
(Devrim’den…)
Sanat’a her ne kadar belli etmesemde annemin sesi iyi gelmemişti. Evde bir şeyler olduğu açıktı. Durumun babamla ilgili olduğunu düşündüm ama onlar seneler önceki o elim olay dışında neredeyse hiç kavga etmemişti. Şimdiden sonra da kavga edeceklerini sanmıyordum. Başka bir şey olmalıydı. Peki ama ne?
Arabayı bahçeye park ettiğim sırada evin açılan kapısı bana gereken cevabı verdi. Rutkay Karay kapıdan çıkmış arabasına binip hızla uzaklaşmıştı. Sabah Sanat ile konuşmasının ardından soluğu bizim evde alacak kadar gözünün dönebileceğini düşünmemiştim.
Sinir bozukluğuyla arabadan inip kapının önüne gittim. İçeride beni neyin beklediğini umursamadan zile bastım. Şu an için tek isteğim annemle konuşup Sanat’ın yanına dönmek. Daha ötesi değil.
“Devrim,” dedi annem kapıyı bana açtığı sırada. Yüzü kireç beyazına dönmüştü. O adamın canını sıktığı belliydi. Beraber içeri girdiğimizde tek canı sıkılanın annem olmadığını gördüm. Babam salonda oturmuş sinirden sol ayağıyla asabi bir ritim tutturmuştu.
Beni görünce hışımla ayağa kalktı. “Sonunda gelebildin!” diye bağırdı sinirle.
“Demir lütfen,” dedi annem ortamı yumuşatmak için ama bu çabası işe yaramadı. Babamla en çok benzeyen yanımız öfkemizdi. İkimizde öfkelendiğimizde kendimizi kaybediyorduk. Fakat şöyle bir gerçek var ki ben öfkemi artık Sanat ile bastırabiliyordum.
Babama, “Ben eve birçok kez geç kaldım ama sen hiçbirinde böyle bir tepki vermedin. Başka bir şey var,” dedim imayla.
“Evet var! Kahretsin ki var!”
Babamın sakinleşmek için derin bir nefes aldığını gördüm. Sıkıntıyla ensesini ovuşturduktan sonra, “Sen bizi neyin içine soktun Devrim?” diye sordu küfredercesine.
“Rutkay Karay’ın kızı ile görüşmek ne demek? Senin o adamın kim olduğundan haberin var mı?”
“Evet var,” dedim en sonunda kendimi daha fazla tutamayarak.
“Demek var! Adamın evimize kadar gelip oğlunuz kızımdan uzak durmazsa olacaklardan ben sorumlu değilim dediğinden de haberin vardır o zaman!”
“O adamın ne dediği benim umurumda bile değil. Sanat’ı seviyorum ve onu asla bırakmayacağım!”
Arkamı döndüm. Odama gitmek üzere hışımla merdivenlere doğru yöneldiğim sırada, “Devrim Dinçer!” diye bağırdı babam. Bana sadece sabrını taşırdığımda iki ismimle birden hitap ederdi. Bunu annemde iyi biliyordu. Sırf bu yüzden nefesini tutmuş beklentiyle bana bakıyordu.
Annemin gözlerindeki tedirgin ifadenin hatırına babama doğru döndüm. Ona, “O adam şeytanın teki. Sanat’a neler yaşattığını bilmiyorsun,” dedim ılıman yaklaşmak için.
“Öyle bile olsa o kızdan ayrılacaksın Devrim. Beni Rutkay Karay ile karşı karşıya getirme,” dedi babam uyarıcı bir tonda. Bunun üzerine ona doğru adımladım. Tam karşısında durdum. Gözlerinin tam içine baktım. Hayatla olan bağımı bir kez daha koparmasına izin vermeyeceğimi belli edercesine araladım dudaklarımı.
“Sanat’tan ayrılmayacağım. Benim hayatımı bir kez daha mahvedemeyeceksin baba.”
Gözlerindeki ifadeye baktım. Çenesindeki gerginliğin geçtiğini ifadesinin yumuşadığını gördüm. Bu defa onun kalbini gerçekten kırmıştım. İlk defa onun sözüne karşı gelmiştim. İlk kez babama bir gerçeği kabul ettirmiştim: Sanat’a aşık olduğumu…
Babam tek kelime etmedi. Bense yeniden sırtımı döndüm ona. Aceleyle üst kata çıkan merdivenleri tırmandım. Sonrasında odama attım kendimi. Tam o sırada annem geldi yanıma. Kapıyı ardımızdan kapattığında, “Sende mi Sanat’tan ayrılmamı istiyorsun?” diye sordum yorgun bir nefes verdiğim sırada.
Annem tam arkamda durmuş, “Hayır,” demişti. Dönüp ona baktım. Yaşlarla dolan gözlerine baktım. Ona doğru yaklaştığımda, “Sanat’ı sakın bırakma,” demişti.
“Onu sevdiğini biliyorum ama daha da önemlisi ikiniz birbirinizin eksik yanısınız oğlum. Sanat’ın seni ne kadar sevdiğini ben o gün gördüm. Onun sana seninde ona ihtiyacın var. Nasıl ki bir kalp iki yarım olarak atamazsa sende onsuz olamazsın.”
“Onu seviyorum anne. Onu yalnız bırakmak istemiyorum,” dedim fısıltıyla.
Annem aramızdaki mesafeyi kapattı. Bana sıkıca sarıldı ve “Git,” dedi. İlk başta bu kadar çabuk kabullenmesini beklememiştim ama şimdi anlıyorum. Annem ona baktığı ilk anda beni görmüştü. Tıpkı benimde onda kendimi buluşum gibi…
“Nedenini sormayacak mısın? Neden evde kalmadığımı ve de neden onu yalnız bırakmak istemediğimi sormayacak mısın?”
“Sormayacağım. Çünkü sana güveniyorum Devrim Dinçer. Sebepsiz hareket etmezsin sen. Çocukken de böyleydin. Hep de öyle kalacaksın.”
“Teşekkürler anne,” dedim onu yanağından öpmeden hemen önce.
“Sanat’a selamımı ilet lütfen,” dedi annem gülümseyerek.
“İleteceğim,” dedim ve odadan çıktım. Merdivenleri aceleden ikişer ikişer iniyordum. Bir an önce onun yanına gitmem gerekiyordu. Hem de bir an önce.
Evden çıkmadan önce bir saniyeliğine salonda oturmuş bana bakan babam ile göz göze geldim. Evden gitmeme tek kelime etmedi. Beni durdurmadı da. Bende arabaya geçip önce Sanat’a meraklanacak bir şeyin olmadığına ve birazdan yanında olacağıma dair bir mesaj attıktan sonra okula geçtim.
Arabayı okulun demir sürgülü kapısının yanındaki kaldırımın kenarına park ettim. Sonrasında okula geçtim. Koridorlar karanlık olduğundan telefonumun flaşını açmak zorunda kalmıştım. Yolumu aydınlatan telefon flaşının yardımıyla Sanat ile özel yerime girdim. İçerisi karanlık olduğundan dolayı Sanat’ın soyunma odasında beni beklediğini düşünüyordum ama yanılmışım.
“Sanat!” diye seslendim ama cevap vermedi. Sınıflardan birine gitmiş olabileceğini hatta kulaklığını aramaya çıktığını düşündüğümden geldiğimi haber vermek için onu aramaya karar verdim. Telefonumdan onun adını buldum ve aramamı cevaplandırmasını bekledim. Tam o sırada onun telefonunun sesi duyuldu dört bir yanda. Sesin ayağımın dibinden geldiğini gördüm. Yere eğildim. Onun telefonuydu avuçlarımdaki. Ekranı düşürdüğünü belli edercesine çatlamıştı. Peki ama o nerede?
Telefonunu ben gelene kadar elinden bırakmayacağına dair bana söz vermişti. Sanat’ın verdiği sözü tutacağını çok iyi biliyordum. Bunu bilmek bile kalbimin stresten boğazımda atmaya başlamasına yetti.
Bir elimde onun telefonuyla diğer elimde kendi telefonumun flaşıyla spor salonunun ışıklarını yakmak üzere ilerledim. En sonunda açma kapama düğmesini buldum. Düğmeye bastığım anda salon aydınlandı ve işte o zaman gerçek resimi gördüm. Hemen birkaç metre ötemde yerde parlayan yıldızlı tokayı!
Koşarak tokanın yanına gittim. Tokanın yanına bırakılmış bir de kağıt parçası vardı. Bunun bana bırakılan bir not olduğunu anlamam uzun sürmedi. İlk önce notu aldım elime. Kağıdın arka yüzünde yazanı okumaya başladım.
Onu bir daha asla göremeyeceksin!
Notta sadece bu yazıyordu. Tokayı da bilerek buraya bırakmıştı. Buraya onun için geleceğimi biliyordu. Kahretsin! Asır Sanat’ı aldı! Korktuğum başıma gelmişti ve Asır Sanat’ı almıştı!
Düşündükçe kafayı yiyecek gibi hissediyordum. Notu ve tokayı aldığım gibi salondan ayrıldım. Özel yerimizden ayrıldım. Onu bulmak üzere özel yerimizden ayrıldım. Bizim özel yerimizden…
“Sanat,” dedim fısıltıyla. Keşke karanlık okul koridorunun öteki ucundan çıkıp gelseydi ama gelmedi. Daha doğrusu gelemedi. Onu almıştı Asır. Şu an nerede ve nasıl olduğunu düşündükçe beynim karıncalanıyordu. Bir an önce onu bulmam gerekiyordu. İşte sırf bu yüzden aradım Vural’ı. Çünkü onun kameralara erişerek Sanat’ın okuldan çıkış anına ulaşabileceğini biliyordum.
“Alo Vural,” dedim sıkıntıyla.
“Devrim hayırdır. Beni aramanı neye borçluyum?”
“Sanat kayıp,” dedim tek seferde.
Telefonun ardında kısa bir sessizlik hakim oldu. Sonrasında, “Nasıl olduğunu sorma ve bana yardım et Vural. Okuldayım. Buraya gelmen gerek,” diyerek sessizliği bozan ben oldum.
Telefon kapandı. Okulun kapısının önüne çıktım. Bir süre elimdeki ona aldığım yıldızlı tokaya bakarak Vural’ın okula yanıma gelmesini bekledim. Ne kadar zaman geçtiğini hatırlamıyordum bile. Tek bildiğim onu düşünürken zaman ve mekan kavramını yitirdiğimdi.
“Devrim,” dedi biri.
Sesin sahibi Vural’dı. Okulun bahçesine park eden birden fazla arabayı görünce içlerinden çıkanların resitalin kurbanları olduğunu gördüm. Şimdi tüm kurbanlar bir zamanlar ihanetle lekenen o kızı bulmak için seferber olmuştu. Sanat’ı bulmak için…
“Yardıma geldik,” dedi Heves.
“Sanat’ı bulacağız,” dedi Buğra.
“Aramaya ilk nereden başlıyoruz?” diyerek araya girende Alperen’di.
“Ben kamera kayıtlarına bakacağım. Berna, Yağmur ve Alperen sizde aşağı kattan ışıkları yakın,” dedi Vural birden.
Bunun üzerine hep beraber okula girdik. Vural’ın söylediği gibi Alperen, Berna ve Yağmur okulun ışıklarını yakmaya gitti. Geri kalanlarımız ise kamera kayıtlarının tutulduğu odaya girdi. Burada yakalanmamız bile hepimizi yakmaya yeterdi ama bu durum benim umurumda olmadığı gibi diğerlerinin de değildi.
Vural kamera kayıtlarına ulaşmak için bilgisayarın başına oturduğu sırada, “Sanat okulda mı kayboldu?” diye sordu Buğra. Başımı hafifçe sallamakla yetindim ama o bununla yetinmedi. Kolumdan tutup beni sessiz bir köşeye çekti.
“Sanat ile akşam vakti okulda ne işiniz vardı Devrim?”
“Şimdi hiç sırası değil Buğra. Bunu anlatamam ama şunu bil ki tüm bunlar o piç kurusu Asır’ın başının altından çıktı,” dedim dişlerimi sıkarak.
“Asır mı? Ondan zerre kadar haz etmemiştim zaten,” dedi Buğra tükürürcesine. Daha sonra beni bıraktı. Diğerleri kamera kayıtlarının olduğu odada kalabalık yapmamak adına koridora çıktı. Odada sadece Vural, Buğra ve ben kalmıştım.
Vural üstün teknoloji yeteneklerini konuşturarak Sanat’ı bıraktığım o andan itibaren olan kayıtlara ulaşmayı başardı. Üçümüzde beklentiyle ekrana baktık. Benim okuldan ayrılmamın üzerinden geçen yaklaşık on dakika sonra bir kapı açıldı. İçeriden kollarında Sanat ile Asır ve birkaç sağlık görevlisi çıktı.
Asır’ın Sanat’ı koridora getirilen sedyeye yatırışını izledik hep birlikte. Sonrasında okulun bahçesine bakan kameranın kaydını açtı Vural. Bu kayıtta ise Sanat’ı ambulansa bindiriyorlardı. Bunun anlamını biliyordum. Onu yeniden aynı cehenneme götürüyorlardı!
“Kahretsin!”
Vural bilgisayarı kapatırken ben olduğum yerde sinirle volta atmaya başlamıştım. Buğra ise kayıt odasının kapısını açıp koridora çıkmıştı. O an koridorda bizden haber bekleyen onlarca gözün benim üzerimde olduğunu fark ettim. Sakin olmak zorundaydım. Sanat’ı bulmak için sakin olmak zorundaydım!
“Onu nereye götürdüklerini biliyorum,” dedim koridora çıkıp. Herkes merakla benim iki dudağımın arasından çıkacak sözleri bekliyordu.
“Sanat’ı kurtulduğu cehenneme o kliniğe geri kapatmışlar.”
“Beni götürdüğünüz klinik,” dedi Berna endişeyle.
“Kliniğin adını hatırlıyor musun?” diye sordu Vural.
“Evet hatırlıyorum,” dedi Berna. Bunun üzerine herkes Berna’nın adını söylediği kliniğin konumunu telefonlarına işaretledi. Tam hep beraber yola koyulmak üzere harekete geçmiştik ki koridorun sonundan bize doğru yaklaşan kişiyle, “Bunun ne işi var?” diye sordum sinirle.
“Korkut da bize yardım edecek,” diyerek araya girdi Merve.
Korkut’un yanımıza geldiği o an kendimi tutamadım. Aklıma onunda Sanat’ı kaçırmaya kalktığı gerçeği geldi. Yakasından tuttuğum gibi onu duvara yapıştırdım. “Sen ne yüzle geliyorsun? Müzikal provasında Sanat’ı kaçırmaya kalkan sen değil miydin?” diye bağırdım.
“Devrim dur!”
Buğra ile Vural beni tutup Korkut’tan uzaklaştırdılar. Korkut ise, “Bilmediğin şeyler var Devrim,” dedi nefes nefese.
“Anlat da bileyim Korkut!”
“Sanat’ı kaçırmaya kalktım. Çünkü Işık beni notlarıyla tehdit etti.”
“Neyle?” diye sordum sabrımın artık taşmaya başladığının sinyallerini vererek.
“Esila Kehribar ile.”
İşte o an hiçbirimizin tek kelime etmediği andı. Korkut, “Uyuşturucu meselesi bizim işimiz değildi. Ben Tolga’dan alıyordum. Bu yüzden Tolga’nın başta olduğunu sanıyordum ama durum öyle değilmiş,” dedi.
Tolga, “Beni bu pisliğe bulaştıran kişi Esila Kehribar’dı. Sanılanın aksine biz onu değil o bizi buna bulaştırdı. Sonra da aşırı dozdan ormandaki kulübeden ölü olarak çıkarıldı,” diyerek tüm olayı özetledi.
Esila’nın öldüğünü bilmeyen herkes büyük bir şokun etkisine girmişti ki, “Bu söylediğinizin doğru olduğunu nereden bileceğim? Işık ile yeniden işbirliği yapmadığınızı nereden bileceğim? Bana bunun cevabını verin!” diye bağırdım. Artık sabrım tükendi ve bir olayı daha kaldırabilecek kafada değilim.
Korkut ile Tolga’dan işte sırf bu yüzden kendilerini ispatlayacak bir cevap bekledim. Tam o sırada Buğra dahil oldu söze. “Devrim,” dedi Buğra birden.
“Sarı piç ilk defa doğruyu söylüyor.”
“Eğer yalan söylüyor olsaydık savcı Esila’nın davasında bizi bulurdu ama gerçek bu. Bizi bulaştıran Esila’ydı. Bunu bilen ailesi de olayı kapatmak için ellerinden geleni yaptılar,” dedi Tolga daha sonrasında.
Anlatılanların doğru olup olmadığını düşünmek bir yana Buğra’ya güveniyordum. Sırf bu yüzden, “O zaman herkesle beraber Sanat’ı o kahrolası klinikten kaçırmamda bana yardım edeceksiniz,” dedim bir Tolga’ya bir Korkut’a tehditkar bir ifadeyle bakarken. İkisi de başlarını olumlu anlamda salladı. Herkes kliniğin lokasyonunu alınca hep beraber okuldan çıkıp arabalara geçtik.
“Senin benim arabamda ne işin var?”
Sorduğum soruya karşılık Vural istifini bozmamış, “Yolu tarif edecek birine ihtiyacın var. Ayrıca Sanat’ı senin kaçıracağın gerçeğini düşünürsek dönüşte arabanı kullanmamın en doğrusu olacağını düşündüm,” dedi sırıtarak.
“Kemerini bağla,” dedim ve arabayı çalıştırdım. Kaybedecek bir dakikamız daha yoktu. O yerde Sanat’a neler yaptıklarını düşündükçe şakaklarıma keskin bir ağrı saplanıyordu. Peşimizde onlarca arabayla beraber kliniğe doğru gidiyorduk.
Vural Buğra’yı aradı. Buğra’ya, “Ben kliniğin kameralarını çökerteceğim. Senle Korkut’un ekibi ön taraftaki kapıyı alsın. Tolga ve Yiğit Eren de arka taraftaki kapıyı alacak. Kızların görevi de kattaki görevlileri oyalamak. O zamana kadar ben hastane sisteminden Sanat’ın kaldığı odaya ulaşacağım,” diyerek tek tek tüm planı organize etti.
Yol boyu o telefon konuşmasından sonra arabada çıt sesi dahi olmadı. Kliniğe ulaştığımızda ise Adahan, Vural ve ben klinikte bizi kayda alacak kameraların olmamasının verdiği rahatlıkla Sanat’ın kaldığı odaya ulaşmak üzere üst kata çıkmaya başladık. Heves, Yağmur ve Selin alt katta kalırken Berna, Polen ve Miray da bizim olduğumuz katta koridorda etrafı kolaçan ediyordu. Diğerleri de Vural’ın yaptığı plana sadık kalarak giriş ve çıkışlarda bekliyordu.
“Kaç numaralı oda demiştin?” diye sordum Vural’a.
“396.”
Bulunduğumuz kata bakılırsa Sanat’ın tutulduğu oda buralarda bir yerdeydi. Koridorda gezinen çalışanların dikkatini çekmemeye özen göstererek tek tek odaların üstünde yazan numaralara bakıyordum. En sonunda gözüm 396 numaralı odayı buldu. Sanat’ın o kapının ardında olduğunu bilmek bile içimi titretmeye yetmişti.
Kapıyı çalmadan direkt açtım. İçeri girdiğimde onu gördüm. Kolunda serumla uyuyan Sanat’ı.
Vural, “Kapıdayız,” dedi neredeyse fısıltıyla. Bunun üzerine Sanat’ın kolundaki serumu dikkatlice söktüm ve onu kucağıma aldım. “Devrim,” dedi uykusunda.
“Buradayım.”
“Beni bırakma.”
“Bırakmam. Seni asla bırakmam Sanat.”
Onu kucakladığım gibi odadan çıktım. Tabii bunu gören klinik doktorları üzerimize gelmeye başladı. Bu da yetmezmiş gibi güvenlik de bizim olduğumuz kata gelmişti. Kahretsin!
Vural, “Sanat’ı götür buradan,” dedi panikle.
“Biz onlarla ilgileniriz,” diyerek lafa atlayan çakma Bodyguard Adahan’dı. Berna, Polen ve Miray da onları yavaşlatmak üzere ayaklandı. Kızlar önlerine gelene vurmaya başlamıştı. Adahan da aynı şekilde geleni geçeni savururken beni asıl şoka sokan şey Vural’ın üzerinde dikkat kaygan zemin yazan tabelayla önüne gelen herkesi pataklamasıydı.
“Koş!”
Adahan ve kızlar gitmemiz için işaret verdi. Kata sonradan Serdar’ın dahil olduğunu gördüm. Kaybedecek vakit yoktu. Hepimiz bir an önce şu lanet olasıca klinikten çıkmak zorundaydık.
Vural peşime takılanları elindeki tabelayla doğduklarına pişman ediyordu. Bende kucağımda Sanat ile beraber acil çıkış kapısından geçmiş hızla merdivenlerden aşağıya inmeye başlamıştım. Arkamda Vural’ın olduğunun bilinciyle rahat hareket ediyordum. Sanat’ı bir şekilde hastaneden kaçıracağımızı artık biliyordum.
Merdivenlerin bitiminde Tolga ve Yiğit Eren’i gördüm. Arabamı işaret ettiler. Anahtarı Vural’a verdiler. Sonrasında merdivenlerden koşarak yukarı çıktılar. Bunun üzerine arka tarafa bindim. Sanat’ın başını göğsüme yasladım ve onu kollarımla sıkıca sardım.
“Sende şurada dur bakalım,” dedi Vural birden.
“Aptal! Neden onu yan koltuğuna emniyet kemeriyle bağlıyorsun? Bas artık gaza!”
“Bu bize lazım olabilir Devrim.”
“Kaygan zemin tabelasına mı aşık oldun Vural? Belanı sikmeden önce çalıştır şu arabayı!”
Vural panikle arabayı çalıştırdı. Kliniği arkamızda bırakmış hızla yola koyulmuştuk. Sanat’ı kurtarmayı başarmıştık. Fakat şöyle bir gerçek var ki onu kimsenin bulamayacağı bir yere götürmek zorundaydım. Peki ama nereye? Onu babasının bile bulamayacağı nereye götürebilirdim?
Sanat’a çevirdim bakışlarımı. Öylece uyuyordu. Tüm olanlardan habersizdi. Yıllar önce de böyle uyutmuşlardı onu. Zihnini böyle bulandırmışlardı ve ben her ne olursa olsun onun yaralarına bir yenisinin daha eklenmesine izin vermeyecektim. İşte sırf bu yüzden kendime verdiğim en büyük sözü çiğnemeye karar verdim. Cebimden telefonumu çıkardım. Yıllardır bir kez bile aramadığım o numaraya bastım. Telefon uzun uzun çaldı. En sonunda onun sesini duydum: Abimin!
“Devrim?”
“Abi,” dedim güçlükle. Tam o sırada bunu duyan Vural’ın şaşkın bakışları dikiz aynasından bana kaydı ama umursamadım.
“Sen iyi misin?” diye sordu abim.
“Ben iyiyim ama başım belada ve bana yardım edebilecek tek kişi de sensin.”
“Ne olduğunu anlat bana. Yıllardır sana ulaşmaya çalışmamın ardından beni kendi isteğinle aramana ne sebep oldu?”
“Çok güzel bir kız,” dedim gözlerimi Sanat’tan ayırmadan.
“O kızın başı dertte abi. Onu kimsenin bulamayacağı bir yere götürmem gerekiyor ve bana yardım edebilecek tek kişi sensin. Emin ol başka çarem olsa seni asla aramazdım.”
“Benden nefret ettiğini biliyorum. Beni sildiğini de biliyorum Devrim ama…”
“Aması yok,” diyerek lafını kestim.
“Eğer bana biraz olsun değer verdiysen ve seni affetmemi istiyorsan bana yardım edersin. Seni affetmemin seni yeniden abim olarak görmemin tek şartı bu. Onun için seni bile affederim abi.”
Telefonun ardında kısa bir sessizlik oldu. Geçen onca zamandan sonra en azından bu durumda beni yüzüstü bırakmamasını umuyordum. Sessizliği, “Konum at. Gelip sizi alacağım,” diyerek bozdu abim. Ona konumu birazdan atacağımı söyleyip telefonu kapattım.
Vural, “Abin olduğunu bilmiyordum,” dedi. Bunu söylemek için telefonu kapatmamı fırsat bildiğini biliyordum. Umursamaz bir tavırla, “Sadece o biliyordu,” dedim. Kimden bahsettiğimi anladı.
Gözlerini yeniden yola dikti. Tam o sırada Buğra aradı Vural’ı. Aramayı Vural hoparlöre aldığında Buğra’nın sesi duyuldu. “Her şey temiz. Kimse peşinizde değil. Bizde evlerimize dönüyoruz,” dedi Buğra. Kazasız belasız bunu da atlattığımız için memnundum. En çok da Sanat’ı o cehennemden kaçırdığım için mutluydum. Ona sarıldım. Saçlarına dayadım burnumu. Kokusunu içime çektim özlemle. Onu bulduğum için içim rahatlamıştı ve de ona yeniden kavuştuğum için…
Şimdi de onu kimsenin bulamayacağı bir yere götürmek için abime konum atıyordum. Konumu atar atmaz, “Vural bizi burada bırak,” dedim. Vural itiraz etmedi. Arabayı kenara çekti. Sonra da arkaya dönüp bana baktı. Belki de kucağımdaki kıza…
“Dikkatli olun. Tehlike geçti ama yine de dikkatli olmanızda fayda var.”
“Sen benim arabamla git Vural. Arabayı kimse bulamasın.”
“Tamamdır. Bu bebekle güzel bir şehir turu atacağımdan emin olabilirsin,” dedi sırıtarak.
“Şu tabeladan da kurtul.”
“Mümkünatı yok. O artık benim.”
Başımı umutsuzca sallamakla yetindim. Bir süre orada yol kenarında öylece bekledik. Ta ki telefonum çalıp da abimin kapımı açtığı o ana dek…
Uzun zaman sonra yeniden karşımdaydı Erdem Erdinç Demiralp. Bana baktı ve gülümsedi. Tıpkı eskisi gibi bakıyordu bana. Aynı sevgi dolu bakışlarla ama bu beni etkilemekten çok uzaktı. Çünkü insan birinin gözündeki yansımada kırılırsa bir daha toplayamaz suretini. O da bende kırılmıştı ama şimdi sırf Sanat için onu affetmeyi düşünecektim.
Kucağımda Sanat ile arabadan indim. Abimin gözleri Sanat’a kaydı. “Onu çok seviyor olmalısın,” dedi sessizce.
“Beni affedecek kadar hemde.”
Sesinin titrediğini fark ettim. Acılarını basit bir tebessümün ardına saklıyordu. O hep böyleydi. Küçükken yarış yaptığımız o günlerde beraber her düştüğümüzde kendi gözyaşlarını içine akıtır benimkileri silerdi. Şimdi ise aynı çocuklar değil birbirlerinin gözyaşlarını silmek birbirlerinin gözlerinin içine bile bakamıyor.
“Sizi kimsenin bulamayacağı bir yere götüreceğim,” dedi abim.
Vural yanımızdan hızla uzaklaştı. Bende kucağımda Sanat ile beraber abimin arabasının arka koltuğuna geçtim. İkimizde yol boyu tek kelime etmesekte ara sıra göz göze geliyorduk. İkimizde de konuşacak cesaret yoktu. İkimizde yılların ardından birbirimizi yeniden gördüğümüz bir gecede sessizlik orucu tutmayı tercih etmiştik.
Oldukça uzun süren o yol bu sessizlikle bana hiç bitmeyecekmiş gibi gelse de en sonunda araba her şeyden uzakta kimsenin bizi bulamayacağı derken bu tarifi her milimiyle karşılayan tek katlı epey büyük bir evin önünde durdu. Abim arabadan inip kapımı açtı. Sonra da benim inmemi beklemeden evin kapısını araladı.
Sanat’ı da alıp içeri geçtim. Bunca zaman babamın abimi hiç var olmamış gibi sakladığı o evdeydim artık. Gözlerim etrafı tararken, “Onu içerideki odaya yatır,” dedi abim. Sonrasında kast ettiği odanın kapısını açtı. İçeri girdim. Sanat’ı yatağa yatırdım. Üzerini ince bir battaniyeyle örtmeyi de ihmal etmedim. Ona uzun uzun baktım. Saçlarını okşadım. Yanağına tüy hafifliğinde bir öpücük bıraktım. Onu uyandırmamak için odasının kapısını kapatıp çıktım.
Abim, “Önce sana rahat edebileceğin bir şeyler vereyim sonra da bana olan biteni anlat Devrim Dinçer,” dedi. Başka bir odadan -ki onun odası olduğuna emindim- bana koyu yeşil bir tişörtle siyah bir eşofman altı verdi. Üzerimdeki formadan kurtulup bana verdiği kıyafetleri giydikten sonra ona baktım. Kollarını göğsünde kavuşturmuş açık mutfağa doğru adımlıyordu. Kendimi onun peşinden giderken bulmam uzun sürmedi.
Abim ikimiz içinde kahve yaptı. Elindeki kupalardan birini bana doğru uzatırken, “Küçükken annem kahve içmene kızardı. Bende sana arada bir gizlice verirdim,” dedi iç çekerek. Kupayı elime aldım. Ona, “O zamanlarda örnek biriydin,” dedim iğneleyici bir tonda.
Abimin yüzünün düştüğünü gördüm ama yine de tek kelime etmedi. Onun yerine ikimizde salona geçtik. Ona olan biteni konuyu dağıtmasına izin vermeden hızlıca anlattım. Durumumuzun ne kadar ciddi olduğunun o da farkındaydı artık. Boşalan kahve kupalarını ortadaki oval sehpaya bıraktık.
“Senle Sanat burada kalın. Ben çaprazdaki misafir evinde olacağım,” dedi abim.
Ayağa kalktı. Tam gideceği sırada, “Annemin dediği doğruymuş,” dedi gülümseyerek.
“Hangi dediği?”
“O kız için her şeyi göze alacağın.”
Abim bu sözün üzerine arabanın anahtarını köşedeki sehpaya bıraktı. Hem dış kapının anahtarını hem de kapının yanındaki anahtarlıktan başka bir anahtarlığı da alıp çıktı. Onun gidişiyle Sanat’ı kontrol etmek üzere odasına doğru adımladım. Ellerim kapı kolunu kavradı. Sessizce açtım kapıyı ve o an onu gördüm ve de sırtındaki izleri…
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 9.02k Okunma |
1.01k Oy |
0 Takip |
71 Bölümlü Kitap |