
Notta yazanlar açıktı. Biri o gece olanları görmüştü ve bize bu notu bırakmıştı. Yazı elle değilde bilgisayardan yazıldığından bunu kimin yazdığını tahmin etmek güçtü ama nedense bana bu notu Asır’ın adına bir başkası bırakmış gibi geldi. Belki de gerçekten de öyleydi.
Sınıftaki yoğun uğultuyu susturmak için ağzımı açtığım sırada, “Öğrencilerin dikkatine! Tüm son sınıf öğrencilerinin gösteri salonuna gelmeleri gerektiği önemle duyurulur!” diye bir anons yapıldı. Hepimiz bu anonsun yapılma sebebini biliyorduk. Mezun olacak öğrencilerden bir senfoni orkestrası kurulacaktı. Okula veda etmek üzere bir orkestra…
“Şimdi hep beraber salona geçiyoruz. Dikkat çekmememiz gerektiğini unutmayın sakın,” dedim anonsun bitimiyle. Herkes birbirine baktı. Notta yazanların herkesin kafasını karıştırdığı ve de endişelendirdiğini biliyordum ama pes etmeyecektim. Işık’ın katilini kendi ellerimle savcıya teslim etmedikçe pes etmeyecektim.
“Notta yazanların gözünüzü korkuttuğunu biliyorum ama ben korkmuyorum. Işık bu okulda öldürüldü. Onun katili özgürce okulumuzda dolaşırken ben onun katilini bulmadan durmayacağım,” diyerek sözlerimi art arda sıraladım.
“Bende durmayacağım,” dedi Devrim kendinden emin bir şekilde.
“Bende,” diyerek atıldı Vural. Bunun üzerine kalabalıktan bizi tasdikleyen nidalar yükseldi. Birlik olduğumuzdan emin oldum. Devrim’in elinden tuttum. Arkamızda koca bir öğrenci kalabalığıyla çıktım o sınıftan. Yalanlar Resitali’nin kurbanlarıyla birlikte…
Hepimiz birlik olmuş Işık’ın bir zamanlar hayatlarımızı altüst ettiği o salona girmiştik. Piyanonun tuşlarından akan kanın ardından bu salonu da yine hep birlikte terk etmiştik. Şimdi yeniden aynı yerdeydik. Başladığımız yerdeydik. Bu sefer o zamankinin aksine birbirimizden bağımsız değildik. Bizler Yalanlar Resitali’nin kurbanlarıydık. İhanetler Müzikali’nin bir araya getirdikleriydik. Gerçekler Senfonisi’nin ise karanlıkta yanan yıldızları olacaktık.
“Sahneye gelin,” dedi piyano hocamız biz içeri girer girmez. Hep beraber sahneye doğru adımladık. Basamakları çıkıp sahnedeki yerimizi aldık. Hocaların tek tek yüzlerimizde gezinen bakışlarına karşılık benimkiler Cüneyt Hoca’ya kaydı. Onun aslında okulumuza öğretmen olarak gelmediğini, salonda yaptığı esprisinin altında yatan asıl sebebin başka olduğunu öğrenmiştim. O aslında çalıştığı üniversitede doçent olabilmek için yazdığı doktora tezinin konusu müzikal tiyatro olduğu için burada kalmıştı. Okulda kaldığı süre boyunca gözlem yapacak, öğretmenlerimizden aldığı bilgiler ile de tezini tamamlayacaktı. Okulumuzda bulunma amacının bize ders vermek olmadığını öğrensemde donuk bakışlarımı ona yöneltme dürtüme karşı koyamadım. Ona kısa bir bakış attıktan sonra sözü tüm öğretmenlerimiz adına devralan piyano hocamıza baktım diğer herkesle beraber.
“Buraya sizi toplamamızın sebebini aslında biliyorsunuz,” dedi piyano hocamız sıkıntılı bir nefes verirken.
“Mezuniyet öncesi senfoni orkestrası kurulacağını hepimiz biliyoruz da Cüneyt Bey’in buradaki rolü ne tam olarak?” diyerek araya girdi Vural.
Vural’ın sorusuyla sorunun öznesi kendini belli etmek istercesine, “Okulunuza eğitimci olarak değil tezi üzerine çalışmakta olan bir araştırma görevlisi olarak geldim. Müzikal tiyatro alanında bir tez yazıyorum. Hatta müzikalinizi organize etme sebebim de aslında buydu. Şimdi ise bir iki gün daha sizleri gözlemleyip fakültedeki görevimin başına döneceğim. Anlayacağınız bunca zaman burada bulunmamın tek sebebi tezim,” diyerek art arda sıraladı sözlerini.
Devrim’in gözlerini devirdiğini gördüm. Vural’ın da ondan arta kalır yanı olmasa da buradaki asıl mesele Cüneyt Hoca değildi. Bizim meselemiz Işık’tı ve de bu senfoni orkestrasının kurulup kurulmayacağıydı.
En sonunda, “Orkestra kurulacak mı yoksa mezuniyet öncesi senfoni orkestrası kurulması fikrinden vaz mı geçtiniz?” diyerek buz gibi bir ses tonuyla herkesin merak ettiği o soruyu ben sordum.
Piyano hocası bir yandan ensesini ovuştururken bir yandan da orkestranın kurulmayacağını söylemek üzere kelimeleri zihninde toplamaya çalıştığını gördüm. Orkestranın kurulmayacağından emindim. Çünkü ben herkesi iyi tanıyordum ve buna mimikleriyle kendini ele veren piyano hocamızda dahildi.
Sıkıntılı bir soluğun ardından, “Işık’ın ölümünden sonra orkestrayı kurmaktan hocalarınızın da ortak kararıyla vazgeçtik. Mezuniyete kadar olan boşluğu da ders işleyerek kapatmak hepimiz için en doğrusu olacak çocuklar,” dedi piyano hocamız.
O an, “Orkestrayı kuralım,” dedim aklıma gelen düşüncenin de etkisiyle.
Herkesin bakışları bir anda beni buldu. Bende, “Işık Günay Senfoni Orkestrası’nı kuralım. Hep beraber onun sevdiği parçayı çalalım,” diyerek devam ettim sözlerime. Hocalardan çok öğrenciler şaşırmıştı bu teklifime. Tek bir kişi yalnız şaşırmadı. Çünkü o benim zihnimi okuma yeteneğine sahipti. Benim bir şeylerin peşinde olduğumu bildiğinden gururla bakıyordu bana. O kişi tabii ki de Devrim’di. Devrim Dinçer Demiralp.
Piyano hocası, “Hepiniz aynı fikirde misiniz peki?” diye sordu imayla. Bunun üzerine yanı başımda duran kalabalığa çevirdim gözlerimi. Heves’e, Polen’e, Serdar’a, Buğra’ya, Alperen’e baktım tek tek. Kısacası tüm resital kurbanlarına aynı mesajı verdi bakışlarım: Senfoni orkestramızın bize katili getireceğini…
Vural, “Ben Sanat’a katılıyorum hocam. Işık benim kız kardeşim gibiydi. Ben şahsen onun sevdiği parçayı çalarak onu anmak istiyorum,” dedi.
“Işık da bunu isterdi,” dedi Devrim bana bakarak.
Vural’ın Buğra’ya attığı kaçamak bakışın üzerine başta Buğra olmak üzere diğerleri de ortaya attığım bu fikri onaylamaya başladı. Buğra, “Vural arkadaşımıza katılıyorum hocam. Işık için özel bir senfoni orkestrası kuralım. Hatta ona özel bir gece organize etmemize ne dersiniz?” dedi ve diğerlerine kaş göz işareti yaparak kendisine destek çıkmalarını bekledi. Diğerleri de onunla benzer şeyler söyleyince piyano hocamız, “O zaman orkestrayı kuruyoruz. Işık Günay Senfoni Orkestrası için piyanonun başına geçecek ismi seçmek de bana düşüyor,” dedi.
Onun bu sözlerinin üzerine Devrim bana daha da yaklaştı. “Aklından her ne geçiyorsa bunu diğerleri ile de paylaşmak için bir grup açıyorum Sanat Karay,” dedi Devrim fısıltıyla. Başımı çevirip ona baktım.
“Beni benden bile iyi tanıyorsun Devrim Dinçer Demiralp,” dedim imayla.
“Çok seviyorum demek ki.”
Devrim’in dudaklarında beliren dikkat dağıtıcı gülümsemeye kaydı aklım. Tam o sırada, “Polen sen piyanodasın,” dedi piyano hocamız. Sonrasında, “Fulya Hoca izinli olduğu için kemancıları, kontrbasçıları ve çellocuları diğer öğretmen arkadaşımız seçecek,” diyerek tamamladı sözlerini. Bunun üzerine alt sınıfların derslerine giren keman hocası bizleri gruplandırmak üzere aramıza katıldı.
Hocamız, “Sanat, Devrim, Vural, Heves, Buğra ve Miray keman grubunda; Alperen, Tolga, Berna ve Açelya kontrbas grubunda olacak,” diyerek kemancıları ve kontrbasçıları belirledi. Sıra çellocuları belirlemeye gelmişti. Hocanın gözleri gruplanan kalabalıktan salona yeni dahil olan ikiliye kaydı. Umut ile Kuzey’e!
“Sizinle beraber çello grubuna Merve ile Adahan’ı alıyorum gençler,” dedi keman hocamız. Bunun üzerine yan flüt grubunu belirlemek üzere yan flüt hocamız söze dahil oldu. O da kadrosuna Müjde, Ela, Serdar, Selin ve Yiğit Eren’i seçti. Sona kalan Yağmur ise arpı çalacak şanslı kişi oldu.
“Işık Günay Senfoni Orkestrası da Yağmur’un arpı alışıyla resmen kuruldu,” dedi piyano hocamız.
“Şimdi çalacağınız parçayı belirlememiz gerekiyor,” diye de ekledi.
“Ruelle War Of Hearts,” dedim birden.
“Işık bu şarkıyı seviyordu. Onun için bu şarkının noktalarını çalalım.”
“Işık bu şarkıyı seviyorsa bu şarkının notalarını çalacaksın. Nota kağıtlarını bugün öğretmenlerinizle hazırlayıp size vereceğiz. Şimdilik dağılabilirsiniz,” dedi piyano hocamız. Onun lafını bitirmesiyle telefonumun gelen bildirimle titremesi bir oldu.
Devrim kişisi sizi Işık grubuna ekledi.
Başımı telefondan kaldırıp Devrim’e baktım. Onun bana olan bakışı mıydı bana cesaret veren yoksa Işık’ın katilini bulmaya olan yoğun isteğim miydi bilmiyorum ama kendimi gruba o kritik mesajı atarken bulmam çok da uzun sürmedi: Orkestranın kurulmasını istememin sebebi katili senfoni orkestramızın çalacağı geceye çekmek.
Mesajı okuyanların bakışları otomatikman telefondan bana kaymıştı. Kısa bir bakışın ardından herkes tek tek telefonlarını kapatıp salondan ayrılmaya başladı. Bense en büyük destekçimin yanına gittim: Devrim’in.
Devrim beni belimden tuttuğu gibi sahneden indirdi. Sonrasında elimden tutup beni salonun dışına çıkardı. Bana, “Yeni notun kimden geldiği belli ve sen mezuniyet öncesi düzenlenecek olan müzik gecesine katili çekmeye çalışıyorsun. Diğer bir değişle Asır’ı,” dedi Devrim neredeyse fısıltıyla.
“Sanırım sende benim gibi bunu Asır’ın yaptığından eminsin Devrim Dinçer Demiralp,” dedim imayla.
“Ondan başkası olamaz. Seni klinikten kaçırmamızın ardından bunu yaptığı çok açık. Her zamanki gibi şüphelerinde haklısın sevgilim.”
“Her şey bir yana aşka gelmişiz galiba,” dedim gülerek.
“Galibası fazla. Birileri çok seviliyor diyelim.”
“Kimin tarafından?”
“Benim tarafımdan,” dedi Devrim. Etrafımızdaki öğrenci kalabalığını umursamadan yanağımdan öptü. Sonrasında beni kantine doğru götürdü. Beraber kantine geçip boş bir masaya kurulduk. Nasıl olsa notalar okul çıkışına kadar hazır olurdu. Hocalarımızın tüm vaktini bu işe ayıracağını bildiğimizden çıkışa kadar okulda oyalanmak durumundaydık.
Devrim, “Sabahtan beri hiçbir şey yemedin. Ben şimdi sana bir şeyler alıyorum. Kesinlikle itiraz kabul etmiyorum Sanat Karay,” dedi daha ağzımı açmama fırsat bile vermeden. Gözlerimi devirdim. Donuk bir ifadeyle baktım ona ama ne yüz ifadem ne de söyleyeceğim herhangi bir sözün onun üzerinde bir tesiri vardı. Devrim inat etti mi o şey olurdu. Bunu bildiğimden onun kantin sırasına girişine baktım. Tam o sırada telefonum yeni bir bildirim ile titredi.
Devrim: Gözlerini devirdiğini gördüm ama yemezler Sanat Karay.
Gülmeden edemedim. Başımı kaldırıp ona baktım. Sonrasında ona, “Gözünden de hiçbir şey kaçmıyor,” yazıp yolladım. Mesajımı okurken dudaklarının yukarıya kıvrılışını izledim. Bakışları kısa bir anlığına beni buldu. Sıra ona gelmeseydi mesajlaşmamızın uzayacağı kesindi. Kantinden ikimiz içinde birer sandviçle meyve suyu alıp yanıma geldi.
Sandviçimi ve meyve suyumu önüme bıraktığı sırada, “Şimdi seninle küçük bir durum değerlendirmesi yapacağız,” dedim Devrim’e.
“Küçük olarak nitelendirdiğin durum kesin bizim başımızı belaya sokacak,” dedi Devrim umutsuzca.
“Evet desem ne değişecek?”
“Hiçbir şey. Zaten bizim baştan beri yaptığımız tek şey bu: İstikrarlı bir şekilde belalara koşmak.”
“O zaman başlıyorum Devrim Dinçer Demiralp.”
“Söz sizin Sanat Karay.”
Devrim küçük bir çocuğu beslemeye hazır bir ebeveyn misali sandviçimin paketini sıyırıp meyve suyumun pipetini sapladığı sırada, “Devrim,” dedim bu yaptığına bir anlam vermeye çalışarak.
“Efendim.”
“Ne yapıyorsun?”
“Konsantrasyonunu dağıtmamak için yemeğini hazırlıyorum,” dedi Devrim ciddiyetle. Başımı gülerek sallama ihtiyacı hissettim. Ona bu zorlu süreci benim adıma hallettiği için teşekkür edip telefonumdan okulun koridorlarında asılı olan kat planlarının ve de tüm okulla beraber bahçeyi de içine alan krokinin olduğu fotoğrafları açtım. Fotoğrafları Devrim’in de rahat görebilmesi için telefonumu masaya bırakıp, “Bu fotoğraf giriş kata ait krokiyi gösteriyor,” diyerek anlatmaya başladım.
“Ama görüldüğü üzere diğer krokiler gibi bu kroki de hatalı. Daha doğrusu kasten hatalı çizildi.”
“Kasten mi?”
“Kasten. Bak,” diyerek normalde Devrim ile bana ait olan özel yerin olması gereken boşluğa dokundum. “Burada bizim yerimiz var Devrim. Ama krokide yok. Tıpkı diğer dört alanın da kör nokta olarak kabul edilmesi gibi,” dedim diğer dört yeri anımsayarak. Nasıl ki Devrim ile bana ait olan özel yer sanki hiç yokmuş gibi çizilmişse diğer dört yerde krokilerde yoktu. Bunu Rutkay Karay yaptırmıştı. Bu yaptığı benim okulda rahatça saklanabilmem için bana sonrasında büyük bir avantaj sağlamış olsa da bunun asıl amacı kullanılmayan ve kullanıma kesin olarak açılmayacak alanları öğrencilerin keşfetmemesi içindi. Rutkay Karay kısacası bu durum için böyle bir çözüm bulmuştu. Tabii o alanlardan birini öğrenciler çoktan keşfetmişti. Devrim ile mahsur kaldığımız -1deki oda!
Devrim, “Diğer dört yer neresi peki?” diye sordu ilgiyle.
“Biri malzeme odasının öteki girişi, biri zemin kattaki gizli oda diğeri de Işık ile mahsur kaldığımız yer,” dedim güçlükle. Işık’ın adını anmak bile sözcüklerin boğazımda düğümlenmesine yetmişti. Onunla son anımın o odada olacağını, bundan sonrasının olmayacağını nereden bilebilirdim ki?
Devrim, “Sonuncusu neresi?” diye sordu modumun düştüğünü fark ettiğinden.
“Sonuncusu arka bahçedeki okulun içine açılan kapı. Orayı da en son seninle beraber çatıda mahsur kaldığımızda kullanmıştık,” dedim. Devrim ise tüm bu söylediklerime rağmen aklına komik bir şey gelmiş olacak ki gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı.
“Komik olan bir şey mi var Devrim Dinçer Demiralp?”
Devrim daha fazla kendini tutamadı. “Sürekli bir yerlerde mahsur kaldığımızın farkında mısın? Üstüne kendimizi sürekli nezarethanede bulmamızı saymıyorum bile,” dedi Devrim. Doğru söze ne denir ki?
“Tüm bunlar bizim hayatımızın bir parçası Devrim. Buna alıştığını sanıyordum.”
“Alışmaktan çok ben seninle yaşar oldum Sanat.”
Devrim’in derin bakışlarının altında küçülüp kaybolduğumu hissettim. Ona, “Biz birlikte yaşıyoruz Devrim,” dedim ve gülümsedim. Yanağına küçük bir öpücük bıraktım. Sonrasında, “Şimdi meyve suyu kutusuna pipet saplayarak dağıtmak istemediğin dikkatimi sözlerinle ve bakışlarınla dağıttığına göre asıl konumuza dönsek diyorum,” dedim imayla.
Devrim ile yeniden ekrandaki fotoğrafa baktık. Ona, “Arka taraftaki girişi sadece Işık bilmiyordu. Asır da biliyordu. Orada kamera olmadığını da biliyordu. Kör noktanın orası olduğunu bildiğinden kolayca kaçtı,” dedim taslaktaki bir noktayı parmağımla işaret ederek.
“Işık’ın öldüğü gece de beni kaçırdığınız geceydi Devrim. Vural kameraları güvenliğiniz için kapattığından şimdi o gece ne olduğunu sadece adli tıp raporuna sahip kişiler ve savcı biliyor. Kamera kayıtlarının olmaması bir yana katilin okuldan ayrılırken her şeyi temizlemesi, ardında en ufak bir iz bile bırakmaması yüzünden de ne savcı katili bulabildi ne de biz Asır’ın gerçek katil olduğunu ispat edebiliyoruz,” dedim sıkıntıyla.
“Ama sonuç olarak biz katilin kim olduğunu biliyoruz Sanat. Onu savcının önüne atabiliriz.”
“Keşke katilin kim olduğunu bilmek yeterli olsaydı Devrim ama değil. Eğer bildiklerim yeterli olsaydı ben bu kadar yara almazdım.”
“Yeterli olmayan şey bildiklerin değildi Sanat. İnsanların sana olan inançlarıydı ve ben o kıza inanıyorum. Hem de sonuna kadar…”
Devrim’in sözleriyle kendimi olduğumdan daha güçlü hissettim. Tüm gerçekleri ortaya çıkaracağımı hissettim. O ise, “Asır’ın maskesini düşüreceğiz,” diyerek devam etti sözlerine.
“Onu ait olduğu yere göndereceğiz. Sana daha önce de söylediğim gibi bir gün ikimizde iyileşmiş olacağız ve sen bana, ‘Bitti mi Devrim?’ diye soracaksın. Bende o gün sana, ‘Bitti,’ diyeceğim Sanat.”
“O gün geldiğinde tüm gerçekler ortaya çıkmış olacak Devrim. Geriye sadece biz kalacağız.”
İkimizde birbirimizde kendimizi gördük o an. Her şeyin bittiği o anda sadece ikimizin kalacağını biliyorduk. Gerçeklerimizin ihanetlerimizden daha çok can yakacağını biliyorduk ve tüm bunların içinde beni tek korkutan şey onunla sınanmaktı.
Ona tam bir şey söylemek üzere dudaklarımı araladığım sırada, “Demek buradaydınız,” dedi Vural. Peşinden gelenlere kaydı gözlerim. Herkes birer birer alt sınıfların derslerinin başladığını gösteren zilin çalışıyla onlardan boşalan masalara geçmeye başladı. Vural sanki başka yer yokmuş gibi yanımdaki sandalyeye geçti. Devrim’in delici bakışlarını da bu sayede paratoner misali üzerine çekti.
“Nereden başlıyoruz bakalım?” diye sordu Vural ilgiyle.
Devrim gözlerini devirdi. “Eğer biraz daha Sanat’ın yamacına yaklaşmaya devam edersen ben direkt senden başlayacağım Vural,” dedi Devrim her kelimesini özellikle vurgulayarak. Vural alenen tehdit edilse de bu durumu pek de umursuyormuş gibi görünmüyordu.
Bende, “İkinizde çenenizi kapatın,” dedim birden.
Vural dudaklarına hayali bir fermuar çekerken yan masamızdan, “Sizin de sohbetinize doyum olmuyor,” dedi Buğra. Yağmur’un uyarı niteliğindeki bakışının ardından, “Birilerini kızdırma kanka,” dedi Adahan kıs kıs gülerek.
“Sen biraz sussan mı acaba?” dedi Heves Adahan’a.
Tolga yanı başındaki Adahan’ın ensesine bir tane patlattı. Adahan ile Tolga arasında küçükten başlayan yumruklaşmaların dozu git gide artmaya başladığından artık buna bir son vermem gerektiği kanısına vardım. Başımı çevirip ikisine baktım.
“Beni oraya getirtmeyin,” dedim bıkkın bir nefes eşliğinde.
Vural, “Yerinizde olsam onu kızdırmazdım,” dedi gülerek.
“Onların yerinde olmana ramak kaldı. Uyarmadı deme,” dedi Devrim buz gibi tonda.
Tolga ile Adahan’ın insanlıktan çıktığı didişmelerine bir son vermek için ayağa kalktım. Adahan’ın bileğinden tuttuğum gibi arkaya döndüm. Tolga duruldu. Adahan ise, “Sadece şakalaşıyorduk,” dedi acıyla yüzünü buruştururken.
Onu bıraktım. Sonrasında, “Şimdi konumuza dönebiliriz,” dedim.
Buğra, “Bir daha konuyu dağıtırlarsa ben buradan uçarım. Siz rahat olun,” dedi.
Masanın üzerinden telefonumu alıp onlara Işık’ın o gece bulunduğu noktayı ve katilin nereden girip çıkmış olabileceğini kroki üzerinden göstermeye niyet etmiştim ki aniden telefonuma bir bildirim geldi. Bu bir videoydu ve ne yazık ki ilk gerçeğin görüntüsü sadece benim telefonuma değil orada bulunan herkesin telefonuna gelmişti!
“Kocam neden kızımın yanında olmadığımı sorguluyordu. O artık gerçeği bildiğine göre bunu Ilgaz’ın da bilmeye hakkı var,” dedi Güneş Yılmazer videoda.
“Ilgaz’a Işık’ın benim kızım olduğunu, paragöz teyzesinin sırf kendisiyle evli kalmak için hamilelik yalanı uydurduğunu ve tehditle kendi kızımı benden aldığını söylememi istiyorsun benden!”
“Aynen bunu istiyorum Fulya! Ilgaz’ın benim hakkımda ne düşüneceği umurumda bile değil. Bu yalanın en azından biz boşandıktan sonra bitmiş olması gerekiyordu! Ilgaz’a Işık’ın öz annesinin senin olduğunu söylemen gerekiyor artık!”
Video o an bitti. Herkes izlediği şeyin etkisiyle derin bir sessizliğe büründü. Ne Tolga Adahan’a sataşıyordu ne de o ortamdan herhangi biri başka bir tepki veriyordu. O an Devrim ile birbirini bulan bakışlarımız çok şey söylüyordu. Sadece bizim bildiğimizi sandığımız bu gerçek nasıl ki ortaya döküldüyse bundan sonra da tüm gerçekleri aynı şekilde herkesin öğreneceğini ikimizde biliyorduk. Bu daha başlangıçtı ve sonu da olmayacaktı.
Şoku ilk atlatan Vural, “Fulya Hoca Işık’ın annesi miymiş?” diye sordu dehşetle.
Okkalı bir küfür savurdu Tolga. Herkes hep bir ağızdan konuşmaya başladı. Telefonlarına gömülerek videoyu yeniden izleyenlerin, tartışanların, şaşkınlık dolu sözler sarf edenlerin arasında Devrim’in yanına geri oturmak durumunda kaldım. Tüm bu kargaşanın içinde sakinliğimi korumak adına derin bir nefes aldım. İşte tam da o anda hayatın soluğu ile ciğerlerimi doldurduğum o anda telefonuma yeni bir bildirim düştü. Sadece benim telefonuma!
Bilinmeyen numara: İzlediklerin daha başlangıçtı. Gerçeklerin ardı arkası kesilmeyecek. Öğrenilen her gerçek seni Işık’a bir adım daha yaklaştıracak. O geceye dönmek istiyorsan öncelikle bana ayak uydurman gerek. Masadan kalk. Koridora çık. Karşına çıkan ilk pencerenin pervazına senin için küçük bir şey bıraktım. Acele et. Kimse görmeden onu bul Sanat Karay.
Mesajı okumayı bitirdiğim an gözlerim Devrim’e kaydı. Ona, “Sessizce oku,” dedim telefon ekranımı yüzüne doğru tutarak. Devrim sessizce mesajı okudu. Yüzüne yayılan asabi ifadeye karşılık, “Gidelim,” dedim sadece. Daha fazlasını söylemeye vaktim yoktu. Konuşmaya, düşünmeye vaktim yoktu. Harekete geçmek zorundaydım!
Devrim ile kantinde oluşan yoğun tartışma ortamını da fırsat bilerek sessiz sedasız kantinden ayrıldık. Koridora çıkar çıkmaz gözlerim etrafı taradı. En sonunda mesajda da yazdığı gibi en yakınımdaki pencereye dikkat kesildim. Her ne bıraktıysa o pencerenin pervazında olmalıydı. Aceleci adımlarımı pencereye yönelttim. Alt sınıfların derste olmasının avantajıyla etrafımızda kimsenin olmayışını fırsat bilip pencerenin pervazına konmuş tahta domino taşını aldım elime. Bunun anlamı neydi?
“Bunu bırakmış,” dedim elimdeki tahta domino taşını Devrim’e göstererek.
“Bizimle oynuyor,” dedi Devrim sinirle.
Bizi buraya getiren mesajın ardından sanki bıraktığı şeye ulaştığımızı biliyormuş gibi ikinci bir mesaj bildirimiyle titredi telefonum. Devrim ile aynı anda ekranıma düşen yeni mesajı okumaya başladım.
Bilinmeyen numara: Şimdi oyunun kurallarını öğrenmek üzere sizi oyun masasına, üst katta soldan ikinci sınıfa bekliyorum Sanat Karay.
Okuduğum mesajla Devrim ile birbirimize baktık. “Yanında olduğumu biliyor,” dedi Devrim. İlk mesajda doğrudan bana hitap ederken şimdi ikimizi de aynı yere küçük oyununu oynamaya çağırıyordu. Devrim’e bakıp, “Bizi bekliyor,” dedim sanki bizi duyabilirmiş gibi fısıldayarak.
Devrim ise korkusuz olduğunu ona göstermek istercesine elimi tutmuş beni merdivenlerin olduğu tarafa doğru yönlendirmeye başlamıştı bile. Beraber üst kata çıktık. Mesajda yazan soldan ikinci sınıfın kapısını açtık. Sınıfta kimse yoktu ama öğretmen masasının üzerinde bir kutu vardı. Kutunun üzerinde bir kağıt parçası, kutunun önünde de ayakta dimdik duran bir domino taşı ile siyah bir kalem vardı.
Devrim ile beraber masaya doğru yaklaştık. Kutunun üzerindeki kağıdı çekip aldım elime. Üzerinde yazanları sesli bir şekilde okumaya başladım.
Oyunumuz başlıyor. Ayaktaki domino taşının üzerinde katil olmayan kişinin ismi yazıyor. Onun önündeki taşı da sen koyacaksın Sanat Karay. Her seferinde kutudan bir domino taşı alacaksın eline. Üzerine katil olmayan birinin adını yazıp diğerinin önüne koyacaksın. Her yazılan taşla sıradaki ismi yazma hakkı diğerimize geçecek. Ne zamanki Işık’ın adının yazdığı taşı göreceksin işte o zaman hep beklediğin ismi de onun önünde göreceksin. Gerçek katilin isminin yazdığı taş diğerlerini yere serecek. Artık oyunun kurallarını biliyorsun. Hamle yapma sırası sende. Katil olmadığından emin olduğun ismi yazmanı bekliyorum.
Kağıtta yazanları okumayı bitirdiğimde gözüm kutunun önünde ayakta duran domino taşına kaydı. Devrim de bende aynı isme dikkat kesildik. İlk isim benim ismimdi. Sanat yazıyordu domino taşının üzerinde. Sanat!
Devrim, “Bu oyunu oynamak zorunda değiliz,” dedi ismimin yazdığı domino taşına bakarak. Bense onunla aynı fikirde olmadığımı belli edercesine kutuyu açtım. İçerisinde yazısız onlarca ahşap domino taşı vardı. Bir tanesi de avucumdaydı. Bunu neden bıraktığı da ortadaydı. Ona vereceğim ismi biliyordu çünkü. Onun oyununa ortak olacağımı da…
“Zorundayız,” dedim ve iç düşünmeden elimdeki taşın üzerine masadan aldığım kalemle onun adını yazdım: Devrim’in.
Nasıl ki ona ilk gördüğümde inanıyorsam şimdi de inanıyordum. Onun adının yazılı olduğu domino taşını benimkinin önüne koydum. Ona baktım. Kahverengi gözlerindeki oyun hakkındaki şüpheci bakışa inat elini tuttum.
“Oyun başladı Devrim,” dedim korkusuzca.
“Ve biz bitireceğiz Sanat,” dedi Devrim. Biz bitireceğiz.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 9.02k Okunma |
1.01k Oy |
0 Takip |
71 Bölümlü Kitap |