığı anahtarla arabanın kilidini açtı.
Devrim ile beraber arabaya geçtik. Sanki arabaya bindiğimizi hissetmiş gibi saniyesinde annesinden bir telefon geldi. Annesi, “Devrim Dinçer,” diyerek açtı telefonu. Devrim telefonunu kenara koyup arabayı çalıştırırken, “Sanat ile şimdi çıktık geliyoruz annecim,” dedi. Annesinin tatlı kıkırtısı yankılandı arabada.
“Kızımı getir çabuk,” dedi annesi.
Gülmeden edemedim. Kıkırtım Devrim’in de dikkatini çekmiş olacak ki annesinin aramasını sonlandırdıktan sonra, “Bakıyorum da öfkeniz geçmiş Sanat Karay,” demişti. Yaptığı imaya karşılık gözlerimi kısarak baktım ona. Her ne kadar yeniden onun yanında olsam da bu onun burnunu sürtmeyeceğim anlamına gelmiyordu.
“Hala sana öfkeliyim Devrim Dinçer Demiralp.”
“Olsun. Ben yine de iyi bir yol şarkısı açayım. Malum sen müziksiz duramıyorsun.”
Ona ne kadar kızgın olursam olayım her zaman beni yumuşatmanın bir yolunu buluyordu Devrim Dinçer Demiralp. Her zaman yumuşak karnıma oynuyordu. Ona olan hislerimden yakalıyordu beni. Şefkatiyle sarıyordu ruhumu. En sonunda ona olan tüm sinirim, öfkem ve kinim buhar olup uçuyordu. Böyle bir etkisi vardı Devrim’in: Sanat’ın içindeki karmaşık duyguları dindirmek.
Devrim’in radyodan açtığı şarkıyı dinlemeye başladım. Araba ağır ağır hareket ediyordu. Normalde Devrim hız insanıydı. Gideceğimiz yere olabildiğince çabuk ulaşabilmek için elinden geleni yapardı ama şimdi hızı normal bir arabanınkinden bile yavaştı. Başımı çevirip baktığımda güldüğünü gördüm.
“O güzel aklından ne geçiyor?” diye sordu ona baktığımı fark ettiğinden.
“Neden bu kadar yavaş gittiğimizi düşünüyordum,” dedim imayla.
“Bunu düşündüğünü tahmin etmiştim. Senin o güzel aklına takılan bu soruyu şöyle cevaplayayım,” dedi Devrim.
Ben merakla ona bakarken o, “Senin daha uzun süre müzik dinleyerek dışarıyı izlemeni istediğim için bu kadar yavaş gidiyorum. Arada bir bana bakman, öfkeli olduğunu iddia etsende bana bakarak gülümsediğini görmek için bu kadar yavaş gidiyorum. Çünkü bana kıyamayıp şefkatle baktığında dudaklarında beliren gülümsemenin tadı bir başka oluyor Sanat Karay,” dedi şiir gibi.
“Şu anda da öyle gülüyorsun bana. Hayat gibi…”
Devrim’in sözlerinden sonra, “Yeniden yaşar gibi,” derken buldum kendimi.
Araba normalden yavaş bir şekilde ilerliyordu yolda. Çok kısa bir süre sonra Devrim arabayı evin bahçesine park etti. Birlikte arabadan inmiş kapının önünde dikilmiştik. Zile bastı Devrim. Kapıyı gülen yüzüyle neşe saçan Yasemin Demiralp açtı.
“Hoş geldiniz,” diye şakıdı.
Devrim’i eliyle kenara itmiş bana sıkıca sarılmıştı. “Hadi sofraya,” dedi benden ayrılır ayrılmaz. Devrim ile birlikte annesinin peşinden içeriye girdik. Erdem abi ile Demir Demiralp sofrada hazır bekliyordu. Erdem abinin kınayıcı bakışları saniyesinde bizi buldu.
“Bunların sofra kurallarından da haberi yok anne,” dedi Erdem abi bize gönderme yapmak için.
“Onların var mı yok mu bilemem ama senin haberinin olmadığı kesin Erdem Erdinç,” dedi Yasemin Demiralp kınarcasına.
Erdem abi bunun üzerine eliyle daldığı sarma tabağından usulca uzaklaştı. Yasemin Demiralp de Devrim’i abisinin yanına postalayıp beni yanı başına oturttu. “Afiyet olsun,” dedi Demir Bey birden. Erdem abi hasret kaldığı anne sarmalarına yumuldu. Onun bu iştahlı hali hepimizi güldürdü.
“Boğulacaksın oğlum,” dedi annesi kınarcasına.
Erdem abi annesini duyuyormuş gibi görünmüyordu. Yasemin Hanım’ın ortadan sarma dolu kayığı eline aldığını gördüm. Maşayla benim tabağıma biraz sarma doldurdu. Onun bu nazik hareketine karşılık gülümsedim.
Devrim, “Abim iki gündür beslenmemiş anlaşılan,” dedi imayla. Erdem abi ona ters bir bakış attı. Elindeki çatalı tehditkar bir ifadeyle Devrim’e doğrultmuş, “Bence abin açken tek kelime etme Devrim Dinçer,” demişti. Onun bu haline gülmeden edemedim. Devrim’in gözleri o an beni buldu. Dudaklarındaki gülümseme onun uzun zamandan beri hayalini kurduğu bir manzaranın gerçekleştiğini gösteriyordu sanki.
Demir Bey, “Mezun olduğunuza göre üniversite için düşünmeye başlasanız iyi olur çocuklar,” dedi bardağına uzandığı sırada. Devrim ile birbirimize baktık. Benim yerime, “Sanat Hukuk okumak istiyor baba. Bende henüz ne okumak istediğime karar vermedim,” diyerek babasına gereken cevabı verdi Devrim.
“Vay be! Hukukçu yenge çok işimizi görür. Malum, avukata en çok ihtiyaç duyan aile biziz,” dedi Erdem abi.
Devrim, abisinin sesini kesmesi için masanın altından bacağına küçük bir tekme atmıştı. Abisi bir anlık can havliyle küçük çaplı bir çığlık attı. Yasemin Hanım, “Avukata ihtiyaç var derken?” diye sordu şüpheyle. Erdem abi otuz iki diş sırıttı. Devrim ise ayıkla şimdi pirincin taşını der gibi bakıyordu abisine.
“Annecim bence hiç o kısımlara girmeyelim. Sonuçta burada iki kardeşimin mezuniyetini kutluyoruz. Umarım Sanat’ın Hukuk kazandığını da görürüz. O zamanda sarmalardan iki katlı pasta yaparsın diye umuyorum Yasemin Hanım,” dedi Erdem abi gülerek.
Demir Bey, “Ben şimdi sana kaçak kat çıkacağım,” dedi Erdem abiye susması için.
“Yaparım tabii! Sanat ne seviyorsa onu yaparım,” dedi Yasemin Hanım.
Annesinin yaptığı nisbete karşılık Devrim kıs kıs gülmeye başladı. Erdem abi ise dünya üzerindeki hiçbir şeyin yemekten daha önemli olmadığını düşündüğünü belli edercesine iştahla diğer yemeklere yumuldu. Hep birlikte Yasemin Hanım’ın bizzat kendi elleriyle yaptığı enfes yemeklerden yedik. “Her şey çok güzeldi. Ellerinize sağlık,” dedim Yasemin Hanım’a.
“Afiyet olsun canım,” dedi gülümseyerek. Herkes sofradan kalktı. Erdem abi o kadar çok yemişti ki salona penguen gibi paytak paytak yürüyerek gidiyordu. Yasemin Hanım ile eşinin de salona geçmesiyle hırkamın cebinde bir titreşim hissettim. Cebimden telefonumu çıkarıp gelen mesaja baktım.
Bilinmeyen numara: Sona geldin Sanat Karay.
Mesajda yazan o tek cümle kalbimin boğazımda atmasına yetmişti. Telefonu kimse fark etmeden önce gerisingeri cebime tıktım. Devrim, “Annem tatlı yaptı. Yemeden kaçarsan çok üzülür,” dedi bana. Ona lavaboya gitmem gerektiğini ve biraz sonra döneceğimi söyledim. Devrim içeri gitti. Bende merdivenlere yöneldim. Yukarı kata çıkıp kendimi tuvalete kilitledim. Cebimdeki telefona yeni bir bildirim daha düştüğünden açıp gelen mesajı okumaya başladım.
Bilinmeyen numara: Devrim ile ailesinin mutlu aile tablosuna bakıyorum şu an. Erdem Erdinç herkesi güldürüyor, Devrim abisine susması için köşe yastığı fırlatıyor. Babaları onlara laf anlatmakla uğraşırken annesi kendi elleriyle yaptığı çikolatalı pastayı dilimliyor şu an. Tüm bunları nereden bildiğimi az çok anlamışsındır. Aşağı katı izleyen bir tetikçi var. Eğer evden çıkmazsan hepsi ölecek. Seçim senin Sanat Karay.
Okuduğum mesajdan sonra beynimden vurulmuşa döndüm. Devrim ile ailesi tehlikedeydi. Eğer evden çıkıp gitmenin bir yolunu bulamazsam hepsi ölecekti. Telefonumu lavabonun kenarına bıraktım. Aynadaki yansımama baktım. Bir yolunu bulmalıydım. Peki ama nasıl? Tüm aile aşağıda beni beklerken evden nasıl sessizce çıkabilirdim ki?
Bakışlarımı aynadaki yansımadan alıp lavabodan çıktım. Kimse fark etmeden kendimi Devrim’in odasına attım. Kapıyı kapattım. Perdeyi açtım aceleyle. Aşağıda tetikçi falan olmadığını gördüm. Aşağıdaki kişi şeytanın ulağıydı. Onunla gitmemi bekleyen bir ulak!
Balkonun kapısını açıp balkona çıktım. Ulak henüz ona baktığımı fark etmemişti. Bahçe duvarının ardında ağaçların arasından pür dikkat salonu gözetliyordu. Aşağıya baktım bu sefer. Balkondan aşağıya inmenin bir yolunu aradım. O an balkon demirlerine tutunarak aşağıdaki küçük çatı benzeri zemine kendimi bırakabileceğimi fark ettim. Balkon demirlerinden tutunarak kendimi boşluğa bıraktım. Buradan sonrası daha kolay oldu. Yer ile aramdaki mesafe bir hayli azdı. Dikkatli bir şekilde aşağıya indim. Zemine ayak basmamla ulağa kendimi fark ettirmeden evin arka bahçesine doğru koşmaya başladım. Arka bahçedeki ağaçların arasında bir kapı vardı. Güvenliğin de yardımıyla arka kapıdan çıktım.
Ulak beni fark etmeden önce buradan olabildiğince uzağa gitmem gerekiyordu. Yol boyu koştum. Nefesim kesilene kadar, ciğerlerim içimde tutuşturulmuş birer alev topu gibi yanana kadar koştum. En sonunda ana yola çıktım. Arabalar süratle geçip gidiyordu yanımdan. Hayatın akışı da böyle değil miydi? Etrafımızda olan bitenden habersiz geçip gitmiyor muydu yıllarımız?
Otoyolun kenarında durmuş boşluğa bakıyordum. Devrim yokluğumu fark edip de peşime düşmeden önce ortadan kaybolmam şarttı. Ulağın ona ve ailesine zarar vermemesinin tek yolu buydu. Eğer ulak benim peşime düşerse ailesi de o da güvende olurdu. Tek yol buydu.
Otoyolun kenarında yeniden koşmaya başladım. Aklıma otelden çıkıp gittiğim gece geldi. O zamanda rüzgar böyle kuvvetli itiyordu sırtımdan beni. İstemiyordu durmamı. İstemiyordu ona kapılıp gitmemi. Tek istediği beni ona götürmekti halbuki: Devrim’e.
Devrim’i anımsamak bile ağzımda acı bir tadın belirmesine yetmişti. Kalbimin sıkıştığını hissettim. Koşmayı bıraktım. Dizlerimin üzerine çöküp öylece boşluğa baktım. Bir süre sonra bir araba durdu hemen arkamda. Yolumu aydınlatan araba farına baktım. O gecede de olduğu gibi bulmuş muydu acaba beni? Yokluğumu hissetmiş beni almaya mı gelmişti yoksa?
Başımı çevirip yanımda duran arabaya baktım. Devrim yoktu içinde. Bir kız camını açmış öylece bana bakıyordu. Dışarıdan bakılınca nasıl görünüyordum bilmiyorum ama kızın üzerimde gezinen endişeli bakışlarına bakılırsa durumumun pek de iç açıcı olmadığı kesindi. Kehribar rengi güzel gözleri benim soluk mavi gözlerimde gezindi. Yanında babası olduğunu tahmin ettiğim bir adam oturuyordu.
Kız buz gibi ifademe karşılık arabadan indi. Ayağa kalktım. Ona baktım. Arabadan inmiş tam karşımda durmuştu. “Birinden mi kaçıyorsun?” diye sordu. Duygudan yoksun duruşum muydu onu endişelendiren yoksa arkamdan birinin gelip gelmediğini kontrol etmem miydi bilmiyorum ama onun bir şekilde bana yardımcı olmak istediğini seziyordum.
“Benim gitmem gerek,” dedim yarım ağızla. Tam arkamı dönmüş yoluma devam edeceğim sırada uzanıp bileğimden tuttu. Gitmeme engel olması bir yana bileğimdeki izi de görmüştü. Panikle bileğimi ondan kurtardım. Hırkamın kolunu aşağıya çektiğim sırada, “Korkmana gerek yok. Benim adım Marin ve ben sana yardımcı olmak istiyorum,” dedi.
“Şoför koltuğundaki adam benim korumam. Başında her ne dert varsa biz seni koruruz.”
“Beni kimse koruyamaz,” dedim bakışlarımı kaçırarak.
Marin ikna olmadı. Kehribar rengi gözlerini gözlerime dikmiş, “İyi görünmüyorsun. Ayakta durmakta bile zorluk çektiğin belli. En azından seni gitmek istediğin yere kadar bırakmamıza izin ver,” dedi Marin. Ona ne diyeceğimi bilemedim. En azından belli bir yere kadar beni götürmelerine izin verebilirdim. Şeytanın ulağından ne kadar uzağa gidersem o kadar iyi olacaktı.
Ona, “Eğer sizin için zor olmayacaksa beni yakınlardaki hastaneye bırakabilir misiniz?” diye sordum. Marin olumlu anlamda başını salladı. Arabanın arka kapısını açtı. Birlikte yan yana oturduk. Araba hareket etmeye başladı. Donuk bakışlarımı parmaklarıma sabitlemiştim. Bundan sonra ne yapacağımı hiç bilmiyordum. Tek istediğim Devrim’in de ailesinin de güvende olmasıydı. Ulağın benim peşimden geldiğini bildiğimden en azından onların zarar görmemesini umuyordum içten içe.
“Ben adımı söyledim. Sıra sende,” dedi Marin birden.
“Sanat,” dedim bakışlarımı onun kehribar rengi gözlerine çevirirken.
“Adım Sanat.” Arabada tepemizde yanan ışığı fark edilmemek için kapatmak istediğim sırada Marin beni durdurdu. “Kapatma,” dedi panikle.
“Ben karanlıktan korkarım. Işıksız duramam,” diye de ekledi.
Işığı kapatmaktan vazgeçtim. O an karanlıktan korkan bir kızın karanlığa yardım ettiği andı. Arabasına binenin en çok korktuğu şey olduğunu bilse yine de yardım eder miydi bana? Karanlıktan korkan kız karanlık için yolunu değiştirir miydi tüm bunları bilse? Değiştirirdi.
“Başında ne tür bir dert var bilmiyorum Sanat ama şunu bil ki sana yardımcı olabilirim. Benim babam savcı. Korktuğun şey her ne ise seni bundan kurtarabilir.”
Ona ne Rutkay Karay gibi güçlü bir adamın kızı olduğumu ne de savcı birini yakından tanıdığımı söyledim. Benim hikayemin aslında ne kadar karanlık olduğunu bilse beni arabasına almak bir yana arabayı yakınımda bile durdurmayacağından emindim. Peşimden gelen tehlikenin varlığından bir haber öylece bana bakıyordu.
Ona, “Benim bu dünyada tek bir korkum var. O da sevdiklerimi kaybetmek. Onları korumak içinde maalesef ki savcı babanın bir yararı olmaz. Sorumluluğu üzerime alıp gitmekten başka çarem yok,” dedim küçük bir sırrımı itiraf eder gibi.
“Gitmek çözüm mü sence?” diye sordu beklentiyle.
“Kalmanın son olduğu bir hikayede gitmek paragrafın sonuna üç nokta koymaya benzer. Sonu bilinmese de hikaye en azından bir şekilde devam eder.”
“Senin hikayende devam edecek mi peki?”
“Edecek. Bir şekilde devam edeceğini biliyorum.”
Araba en yakın hastanenin önünde durdu. İnmek üzereyken, “Hoşça kal Sanat. Hikayenin devamının güzel olmasını diliyorum,” dedi Marin.
“Hoşça kal Marin. Bu yaptığın iyiliği ömrümün sonuna kadar unutmayacağım,” dedim arabadan inerken. Marin’in bakışları bir süre beni izledi. Tam hastane bahçesine adım atacağım sırada, “Sanat,” dedi bir ses. Sesin sahibini tanıdığımdan hastane bahçesine girmeden direkt koşmaya başladım.
Marin’in arabası Asır’ın arabasının önünde durdu. Asır’ın arabası Marin’in arabasının arkasında kalmıştı. Bende fırsat bu fırsat diye düşündüğümden var gücümle koşmaya başladım. Hastane önündeki kalabalığı yararak ilerledim. Kalabalığı atlattıktan sonra Asır’dan kaçmak için girdiğim ilk sapakta küçük bir bakkal gördüm. İçeriye girip rafların arasına sakladım. Bir süre yerimden hiç kıpırdamadım. Asır’ın uzun siyah aracı ne zamanki geçip gitti işte tam da o an yerimden ayrılıp bakkalın sahibinin karşısına dikildim. Ondan telefonunu kullanmayı rica ettim. Yüzüme bakar bakmaz telefonu itiraz etmeden bana doğru uzattı. Titreyen parmaklarım rakamların üzerinde gezindi. Son çaremin ne olduğunu biliyordum. Onu arayıp yardım istemem gerektiğini de!
“Alo,” dedi telefonun ardındaki ses.
“Baba,” dedim titreyen sesimle.
“Sanat? Sesin kötü geliyor. Bir şey mi oldu?” diye sordu Rutkay Karay.
“Asır peşimde,” dedim tek seferde.
“Beni bul.”
Telefonu kapatmak zorunda kaldım. Camın ardından kafasında siyah motorcu kaskıyla beni bekleyen ulak ile beraber elimdeki telefonu sahibine iade ettim. Sonum beni bekliyordu. Dışarıda durmuş beni almayı bekliyordu.
Donuk bakışlarım onun üzerindeydi. Bana eliyle yanına gelmem için işaret verdi ama ben kılımı bile kıpırdatmadım. Öylece ona bakmayı sürdürdüm. Tam o sırada içeri girdi ulak. Kolumdan tutup beni dışarı çıkaracağı sırada ona direnmemem için kulağıma doğru, “Benimle gelmezsen Devrim başta olmak üzere tüm ailesi ölür,” diye fısıldadı.
Birlikte sessizce dışarı çıktık. Ulak beni kolumdan tutup ara sokağa soktu. Tenha yollardan gidiyor oluşumuz dikkatimden kaçmadı. Dar ve ıssız sokakları aştık birlikte. Asır yoktu ortalıklarda. Beni gideceğimiz yerde bekliyor olabilirdi. Bunu düşünmek bile bir şekilde ulağın elinden kaçmam gerektiğinin en büyük göstergesiydi.
Ulağın kolumu sımsıkı tutuşuna baktım. Kafasında motorcu kaskı olduğundan başına darbe alamazdı. Tek bir şansım olduğunu bilerek bacağına sıkı bir tekme attım. Kolumu ondan kurtarmak için sertçe çektim ama bir işe yaramadı. Öyle sıkı tutuyordu ki kolumdan morardığına emindim.
“Bana zor kullandıracaksın belli ki,” dedi kaskının ardından.
Birden belinden çıkardığı metal kelepçeyi bileklerime geçirdi. Beni kolumdan tutup sürüklercesine ara sokaklardan götürmeye devam etti. Nereye gittiğimizi bilmemek mi daha korkutucuydu yoksa gideceğim yerde beni bekleyen kişi mi? Hangisi benim sonumu getirecekti?
Ulak beni biraz ötedeki siyah araca doğru götürdü. Beni zorla araca bindirdi. Arabanın içindeki adamın elinde silah olduğunu gördüm. Beni onun yanına oturttu ulak. Sonra da yanımdaki yerini almış kendi silahını sesimi çıkarmamam için bel boşluğuma doğrultmuştu. Tam o sırada bir telefon geldi.
Telefonu ulak değil diğer adam açtı. “Sanatımı aldınız mı?” diye sordu Asır telefonun ardından.
“Sanat kaçtı Asır Bey,” dedi adam.
“Beceriksizler! Onu nasıl elinizden kaçırırsınız? Sabaha kalmadan onu bulup bana getireceksiniz!” diye bağırdı Asır.
Birkaç onay cümlesinden sonra telefon kapandı. O an yanı başımda duran ulağa baktım. Simsiyah kaskının ardında yüzü görünmüyordu. Tetiği tutan parmağının üzerindeki yıldız dövmesine baktım. Bu küçük detayı da tıpkı diğerleri gibi kafamın içinde tutmuştum. Bir gün bana yardımcı olabilmesi umuduyla…
“Geldik,” dedi önden biri.
Arabanın kapısını açtılar. Ulak kolumdan tutup beni arabadan indirdi. Arabadaki adama, “Siz hazırlıklarla ilgilenin. Asır Bey’e Sanat’ı sabaha kalmadan benim bulup getireceğimi söyleyin. Sakın onu önceden bulduğumu söylemeyin. Aksi bir durumda Asır beni indirmeden ben sizi indiririm,” dedi ulak.
Arabadaki adamın başını salladığını gördüm. Araba hızla uzaklaştı yanımızdan. Onların gidişiyle beni kolumdan tutuğu gibi sertçe yere bıraktı ulak. Dizlerimin üzerine düştüm. Başımı kaldırıp baktığımda beni ormana getirdiklerini gördüm. Issız ve kapkaranlık bir ormana!
“Beni buraya neden getirdin?” diye sordum buz gibi bir ses tonuyla.
Sesimde en az yüz ifadem kadar duygudan yoksundu. Bana, “Devrim ile ailesine zarar gelmesin diye,” dedi net bir şekilde. Yutkundum. Dizlerimin üzerinde öylece ona bakarken, “Peki neden beni Asır’a vermedin?” diye sordum dayanamayarak.
Cevap vermedi. Silahının şarjörüne cebinden çıkardığı kurşunları dizdi tek tek. Şarjörü doldurunca silahına takıp emniyetini açtı. Gözlerim yeniden tetiği kavrayan parmağının üzerindeki yıldız dövmesine kaydı. Onu daha önce gördüğümü anımsadım. O dövmeyi dosyayı aldığım günden de önce gördüğümü anımsadım. O an anladım ulağın kim olduğunu.
“Kuzey,” dedim birden.
“Ulak sensin biliyorum.”
Ses etmedi. Silahını beline yerleştirdi. Başındaki motorcu kaskını tek seferde çıkarıp kenara attı. Tahminimde haklı olduğumu belli edercesine baktı gözlerime. “Beni hatırladın,” dedi inanamayarak. Onun dövmesini gösteri salonuna girmek üzere kapının kolunu kavradığım o anda elinde hayal meyal gördüğümü hatırlamıştım. Şimdi ise tahminimde yanılmadığımı görüyordum.
“Öldürecek misin beni?” diye sordum donuk bir ifadeyle.
Kuzey silahının namlusunu kalbime doğrulttu. “Mecburum,” dedi net bir şekilde. Çatılan kaşlarıma karşılık bana sonumun geleceğini hissettirerek baktı.
“Sen ölmek zorundasın Sanat. Sen ölmedikçe Asır durmayacak. Sen ölmedikçe etrafındaki herkes, hatta o arabasına bindiğin genç kız bile zarar görecek. Bunun olmasını eminim sende istemezsin.”
Ulağın sözleri bana Işık’ın depoda mahsur kaldığımızda söylediklerini anımsatmıştı. Benim var olmamı bile suç olarak gördüğünü söylemişti Işık. Şimdi ise kalbime doğrultulmuş bir silaha bakıyorum. Kuzey’in beni ortadan kaldıracağının bilinciyle kapattım gözlerimi.
Hayatımın son anında bile onu düşündüm. Devrim’i düşündüm son kez. Onunla ilk karşılaşma anımız belirdi zihnimde. Onun resitalin baş şüphelisi olarak yargılandığı, kendimi bir anda onun için savcının önüne atışım, onun masumiyetine her daim inanışım, ona aşık oluşum, her bir anı tek tek zihnimden geçip gitti. Silah patladı. Nereden bilebilirdim ki onu son öpüşümün tadıyla ölüp gideceğimi?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 9.02k Okunma |
1.01k Oy |
0 Takip |
71 Bölümlü Kitap |