
Herkesin sırları vardır, benim bile. Benimde sırlarım vardı. Karanlık, gömüldüğü topraktan çıkmayı bekleyen sırlarım vardı. Günahkar dudakların arasında tutulan gerçeklerim vardı. Her an aralanabilirdi günaha bulanmış dudaklar. Bir kara büyü misali etkileyebilirdi her şeyi gerçeklerim. Etkilemeye başlamıştı da. En çok da Devrim’i…
Benim gerçeklerimden kaçarken ihanet etmişti verdiği en büyük söze. Şimdi ise abisi ile göz gözeydi. Dün ikimiz içinde yeterince zor geçmemiş gibi şimdi abisinin ensesinde bittiği ve bundan sonra her daim onun gözünün önünde olacağı gerçeğini sindirmeye çalışıyordu Devrim. Fakat şöyle bir gerçek var ki sindirmesi gereken tek şey bu değildi. Abisinin burada olmasından daha ağır gerçekler vardı. İkimizi de ezecek gerçekler vardı. Sadece o an bunun farkında değildik.
“Abi,” dedi Devrim yarı şaşkın yarı da hoşnutsuz bir ifadeyle. Erdem abi ağır adımlarla kantinin kapısından içeriye girdi. Onu karşılamak için yerinden ayrılan Hüseyin abi, “Hoş geldin,” dedi babacan bir edayla.
“Hoş buldum,” diyerek karşılık verdi Erdem abi.
Gözü bir anlığına bizim olduğumuz tarafa kaydı. Kardeşiyle konuşacak, ona bir açıklamada bulunacak durumda olmadığı belliydi. Sırf bu yüzden Devrim’i es geçip işinin başına kantinin arka tarafına geçmeyi tercih etmişti.
Devrim, “Biraz hava almalıyım,” diye mırıldandı. Elindekileri masaya bırakıp ayağa kalktı. Kantinin kapısına doğru adımlamaya başladığı sırada peşinden gittim. Birkaç adım sonra ona yetiştim. Ona, “Bensiz nereye gittiğini sanıyorsun Devrim Dinçer Demiralp?” diye sordum sitemkar bir şekilde.
Devrim’in bakışları bana kaydı. Dudaklarını haylazca ısırdı ve, “Sensiz gittiğimi kim söyledi?” dedi.
“Kimsenin söylemesine gerek yok. Arkana bile bakmadan gidiyorsun,” dedim dümdüz.
Devrim elini belime koyup beni kendine doğru çekti. Bana, “Arkama bakmama gerek yok. Çünkü biliyorum ki sen her zaman yanımda durursun,” dedi.
Haklıydı. Ben onun arkasında değil her zaman yanında olacaktım. Ona baktım. Başımı onun omzuna yasladım. Koluna sarıldım. Devrim’in kıkırdadığını duydum. Onu yeniden eski haline döndürmeyi başarmıştım. Beraber hava almak için biraz bahçeye çıktık. Gördüğümüz ilk boş banka oturup biraz soluklandık.
“Neden her şey bu kadar zor olmak zorunda?” diye sordu Devrim birden.
“Neden hep bir şeyler saklanmak zorunda? Neden kimse bana bir şey anlatmıyor? Beni böyle koruduklarını sanıyorlar ama yanılıyorlar Sanat. Böyle yaparak daha çok canımı yakıyorlar.”
“O gün olanlardan daha fazlası var da ondan,” dedim iç çekerek.
“Ne demek istiyorsun?”
“O olaydan sonra sen içerideyken bir şeyler olmuş olmalı Devrim. Abinle ilgili, onun herkesten uzakta bir hayat yaşamasına sebep olacak bir şeyler olmuş olmalı.”
“Ben sana söyleyeyim. Erdem Erdinç Demiralp korkağın tekiydi. Beni bir başıma bırakıp gitti.”
Devrim’in sözünü bitirmesiyle tam arkamızdan karton bardakların yere düşme sesi geldi. Dönüp baktığımda Erdem abi ile göz göze geldim. Bize çaylarımızı ve masada bıraktığımız tostlarımızı getirmişti. Tostlarla birlikte çaylar yere düşmüştü. Gözlerindeki kederi gördüm o an. Bizim bilmediğimiz bir tehlikeyi göze alarak kardeşinin yanında olmaya geldiği yerde kardeşinin ondan korkak diye bahsetmiş olması ağırına gitmişti.
Devrim’in onu bulan bakışlarıyla eğilip yerdekileri yakınındaki çöp kutusunun içine attığı gibi yeri döven adımlarıyla içeriye girdi. Devrim sinir bozukluğuyla önüne döndü. Ne abisinin arkasından gitti ne de tek kelime etti. Öylece bir süre boşluğa baktı. Belki de baktığı yer sadece boşluk değildi, içinde boğulduklarıydı.
Ona yaklaştım. Omzundan öptüm onu. Başını çevirip bana baktı. Alnıma küçük bir buse bıraktıktan sonra, “Provaya geç kalmayalım,” diye mırıldandı. Daha provaya vakit olmasına rağmen tek kelime etmedim onun yerine onunla beraber içeriye geçmeyi tercih ettim. Tam o sırada bir bildirim düştü ekranıma.
Bilinmeyen numara: Hamle sırası sende Sanat Karay. Bu sefer senin için küçük bir mesaj da bıraktım. Okuduktan sonra kurtul ondan.
“Sorun nedir?” diye sordu Devrim yüzümün aldığı şekle istinaden. Ona telefon ekranımdaki mesajı gösterdim. İkimizde bizi bir felaketin beklediğini biliyorduk. O mesajda ne yazdığının bir önemi yoktu. Katil bizim bir araya gelişimizin bedelini ağır ödetecekti. Hem de çok ağır!
Devrim ile beraber yeniden oyun odasına girdik. Bir zamanlar Işık, Umut ve Vural’ın dersten kaytarmak için kullandıkları bu sınıf şimdi katilin hepimizi alet ettiği kanlı oyununun merkeziydi. İçeri girmiş masaya doğru yaklaşmıştım. Masada birbirini takip eden domino taşlarının yanında katlı bir kağıt parçası vardı. Önce hamlemi yaptım. Kutudan aldığım taşın üzerine Yiğit Eren’den sonra gelen ismi yazdım: Ela!
Tolga’nın isminden sonra Yiğit Eren’in ismi yazılmıştı. Ela’nın isminin yazılı olduğu taşı da Yiğit Eren’in adının yazdığı taşın önüne koydum. Hemen ardından katilin bizim için bıraktığı notu açıp okumaya başladım.
Asıl oyun şimdi başlıyor. Taşların sonunda Işık’ın adını gördüğün an katilin adını öğrenmene son bir taş kalmış olacak ama unutma ki her şeyin bir bedeli olduğu gibi gerçeğin de bir bedeli var Sanat Karay. Öğrenilmemiş gerçek kalmayacak. Herkes her şeyi öğrenecek. İlk gerçek dün açığa çıkandı. Sırada kim var dersin?
Yazılanları sesli bir şekilde okuduktan sonra kağıdı yırtıp çıkmadan önce çöp kutusuna attım. Devrim, “Sırada kim olabilir?” diye sordu. Kendi kendine bir isim arayışına girmişti ki merdivenlerden aşağıya indik. Bu soruya daha mantıklı bir cevap bulabilmek adına kantinde bizi bekleyen kalabalığa karışmaya niyet etsek de işler pek de bizim planladığımız gibi gitmedi.
“Bu Işık!” dedi biri şaşkınlıkla.
“Nasıl olur?” dedi bir başkası.
Koridorda toplanan kalabalığı takip etmeye başladık. Devrim ile beraber bizimkilerden oluşan küçük kalabalığın arasına kaynadık. Herkes dev ekrandaki kişiye bakıyordu. Karay Müzik Koleji’nin kraliçesine, bizi yalanların arasına sürükleyen, ruhlarımızı ihanetle lekeleyen o kıza baktık hep birlikte: Işık’a!
“Bu videoyu sizler resitaldeyken çekiyorum,” diyerek başladı Işık sözlerine.
Katilin bahsettiği şey buydu. Işık ölmeden önce her birimizin gerçeklerini anlattığı bir video çekmişti. Katil her birimizin gerçeklerini onunla beraber açığa çıkaracaktı. Belki de sadece Işık ile değil daha karanlık yollara başvuracaktı ama şöyle bir şey var ki hepimizin gerçekleri gün yüzüne çıkmadıkça bitmeyecekti. Oyun son gerçek açığa çıkmadığı sürece bitmeyecekti!
Işık, “Günün birinde eğer kurduğum oyun istediğim gibi şekillenmezse diye çekiyorum bu videoları. Eğer olurda amacıma ulaşamazsam kurbanlara karşı elimde kozum olsun diye,” dedi. Safir mavisi gözlerine baktım. Duygudan yoksun bakıyordu ekrana. Gözünü nasıl kararttığını kayda almıştı kendince.
“Bu videoları çektiğimden kimsenin haberi yok. Oyunu kurmamda bana yardım eden biricik arkadaşım Vural’ın bile. Onun bile bir gün çıktığımız yoldan dönebileceği gerçeğini göz ardı edemem. Sırf bu yüzden çektiğim videoları işime lazım olacağı o ana dek kimsenin bulamayacağı bir yerde saklamaya karar verdim. Gel gelelim resitalde olacaklara.”
Işık’ın nefes almak üzere duraklamasıyla önce solumda duran Devrim’e sonra da sağımda yerini alan Vural’a baktım. İlk kimin gerçeğini patlatacağını artık biliyordum. Işık’ın biricik dostunun, resitalin başlamasının bir diğer sebebinin gerçeği yankılanacaktı dört bir yanda: Vural’ın!
Işık sarı saçlarından gözüne gelen bir tutamı kulağının arkasına sıkıştırıp anlatmaya kaldığı yerden devam etmek üzere araladı dudaklarını. “Oyunumu senin için hazırladım Sanat. Bugün ve bundan sonra olacak olan her şey aslında senin için,” diyerek yeniden başladı konuşmaya.
“Resitali senin için düzenledim Sanat. Tabii bu konuda arkadaşım Vural’ın da hakkını yememem gerekir. Sonuçta tüm bunları onunla beraber planladım. Önce ne mi yaptım? Hemen anlatayım.”
Kamerayı kendine biraz daha yaklaştırıp, “Önce kusursuz cinayeti planladım, sonra da sizin her birinizi birbirinize düşürecek yalanları,” dedi.
“Bugün eğer her şey plana uygun giderse polis piyanonun içindeki düzeneği bulacak. Kanımı ve de düzeneğe dolanmış bir tutam saçıma ulaşacaklar. Eğer bir kez olsun yokluğum aklınıza gelirse o saçın bana ait olduğunu polisinde yardımıyla yarına kadar öğrenmiş olacaksınız. Siz benim öldüğümü düşünürken ben aslında sizin ensenizde olacağım. Vural’ın da yardımıyla kameralar olmadan rahatça yer değiştirebileceğim. En önemlisi de ne biliyor musunuz? Siz beni ararken ben her birinizi çoktan oyunuma dahil etmiş olacağım. Şimdilik bu kadar. Bir dahaki videomda görüşmek üzere. Kendine o zamana kadar çok iyi bak Sanat.”
Işık’ın videosu tam da o esnada bitti. Vural’ın donup kaldığını gördüm. Videolardan haberi yoktu. Işık tüm bunları kayda videoda da söylediği gibi ondan habersiz almıştı. Vural her ne kadar tüm bunların başında olduğunu daha öncesinden itiraf etse de bunları uzun zaman sonra daha dün sabah toprağa verdiği yakın arkadaşından duymak ona ağır gelmişti.
Kalabalığa baktım. “Bu koridorda itiraf ettiğimiz her şey gerçeklerimiz olarak bize dönecek. Size o zamanda da söylediğim gibi burada olan burada kalır,” dedim herkese karşı. Alt sınıflar yoktu aramızda. İtirafların yankılandığı gündeki gibi hocalar da yoktu. Orada sadece biz vardık: Yalanlar Resitali’nin kurbanları!
“Ben artık ciddi manada korkmaya başladım,” dedi Polen ürpererek.
“Haksız sayılmazsın,” dedi Adahan.
“Bu oyunda hepimiz yalan söyledik. Kendini suçlama dostum,” dedi Buğra Vural’a.
“Hepimiz zaten itirafçı olduk. Yaptıklarımızla yeniden yüzleşmek zorunda kalacağız ama bu aşamayacağımız bir şey değil,” dedi Devrim kalabalığa doğru.
“Haklısın,” dedi Vural Devrim’e bakarak.
“Senfoni orkestramızın başına geçme vaktimiz gelmedi mi sizce de?” diye sordu Alperen.
Hepimiz birbirimize baktık. Tüm resital kurbanları bir aradaydı. Bu sefer bizi birbirimize düşüren yalanlar yoktu. Bizi birbirimize ihanet etmeye zorlayan sebepler yoktu. Bizi birlik olmaya iten bağlar vardı artık. Yalanlar Resitali’nin bir araya getirdikleri vardı.
Onlara, “Alperen haklı. Senfoni orkestramızın başına geçme vakti geldi,” dedim.
Herkes bir süre öylece bana baktı. Tolga, “Hoca provaya çağırıyor,” dedi gruptan gelen mesaja bakarak. Bunun üzerine hep beraber senfoni orkestramızı kurmak ve gerçekleri ortaya çıkarmak üzere gösteri salonuna geçtik.
Hocalar bizi durmamız gereken yerlere yerleştirirken, “Senfoni için bir parça daha eklememiz gerekiyor gençler,” dedi piyano hocamız. Çalacağımız parçanın kısa olduğunu ve başka bir parçayla desteklememiz gerektiğini tahmin etmek çok da zor değildi. Peki hangi parçayı ekleyeceğiz?
Polen, “Hocam, arkadaşlar içinde uygunsa ben Ay Işığı Sonat’ını eklememiz taraftarıyım,” dedi birden.
Beethoven’ın Ay Işığı Sonat’ını hepimiz biliyorduk. Daha öncesinde de derslerimizde bu parça üzerinde çalışmıştık. Hepimizin bilmesi bir yana açılışı bu parçayla yapıp Işık’ın sevdiği parçayla geceyi bitirebilirdik. Vural, “Bana uyar,” diyerek sanki iç sesimi dile getirmişti. Kararsızlığın sessizliğini o bozmuştu. Diğerlerinin de bunu onaylamasıyla orkestramızı yönetmek üzere çubuğu eline alan da yine piyano hocamız oldu.
Ay Işığı Sonat’ı ile başladık. Kemanımı çenemin altına yerleştirmiş yayımı tellerin üzerinde ahenkle kaydırıyordum. Uzaklara dalmıştı bakışlarım. Bedenim salonda, aklım bambaşka bir yerdeydi. Işık’ı düşünüyordum. Onun bize bıraktığı videoları, ölümünü, okulun koridorlarında katilden kaçmak için verdiği çabayı düşünüyordum. Bir yanımsa annemi düşünüyordu. Onun da bir cinayete kurban gittiği gerçeğini, o klinikte olan şeyleri, kendi yaşadıklarımı düşünüyordum.
Her şey nasıl bu hale geldi? Işık’ı ararken yaşadıklarımızdan sonra şimdi de onun ölümünün perde arkasını öğrenmeye çalışıyorduk. Hepimiz ipin ucunda duruyorduk aslında. En ufak dikkatsizliğimizin bedeli ağır olacaktı. Sadece bunu yaşamadan bilemeyecek bir haldeydik o kadar. Yayımı yavaşça kaydırıp parçayı tamamladığımızda sıra Işık’ın sevdiği parçaya gelmişti. Onun kendini köşeye sıkışmış, çaresiz ve de ümitsiz hissettiği anlarda mırıldandığı şarkıyı onun için çalacaktık.
Ayaklı nota sehpalarımızdaki sayfaları çevirdik hep birlikte. Onun sevdiği şarkının notaları önümdeydi. Yayımı yeniden kemanımın tellerinin üzerine yerleştirdim. Piyano hocamızın da yönlendirmesiyle hep beraber onun sevdiği şarkıyı çalmaya başladık: War of Hearts!
Yardım edemem ama seni seviyorum
Yapmamaya çalışsam da
Seni istemeden edemiyorum
Sensiz öleceğimi biliyorum
Karanlıkta yanılmadan duramıyorum
Çünkü bu kalp savaşında yenildim
Okyanusların ayrılmasını istemeden edemiyorum
Çünkü bu kalp savaşında yenildim
Sözleri anımsadıkça boğazımın ortasında devasa büyüklükte bir yumrunun oturduğunu hissettim. Çünkü biliyordum. Işık’ın ayrılmasını istediği okyanuslar bizdik: Devrim ile ben…
Onun gözünde şarkıdaki okyanuslar bizdik. Bizi ayırmak istemişti. Ana karadan kopan bir toprak parçası misali aramızda durmak istemişti ama bunu başaramamıştı. Bizi ayırmak için çıktığı yolda kaybolmuştu.
Yayımı yavaşça aşağıya doğru kaydırdım tellerin üzerinde. Güçlükle yutkundum. İçimin daraldığını hissetsemde pes etmeyecektim. Işık’ın katili ortaya çıkmadan pes etmeyecektim. Yaşadıklarımızın bedelini ödetmeden pes etmeyecektim.
“Harikaydınız!” diye şakıdı arp hocamız birden neşeyle. İlk prova böylelikle son bulmuş oldu. Herkes birer birer enstrümanlarını bırakırken Devrim, “Ne düşündüğünü biliyorum Sanat Karay,” dedi yanımdan. Başımı çevirip ona baktığımda konuşmama gerek kalamadan birinin beni anlamasının ne kadar değerli bir şey olduğunu bir kez daha hissettim.
Bana, “Işık’ı düşünüyorsun. Onun sevdiği şarkının sözlerini düşünüyorsun. Şarkının sözlerinin ne anlama geldiğini biliyorsun ve bunu bilmek seni daha çok üzüyor,” dedi.
“Bazen zihin okuyucu olduğunu düşünüyorum Devrim Dinçer Demiralp.”
“Ben sadece senin zihnini okuyabiliyorum Sanat Karay.”
Devrim bana doğru iyice yaklaştı. Sıcak nefesi sağ yanağıma vuruyordu. “Bir gün adalet yerini bulacak. İşte o zaman herkes hak ettiği yerde olacak,” dedi Devrim içimi titreten sesiyle. Gözlerine baktım. Katili tanıyor olmanın avantajını yeniden hatırladım. Asır’ın hedefinin başka olduğunu, bize adını verdiği anda asıl amacını gerçekleştireceğini biliyordum. Kendini haklı çıkartmak için elinden geleni yapacağını da…
Sırf bu yüzden, “Işık için,” dedim kendimden emin bir şekilde.
“Işık için,” diyerek beni yineledi Devrim.
Birlikte az ötemizde hocalarla konuşanların arasına kaynadık. Piyano hocamız, “Açıkçası senfoninin Cuma günü olmasından dolayı yetişememek gibi birtakım kuşkularım vardı ama görüyorum ki siz bu okuldan layığıyla mezun olmak bir yana gerçek birer müzisyen olmuşsunuz gençler,” dedi gururla.
“Övgüleriniz için teşekkürler hocam,” dedi Vural sırıtarak.
“Kanka hoca seni değil tüm sınıfı övdü,” dedi Adahan.
“Hadi be! Sen söylemesen anlamazdık Adahan!” dedi Buğra gözlerini devirerek.
Adahan ile Buğra arasında küçük bir itişme başladı. Sonrasında birbirlerinin omzuna kollarını atmış hocaya bakmışlardı. Arp hocamız, “Çıkmadan önce kıyafet konusunu da konuşalım,” dedi Buğra ile Adahan’a kısa bir bakış atarak.
Heves, “Hocam kostüm işini ben halledebilirim,” dedi.
Arp hocası tam Heves’e memnuniyetini dile getireceği sırada, “Boşuna zahmet etme evladım. Çünkü Cuma günü bir gösteri olmayacak,” dedi bir ses. Hepimiz aynı noktaya baktık. Koyu harelerini doğrudan bana dikmiş olan o adama baktık. Okulun sahibine, karısını daha dün sabah kaybetmiş olan o adama baktık: Rutkay Karay’a!
“Rutkay Bey,” dedi piyano hocamız şaşkınlığını gizleyemeyerek.
Hocalarımız onunla tokalaşmak üzere sahneden birer birer inerken onun gözleri benim üzerimdeydi. Donuk ifademe karşılık, “Gösteri olmayacak,” dedi meydan okurcasına. Bunu bana inat olsun diye yaptığını iyi biliyordum. Damarıma basmak için yapıyordu. Asır’ı klinikte dövmemin intikamını almak için yapıyordu. Manevi oğlunun yalanlarına yeniden inandığı için yapıyordu. Oğluyla bana şantaj yapmak için yapıyordu. Beni saflarına çekebilmek içinde belki de herkesin içinde annemin ölümünü öne sürecekti.
Öğrenciler kendi arasında konuşmaya başlamıştı ki kendimi sahneden inerken buldum. “Biraz konuşabilir miyiz?” diye sordum doğrudan babamın gözlerinin içine bakarak. Çenesini yukarıya kaldırdı. Kibirli bir edayla, “Birazdan dönerim,” dedi yanında duran hocalara. Bunun üzerine birlikte salonun dışına çıkıp kapıyı kapattık.
“Gösteri olmayacak da ne demek?” diye sordum sinirle.
“Ses tonuna dikkat et. Karşında baban var.”
“Benim bir babam yok,” dedim üzerine basa basa.
Sıkıntılı bir soluk bıraktı. Sabrının yavaş yavaş taştığını belli edercesine, “Gösteri olmayacak Sanat. Anneni dün sabah kaybettikten sonra değil gösteri gecesi düzenlemek sahneden en ufak ses dahi çıkmayacak. Mezuniyet töreninin ardından bu okul yılı da son bulacak,” dedi.
“Gösteri iptal olmayacak.”
“Son sözü ben söylerim.”
“Gösteriyi iptal etmeyeceğini biliyorum. Bana boşuna rol yapma. Oğlunla beraber neyin peşinde olduğunu söyle.”
Sanki bunu söylememi beklemiş gibi göz bebekleri irileşti. Bana, “Asır haklıydı. Sen köşeye sıkışmadan söz dinlemezsin,” dedi ilk başta. Asır’ın ismini duymak bile yeterince beni sinir ederken üstüne, “Annenin cenazesine benimle birlikte katılacaksın. Ancak o zaman müsaade ederim gösterinin olmasına,” demişti Rutkay Karay.
“Bana şantaj mı yapıyorsun?”
“Şantaj değil, kızımı bu zor günümde yanımda istiyorum.”
Buz gibi bir ifadeyle ona bakarken, “Teklifini kabul ediyorum,” dedim.
“Şimdi içeriye geçip onlara gösterinin olacağını söyle. Seni burada bekliyor olacağım.”
Rutkay Karay gururla baktı ve, “İşte benim kızım,” dedi. Gözlerimi devirme dürtüme daha fazla engel olamadım. Onun içeriye girmesiyle telefonumu çıkarıp gruba geri döneceğime ve de gösterinin detaylarından beni de haber etmeleri için küçük bir mesaj attım. Tam o sırada bir problem olduğunu hisseden o kişi yazdı özelden, Devrim Dinçer Demiralp.
Devrim: Nereye gidiyorsun?
Ona, “Babam ile annemin cenazesine katılmak zorundayım. Gösterinin yapılmasının tek şartı buydu. Mecburiyetten kabul ettim,” yazıp gönderdim.
Devrim’in klavyenin ardında sağ bacağıyla asabi bir ritim tutturmuş içinden küfürler savurduğuna emindim. Ondan gelen yeni mesaj bildirimi bundan tamamen emin olmamı sağladı.
Devrim: O piç kurusu Asır da orada olacak. Seni asla onun olduğu ortama tek sokmam.
Kapının açılmasıyla Rutkay Karay’ın peşinden hışımla çıktı Devrim. “Senin burada ne işin var? Derhal dersine dön,” dedi Rutkay Karay sinirle. Onun bilmediği şey Devrim’e diklenmesinin hiçbir sonuca varmayacağıydı. Devrim inadın ete kemiğe bürünmüş haliydi. Kendi bildiğini okumaktan vazgeçmezdi. Vazgeçmeyecekti de.
Devrim, “Sanat nereye ben oraya,” dedi meydan okurcasına.
Rutkay Karay tam bunun aksini söyleyeceği sırada, “Devrim olmadan şu kapıdan adımımı bile atmam,” dedim işaret parmağımla okulun kapısını olduğu tarafı göstererek. Sıkıntılı bir nefes verdi ilk başta. Benim asabi tavırlarımdan bıkmıştı. Beni dizginlemeye çalışmaktan yorulmuştu. Sırf bu yüzden tek kelime etmemeyi tercih etmişti. Önümüzden yürümeye başladığında Devrim ile beraber onun peşinden gittik.
Devrim’in arabasına geçmemize kalmadan, “Benim aracımla gidiyoruz,” dedi. Devrim ile beraber onun siyah özel aracına geçtik. Ben babamın yanında, Devrim ise tam karşısında oturuyordu. İkisinin arasındaki yüksek gerilim hattını hissetsemde tek kelime etmedim. Ölüm sessizliğinin hakim olduğu araba mezarlığın önünde durana kadar da sessizliğimi korudum.
Rutkay Karay’ın şoförü arabadan inip sürgülü kapıyı araladı. İlk ben indim arabadan. Sonra da Devrim. Babamın inişiyle birlikte üçümüz mezarlığın içinde adımlamaya başladık. Az ötemizdeki kalabalığa doğru yaklaştık. Asır da oradaydı. Sırtı bize doğru dönük olduğundan henüz geldiğimizi fark etmemişti.
Onu görünce bile midem bulanıyordu. Karnıma keskin bir ağrı saplanmış onun yanında durmak zorunda kalmıştım. Asır, “Vaktinde geldin,” dedi bana bakarak. Başımı çevirip baktığımda sanat eserimi gördüm. Yüzündeki çürükler ve yaralar onu epey bi açmıştı.
“Geldim,” dedim iğneleyici bir tonda.
“Buraya neden gelmemi sağladın sen asıl onu söyle. İkimizde annemin cenazesinin senin umurunda olmadığını biliyoruz Asır.”
“Beni tanıyor oluşunu da ayrıca seviyorum Sanatçım.”
“Ona bir daha Sanatçım dersen seni şuraya gömerim,” dedi Devrim dişlerini sıkarak.
“Sakin ol Devrimcim. Cenazede olduğumuzu unutuyorsun,” dedi Asır keyifle. Devrim bir yana benim onu önümüzdeki çukura gömesim geliyordu. Sakin olmam gerektiğini hatırlattım kendime. Buraya gelmemin perde arkasını öğrenmeliydim. Annemin defninden sonra nasılsa gidecektim ama şimdi sakinliğimi korumalıydım. Her ne kadar bu benim için zor bir şey olsa da!
“Sadede gel Asır,” dedim buz gibi bakışın hemen ardından.
Asır sinir bozucu bir rahatlıkla üzeri kapanan mezara baktı. Dudaklarını ıslatıp, “Seni uyarmak istiyorum,” dedi. Çivit mavisi gözlerini benimkilere dikti. Bu bakışın anlamını biliyordum. Bana öyle bir şey söyleyecekti ki kendi bildiklerimden bile şüphe edecektim.
“Hangi konuda?” diye sordum şüpheyle.
“Oyunun sonunda katili öğrendiğinde çok şaşıracağın konusunda.”
“Katil sensin. Bunda şaşılacak bir şey göremiyorum ben.”
“İşte bu konuda yanılıyorsun. Sen katilin tek bir kişi olduğunu sanıyorsun ama bu hikayede kan akıtan iki kişi var Sanat.”
Devrim, “Ne saçmalıyorsun sen?” diyerek araya girdi.
“Size şu kadarını söyleyeyim. Hikayede iki cinayet olduğu gibi her cinayetin ayrı birer katili var. Her maktulün sebebi başka.”
“Bunun anlamı,” dediğimde gerisini benim tamamlamama kalmadan, “Bunun anlamı Işık’ın katili başka biri ve ben size vakti geldiğinde onun adını vereceğim,” diyerek cümlemi noktalayan Asır’ın ta kendisi oldu.
“Sana neden inanalım? Işık’ın katili sensin. Şimdi de karşımıza geçmiş bize masum ayağı yapma!”
Devrim’in ses tonuna hakim olamayışıyla dikkatleri üzerimize çeksek de bir süre sonra herkesin dikkati yeniden mezara kaydı. Asır ise bilgiç bir gülüşle, “Çakmağımı aldığını fark etmediğimi mi sanıyorsun Devrim?” diye sordu.
“Ben her şeyin farkındayım. Çakmağı almanızı ben kendim istedim. Çünkü ancak o zaman hatırlayacağını biliyordum,” dedi bana bakarak.
“Neyi?” diye sordum artık tahammül sınırlarımın sonunda olduğumu belli edercesine.
“Benim işlediğim suçu.”
Asır kendi babasının ölümüne sebep olduğunu itiraf etmiş oldu bu sözüyle. Sonrasında, “Ben yaptıklarımın arkasında durduğum gibi her birinin üzerini örtmeyi de hep bildim ama Işık’ı ben öldürmedim. Vakti gelince size bunu zaten kanıtlayacağım. Gerçek katilin kim olduğunu göreceksiniz. Vaktinden önce sizi şimdiden uyarmak istememin sebebi katilin aranızda olduğunu söylemekti,” diyerek konuşmasını tamamladı Asır.
Onun yanımızdan ayrılıp mezarın başında duran babamın yanına gittiğini gördüm. O an Devrim ile birbirimize baktık. Baştan beri ikimizde katilin Asır olduğunu düşünürken şimdi ise ikinci bir ihtimal ile yüzleşmiştik. Asır ya haklıysa? Ya iki cinayet iki katil demekse? Daha da kötüsü katil ya gerçekten de aramızdaysa?
“Asır haklı olabilir,” dedim Devrim’e.
“İki cinayetin tek bir katili olmadığını söyledi. Bir nevi annenin ölümüne kendisinin sebep olduğunu söyledi. Peki ama Işık’ı o öldürmediyse kim öldürdü?”
“Ortada başka bir katil daha olabilir Devrim. Aramızda bir katil daha olabilir,” dedim duyduklarımı sindirmeye çalışarak.
Devrim endişeyle baktı yüzüme. İkimizde bu ihtimali hiç hesaba katmamıştık. Okulda Işık’a bunu yapabilecek tek kişinin Asır olduğunu düşünmüştük. Peki ya haklıysa? Bizim aklımızı bulandırarak hedef şaşırtıyor da olabilirdi ama bu ihtimali de gözardı edemezdik: Aramızda başka bir katilin olma ihtimalini!
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 9.02k Okunma |
1.01k Oy |
0 Takip |
71 Bölümlü Kitap |