Her ne kadar katil olsam, insanları çeşitli yöntemler ile zevk ala ala öldürsemde hiç bir kadının veyahut bir kızın taciz edilmesine göz yummazdım, yumamazdım ki böyle bir şeye sadece ben değil öbür insanlarda yumamazdı. Katil olsamda bazı şeylerin gayet farkındaydım. Ruhumda ki acıları saklayan bir şey yoktu olmasını da istemezdim daha doğrusu kendime has olan acılarımı gidipte bir başkası ile paylaşmazdım. Yapamazdım güvenemiyorum kimseye neyse.1
İnsanı bitiren bazı şeyler şunlardı; neyseler, belkiler ve keşkeler. Aileyi bilmezdim iyi mi yoksa kötü mü? İyi olanda vardir kötü olanda vardır ama bana ne iyi olan ne de kötü olan uğradı.
Benim ailem yoktu. Yetimhanenin kirli paslanmış yataklarında yatarak büyüdüm yine aynı o yetimhanenin bazen bozuk bazende bozulmaya yüz tutmuş yemeklerini yiyerek büyüdüm. Anne yemeği bilmem, anne sevgisi bilmem, anne şefkati bilmem. Babaya gelecek olursak üç nokta koyardım sadece sözün bitmediği yer, ama söz çoktan bitmişti. Keşke beni sevecek ve her daim yanımda olacak bir ailem olsaydı belki katil değilde küçüklükten beri istediğim bir mesleği yapardım. Yazarlık çocukluk hayalim. Çoğu insan yazarlığı bir meslek olarak değilde bir zevk işi sanıyordu, yanılıyorlardı.2
Gözlerim eski ve her an yıkılmaya yüz tutmuş depoda gezindi. Pisliğin uyanmasını ben dört gözle beklerken İdil biraz sonra yaşanacakları düşünüyordu. Çok korkuyordu hemde çok.
Vücudumu benden biraz uzakta oturan İdil'e değdirdim. Titriyordu, haklıydı birisi beni ıssız bir depoya getirip bunun işkence çekmesini izleyeceksin dese direkt bayılırdım herhalde tabi bayılan eski Barlas olurdu. Yüzümde gülümseme oluştu, boğazımı temizleyip gibi yapıp İdilin dikkatini çekmeye başardım. İdil bana bakarken “birazdan yaşanacak şeyler için kusura bakma. Eğer kötü hissedersen masanın üstüne senin için eterli bez bırakacağım. Kötü hissettiğin an o eterli bezi kokla.” Dedim, yüzümde mimik hareket etmeksizin sesim de otoriter çıkmıştı buda ciddi olduğumun kanıtıydı. İdil bu ciddi halimden korkup nefesini tutarken alay ile gülüp “korkma birşey yapmayacağım ben sana sadece seni düşünüyorum dışarıya çıkarsam sesi duyarsın kötü olursun ve kaçmak isteyeceksin gözlerinden okunuyor İdil” diye itirafta bulundum. Evden çıkmadan önce birkaç yalan uydurup İdil için üst istemiştim, onun için aldığım temiz üstleri giyip buraya gelmiştik. “Yo” dedi İdil son harfi uzatarak “kaçmak kim ben mi? Hadi canım” deyip sahte gülüşünü sunmuştu. Daha fazla
uzatmamak için ayağa kalktım, İdil’in bu hareketimle kasıldığını hissettim. Yapacak bir şey yoktu. “Eee,” dedim heyecan ile Karabey'in yanına giderken. “Uyan bakalım prensesim” uyanmadı. Kırıldım. İdil'e bir bakış atıp “ görüyorsun dimi? Uyanmadı edepsiz” dedim üzgün bir ses tonlaması ile. İdil şimdiden bıkmış olacak ki sadece “evet” deyip konuyu kapatmıştı. Kim bilir belkide benden korkup kısa kesmişti üç nokta…
Masaya doğru ilerleyip elime kerpeten aldım. Prensesimiz uyanacaktı, uyuyan prensesimiz. Bu düşünce ile kendi kendime gülüp cebimde ki telefonu elime alıp kameraya girip prensesin birkaç çift fotoğraflarını çektim. Sosyal medyada iyi giderdi ikonik Karabey. Bugün nedensizce çok komiğime geliyordu. Telefonu masaya bırakıp kerpeten ile deponun ortasında sandalye ye bağlı olan Karabey'in yanına doğru yürümeye başladım, yanına vardığımı kerpeteni alkolün etkisi ile soğuk yanağına değdirdim. Uyanmadı, uyunmasına da beklemezdim zaten. “Hadi ama” dedim, önümde acınası halde baygın bir şekilde bağlı olan Karabeye. İdil şu an korkuyordu ki korkmak için haklıydı ben de ben olsam benim ve benim elimden gelen her şey için korkardım. Daha fazla dayanamayıp şöleni başlattım, kerpeteni ağızına dayayıp ön dişlerinden bir tanesini hareket ettirdim bu hareketim yana düşmüş başını acı ile kaldırdı ardından ise sesini kulaklarımıza doldurdu “acıyor” dedi sadece acı ile. Yazık. Gülümseyip “tüh. Ne yapsak ki?” Dedim alay ile.
“Barlas” dedi, İdil korku ile. Elimde ki kerpeten ile İdil'e dönüp “efendim” dedim, gözlerinde korku netce okunuyordu. İdil ağzını açıp konuşacakken diyeceği şeyi önceden anlayıp “İdil korkuyorsan eter masanın üstünde” dedim. Önüme döndüğümü baş korkulu gözler ile karşılaştım, gözlerimde ki zevk doruklara ulaştı daha fazla korku ile bakmasını istedim. Bu istek ile kalmayacaktı her neyse. “Barlas” dedi İdil yine derin bir nefes alarak. Arkama dönmeden “efendim” dedim.
“Ben yapacağım” dedi güçlü bir ses ile. İşte bu güçlü İdil. Gözlerim kısılırken arkama dönüp şaşkınlık ile İdil'e baktım. Bana donuk gözlerle bakarken ne için yapacağını anladım. İntikam.
İntikam soğuk yenen bir yemekti ama İdil sıcak yiyecekti.
Başımı hay hay anlamında sallayıp “sahne senin şampiyon” deyip kerpeti masaya koyup alandan çıktım. İdil oturduğu deri koltuktan kalkıp yanıma doğru geldi ve masaya bıraktığım kerpeteni küçük eline aldı. “Sen kaç yaşındasın İdil?” Gözleri ne alaka gibi bana bakarken ben gülerek başımı sağ omzuma yatırdım. “On yedi” dedi çekinerek. Bu hareketim gözüne korkunç gelmiş aynı bir sadist gibi göründüm büyük ihtimalle. Birşey demediğimi gördüğümü utanarak “sen kaç yaşındasın?” Diye sordu.
İdil azıcık düşünüp “yirmi” dedi.
“Tch, yanlış.” dedim. Beni genç olarak gitmesi açıkçası hoşuma gitmişti. “Of ya sen kaç yaşındasın?” Bıkmış sesi İdili ele veriyordu. Acaba düşünmeden edemedim beni tanımıyormuydu ama beni gördüğümü ismi mi söylemişti. Daha fazla bekletmek istemediğim için “yirmi üç yaşındayım. Ocak birinde yirmi dört olacağım.” Dedim gülerek, gülüyordum çünkü ocağın birinde saat 00.00 de İncim’e yani kelebeğime bir sürprizim olacakdı. Söylemesi korkunç ama nedensizce kelebeğimi özlemiştim… En son boynunu öpmüştüm. Yüzümd ki gülümseme daha artarken İdilin özünde bir manyak gibi gözüktüğüme yemin edebilirdim neyse ben zaten insanların gözünde manyaktım. Gülümsemem kahkahaya dönüşürken İdil ben bir kaç adım uzaklaşmıştı
“Oha” dedi İdil bu manyaklığa katlanamayıp, gülmeyi bırakıp İdile baktığımı bu seferde gözlerini benden kaçırmıştı. “Ne oha İdil?” Diye sordum ismi benim ağzımdan çıktığımı bana yine ve yine orku ile bakmaya başladı.
Hayır İdil ben senı kız kardeşim yerine koymuştum, sana zarar vermezdim.
Evet benim bir kız kardeşim vardı ama nerede olduğunu bulamıyordum. Aptal ailem benden kız kardeşimi saklamıştı, sanki ne yapacaksam birde saklıyorlar. Neyse.2
“Şey ben sana oha demedim yaşına oha dedim” korku vardı sesinde. “Tamamdır, hadi sen başla ama adı öldürme” dedim uyarır sesim ile. İdil gözleri ile beni onayladığımı büyük adımla ile koltuğa ilerledim ve kendimi koltuğa fırlattım. İdil bana şaşkınlık ile bakarken ben muzip bir gülümseme ile adamı kafam ile gösterdim. Garibim korku ile bir bana birde İdil'e bakıyodu. Gösterinin sonunda adamın ruhu soğuk bedeninden ayrıldığı mı ben özgürlüğe kavuşan ruhu ile dans edecektim. Evet harika bir fikirdi.
İdil başlamasını gerektiğimi adam korkulu gözlerini benden çekip İdile dikmişti ve yalvarıyordu. Belli bir zaman geçtikten sonra İdilin yapacağını anlayıp “tüm görüntülerini yayarım küçük fahişe! Sakın bana dokunma” diye kükredi.
İdilin gözü bana değdiğini mükemmel ellerim ile olaya el atmaya karar verdim ve oturduğum koltuktan kalkıp İdilin yanına gittim. Kolumu İdilin omzuna dayayıp ”benimle biraz sonra yaşanacak şeylerin görüntülerini de yayar mısın Karabeyciğim? Hmm.” Dedim gülerek. Apaçık alay ediyordum. İdil'e bakıp “korkma ölecek zaten ona hazırlattığım mezardan çıkıp yapacak değil ya” dedim. Bu dediğimi mantıklı bulduğu için gözlerinde bir alay ifadesi belirdi ve bu olayın nedeni Karabey'in ortaya attığı tehditi’ydi.
“Doğru” dedi son harfi uzatarak İdil ve ardından ekledi “sen git otur ben halledicem,” işte benim kızım. Acaba İnci ne yapıyordu? Kafamı sağa sola sallayıp bu düşünceyi kafamdan çıkarmaya çalıştım. Tekrar oturduğum koltuğa ilerledim ve yine kendimi koltuğa attım.
İdil başlamıştı bile. Adamın çığlıkları yeri göğü inletirken İnci'yi düşünmeye başladım. Ünlü
bir muhabir olmuştu acaba bu cinayeti o mu tanıtacakdı. Evet İnci’nin tanıtması lazımdı, beni unutamazdı evet unatamayacktı. Her yerde kendimi tanıtmaya hazırdım. Beni düşüncelerimden ayıran şey Karabey'in attığı acı dolu çığlık olmuştu. Yazık. Kafamı kaldırıp ikiliye baktım, İdil kerpeten ile onun işaret parmağındaki tırnağı koparmıştı bile çoktan koparmıştı bile. Gözlerim şaşkınlık ile İdil'e kayarken İdil durmayıp küfülerini o pisliğe armağan etti. Dur demedim, yeter bırak demedim asla işine karışmadım. Haklıydı o ölmeliydi. Aradan baya zaman geçtikten sonra artık adam İdil'e bırakması için değil de öldürmesi için yalvarıyordu artık. Cani kişiliğimin ardında ki masum çocuk çok korkuyordu ama korksada ben onu kalbimin derinliklerine gömmüştüm, kalbim onun zindanı olmuştu o her ne kadar bu durumdan tatmin olmasada ben çok tatmindim. Beni okyonus sesizliğinden ayıran şey büyük bir çığlık olmuştu, daldığım yerden kafa mı kaldırım çığlığın sahibine baktım yani Karbeye. Yazık İdil onun dilini kesmişti makas ile. Gözlerim şaşkınlık ile İdil'e kayarken İdilin bana baktığını gördüm, gözleri dolu doluydu. Ne oldu anlamında göz kırparken o manyak inliyordu açıkçası nasıl hala bayılmadığına şaşkındım. “Yeter bu kadar daha fazla yapmayacağım” sesi titriyordu ve ekledi “daha bitir öldür” dedi elinde ki makası masanın üstüne koyarken, çok bile yapmıştı bu kadarını yapacağını hiç tahmin etmemiştim. “Tamam sen geç otur şuraya ben de son dokunuşlarımı halledeyim malüm ressamlar sanatlarına son dokunuşu eklemden bırakmaz.” Dedim ve oturduğum yerden kalkıp İdilin yanına gittim.1
Yanına vardığımı kolundan tutup koltuğa oturması için yn gösterdim. İnsanlara eğer sıcak davranırsak bize çabuk ısınırlardı ama eğer soğuk davranırsak işler böyle olmazı yani eğer ben İdil'e katil kişiliğimile yaklaşsaydım şuan korkudan tir tir, titiyor oludu. İdil koltuğa oturdu ve kanla süslenmiş ellerine bakmaya başladı. Önüme döndüm ve ellerinde tırnak olmayan, dili kopmuş olan ve son olarak aletinde bıçak olan yüzü kanla süslenmiş olan Karabeye baktım. “Yine düştün elime seni gidi kerata” dedim alay ile parmağımı ona sallayarak. “Konuşana artık çok bekletiyorsun beni, kırılıyorum.” Dedim ve ekledim “niye konuşmuyorsun?” Edim yerdeki diline bakarak. Doğru onun artık ne küfür edecek ya da ne kadınları rahatsız edecek bir dili yoktu. Dünyada kötüler illa ki bir zaman ölecekti bende kötüydüm bir katildim ve ben yeri geldiğinde suikastçı oluyordum.
“Tüh, senin konuşacak bir dilin yok dimi. Yazık.” Dilimi çıkarıp öne doğru uzattım ve benim dilimin olduğunu ona gösterdim. Dilimi ağzıma koydugumu “kınıyorum seni, tch” dedim alaylı sesim apaçık onun ile dalga ğeçtiğimi beli ediyordu. O halinde kaşları çatıldı, bağırmak istedi, küfür etmek istedi ama yapamadı. Acınası haline bakıp kahkaha atmaya başladım . Kahkaham bittiği zaman telefonu olduğu yerden alıp, fotoğrafını çektim, ölü gibi çıkmıştı aynı “hadi ama poz ver” diye bir anda yükseldim, ben onun için fotoğraf çekeyim ama o öyle yapsın olmaz yani. Olduğu yerden sıçrarken acısını unutmuş olacak ki birden inledi ki zaten buraya geldi geleli hep inliyordu. Galiba bana yükseliyordu. Poz veremdiği için İnstagrama girip fotoğraf çekme alanına girip bir efekt çektim. Pembe kurdeleli Karabey çok soft dururdu.
Telefonu göz hizama kaldırıp karabeyin fotoğrafını çektim ve en üst sağ tarafta ki üç noktaya basıp kaydet seçeneğine tıklayıp çektiğim fotoğrafı kaydettim.
Ortaya çıkan fotoğrafa bakıp ortama büyük bir kahkaha fırlattım. İdilin varlığını arkamda
hissedip arkamı döndüm bakışlarında zevk alıcı bir bakış vardı. Onu benim gibi katil yapmayacaktım o sadece ruhu öldüren adamdan intikam alıyordu. Bir insanın ruhu öldüyse artık ruhu ölen insan hayattan zevk alamaztı. Elimdeki telefonu İdil'e uzattım çektiğim fotoğrafı görmesi için. İdilin elleri o pisliğin kanı olmuştu, elini uzatıp elimdeki telefonu aldı. Elleri elime temas etmişti. Fotoğrafı gördüğümü ilk başta gözleri şaşkınlık ile aralandı ardından ise dudaklarında o masum gülüşü yer edindi. Çok güzel gülüyordu ama İncim kadar güzel gülemezdi, aklıma İnci geldiği için bir gülüşte benim dudaklarımda peyda olmuştu. İdil gülmeyi kestiğimi “efekt ile uymuş” dedi Karabeye bakarken, aklına gelen şey ile ona doğru korkusuz adımlar atıp ona da gösterdi.
Bilmiyordum arkasında ben varım diye mi bu kadar cesur hissediyordu yoksa birazdan öleceği için mi?
Kaç saatir buradaydık içeride bunaltıcı hava vardı ve kan kokusu hepimizin üstüne sinmişti. Kan ve ter kokusu iğrenç. Olduğum yerden ayrılıp deponun kapısına doğru yürüdüm ve kapıyı açtım bir nebze de olsa bu iğrenç koku gider ve içerisi oksijen ile dolardı. Mükemmel.
Azıcık kapının yanında durup geri çekmiştim, şimdi daha iyiydi. Masaya doğru giderken artık bu şölene son verme gereği duydum çünkü neden olmasın. Masaya vardığımı elime iki tane bıçak aldım ve ile doğru yürüyüp bir tanesini İdil'e uzattım. İdil bunlar ile ne yapacağını düşünürken ben gözlerimle bıçağı gösterdim alması.
Ben Barlas Özdemir, kurbanlarıma son dokunuş olarak bıçak fırlatıyordum. Neden diye sorulacak olursak nedensiz derdim nasıl olsa ölecekti vücudunda bana dair iz kalsın isterdim ama bu sefer iki iz olacaktı. Birincisi ruhunu öldürdüğü kadın ikinci ise katili yani ben.
Bıçağı sonunda elimden aldığımı bana “ne yapacağım ki?” Diye sordu, birşey demedim. Bıçağı havaya kaldırdım ve gözümü kapattım, ne olur ne olmaz diye de İdili önüme gelmemesi için de uyardı da bulundum. Bıçağı tüm sürat ona doğru fırlattığımı kulaklarımızı acı dolu çığlıklar doldurmuştu. İdil ne yapacağını anlamış olacak ki “haa” dedi son harfi kullanarak. İdile ne zaman baktığımı aklıma İncim geliyordu nedensizce. Gözümü açtığımı neresine geldi diye baktım, gözüne gelmişti garibimin. “Tüh şimdi ne acıyordur gözün, keke gözüne gelseydi de” deyip susup orasına bakıp göz kırptım “senin küçüğe denk gelseydi ama bıçak vardı dimi orada. Dur ben yardımcı olacağım şimdi sana.” Seri adımlar ile ona doğru yürüyüp bacak arasında ki bıçağı kavrayıp döndüre döndüre oradan çıkardım.
Artık bu kadar acıya dayanamayıp bayılmıştı. İdil bayıldığını gördüğümü “bence ben yapmayım çünkü bayıldı” dedi. “Peki” deyip elindeki bıçağı alıp öbüründen daha hızlı olacak şekilde fırlattım, karnına denk gelmişti.
“Hadi toplayalım burayı” dedim.
“Yo” dedi heyecan ile kafasını sallarken “bitsin bitsin. Evime gidip yorganımın altına gireceğim ve bir daha da oradan çıkmayacağım” tch…
“Seni bırakacağımı sandıran şey de nedir?” Dedim otoriter sesim ile. Gözlerine korku ve endişe çökerken “ne” dedi. “Seni bırakmayacağım ama öldürmeyeceğim de” evet böyle yapacaktım. “Ne yapacaksın?” Diye sordu bu sefer sesi tir tir titriyordu vücudu da öyle.
Ona doğru bir adım atıp açıklamaya başladım “bak İdil ben sen bu manyaktan kurtardım evet bir katilim ama bu vicdansız olduğum anlamına gelmez. Senin benden haberin oldu benimde senden haberim oldu hatta işkence bile ettik bu salağa. Yani suçuma ortak oldun ki burası seni ilgilendirmiyor bile benim meselem. Kısacası artık benlesin polislere haber vermeni istemiyorum. Sakın korkma çünkü ben seni kaybolan kız kardeşim yerine koydum” sesim çok yumuşak çıkmıştı, ilk defa bu kadar uzun bir konuşma yapmıştım galiba.
Ben seni kaybolan kız kardeşim yerine koymuşum. İstesem her türlü bulurdum ma bulmak istemiyordum. Giden geri gelmez idi ki zaten büyük bir ihtimalle abisinin bir seri katil olduğunu ve bir abisi olduğunu dahi bilmiyor olduğuna şüphe ediyordum. Beni kız kardeşim düşüncelerinden ayıran ses İdilin bağırmasıydı “hayır, beni kurtarmış olabilirsin ama senin ile bir yerde yaşayamam” diye bağırdı. Yaşayamam derken beni bir insan olarak görmüyordu halbuki benim katil kişiliğimin yanında bir kişilik daha yer vardı. Normal insan kişiliği.
Arkaya doğru geri geri adımlar atarken ben onun her adımında açtığı mesafeyi kapatıyordum.
“Son defa diyordum bak kötü bir şey olmayacak sana, seni sadece korumam altına alacağım” dedim baskın çıkmıştı sesim. Gözleri kısılırken bir an nerede ne söylediğimi düşünmeye başladım. Kısılmış sesi ile “sen beni koruman altına alıyorsun ama seni benden kim koruyacak. Sen her yerde aranan seri katilsin, sen kim bilir o adama ne yapmak için geldin de beni gördün. Beni öyle gördün, kurtardın çok teşekkür ederim. Sen sadece içinde ki vicdan azabını susturmak için bana iyilik yaptın yoksa kim görmüş koskoca Barlas Özdemir’in birisini kurtardığını.”
Evet belki her insanın bir kalbi olmayabilirdi ama benim bir kalbim vardı. Gözlerim karardı. Ne diyeceğimi bilemedim haklıydı zaten, bana bir şey demek düşmezdi. Omuzları mı umursamaz bir şekilde silkip hiç bir şey demeyip Karabeye döndüm ve hızla arkamda ki silaha çıkartıp hedef alıp tam on ikiden vurdum. İdil korkup çığlık atarken benim kulaklarım tek bir sesi duydu. İçimde kopan ip lerin seslerini.
Bazen hiç yataktan çıkmaz istemezken bazenleri ise yataktan çıkmak için can atıyordum örneğin bugün, bugün benim için çok önemliydi. İlk iş günümü bir cinayet haberi ile yapacaktım. Barlas Özdemir adında tüm dünyaya nam salmış bir seri katildi ki bunun yanında bir de suikastçıymış insanları çeşitli yöntemler ile öldüren bir pislikti, hayır masum insanları öldüren bir manyaktı.
Saat sabah altıyı gösterirken ben yerimde kıpır kıpır oynaşıp duruyordum. Çok heyecanlıydım. Yatakta doğrulup telefonu elime alırken aklımda sadece tek bir soru dönüyordu, yapabilecek miydim?
Yapardım çünkü kaç aydır ben haber muhabiri olarak yani daha doğrusu olamayan olarak bu tür haberlerin provasını yapıyordum.
Telefonu elime aldığımı Elisa ve Yağmurla olan gruba girdim ve hızla tuşlara basıp bir şeyler yazmaya başladım, yazamıyorum ama yinede gönder tuşuna basmışım.
Ben heyecanlandığımı yanlış yazarım.
Mesajlara bakmıyorlardı uyuyorlardı herhalde. Uyanma vakitleri gelmişti.
Son defa nokta atıp beklemeye başladım. Sırf uyansınlar diye ben yüz yirmi beş tane nokta atmıştım. Aradan baya zaman geçmişti hemde baya ama ikisinden birinden mesaj gelmemişti. Keşke benimle burada olsalardı, biliyorlardı halbuki bugün heyecandan uyuyamayacağı mı.
“Of!” dedim kendi kendime sitem ederken. Ne olsaydı uyansalar telefonu yatağımın üstüne koyup kollarımı göğsümde birleştirdim ve uyanmalarını bekledim. Aradan baya zaman geçmişti, ses soluk yoktu.
Sesizlik beni mayıştırırken yatağa iyice sindim, ardından ise gözlerimi kapatıp kendimi uykunun ellerine bıraktım.
🦋
Boynumda ki ağrı kendini belli ederken gözlerim bana adeta uyku için Yalvarıyordu resmen. En son kollarımı göğsümde birleştirip kendimi uykuya teslim ettiğimi hatırlıyordum. Hızla yataktan kalkarken dağınık yatağın içine ki telefonu aramaya koyuldum. Saat kaçtı ama daha sabahtı haberi akşam yapacaktım ama olmazdı işte. “Hayır amına koyayım tamda ihtiyacım olduğu zaman kaybolursun!” beyaz bayrakları çekerken elimi saçlarıma daldırdım ve nerede olduğunu düşünmeye başladım. Acaba er mi düşmüştü? Hemen eğilip yatağın altına göz gezdirdim ve evet oradaydı.
Kolumu yatağın altına uzatıp almaya çalıştım ama kolum yetmemişti… nasıl 1.70 olurken kolum yetmiyordu bacağım ile mi alsam. Eğildiğim yerden kalkarken saçlarım hep yüzüme gelmişti. Acaba saçlarımı mı kessem.
Çok heyecanlıydım resmen elim ayağım birbirine dolanmış durumdaydı. Gelen zil sesi ile kulaklarım açıldı kimdi bu? Yataktan zıplayarak inip hızla aşağı kata indim ve dış apının deliğinden baktım. Kimse yoktu.
Biri benimle dalga mı geçiyordu bilmiyorum ama bunu her kim yaptıysa hiç hoş değildi. Sinirlendiğimi hissettim. Göğsüm hızla inip kalkarken ortaya attığım nefes alışveriş seslerim kulaklarımı dolduruyordu. Gözümü kapı deliğinden uzaklaştırıp kafamı geriye doğru atıp sabır çektim. Kapıdan uzaklaşırken sarı saçlarımı bileğimde ki siyah toka ile dağınık bir topuz yapmıştım, çatık kaşlarım ile mutfağa doğru giderken ev telefonunu elime alıp annemi aramıştım. Açmadı.
Belkide gördü ama görmek istemedi.
Belki gördü ama sesimi duymak istemedi.
Neyse moralimi bozmayacaktım -bozulmuştu bile- telefonu kapatıp mutfağa giriş yaptım. Açıkmıştım ama moralim bozuk olduğu için sağ olsun annem bozmuştu, aslında bu saatte çoktan uyanmış ve kahvaltısını yapmış olmalıydı.
Yine ailemden biri beni desteklemeyecek di babam desem zaten annem onu baya bir doldurmuş, yüz vermiyordu. Bilmiyorum bilerek mi yapıyordu bunu annem ama artık ciddi manada buna tahammülüm kalmamıştı. Abim, ablam veyahut kardeşim yoktu Aksoy ailesinin tek çocuğuydum iyiye kalır bir yanı yoktu aşağı yukarı sadece kötüydü. Ama keşke abim ve ya ablam olsaydı belki onlar beni sever kollardı.
Buzdolabına doğru gidip kapağı açtım ve bir dilim tost kaşarı birkaç tane de sucuk aldım, tost yapacaktım. Malzemeleri mutfağın ortasında olan büyük yemek yeme masasına koyup masanın üstünde ki sepetten iki dilim ekmek aldım ekmekleri ve malzemeleri alıp arkamda ki mutfak tezgahın üstüne bıraktım. Ben tost da tereyağ kullanmıyordum daha doğrusu bana annem tost da tereyağı kullanmamam gerektiğini eğer kullanırsam her yerimin yağ içinde olacağını ve yüzümde bir sürü sivilce çıkacağını söylemişti bende böyle öğrenmiştim.
Küçükken nasıl öğrenirsek büyüdüğümü de öyle davranırdık. Bana ve Elisaya bu öğretilmişti. Yüzümde ki buruk gülümseme ile tezgaha bakarken beni düşüncelerimden ayıran şey yine ve yine kapı zili olmuştu lanet olsun artık. Kaşlarım havaya kalkarken artık sessiz kalmayı tercih ettim. Yakalayacaktım bu sefer, hızla mutfaktan koşup dış kapıya vardım ve kapı deliğinden bakmadan kapıyı direkt açtım. Kendimi dışarıda bulurken etrafıma bakıyordum. Kimse yoktu sakin kalmayı seçerek derin bir nefes alıp “sabır” dedim. Gerçekten sabır.
Kimseyi göremeyince kaşlarım daha da havalandı. Biri benimle ciddi manada dalga geçiyordu. Eve dönerken ayağıma takılan şey ile tökezleyip yere doğru baktım yerde kelebekli bir toka ve not vardı. Yere doğru eğilip toka ile notu aldım. Ayağa kalktığımı etrafımda bir tur dönerek her yere göz gezdirdim. Kimse yoktu.
Eve ger döndüğümü küçük koridordan çıkıp salona ulaştım ve ardından kumandayı elime alıp rastgele bir şarkı kanalından şarkı açtım şarkıları çok seviyordum. Şarkı dinlemeyi severim ama ses sevmem. En sevdiğim şarkı çıkmıştı Kaş, çok seviyordum hemde çok.
Kumandayı oturacağım tekli koltuğun kenarına koyup koltuğa oturdum ve tokayı incelemeye başladım. Tokanın kelebek kanatları hareket diyordu çok hoş bir örüntü katmıştı. Tokayı sarı saçlarıma takıp kağıda yazılmış ve dörde katlanmış notu alıp okumaya başladım.
unutmayacağım ve ben unutmadıkça
bunu sana her daim hatırlatacağım, İnci
Aksoy sen istedin bunu. Üstüne beyaz karlar
yağacak seni ezip geçecekler, tamam mı
kar tanem? Sakın oyunbozanlık yapma.
Bu da kimdi? Nota şaşkın bakışlar atarken elim benden bağımsız sarı saçlarımda ki kelebekli tokaya gitmişti. Kelebeğim lakabını kullanmış dı, kelebeğim lakabını Barlas Özdemir yani bugün haberlerde işlediği cinayeti sunacağım kişi kullanıyordu.
Haberimin konusu Barlas'ın işlediği cinayeti. Ruh hastası, psikopat herif. Saçlarımda ki tokayı çıkarıp benden uzak bir yere attım ve notu avucumda param pirçik ettim. Aklıma gelen şey ile kanım dondu bu benim muhabirlik kariyerimi bitirmez di değilmi? Kafamı sağa, sola doğru sallarken içimde sadece iki duyguyu öne çıkardım korku ve intikam. Benim kitabım da intikam duygusu korku duygusuna şayet daha ağır basıyordu.
Yüzümde sinsi bir gülüş oluşurken. Avuçumda paramparça olan kağıt parçasını elime aldım. Tekrar ve tekrar okudum, gülüşüm daha büyürken oturduğum koltuktan ayağa kalktım ve mutfağa adımlamaya başladım.
Barlas beyefendi beni açık uçlu tehdit etmişti. Kaşlarım havaya kalktı. Notta sen beni unutsanda ben seni unutmayacağım ve ben unutmadıkça bunu sana her daim hatırlatacağım, yazıyordu. Bu da ne demek oluyordu? Acaba Barlasla bir geçmişim felan mı vardı, ama eğer olsaydı…
Mutfaktan ölü bir ruh gibi çıkıp salona gittim ve televizyon dan yükselen müzik sesini kumandayı alıp daha da açtım.
İşte ben böyleydim en ufak düşünceyi bile abartıp kafamda büyütürdüm, ardından ise kendimi öldürmemek ve kafayı yememek istediğim için müziklere sığınırdım.
Müzikler benim yaşama sebebim di.
Her şeyi yapmıştım ama bir tost yapamamıştım. Sinir ile gülerken “sikeyim senide tokanıda gelmişini de geçmişinide ve olmayan tipini.” Diyip mükemmel küfürlerimi Barlasa armağan ettim.
Ama düşünmeden de edemiyordum, belki birisi taklit ediyordu belki taklitçi vardır.
kIzlar kitap düzenlenmeye alınacak çok yanlışım var. Buradanda kitabı kalırmak istiyorum çünkü iki uygulamaya yetişemiyorum, sizinde hakkınıza girmek istemiyorum of off.13
Instgram hesabım sialyc_offical
Okur Yorumları | Yorum Ekle |