
(2 yıl sonra…)
“Sanat, hazır mısın?” diye sordu Devrim. Onun sesiyle sıyrıldım düşüncelerimden. Onun varlığıyla çıktım acılarımın içinden ve yine onun bakışlarıyla döndüm gerçeğe.
Başımı çevirip ona baktım. “Ağlıyor musun sen?” diye sordu yanıma gelirken. Başımı her ne kadar olumsuz anlamda sallasamda yaşlar inadıma yapar gibi yanaklarımdan süzülmeye başlamıştı bile.
Devrim’in şefkatli dokunuşu belirdi yanaklarımda. Yüzümü avuçlarının arasına almış, “O gün geldi,” demişti. O gün geldi…
“Geri dönme vakti geldi,” dedim hıçkırıklarımın arasından. Devrim beni kendine çekip sıkıca sarıldı. Bursa’daki iki artı bir evimizin küçük salonunda birbirimize sarılmıştık. Sevdiklerimizden ayrı, iyileşmek üzere geldiğimiz bu yerde koskoca iki yılımızı geçirmiştik. Şimdi ise eşyalarımızı arabaya yüklemiş birbirimizin yaralarını sardığımız küçük evimize son kez bakıyordum Devrim ile birlikte.
Salona son bir kez göz gezdirdim. Bu evin her bir köşesinde anılarımız vardı. İlk gelişimizde ağlamakla geçen günlerim, resitalin getirdiklerinin ardından normal bir hayata adaptasyon sürecim, hayatımın en güzel haberini aldığım o an birer birer gelip geçti zihnimden. İçinde ruhlarımızdaki kırıklarımızı onardığımız küçük evimizi geride bırakma vaktimiz artık gelmişti. Sevdiklerimize kavuşmamızın vakti artık gelmişti. Şimdi birlikte büyük bir aile olma vakti…
Devrim, “Gitmeden önce buraya küçük bir hatıra bırakmak ister misin?” diye sordu usulca elimi tutmadan hemen önce.
“Nasıl bir hatıra bırakacağımıza bağlı Devrim Dinçer Demiralp.”
“Bir mektup bırakacağız desem? Bizden sonra bu eve geleceklere içinde iyileştiğimiz bu evde umudun hep var olduğunu ve asla pes etmemeleri gerektiğini anlatan bir mektup bırakmaya ne dersin?”
“Buna hayır demem.”
Devrim’in dudaklarında tatlı bir gülüş belirdi. Henüz arabaya indirmediğimiz küçük bir kutumuz kalmıştı. İçinde defterlerim ve hukuk kitaplarım vardı. Devrim kutunun kapağını aralayıp içinden bir defterle kalem çıkardı. Sonra da yanıma geldi. Birlikte küçük masamızın başına geçtik. Sandalyeye oturup Devrim’in bana uzattığı defterle kalemi aldım önüme. Bir sayfa açtım kendime. Tıpkı hayatımda da olduğu gibi…
Buraya geldiğim ilk günü hatırlıyorum. Gözyaşlarımla suladığım kilometrelerin ardından kendimi burada bulduğum gün hala ilk günki gibi taze. Acıdan varlığımı unutmuştum. Tutunduğum dallar parmaklarımın arasında çatırdamış en sonunda da elimde kalmıştı. Umudu tam yeniden buldum derken hepsini bir anda kaybettim. Gözümün değdiği her yerde babamın hayaletini gördüm buraya geldiğim o ilk ana dek. Üstelik geride o kadar çok şey bırakmış olmama rağmen…
Ailem dediğim herkesi İstanbul’da bıraktım. Yanımda bir tek Devrim vardı. Bu hayatta en çok değer verdiğim insanla birbirimizin yaralarını sarmak için geldik bu eve. Kapıdan içeriye ilk adımımı attığım an başaramayacağımdan korkmuştum. “Ya aşamazsam? Ya içimdeki bu acı onu da benimle birlikte tüketirse?” diye hep korktum. Kendimden çok onun için korktum ama öyle olmadı. Bana acılarımdan sarıldı Devrim. Çok kayıp verdik. Çok ağladık. Çok acı çektik ama en sonunda biz başardık. Acılarımızdan birlikte sıyrıldık. Hem de bu evin içinde…
Biz bu eve geldiğimiz günden tam bir hafta sonra evlendik. Yanımızda bizim bu anımıza şahitlik edecek kimse yoktu belki de ama biz ikimiz yine de tüm bu olumsuzluklara rağmen bir aradaydık. Önemli olan da bu değil miydi?
Bu evin içinde nasıl ki her şeyi beraber aştıysak, yaşanmışlıklarımızı göğüsleyip varlığına alışmaya çalıştıysak en güzel haberimizi de yine bu evin içinde aldık. Önce hukuk fakültesini kazandığımı öğrendim. Fakültenin ilk senesinin sonlarında da hamile olduğumu…
Şu an tam dört buçuk aylık hamileyim. Devrim ile benim küçük bir kızımız olacak. Ona henüz ne isim vereceğimize karar veremesek de ona kocaman bir aile vermek ve de sevdiklerimize yeniden kavuşmak üzere ayrılıyoruz bu evden. Artık geri dönme vaktimiz geldi.
Bizden sonra bu eve gelip bu mektubumu okuyan kişiye söylemek istediğim şey umudunu asla kaybetme. Ne kadar zor bir hayatının olduğunu düşünürsen düşün, ne kadar acı çekersen çek bir gün umudun sana elini uzatacağını göreceksin. Belki beklediğin zamanda kapını çalmayacak ama şunu bil ki o seni tuttuğunda bir daha asla bırakmayacak. Sadece buna tüm kalbinle inan. Bir de sana şunu tavsiye etmek istiyorum: Aşık olmaktan korkma.
Aşkın iyileştirici olduğunu ben Devrim ile öğrendim. Aşkın bu hayatta bir insanın başına gelebilecek en güzel duygu olduğunu yine onunla deneyimledim. Sende aşık olacaksın. Sende birine kalbini adayacaksın. Sonra da onunla birlikte yeniden doğacaksın. Tıpkı benim gibi…
Benim adım Sanat. Sanat Karay Demiralp. Geçmişinin can yakan anılarını ardında bırakmış, resitalin karanlığından kaçıp buralara kadar gelmiş biriyim ben. Bu da benim ardımda bırakacağım son hatıramdır.
Yazdığım kağıdı defterden kopardım. Devrim’in gözlerini üzerimde hissettim. Bir süreliğine yanımdan ayrıldı. Döndüğünde elinde küçük bir fotoğraf makinesi olduğunu gördüm. “Bir de fotoğraf bırakmaya ne dersin?” diye sordu Devrim. Gülümsedim. Ayağa kalkıp yanına gittim. Bir kolunu belime dolamış diğer koluyla fotoğraf makinesini bizi kadraja alacak şekilde tutmuştu.
“Hazırsan çekiyorum,” dedi Devrim.
“Hazırım,” dedim gülümseyerek. Gözlerimi ondan alamadım. Onun bir eli belirginleşmiş olan karnıma dokunduğu o anda flash patladı ve biz birbirimize bakarak gülümsedik. Fotoğraf makinesinden çıkan polaroid kartı aldı eline Devrim.
Resim netleşince dudaklarımın yukarıya doğru kıvrılmasına engel olamadım. Birbirimize aşkla baktığımız o küçük anımıza karnımdaki bebeğimiz de eşlik etmişti. Fotoğrafı yazdığım mektubun içine koyup masada olduğu yerde bıraktım. Devrim de kalan son eşyaları alıp arabaya indi. Kapıdan çıkarken son kez baktım evimize. Sonra da kapıyı çarpıp çıktım.
Devrim, “Yolumuz uzun. İstersen Vural’ı arayıp buluşmayı yarına erteleyelim,” dedi arabayı çalıştırırken. Başımı olumsuz anlamda salladım.
“Bu buluşma olacak Devrim Dinçer Demiralp.”
“Sözünüz benim için bir emirdir Sanat Karay Demiralp.”
“Öyleyse iyi bir yol şarkısı açarsan iyi edersin,” dedim muzip bir edayla.
Devrim benim için yeniden ve yeniden aynı şarkıyı açtı. Çalan şarkı Tom Odell’dan Another Love.
Başımı koltuğa yasladım. Elimi karnıma yerleştirdim. Bebeğim sanki karnıma değil de ona dokunmuşum gibi karnımda hareket etti. Devrim ile birlikte son kez apartmanın ikinci katına baktık. İçinde her şeyi atlattığımız evimizi ardımızda bıraktık. Artık sevdiklerimize geri dönme vakti…
*******
Saatler süren araba yolculuğumuzdan sonra nihayet İstanbul sınırları içerisine girebilmiştik. “Vural konumu yanlış mı attı ne yaptıysa aynı yerde dönüp duruyoruz sanki,” dedi Devrim küfredercesine. Araba yolculuğumuzun trafikle ve de Vural’ın attığı konumla taçlandırılmış olması onu bir hayli sinirlendirmişti.
“Sakin ol Devrim. Ben şimdi Yağmur’u arar sorarım,” dedim telefonumu elime almadan önce.
Devrim ses etmedi. Navigasyonda gösterilen konuma doğru arabayı sürmeye devam etti. Tam Yağmur’u arayacağım sırada, “Gerek kalmadı. Geldik,” dedi Devrim. Telefonu elbisemin cebine tıkar tıkmaz emniyet kemerimi çözdüm. Arabanın kapısını açmamla Devrim bana yardımcı olmak için yanıma geldi. Elimden tutup inmeme yardım etti. Birlikte önünde durduğumuz restorana baktık. Devrim elini belime koyup kulağıma doğru usulca, “Eve döndük Sanat Karay Demiralp,” dedi.
Derin bir iç çektim. Gidişimizden sonra dönüşümüzün olabileceğine ihtimal dahi vermemiştim. O zamanlar hiçbir şey geçmeyecekmiş gibi geliyordu ama şimdi yeniden buradayız: Evimizde ve de sevdiklerimizin yanında.
Devrim ile beraber restoranın kapısından içeriye girdik. İçeri girer girmez devasa bir masa karşıladı bizi. Masadaki sandalyelerden bizi görünce ayaklananlar dostlarımızdı. Buğra, “Sonunda Sanat’ı getirebildin Devrim,” dedi gülerek.
“Ovv! Bebişleri olacak!” diye şakıdı Berna.
Herkesi yeniden bir arada görünce gözlerimin dolduğunu hissettim. Yanlarına gidip herkese tek tek sarıldım. Devrim ile beraber herkesle kucaklaştıktan sonra masaya geçtik. Vural, “Biraz daha geç kalsaydınız yemin ederim polisi arayacaktım,” dedim sırıtarak. Devrim gözlerini devirdi. Vural ise tıpkı okul yıllarımızda da olduğu gibi Devrim’in bu yaptığını görmezden geldi.
“O günün geldiğine hala inanamıyorun. O kadar uzun zaman oldu ki,” dedi Yağmur iç çekerek.
“İki yıl,” diyerek araya giren bendim.
“Okulu yakıp her şeyi ardımızda bırakıp gitmemizin üzerinden tam iki yıl geçti. Sevdiklerimizden ayrı, iyileşmeye çalıştığımız iki yılın sonunda yeniden evimizdeyiz.”
“Üstelik ekibimize yeni bir üye ile döndünüz,” dedi Heves karnıma bakarak.
“Cinsiyeti ne?” diye sordu Merve.
Devrim ile birbirimize baktık. “Kız,” diyerek müjdeyi Devrim verdi. Herkes bebeğin kız oluşuna kendilerince sevinç dolu tepkiler verirken aramıza sonradan dahil olan ikiliye baktım. Adahan ile Polen ikilisi el ele restorana girince gülümsemeden edemedim. Kim bilebilirdi ki birbirine bu kadar zıt iki insanın bir gün birbirlerine aşık olacağını?
Polen ve Adahan ile de kucaklaştık. Herkes yeniden masadaki yerlerini alınca Adahan, “Servise başlayın,” dedi garsona. Garson, “Hemen Adahan Bey,” dedi ve gitti. Buranın Adahan’ın restoranı olduğunu fark ettim. Onun ileride böyle bir iş yapacağını tahmin etmek zor değildi. Asıl dikkatimi çeken detaysa restoranın en güzel köşesinde duran piyanoydu.
Piyanoya baktığımı fark eden Devrim, “Yalanlar Resitali,” diye fısıldadı. Gülümsedim. Ona baktım. Konuşmama gerek kalmadan düşüncelerimi okuyuşunu seviyordum. Onu seviyordum. Hem de her şeyiyle…
“Yalanlar Resitali,” dedim iç çekerek.
Tam o sırada garsonlar servise başladı. Vural, “İki yılda neler olduğunu anlatıp aradaki zaman farkını kapatıyoruz gençler. İlk ben başlıyorum,” dedi sırıtarak.
Devrim, “Hiç değişmemişsin Vural. Hala ilk günki gibi çok konuşuyorsun,” dedi.
“Sende hiç değişmemişsin 3d. Hala ilk günki gibi kasıntısın.”
Vural’ın sözleri masadaki herkesi güldürdü. Garsonların yemek servisini bitirmesiyle Vural dikkatleri üzerine toplamak üzere yüksek sesle boğazını temizledi. “Ben bu güzel kızla nişanlandım arkadaşlar!” dedi Vural Miray’ın elini tutup bir kupayı havaya kaldırır gibi kaldırırken. Miray ile Vural’ın nişan haberine Tolga ile Heves’in birbirlerine son bir şans vermeleri eşlik etti. Berna ile Alperen’in çıkıyor oluşu herkesin beklediği bir haberken Selin’in Yiğit Eren ile birlikte kendi markasını kurduğunu öğrendik. İkizler Ela ve Açelya da Fulya Hoca ile Ilgaz Günay’ın kurduğu küçük bir müzik kursunda öğretmenlik yapmaya başlamışlar. Müjde ile Serdar yeni yeni flörtleşirken son duyumlarımıza göre son olanlardan sonra Umut da Vural’ın kurduğu şirkette işe başlamış. Üstüne bir de yeni biri dahil olmuş hayatına. Benim hukuk fakültesinin ilk senesini bitirmem, Devrim’in babasının yanında işe başlayacak olması gibi her şeyi konuştuk o masada. Herkes bu iki yıllık sürede bir kalpte, bir hikayede veyahutta bir yerde kendine bir yer bulmuş gibi görünüyordu.
“Peki bizim ekibimin yeni üyesi ne alemde? Ona bir isim buldunuz mu?” diye sordu Buğra.
Herkesin bakışları bir anda bizi buldu. Ona uygun bir isim henüz bulamadığımızı söyledik. Bunun üzerine masadaki herkes bir yandan yemek yerken bir yandan da bebek için isim önerileri ortaya atmaya başladı. Adahan, “Ada olsun mu?” diye sordu gülerek. Buğra ona tiksinerek baktık. Elindeki et bıçağını tehditkar bir edayla ona doğrultmakta bir sakınca görmedi.
Yemeğimi bitirip arkama yaslandım. Yağmur, “Eylem koyun bence. Hem babasının adıyla da mana yönünden uyumlu olur,” dedi. Tolga az daha içeceği burnundan püskürtüyordu. Heves ona bir avuç dolusu peçete uzattı.
Polen, “Bahar olsun mu? Yeni hayatınıza baharı getirsin,” dedi neşeyle.
Berna başını olumsuz anlamda salladı. “Bence daha farklı bir isim olmalı,” diye de ekledi. Her kafadan ayrı bir isim çıktı. En çok Vural’ın, “Bence bebişin adı Miral olsun. Sevgilimle adımızın kombinasyonu sizden bize hediye,” demesine güldüm.
Devrim, “Def ol Vural,” dedi başını umutsuzca sallayarak.
Herkes yemekleri bitirince yavaştan ayaklanmaya başladık. “Döndüğünüze göre yine görüşeceğiz Devrim ile Sanat ikilisi,” dedi Buğra. Hem beraber kapının önüne çıktık. Güneş’in ışığı vurdu üzerimize. Elimi gözlerime siper etmek isterken küçük bir detay fark ettim: Yan yana, bir arada bulunan gölgelerimizi.
“Gölgelerimiz birlikte,” dedim birden.
Herkes benimle birlikte yere vuran gölgelerimize baktı. O an, “Saye,” demekten kendimi alamadım.
“Kızımızın adının Saye olmasına ne dersin Devrim?” diye sordum Devrim’e.
Devrim’in dudaklarında tatlı bir tebessüm belirdi. Gözlerindeki ışıltı kesinlikle görülmeye değerdi. “Saye,” dedi şiir gibi. İsmi beğendiğini hissettim. Karnımda hareketlenen kızımız da ismini beğenmiş olacak ki elimi karnımın üzerine koymam uzun sürmedi.
“Ekibimizin yeni üyesi Saye!” diye şakıdı Vural coşkuyla.
Herkes bebeğimizin ismini çok beğendi. Üstelik bu isim hepimizin bir arada oluşundan geldiği için benim için daha da anlamlıydı. Devrim, “Şimdi Saye’yi biriyle daha tanıştırmamız gerek. Ona hukuk fakültesini kazandığında ilk ona gideceğine söz vermiştin,” dedi. Kimden bahsettiğini biliyordum. Onu görmek için sabırsızlandığımı da…
“Sonra görüşürüz,” dedi Devrim herkese. Tek tek tüm dostlarımıza sarılıp arabaya geçtik. İstikamet belliydi. Okul yıllarında bir türlü içinden çıkamadığımız emniyete bu sefer güzel bir haber için gidiyorduk.
“Umarım savcı bizi gördüğüne bu sefer sevinir,” dedi Devrim. Kıkırdadım. “Bence böyle bir habere sevinir.”
Yolları izledim emniyete gidene kadar. Her şey sanki aynıymış ama bir o kadar değişmiş gibi geldi gözüme. Evime döndüğüm için kendimi daha önce hiç olmadığım kadar iyi hissediyordum. Sanki her şeyi asıl şimdi atlatmışım gibi…
Araba emniyetin önünde durunca heyecanım daha da katlandı. Devrim ile beraber emniyete geçtik. “Pars Savcı için geldik,” dedim görevli memurlardan birine. Memur olumsuz anlamda başını salladı.
“Savcım adliyede. Akşama kadar da gelmez.”
Devrim ile bunun üzerine savcıyı görmek üzere adliyeye geçtik. Adliyenin koridorlarında yürürken kendimi garip hissettim. Birkaç yıl içinde bende bu koridorlarda üzerimde cübbemle dolanacaktım. Sadece birkaç yıl sonra…
“Savcım,” dedi Devrim.
Savcı odasına girmek üzereyken duraksadı. Şaşkın bakışları önce Devrim’i sonra da beni buldu. “Savcım,” dedim gözlerim dolu dolu. Savcı yanımıza geldi. Ona sıkıca sarıldım. Savcının bakışları hafiften belirginleşmeye başlayan karnıma kaydı. “Sizi hem torununuzla tanıştırmak hem de hukuk fakültesi ikinci sınıfa geçtiğimi söylemek istedim,” dedim ağlamaya başlamadan hemen önce.
“Başaracağını biliyordum Sanat Karay,” dedi savcı gururla.
“Yalnız savcım o artık Sanat Karay Demiralp,” dedi Devrim mahsus.
“Hala ilk günki gibi ukalalığını kullanmaktan çekinmiyorsun Devrim Dinçer Demiralp.”
Gülmeden edemedim. Yaşlarla ıslanan yanaklarımı ellerimle sildiğim sırada, “Kız mı?” diye sordu savcı.
“Kız. Adı da Saye olacak. Sizin de izniniz olursa doğduğunda dedesi olarak sizi bilsin istiyorum savcım,” dedim gülümseyerek.
Savcının babacan yanını içimde hissettim. “Torunuma ve kızıma iyi bak Devrim. Aksi halde canını fena yakarım,” dedi savcı. Evde bekleyenlerimiz olduğundan çay teklifini sonraya erteledik. Onunla vedalaşıp eve dönmek üzere adliyenin koridorlarında yürümeye başladık. Devrim ile yürürken yanımdan biri geçti. Tanıdık biriydi. Bunu yüzünü görmeden hissettim. Tam dönüp ona baktığımda çoktan uzaklaşmıştı yanımızdan.
“Annemler bizi yeni evimizde bekliyor sevgilim. Evimizi hazırlamışlar,” dedi Devrim.
“Bir an önce evimize gidelim Devrim Dinçer Demiralp.”
“Gidelim Sanat Karay Demiralp.”
Devrim elimden tuttu. Birlikte arabaya geçip yola çıktık. Yeni evimiz Devrim’in annesinin evine çok yakındı. İki katlı, bahçeli ve onların evine nazaran biraz daha küçük bir evdi. Burayı bizim için hazırlamaları bir yana orası sevdiğimiz insanlar ile gerçek yuvamız olacaktı. Tabii bir de dünyaya gelmeyi bekleyen küçük bebeğimiz ile…
Yol biraz uzun sürse de Devrim, “İşte yeni evimiz,” dedi en sonunda.
Küçük ve tatlı evimize baktım. Devrim arabayı park eder etmez arabadan inip kapıya doğru koştum. Zile basıp kapıyı açmalarını bekledim. Kapıyı Yasemin Demiralp açtı. Benim ikinci annem…
“Geldiniz,” dedi gözleri dolu dolu. Önce bana sonra da Devrim’e sarıldı. Devrim annesini kolunun altına alıp içeri geçti. Peşlerinden gittim. Devrim’in babası Demir ve abisi Erdem de bizi ayakta karşıladı. Önce Devrim’in babasına sonra da Erdem abiye sarıldım.
“Biraz daha gelmeseydiniz sarmaları bitirecektim,” dedi Erdem abi muzip bir edayla.
“Afiyet olsun Erdem abi,” dedim gülerek.
Yasemin annem elini karnıma yerleştirdi. “Küçük kızımız nasılmış bakalım?” diye sordu neşeyle. Gülümsedim. Elimi onun elinin üzerine koydum.
“Sizinle tanışmak için sabırsızlanıyor.”
“Adı ne olacak? Adı belli mi?” diye sordu Demir babam.
“Evet belli. Adını Saye koymaya karar verdik baba,” dedi Devrim. Abisi cık cıklamaya başladı. İşaret parmağını tehditkar bir edayla Devrim’in gözleri önünde salladı.
“Asla olmaz. Onun adı Erdinç Saye olacak. Amcası ile aynı adı taşımak zorunda.”
“Def ol git abi. Kızıma Erdinç dedemizin ismini vermem.”
“Bu laneti bir tek ben mi taşıyacağım peki? Nerede adalet? Amca yeğen adaş olsak ölür müsün?”
“Ben ölmem de seni gebertebilirim abi.”
Devrim ile abisi arasında başlayan yastık savaşını uzaktan izlemekle yetindim. Kahkahalar ile yastıklar havalarda uçuştu. Yasemin annem, “İkinizi de bu yaşta fena paralamak istemiyorum. Hemen ayrılın,” dedi ellerini beline yerleştirip. Erdem abi teslim olurcasına ellerini havaya kaldırdı. Devrim de elindeki köşe yastığını gerisingeri aldığı yere bıraktı.
“Yeniden uslu çocuk olduğunuza göre Devrim ile Sanat neden bebek odasına bakmıyorsunuz?” diye sordu Yasemin annem sevinçle.
Devrim’in elinden tutup onu oturduğu yerden kaldırdım. Birlikte üst kata çıktık. Pembe ayıcıklarla ve de kalplerle süslenmiş kapının önünde durduk. Kapıyı açtığımda pembe rengin hakim olduğu oldukça şirin bir bebek odası karşıladı bizi. Her şey en ince ayrıntısına kadar düşünülmüştü.
İçeri girmemizle Devrim’in kapıyı kapatması bir oldu. “Yeni hayatımızın ilk günü kutlu olsun sevgilim,” dedi Devrim. Kollarını belime dolayıp beni kendine çekti. Gözlerim doldu. Onun aşkla gözlerime bakışına karşılık dudaklarına sıcak ve soluksuz bir öpücük bıraktım.
“Sen, ben ve bebeğimiz,” dedim iç çekerek. Sen, ben ve bebeğimiz…
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 9.02k Okunma |
1.01k Oy |
0 Takip |
71 Bölümlü Kitap |