51. Bölüm

4.Bölüm: Koridorun Sonu

Şevval Nur Aydın
sevvnuraydn

“Sanat, neden ağlıyorsun kızım?” diye sordu annem.

Ağlamaktan acıyan gözlerle baktım ona. Bir yandan da düştüğümde delinen külotlu çorabımı gösterdim parmağımla. Annem dizlerinin üzerine çöktü. Kanayan dizime baktı. Elini yanağıma koydu. Gözyaşlarımı usulca sildikten sonra, “Ben daha kaç defa söyleyeceğim sana koşma diye?” dedi cık cıklayarak.

Burnumu çektim. “Koşarken olmadı,” dedim titreyen sesimle. “Sana gelirken oldu.”

Annemin beni kucaklayıp evimize götürdüğü o an geçti gözümün önünden. Şimdi o yoktu. Babamın hıçkırıkları, çığlıkları dolduruyordu kulaklarımı. Onun sesinden başka bir ses işitmez olmuştum. Öylece ifadesiz, tepkisiz, duygusuz bir şekilde izlemeye devam ettim onu. Sonrasında adımlarımı onun olduğu tarafa yönlendirmek yerine az evvel geldiğim taraftan geri döndüm. Tam da o an karşılaştım onunla: Işık’ın ve annemin katiliyle!

“Onu sen öldürdün,” dedim sayıklarcasına. Çivit mavisi gözlerine baktım öfkeyle, nefretle ve ona bir bedel ödetme arzusuyla. Gözümü karartmıştım bir kere. Bundan sonrası umurumda değildi. Hışımla üzerine yürümüş ona yeterince yaklaşınca da sert bir kafa darbesiyle onu sersemlettim.

Asır aldığı darbeyle olduğu yerde sendeledi. Elindeki çakmak da kayıp yere düştü. Gözüm bir anlığına yere düşen çakmağa kaysa da hıncımı yeterince alamadığım için Asır’ın sağ yanağına sıkı bir yumruk atmış sonrasında karın boşluğuna indirdiğim tekmeyle onu yere sermiştim ama bununla da yetinmedim. Göğsümün ortasında öfkeyle yanan kalbim daha fazlasını arzuluyordu. Çok daha fazlasını!

“Annem senin yüzünden öldü!” diye bağırdım.

Devrim bana müdahelede bulunmadı. Asır’ın üzerine oturup yüzüne art arda yumruklarımı indirirken bile kılını kıpırdatmadı. “Katil!” dedim öfkeyle. Yanıma gelen güvenliklerden sonra Devrim beni tutup kenara çekildi. Asır’ın kanayan burnunu tutup gülmesi onu sinir etmiş olacak ki onun yerden kalkmasına kalmadan karnına sıkı bir tekme de Devrim atmıştı.

Asır iki büklüm yerde acıyla kıvranmaya devam ederken bile gülüyordu. Sinir bozucu kahkahası kliniğin koridorlarında yankılanıyordu. Ona doğru atıldığım sırada güvenliklerin müdahalesine kalmadan Devrim beni belimden tutup havaya kaldırdı. Kliniğin kapısından çıktığımızda bile Asır’ın iğrenç sesini duyuyormuşum gibi hissettim.

“Katil,” dedim kliniğin kapısına doğru hiddetle. Sinirden gözüm hiçbir şey görmüyordu. Devrim beni yere indirmiş sakinleşmemi beklerken, “Burnun,” dedi sinir bozukluğuyla.

“Burnun kanıyor.”

O söyleyene kadar burnumun ucundaki ıslaklığı fark etmemiştim bile. Hafiften bir sızı hissetsemde öfkem acımın önüne geçiyordu. “Önemli değil,” dedim buz gibi bir ses tonuyla. Devrim gözlerini kısarak baktı yüzüme. Kimin daha inat olduğunu hatırlatmak istediği belliydi. Bana doğru yaklaştı. Ben daha ne yapmaya çalıştığını anlayamadan üzerimdeki okul gömleğinin uç kısmından tuttuğu gibi yırttı. Yırtıp aldığı parçayı burnuma tuttuğu sırada, “Gömleğimi yırtmana gerek var mıydı?” diye sormadan edemedim.

“Arabada peçete olmadığına göre demek ki gereği varmış,” dedi Devrim dümdüz.

“Gereği yoktu ve ben bunu neden yaptığını çok iyi biliyorum Devrim Dinçer Demiralp,” dedim gözlerimi gözlerine dikerek. Ses tonumdaki iğnelemeyi sezmişti. Çatılan kaşlarında, hoşnutsuz ifadesinde gezinen bakışlarıma inat yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Bana, “Neden yapıyormuşum?” diye sordu meydan okur gibi.

“Kimin daha inat olduğunu göstermeye çalışıyorsun,” dedim birden.

“Bir yandan da içimdeki fırtınayı dindirmeye çalışıyorsun. Açık denizimde yol almaya çalışan bir yelkenli gibisin. Hırçın dalgalar seni alıp götüremiyor aksine seni bana daha çok çekiyor sanki.”

Devrim elindeki gömlek parçasını burnumdan çekti. Dudaklarımın kenarına sıcak bir buse dokundurdu. Bir anlığına nabzım boğazımda değil dudaklarımdaydı. İçimdeki fırtına dindi. Yelkenli açık denizde bana doğru yaklaştı. Başparmağıyla az önce öptüğü noktaya dokundu ve, “O yelkenli batacaksa sende batsın Sanat,” dedi. Sesi şiir gibiydi. Bakışlarıysa bana her şeyi unutturacak kadar etkili.

Ona, “O yelkenli hiç batmayacak Devrim. Onun batmasına izin vermeyeceğim,” dedim. Sonrasında onunla birlikte arkamızdan bakan çivit mavisi gözleri arkamızda bıraktım. Birlikte onun arabasına geçtik. Emniyet kemerimi takarken Devrim elindeki kanlı gömlek parçasını avucuma tutuşturup, “Kanarsa kullanırsın,” dedi. Elimdeki kanlı gömlek parçasına baktım. Sonrasında üzerimdeki gömleğe…

Devrim gömleği nasıl bir sinirle yırttıysa karın boşluğumun sol kısmı görünüyordu. İçime beyaz crop giydiğime ilk kez pişman olmuştum. Umutsuz bir şekilde üzerimdeki yırtık gömleğe bakmayı kesip yola çevirdim bakışlarımı. Bir süre sonra araba benzinlikte durdu.

Devrim arabadan indiği sırada kapımı açıp arkasından gittim. Bana laf anlatmakla uğraşmadı bile. Onun yerine direkt benzinliğin market kısmına girdi. Bende içeriye girip kadınlar tuvaletinin olduğu yere doğru adımladım. Niyetim aynadan burnumun durumuna bakmaktı. Elimdeki gömlek parçasından da burada kurtulsam hiç de fena olmazdı.

Kimsenin görmemesi için buruşturup avucumda sakladığım kumaş parçasıyla kadınlar tuvaletine girdim. Aynanın önünde makyaj yaparken bir şeyler konuşan iki kızın yanında durup onların izin verdiği ölçüde aynadan kendime baktım. Burnumun kenarında kurumuş kan vardı. Siyah saçlarım Asır ile çıkan arbedede dağılmıştı ve gömleğimin uç kısmının bir kısmı eksikti. Öyleki tenim görünüyordu. Devrim’in elinin ayarının olmadığını bir kez de aynadan görmüş oldum.

Elimdeki kanlı kumaş parçasını kızların gidişiyle çöp kutusuna attım. Sonrasında burnumdaki kurumuş kanı temizledim. Gözlerim yansımamı buldu. Siyah saçlarımda, düz bir hat oluşturan biçimli dudaklarımda, annesini yıllar önce kaybetmiş yıllar sonra da tamamen yitirmiş o kızın yansımasına baktım uzun uzun. O kızın yoluna bakmasının vakti gelmedi mi?

Parmak uçlarım saçlarıma uzandı. Siyah saçlarımdan geçirdim parmaklarımı. Sonra da aynadaki yansımama son bir kez bakıp kadınlar tuvaletinden çıktım. Market kısmına geçtiğimde Devrim’i aradı gözlerim. Onu bulmam saniyelerimi bile almadı. Upuzun boyuyla kendini belli ediyordu Devrim Dinçer Demiralp.

Aksi bir ifadeyle etrafına bakarken en sonunda göz göze geldik. Ona doğru adımladım. Elinde bir kutu peçete, bir kutu da ıslak mendille beraber birkaç tuzlu atıştırmalık paketi vardı. Kasa sırasına geçmişti ki yanına gittim. “Tüm bunları arabaya koymak için aldığını söyleme bana,” dedim gözlerimle kucağına doldurduklarını işaret ederek.

Devrim önce kucağındakilere sonra da bana baktı. Tam dudaklarını aralıyordu ki tek kaşı gördüğü görüntünün etkisiyle alnına çivilendi. “Gömleği biraz fazla yırtmışım,” dedi küfredercesine. Elinde olsa kendi üzerindeki gömleği çıkarıp üzerime geçirirdi. Onu iyi tanıyordum. Bunu elinde olsa gerçekten yapabilecek biriydi Devrim. Söz konusu onun kıskançlığı olunca hiçbir şeyin sınırı yoktu.

Kısık gözlerle, “Sana gömleğimi boşuna yırttığını söylemiştim Devrim Dinçer Demiralp,” dedim. Önümüzdeki iki kişinin ilerlemesiyle kasaya biraz daha yaklaştık. Tam o sırada Devrim’in dikkati benden sıranın arkasına geçen bizden üç kişi geride kalan gence kaydı. Bizim yaşlarımızdaki gencin gözlerinin benim karın boşluğuma kayışıyla Devrim’in kucağındaki onca şeye rağmen beni belimden tutup yamacına çekmesi bir oldu.

“Eğer bu çocuk biraz daha sana bakmaya devam ederse yemin ederim onu da gömleğin gibi yırtarım,” dedi Devrim dişlerinin arasından.

“Aklından bile geçirme Devrim Dinçer Demiralp.”

Sıranın bize gelişiyle Devrim kucağındakileri kasaya yığdı. Kasiyer koca bir yığın halindeki ürünleri tek tek kasaya okuturken Devrim’in tehditkar bakışları arkaya çevrildi. O çocuğa kilitlendiğini gördüm. Umutsuzca başımı iki yana sallamakla yetindim. Onu kolundan tutup önüne dönmeye zorladım ama başarılı olamadım. Kasiyerin ikinci kez fiyatı söylemesiyle gerçek dünyaya iniş yaptı Devrim.

Kartını sinirle post cihazına okuttu. Poşetleri tek eline aldı. Diğer eline de arabanın anahtarını almıştı. Beraber arabaya doğru ilerlerken Devrim’in adımlarının hıncını zeminden aldığını fark ettim. Beraber arabaya geçtik. Devrim elindeki poşetleri birden kucağıma bıraktı.

“Islak mendille kuru peçeteyi torpidoya koy. Gerisini arka koltuğa atarsın,” dedi yarım ağızla.

Söylediğini yaptım. Poşetleri arka koltuğa koyduğumda, “Özür dilerim,” dedi Devrim birden.

“Ne için?”

“Bugün senin için yeterince zor şeyler yaşanmamış gibi bende kıskançlığımla senin üzerine geldim.”

“Sorun yok,” dedim yumuşak bir sesle.

“Ben annemi bugün kaybetmedim Devrim. Ben ona zaten hiç sahip olmadım.”

Devrim arabayı çalıştırdı. Bende donuk bakışlarımı yola sabitledim. Bana, “Kendini baskılıyorsun Sanat. Çünkü güçlü olmak zorunda hissediyorsun kendini. Dik durmaya kendini o kadar şartlamışsın ki bunu bıraktığın an yıkılacağını düşünüyorsun ama bu doğru değil. Neden biliyor musun?” dedi beklentiyle.

Gözlerim onu bulduğunda, “Çünkü sen her düştüğünde ben seni kaldırmak için hep orada olacağım,” diyerek tamamladı sözlerini Devrim.

“Bazen beni benden iyi anlaman, benim dile getirmeye çekindiklerimi söylemen canımı sıkıyor Devrim Dinçer Demiralp.”

“Ben senin kalbinden geçeni sana anlatamadıktan sonra neden varım o zaman?”

Dudaklarımda buruk bir tebessüm belirdi. “Sen bana insanları değil kendimi dinlemeyi öğretensin Devrim. Şimdi ise benim kulak tıkadığım benliğimi duyuyorsun. Ben duymamak için direnirken bunu sadece sen duyuyorsun. Çünkü sen benim benliğimde yaşıyorsun,” dedim ona bakıp.

Devrim’in bakışları kısa bir anlığına bana kaydı. “Tek damla yaş akmadı gözlerinden,” dedi söylememesi gereken bir şeyi dile getirir gibi. Ona, “Bu üzülmemek ile ilgili bir durum değil,” dedim iç çekerek.

“İnsan acının en büyüğünü yaşayınca diğer acılara ağlayamayacak hale gelir Devrim.”

Devrim de anlamıştı akacak gözyaşımın olmadığını. Sırf bu yüzden konuyu dağıtmak için, “Ben bir şey yaptım,” dedi. Gözlerim onu bulduğunda yüzündeki ifadeye karşılık, “Bütün gün yanındaydım. Ne yapmış olabilirsin?” diye sordum. Sıkıntılı bir soluk çekti ciğerlerine. Gözlerini yoldan ayırmadan elini cebine götürüşünü izledim. Cebinden bir şey çıkarıp avucuma bıraktı. Bir çakmak, Asır’ın elinde tuttuğu çakmak!

“Bunu sen onu bir güzel benzetirken yerde görüp aldım,” dedi Devrim.

“Bakışlarını alamadığına göre önemli bir şey olmalı,” diye devam etti sözlerine.

Çakmağa baktım dikkatli bir şekilde. Üzerindeki siyah ejderha kabartmasını inceledim. Bu çakmağı daha öncesinde bir yerde daha gördüğüme emindim. Çakmağın kapağını aralayıp kapattım. Siyah ejderha figürü bile bir şeyleri anımsatmaya yetiyordu. Peki ama bu çakmak kimin?

Çakmağın Asır’a ait olmadığına emindim. Onun bunu başka birinden aldığı kesindi. Çakmağı özellikle benim gözüme sokma niyetinin altındaki asıl sebep neydi? Asır bana ne anlatmak istiyordu? Gözlerimi yumup bir süre düşündüm. Bu çakmağı daha önce nerede ve kimin elinde gördüğümü hatırlamaya zorladım kendimi.

Küçük bir kesit belirdi zihnimde. Ahşap büyük yemek masası, masanın üzerinde de bu çakmak vardı. Biri o çakmağı aldı eline. Dudaklarının arasındaki sigarayı yakışını anımsadım. O an hatırladım. Bu çakmağın sahibinin yüzünü hatırladım. Onun kim olduğunu biliyordum. Asır’ın bana anlatmak istediği şeyi de!

“Devrim,” dedim birden.

Devrim’in bakışları bir saniyeliğine bana kaydı. “Bu çakmağı hatırladım. Asır’ın neden çakmağı fark etmem için elinden geleni yaptığını biliyorum.”

“Nedenmiş?” diye sordu Devrim. Asır’ın adını duymaya bile tahammülü yoktu.

“Çakmağın sahibi Asır’ın babasıydı Devrim. Asır’ın yangından sonra ölen babasının.”

Devrim’in göz bebekleri duyduğu şeyle büyüdü. Bense, “Asır’ın çıkardığı yangından dolayı ölen babasının çakmağı,” diyerek durumu netleştirdim.

Devrim ani bir frenle arabayı durdurdu. Arkamızdaki arabanın kornasından sonra yoluna her ne kadar devam etmek zorunda kalsa da, “Siktir!” diyerek o an hissettiğini dile getirmekten çekinmedi.

“O piç kurusu kendi öz babasını mı öldürdü?” diye sordu Devrim çenesini sıkarak.

“Evet o öldürdü. Yangını o çıkardı ama bunu söylediğim için kliniğe yatırılan ben oldum.”

Devrim’in sinirden direksiyonu sıkan parmaklarına kaydı gözlerim. Eklem yerleri beyazlamıştı. Kafasının içinde gezinen düşüncelerin farkındaydım. Bu yolun bitmeyeceğinin de.

Sırf bu yüzden, “Durup biraz konuşalım mı?” diye sordum dümdüz. Mimiksiz sorduğum soruya karşılık tek kelime etmedi. Sadece arabayı en müsait noktaya park edip başını koltuğa yasladı. Gözlerini yumup bir süre sessizce düşündü Devrim Dinçer Demiralp. Tüm bunlar o kadar fazlaydı ki sindirebilmek için biraz zamana ihtiyacı vardı. Tabii benimde.

Devrim, “Anlat. Ben hazırım,” dedi birden.

“Bu çakmağı en son yıllar önce gördüm. Yemek masasının üzerinde duruyordu. Asır’ın babası çakmağı dudaklarının arasındaki sigarayı yakmak için kullandıktan sonra babamla beraber konuşmak için kapının önüne çıktı. Asır’ı ilk o zaman gördüm. Ondan öncesine kadar hep babam evlerine gitmişti,” diyerek başladım sözlerime.

“O günden yaklaşık bir hafta sonra evlerinde büyük bir yangının çıktığı haberini aldık.”

“Sende mi oraya gittin?” diye sordu Devrim. Başımı hafifçe olumlu anlamda salladım.

“Babam annemle beni de götürdü. Asır’ın babası yangında bedenen zarar görmese de ağır karbonmonoksit zehirlenmesinden hayatını kaybetti. Babamda Asır’ı arkadaşının oğluna sahip çıkmak istediğini söyleyerek evlat edindi.”

“Yangını o çıkardı,” dedi Devrim sinir bozukluğuyla.

“Evet yangını o çıkardı Devrim. Onu birkaç kez bizim evin perdelerini çakmakla tutuşturmaya yeltenirken yakaladım ama kimse bana inanmadı. Herkes aklımı kaçırdığımı, uyuşturucu bağımlısı olduğumu ve bundan dolayı sanrılar gördüğümü söyledi. Onlara defalarca kez kendimi anlatmaya çalıştım ama yine de ona inanmaya devam ettiler. Eğer…”

Yutkundum. Gerisini getiremedim. Emniyet kemerimi çıkarıp arabadan indim. Açık havada biraz soluklandım. Devrim arabadan inip yanıma geldi. Gözleri üzerimdeydi. Gerisini duymayı istiyordu. İstediğini biliyordum.

“Eğer?” dedi Devrim beklentiyle.

“Yıllar önce bana inanmış olsalardı ben bu kadar yara almazdım,” dedim birden.

“Bana güvenselerdi ben bu kadar dağılmazdım. Elimden tutsalardı ben düşmezdim. Gerçekleri yalan olarak görmeselerdi ben kendime olan inancımı yitirmezdim ama beni asıl kahreden şey bunlardan çok çakıldığım yerden beni aldıktan sonra beni kırılan bir biblo misali yapıştırıp aldıkları yere geri koymaları oldu. Kimse yapıştırıcının yeterince kuruyup kurumadığına, biblonun eksik bir parçasının olup olmadığına bakmadı. Kalbini göğsüne yerleştirmeyi unuttuklarını fark etmediler. O biblonun eskisinden bile daha kötü bir durumda olduğunu kimse görmedi Devrim. Biblo da bedenindeki çatlaklarla, paramparça bir ruhla ve bomboş kalan göğsünde gerçek bir kalbi olmadan devam etti hayatına.”

Devrim donmuş bedenime doğru bir adım attı. Sonra bir adım daha ve aramızdaki mesafeyi tamamen kapattı. Ben dümdüz karşıya bakarken o bana bakıyordu. Ben hiçliğimde boğulurken o benim soluk maviliğimde kayboluyordu. Alnını sol şakağıma dayadı. Soluğu yanağıma vuruyordu. Bana yeniden hayatta olduğumu hissettiriyordu.

“Ben o bibloyu seviyorum Sanat,” diye fısıldadı baldan tatlı sesiyle.

“Paramparça ruhuyla, bedenindeki çatlaklarla ve de olmadığını sandığı kalbiyle seviyorum. Her ne kadar biblo bilmesede ben kendi kalbimi yerleştirdim onun göğsüne. Artık üşümez ruhu. Artık sızdırmaz çatlakları. Artık acılar dolduramaz eskisi gibi göğsündeki boşluğu. Ne de olsa ben o boşluğu kapatalı çok oldu.”

Devrim’e çevirdim bakışlarımı. Alnımı alnına dayadım. Ondan soluklandım bir anlığına da olsa. “Sen olmasan ben bunca şeye nasıl dayanırdım hiç bilmiyorum Devrim,” dedim sessizce.

“Sen tüm bunlara bensiz dayandın Sanat ama şimdi ben varım yanında. Hep de orada olacağım.”

Devrim alnıma küçük bir buse bıraktığı sırada telefonum titredi. Bunun anlamını ikimizde biliyorduk. Katilin bizimle yeniden iletişim kurduğunu da.

Bilinmeyen numara: Hamle yapma sırası sizde. Oyun odamıza ulaştığında sizi büyük bir sürpriz bekliyor olacak. Acele edin. Her an ortadan kaybolabilir.

Okuduğum mesajla beraber, “Kaybedecek vakit yok,” dedi Devrim. Beraber arabaya geçmiş okula doğru yola koyulmuştuk. Gözümü yol boyu mesajdan ayıramadım. Bizi oyun odasında ne tür bir şeyin beklediği konusunda kafa patlatsamda söz konusu Asır olunca yapabileceklerinin sınırı olmadığından bir şey bulamamıştım. Devrim de benden farksız değildi. O da bizi neyin beklediğini düşünüyordu. Yalanlardan, ihanetlerden sonra sırada gerçekler yok muydu yoksa?

Devrim arabayı okulun demir sürgülü kapısının önüne park ettiğinde ikimizde arabadan inmiş. Okulda kimsenin kalmamış olmasını fırsat bilerek bahçeye geçmiştik. Serdar’ın babası bizi görse de tek kelime etmedi. Uzun yıllar boyunca da tek kelime etmemişti zaten. Şimdi de kulübesine çekilecekti.

Onun yanından geçip okul binasından içeriye geçtik. Koridorlarda ışıklar yanıyordu. Henüz okul tamamen karanlığa gömülmemişti. Devrim ile beraber hiç vakit kaybetmeden merdivenlere yöneldik. İkişer ikişer tırmandığımız basamakların sonunda parmaklarım katilin oyun sınıfının kapısının kulbunu kavradı. Kapıyı açtım. İçeriye doğru bir adım attığımda onu gördüm: Adahan’ı!

“Senin ne işin var burada?” diye sordum dayanamayarak.

Adahan bana cevap vermek yerine masanın kenarında durup gerçeği kendi gözlerimle görmemi sağladı. Müjde’nin önündeki taşın üzerinde Adahan yazıyordu. O an anladım. İlk taşı koyan ulaktı. Katilin ulağıydı. Ondan sonraki hamlenin sahipleri ise gerçek resital kurbanlarıydı. Biz aslında oyunun içinde değildik. Biz baştan beri oyunun kendisiydik.

“Diğerlerinin bundan haberi var mı?” diye sordum Adahan’a. Tam o sırada, “Neyden?” diye bir ses duydum. Arkamı döndüğümde kapının ağzında durduklarını gördüm. Oyunun her bir taşı buradaydı.

Devrim, “Sürpriz buymuş anlaşılan,” dedi kapıdakilere bakarak.

“İçeri gelin hemen,” dedim bunun üzerine.

Herkes tek tek içeri girdi. İçeri en son giren ve kapıyı kapatan Vural oldu. Herkesin gözü öğretmen masasının üzerine dizilmiş domino taşlarına kaydı. “Taşların üzerinde neden isimler yazıyor?” diye sordu Alperen. Onun sesi kalabalıktaki ürkütücü sessizliği sonlandırdı.

“Bunun anlamı ne?” diyerek lafa dahil oldu Merve.

“Bu bir oyun. Katille biz kurbanlar arasında gerçekleri ortaya çıkarak bir oyun,” dedim her birinin yüzüne tek tek bakarak.

“Katille mi?” diye sordu Berna endişeyle.

Devrim, “Katil her seferinde sıradaki resital kurbanının adının yazılıp bir diğerinin önüne konulduğu bir oyun tasarlamış. Buraya da sizi oyunda birer taş olduğunu göstermek için çağırdı,” diyerek olayı kısaca özetledi.

“Son kurbandan sonra gelecek olan isim Işık’ın ismi. Katil ne zamanki Işık’ın adının olduğu taş konulursa o zaman onun önüne kendi adının yazdığı taşı koyacak. Onun adının yazılı olduğu taş diğer taşları yıkacak. Oyun sadece gerçekle değil aynı zamanda da bir yıkımla son bulacak,” dedim Devrim’i tamamlamak için.

“Katil ile bir oyunun içindeyiz ve siz onun kendi adını yazacağına nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz?” diye sordu Buğra küfredercesine.

“Ya katil bizi bununla oyalıyorsa?” diyerek araya girdi Heves.

“Ortada bir katil var. Işık’ın katili! Ona güvenemeyiz,” dedi Serdar.

“Öncelikle bi sakin olun,” dedim donuk bir ifadeyle.

Kalabalığın uğultusunu, “Katilin kendini ifşa edeceğinden eminim. Çünkü savcı da oyunu biliyor!” diye bağırarak bastırdım. Herkes sesini kesti. Kimse tek kelime etmemekle birlikte herkeste aynı şok ifadesi vardı. Sıkıntılı bir nefesin ardından, “Bu oyunu oynamaya mecburuz. Oyunun sonunda katil kendi adını verecek. Nereden mi biliyorum? Çünkü onun daha büyük bir şeyin peşinde olduğunu bilecek kadar onu iyi tanıyorum!” diyerek haykırdım gerçeği.

“Katilin kim olduğunu biliyorsun,” dedi Vural uzaktan.

Başımı çevirip ona baktım. “Biliyorum ama bilmek ne yazık ki hiçbir şeye yaramıyor,” dedim güçlükle.

“Asır,” dedi Buğra birden. Yapbozun en önemli parçasının adı onun dudaklarından döküldü. Diğerleri de böylece eksiklerini tamamladı. Yağmur, “Asır seni o gece kaçıran kişiydi,” dedi sayıklar gibi.

“Işık’ı Asır öldürdü,” diyerek hiç kimsenin söyleyemediği o cümleyi Vural söyledi. Işık’ın en yakın dostu, resitalin bir diğer önemli ismi, ilk ihanetin sahibiydi hepimizin söylemeye çekindiği gerçeği dile getiren. Şimdi ise en büyük gerçeği ortaya çıkarmada bizim yanımızda olacaktı.

“Devrim ile beraber Asır’ın bunu yaptığını kanıtlamak için onun kurduğu oyunu oynuyoruz. Eğer derseniz ki biz bu oyunda olmak istemiyoruz. O zaman bana söyleyecek pek bir şey kalmıyor,” dedim kalabalığa bakarak.

İlk başta kimse tek kelime etmedi. Herkes masanın üzerindeki domino taşlarına odaklanmıştı. Yazan isimlerin aramızda bulunan sahiplerinin ne kadar tedirgin olduğunu gördüm. Onları suçlayamazdım. İçinde bulunduğumuz ateş çemberi git gide daralırken gideni asla suçlamazdım.

Vural, “Ben bu oyunu oynayacağım. Işık’ın katilini ortaya çıkarmak için her şeyi yaparım,” dedi sessizliği bölerek.

Vural’dan cesaret alan ve de adını biz gelmeden taşa yazıp diğerinin önüne koyan Adahan da, “Ben zaten bu oyundayım,” dedi.

Kalabalıktan kimse oyunun dışında kalmak istemedi. Herkes bize destek olmak ve bu oyunu sonlandırmak için buradaydı. Yalanlar Resitali’nin birbirine düşürdüğü, İhanetler Müzikali’nin birbirlerine ihanet etmeye zorladığı kurbanlar şimdi Gerçekler Senfonisi’nde gerçekleri haykırmak için bir aradaydı.

“Hepimiz bu oyundayız,” dedi Buğra.

“O halde hamle sırası bizde,” dedi Devrim.

Siyah kutunun içinden bir taş alıp kalemle beraber bana uzattı Devrim. Herkes pür dikkat benim taşa isim yazışımı izliyordu. Sıradaki kurban belliydi. Adahan’dan sonra sıradaki isim belliydi. Bana düşen şey o ismi yazıp diğerinin önüne koymaktı. Öyle de yaptım. Taşın üzerine kalemle Buğra yazıp diğer taşın önüne bıraktım.

“Hamle sırası sıradaki kurbanda olacak. Katil sizinle irtibata geçene kadar sakın yeni bir hamlede bulunmayın,” dedim uyarıcı bir tonda.

“Ayrıca bu sınıfa bizden başkasının girmediğinden ve de oyunun gizli kaldığından emin olmalıyız,” dedi Devrim.

“Oyun bir sır olarak kalacak,” dedi Vural.

Herkes Vural’ı tasdikledi. “Artık hamle sırası katilin görevlendirdiğinde. Şimdi ise bize düşen kimse burayı bulmadan önce okulu terk etmek,” dedim her birine tek tek bakarken.

Vural kapıyı açıp koridora kısa bir bakış attı. Okulda bizden başka kimse yoktu. Bu yüzden hepimiz sınıftan çıkmış kapıyı kapatmıştık. Hep beraber merdivenlerden inmeye başladık. Tam o sırada giriş kata vardığımızda koridorun sonunda karanlık bir gölge gördüm. Gölge git gide yaklaşmaya başladı. Hepimiz olduğumuz yerde durmuş gölgenin bize doğru adımlayışına dikkat kesilmiştik. Gölge en sonunda aramızda ufacık bir mesafe kaldığında gösterdi yüzünü bize. Onun kim olduğunu biliyordum. Onun gelişi biz her ne kadar farkında olmasakta taşları yerinden oynatacaktı. Hem de bir anda!

Bölüm : 24.02.2025 19:30 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Şevval Nur Aydın / Yalanlar Resitali (Tamamlandı) / 4.Bölüm: Koridorun Sonu
Şevval Nur Aydın
Yalanlar Resitali (Tamamlandı)

9.02k Okunma

1.01k Oy

0 Takip
71
Bölümlü Kitap
1.Bölüm: Resital2.Bölüm: Saç Teli3.Bölüm: Çatı4.Bölüm: Mavi Kurdele5.Bölüm: Fotoğraf6.Bölüm: Hoşça Kal7.Bölüm: Tik Tak8.Bölüm: Kelebek9.Bölüm: Sırlar ve Duvarlar10.Bölüm: Orman11.Bölüm: Karanlığın Uykusu12.Bölüm: Hastane13.Bölüm: Darbe14.Bölüm: Çiçek Buketi15.Bölüm: Kırılgan16.Bölüm: Sırlar ve Yalanlar17.Bölüm: İkna18.Bölüm: Telefon19.Bölüm: Uzat Ellerini20.Bölüm: Şeytanın Müzisyeni21.Bölüm: İtiraf22.Bölüm: Kamera Kayıtları23.Bölüm: Son Kurban (Sezon Finali)~Duyuru~1.Bölüm: İlk İhanet2.Bölüm: Yeni Bir Not3.Bölüm: Ruh4.Bölüm: İlk Prova5.Bölüm: Oda6.Bölüm: Zehir7.Bölüm: Beraber8.Bölüm: Küçük Bir İyilik9.Bölüm: Yerinde Olsam10.Bölüm: Asıl Oyun Kurucu11.Bölüm: Rol12.Bölüm: Müzikal13.Bölüm: Siyah Kutu14.Bölüm: Ses15.Bölüm: Sanat’ın Acıları16.Bölüm: Sır17.Bölüm: Anons18.Bölüm: Sanat’ın Devrim’i19.Bölüm: Kalplerin Savaşı20.Bölüm: Üç Burslu21.Bölüm: Toka22.Bölüm: Başım Belada23.Bölüm: Rüya (Sezon Finali)1.Bölüm: Işıkların Söndüğü Gece2.Bölüm: Domino Taşları3.Bölüm: Oyunun İçinde4.Bölüm: Koridorun Sonu5.Bölüm: Çırak6.Bölüm: İhtimal7.Bölüm: Yıkık Dökük8.Bölüm: İkinci Hediye9.Bölüm: Boşluk Doldurmaca10.Bölüm: Yıldız11.Bölüm: Kağıt Uçak12.Bölüm: Ay Işığı Sonatı13.Bölüm: Tünel14.Bölüm: Konum15.Bölüm: Oyunu Bozdum16.Bölüm: Taş Hırsızı17.Bölüm: Adalet Vakti18.Bölüm: Senden Kırıldım19.Bölüm: Şeytanın Ulağı20.Bölüm: Hırka21.Bölüm: Son Gerçek22.Bölüm: İyileşme Vakti23.Bölüm: Adınla Yaşa (Final)Gölgelerimiz Birlikte (Özel Bölüm)
Hikayeyi Paylaş
Loading...