8. Bölüm

Oyunbozan

Sıla Nur
sialyc

Her şeye rağmen, dünyaya inat, insanlara inat, Barlasa inat, açtım gözlerimi.

 

Gözümde ki ağrı yerini belli ederken ben gözlerimi kırpmadan tavana bakıyordum. Sadece tek bir soru hakkım vardı.4

 

Neden? Neden ben? Cevabı açıktı ama geçmişimde. Ruhum acı içinde bedenim den çıkarken acı içinde inledim. Ruh hastası pislik, beni yatağa bağlamıştı ama iple değil. Zincirle.

 

Harelerim doluyordu, ben içime atıyordum. Ne ağlıyordum ne de çığlık atıyordu. Kelebekler artık benim için sevgiyi, masumluğu andırmayacaktı. Annem de bir kere beni yatağa bağlamıştı nedeni ise; küçüklükte çok hareketli olmamdı. Ama ben bir çocuktum neyin ne olduğu, ne yapmamın gerekteğini bilmiyordum. Çünkü ben de bir çocuktum.

 

Benim en büyük tranmam ailemdi. Babam beni eskiden seviyordu yani ben öyle sanıyordum. Yanılıyordum. Ben şimdi kaçırıldım ama kimsenin sesi soluğu yoktu. Beni sevdiğine inandığım babamdan bile. Acı içinde yine inledim ama bu sefer fiziksel acıdan dolayı değil de psikolojik acıdan inledim.

 

Canım çok yanıyordu, kimse görmüyordu. Ama sorsan hepsi beni çok iyi tanırdı. Her zaman, her yerde, her dakika, her saniye müzik dinlerdim tek sordukları müzik dinlemeyi bu kadar çok mu seviyorsun? Oldu ama benim nedenim müzik sevmek değildi ki, eh evet severdim hemde çok severdim ama esas konumuz bu değildi.

 

Acı içinde güldüm hatta kahkaha attım, acımı gizleme yolumdan biri ise gülmemdi.

 

Gözlerimi duvardan çekip etrafa bakmaya başladım. Uykum yoktu, uykumu almıştım. Demir kapı ardındaydım, odanın içinde bir tane daha oda vardı büyük ihtimalle tuvalet idi. Odanın bir kısmı boydan boya camlar ile kaplıydı. Manzara haddinden fazla güzeldi hemde çok güzel…

 

Ben, acıların kadını İnci Aksoy.

 

Ortamda derin bir sessizlik varken bunu bozan şey “uyandın mı küçük kelebeğim?” diye sorulmasaydı. Bir dakika bu seste nereden geliyordu? Hareket edemedim ama olabildiğince etrafa baktım, bulamadım. “Çok safsın ama küçük… duvara baksana” sesinde ki alay beynime kan sıçratacak şeklindeydi. İtaat ettim, duvara baktım. Hoparlör vardı.

 

Ağzım şaşkınlık ile açılırken “şaka mısın?” diye sordum.

 

Durmadı, susmadı, cevap verdi “gerçek olduğumu görmek ister misin?” Benimle düpedüz alay ediyordu.

 

Dejavu 2…

 

Sesim titrerken nereye bakacağımı bilemeyip demir kapıya bakıp “inadına yapıyorsun, sırf beni deli etmek için yapıyorsun.” Sesim titriyordu ama güçlü çıkarmaya yemin etmiştim. “Hadi canım bilerek mi yapıyormuşum?” sorduğu soruda bile hayır yoktu. Sinir ile yerimde kıpırdanmaya çalıştım ama nafile oldu, sinir ve korku ile yardım çığlığı atarken belki biri beni duyarda kurtarır ümidinden dim, ve yine onun sesini duydum “küçüğüm, küçük minik kelebeğim, sesini daha fazla yorma zamanı geldiği mi lazım olacak.”

 

İçimde ki sinir ve korkunun yerini öfke ile hiddet kaplamıştı “hödüksün, Barlas! Tam bir hödük yığınısın.” Güldüğünü işittim ardından ise kışkırtıcı sesini “o zaman, bu halde hödüğün seni öpmesi farz kılınır” dedi ve mikrofonu kapattığına doğru ses duydum. Geliyordu, gelmemesi lazımdı. Ayak sesleri duydum ilk sonra demir kapının açılış sesi. Çığlık sesleri ve korkudan inleme seslerim birbirine karıştı. “Gelme!” çığlık sesim duvarları inletti, kıpırdamaya çalıştım ama zincirler sağolsun, olmadı.

 

Ve demir kapı açıldı. Her adımı ürpermeme neden oluyordu. Her şey bir ödev ile başlamıştı ve şimdi ise her şey bir ödevle bitecekti.

 

Hatırlamıştım.

 

O gün, gözümün önünden aynı film şeridi gibi geçiyordu.

 

Market, çıkmaz sokak, otoban ve kırmızı oda… korkunun ecele faydası varmış. “Hatırladım!” Dedim sevinç ile tekrar “her şeyi hatırladım” dedim. Bu onun durmasına yetmişti. Olduğu yere çivilenmişti, donuk bakıyordu “hatırladın demek” dedi, tek kaşını kaldırarak ardında alayla “tüh, ne güzel eğlenecektik sesinle.”

 

Kafamı sağa sola salladım korku ile “ben eğlenmek istemiyorum ki sesim k üçük çocuktan farksız çıkmıştı. “Hmm,” dedi ardından ekledi “ne hatırladın anlat bakayım?”

 

Alay ediyordu, o zamanı anma mı istiyordu.

 

 

“Seni tanıttım, markette gördüm seni… sonra çıkmaz sokak” dediğim ondan gülme sesi sesi gelmişti, zevk alıyordu büyük ihtimalle. Benim sustuğumu gördüğümü “sonra” dedi devam etmemi ister gibi “beni, beni kaçırdın sen. Çıkmaz sokakta.” Gerçekler bunlardı. Kaçırmıştı. Elini havaya kaldırıp “ben değil taklitçi kaçırdı, ama” dedi taklitçi kelimesini iğrenerek söylemişti, üstüme doğru yürümeye başladı.1

 

“Ama?” Dedim sorarcasına.

 

“Ben kaçırmadım seni oradan,” biliyorum.

 

“Sen dedin dimi beni korkutmasını söyledin o da beni taciz etti? Senden iğreniyorum Barlas birde gidip onu kurtardın ve işkence ederek öldürdün.” Kimden bahsettiğimi gayet de anlamıştık.

 

Ruh hastası, pis zihniyetli Barlas. Gözleri titredi ve o karamış bakışlarını bana kilitledi, geri durmadım, çekilmedim bu sefer. Üstüme doğru yürümeye başladı. Kaçmadım, kaçmayacaktım. Bugün her şey konuşalacaktı. Kumar masasına oturan hep kurucusu olurdu, en azından benim için böyleydi. Herkes bir kumar masasındaydı ve o kumar masasına oturan birisi 1-0 önden başlardı.

 

Güçlüydüm, üstesinden gelirdim elbet ne de olsa anne sevgisi görmedim ben. Anne sevgisi görmeyen bir kızı ne bir erkek üzebilir ne de hakaret…

 

Gülmeye başladım nedensizce hatta kahkaha atmaya başladım. Gülüşüm bittiğimi ciddileştim “yürümeyi kes ve bana cevap ver bana Barlas Özdemir” dedim ismini baskın bir sesle söylemiştim. İtaat etti, durdu. Başımdaydı ruh kalim. “O pislik, seni taciz etti ve bunu benim ona dediğimi mi sandın?” Sesi kalın ve tehlikeli derece kısık çıkmıştı, göz kapakları yarıya inmişti.

 

“Evet,” dedim gocunmadan. Gözlerini kapattı sinirle ardından açtı. İşaret parmağı ile kafama vururken konuşmaya başladı “şunu unutma ki evet ben bir katilim ama hiç bir kadınıda kendi çıkarlarım ile ve bazı piçlerin küçük siki yüzünden tacize uğratmam ha eğer taciz edilen birini görürsem işler bozuşur ardından ise tüm katilliğimi o pislikler üzerinde harcarım.” İnanmıyordum. Bana beklenti ile bakıyordu, sıra benim sıramdı.

 

“Sana bu saatten sonra artık ne inanırım nede güvenirim.” Boğazımda ki kuruluğu gidermek amaçlı yutkunum devam ettim, “ben kendime dahi açıklayamayacağım saf, masum hislerle seni sevmeye başlarken sen böyle yaptın.” Sinirlendim.3

 

“Orospu çocuğu, ben ilk defa karşı cinsten birini sevdim o da ruh hastası bir katil oldu!” Çığlığım duvarları titretti, susmadım, susamazdım bu saatten sonra.1

“Her ne kadar bu dürtünün önüne çıkmaya çalışsam da olmadı, ama sana bravo tek bir lafınla sana olan sağlıksız aşkı tuzla buz ettin. Ama artık yok sana bir daha bir şey hissetmeyeceğim buda benim nasuh tövbem olsun tamam mı?”1

 

Sonrası karanlık.

 

                                                       🦋

 

“Anne,” dedim çığlık, çığlığa bağırırken. Annem dinlemedi ve kafamı tekrar küvetteki kaynar suya soktu. Suda bağırmaya çalıştığım için ağzımdan baloncuklar çıkıyordu, genzime su kaçıyordu, öksürmeme neden oluyordu ve bu da boğulmama neden oluyordu. Kafamı sudan çıkardığımı irileşmiş gözlerimle durması için kolunu tuttum annemin. Tek eliyle yüzümü silerken kolunu tuttuğum elimi çekmem için kolunu silkeledi.

 

“Anne, yapma” dedim ağlamaklı sesle. Ters ters bana baktı annem ve saçımdan öyle bir tutup tutup geriye çekti ki çığlık atmama izin vermeden kafamı küvete soktu tekrar. Anne, anne, anne… anne yapma anne. Dayanamıyorum anne, lütfen anne, anne, anne, anne.

 

Annem, sırf karşı komşumuzun barbi oyuncağını çaldım diye beni akıllandırıyordu. Ama ne yapayım benim hiç barbi oyuncağım olmamıştı. Kafamı sudan çıkarmadı bu sefer ölüyordum. Küvetin kenarlarından tutup kendimi çıkarmaya çalıştım olmadı, kenarlara vurdum olmadı.

Ve sonunda ciğerlerimin rahat nefes almasını sağladı. Yüzümde hissettiğim sızı ile başım yana döndü ben daha 5 yaşındaydım. Ciğerlerim parti verdi kalbim kan ağladı.

 

Bir tokat daha, bir tane daha, bir son olarak bir tane daha.

 

Yüzümde hissettiğim sıcak dokunuşlar ile yattığım yerde sıçradım ve ardından “anne!” Diye bağırdım korku ile. Hızla mayışık halimle yataktan kalktım ve etrafa baktım. Yatağımın hemen yanında bir adet sandalye onun üstünde ise bacaklarını iki yana açmış, oturmuş halde beni izleyen bir Barlas vardı. Kaşlarım çatıldı “ne yapıyorsun lan?” Diye sordum sokak ağzımla.

 

“Ne yapıyormuşum?” Diye sordu başını yana yatırırken. Kaşlarım havalandı, tek kelime etmedim. Bazen insanlar susar, gözler konuşur. “İstemiyorum seni. Git artık bırak peşimi,” ne güzel, gururum falan kalmadı. Annem, görse yedi ceddimi ateşe verirdi. “Ooo, İnci hanım direkt yalvarmaya başlamışız.” Gözü ile beni süzerken.

 

Göz devirdim. “Hazırlan, göreve gideceğiz.” Konuşmama izin vermeden elini göğsüne koyup sanki eski tür filmlerde ki gibi “gönül ister ki tek gitmek, ama ne yazık ki yanımızda panter olması lazımmış.”

 

Küfür etmiyim diyorum ama amına koyayım bu beni kaçırdı ne zaman panteri oldum? Hak hukuk yani diyeceğimde bu nerden bilecek hak hukuku.1

 

Önüme dönerken “bak Barlas, sen beni kaçırdın sonumuz nasıl olur bilmiyorum. Ben seninle bir yere gitmiyorum. Panterinde asla olmam.” Dedim. Barlas, oturduğu sandalyede bir bacağını öbür bacağının üstüne atıp kafasını geriye attı ve ardından konuştu “seçenek sunmadım ya geliyorsun ya geliyorsun.”1

 

Gözlerim kısılırken “n’olur seçenek sor,” diye yüzüne cırladım. “Tamam, geliyor musun yoksa geliyor musun. Ha yok bu seçenekler kötü ben seni hazırlayıp götürürüm. İlk seni soyarım sonra duş alırız…” sonlara doğru akışları vücudumda adeta yırtıcı bir kaplan gibi süzdü.

 

Sinirden bakışlarım titrerken “siktir git,” dedim. Barlas, başını kaldırıp gözlerimin içine baktı ve sinsilik ile gülümsedi.

 

“Siktir git, değil.” Dedi.

 

“Neymiş?”

 

“Sağ derek git olur, sıracalı.”

 

Ben tam elime yastık almış fırlatacaktım ki o çoktan demir kapıya varmış ve çıkmıştı. Yastık demir kapıya çarparken o kapı ardından kahkaha attı ve “hazırlan elli sekiz dakikan var.” deyip ekledi “oyunbozanlık yapan sıracalı kızları sevmem, o yüzden hızlı ol İncicim.”

 

İncicim? Sıracalı?

 

Yetti artık, kendimi tutamayıp “anandır sıracları,” diye bağırdım ardından. O beni tınlamayıp kahkaha attı ve “ah senin o hırslı sesini ile sinirden kızarmış yüzün yok mu? Bu arada senden daha iyi bir sıracalı tanımıyorum,” deyip merdivenlerden indiğini işittim. Nefsi müdafaa yapıyordu, beni kışkırtıyordu ve ben bu halde olduğum için benimle dalga geçiyordu.1

 

Aradan beş dakika geçmişti bile, hazırlanmak için ne yapacaktım? odada bir şey yok ki. Derin bir oflama ile oturduğum yataktan kalkıp giysi dolabına ilerlemeye başladım. Belki hödük içine bir şey koymuştur, dolabın kapağını açtığımı beni; beyaz dantelli, nakış askılı, kolsuz, bacaklarımı kapatan naif bir elbise karşıladı. Gözlerim şokla aralanırken kulpu tuttuğum elimi oradan çekip elbiseye uzatım ve naif dantel baskılı kumaşına dokundum. Aşık olmuştum resmen, keşke kaçırılmadan önce karşılaşsaydık bu elbise ile bunu burda giymek hele ki onun yanında giymek hakaret olurdu.1

 

“Beğendin mi?” Diye sordu Barlas. Sessizlik o kadar sessizdi ki korkudan olduğum yerde sıçradım. Göz devirip, “hayır, iğrenç.” Dedim ama hayır iğrenç değildi. “Hmm,” dedi. Onu taklit ederek “homm,” dedim. Güldü, yine güldü. Lanet olsun.

 

“O ekranı kapatta giyineyim, Barlascım.” Onu yine taklit etmiştim.

 

“Barlascığım ha?” Dedi, uyarıcı bir tonlamada “kapatmıyorum, hadi giyin.” Sıçtık, kızardığımı hissettim. “Giyinmiyorum,” derken hırsla dolabın kapağını çarparak kapattım. Elbiseye yazık oldu. Hızlı, hızlı derin nefes almaya başlamıştı. Sinirleniyordu. Nefsi müdafaa, Barlas.

 

Tüh, Barlas'ı sinirlendirmiştim. Yatağa varıp kamerayı görecek şekilde oturup bacak bacak üstüne oturdum ardından ise kollarımı yatağa bastırdım yani vücudumun arkasına koyup kafamı arkaya attım. Boynum açığa çıkmıştı. Nefes sesi gelmiyordu, umarım ölmüştür.

 

Kafamı arkadan kaldırıp, kollarımı çektim yatağın üstünden ve kameraya bakarak “umarım ölmüşsündür,” dedim duygudan arınmış bir ses ile. “Benimde bir kalbim var.” Ses tonu otoriter çıkmıştı nasıl olduğunu anlayamadım bu yüzden.

 

Hadi canım? Katillerin de mi kalbi varmış, yok yav.2

 

“O yüzden mi onlarca insanı öldürdün?”

 

“O yüzden mi kalpsiz, ruh hastası, sosyopat, pislik bir katile aşık oldun, kelebeğim?”

 

O yüzden mi aşık olmuştum ben. Tabiki de hayır, beni annem büyütmüştü sadece annemin laflarına ve hakaretlerine bağışıklık kazanmıştım ama beni Barlas büyütmemişti. Bir erkek için üzülmem ama bu cümle bende değişik bir hissiyat bırakmıştı. Bu sefer verecek bir cevabım yoktu. Barlas, derin bir nefes alıp “kamerayı kapatıyorum, giyin.” Dedi ardından ise kapattığına dair ses geldi.

 

                     

                                                           🦋

 

Giyinmiştim, hazırdım. Makyaj masasında ki aynadan kendime bakıyordum. Elbise vücuduma tam oturmuştu, çok güzeldi. Ama bir şeyler eksikti, takılar.1

 

Demir kapının açıldığını duyduğumu o tarafa doğru döndüm. Gözlerim fal taşı gibi açılmıştı çünkü Barlas siyah bir takım elbise giymişti, ellerine taktığı siyah eldiven onu dahada çekici yapmıştı. Ben onu süzerken o sıratarak bana bakıyordu, gözleri parlıyordu ama buna isim veremiyordum. Bacak arasındaki şişkinlik kendini belli ediyordu.1

 

Bu sefer onu süzme sırası bendeydi. Siyahlar içindeydi çok yakışıklı olmuştu, taktığı siyah eldivenler ona daha farklı aura kazandırıyordu. Onun hiç çıplak elini görmemiştim. Acaba neden siyah eldiven takıyordu. Benim adımda İnci ise ona sadece siyah eldiven değil başka renkte de eldiven taktırtacaktım. Mesale: fosforlu yeşil.

 

Bu düşünceme sesli gülerken o bana bakıyordu daha doğrusu bana değil kırmızı renk ile süslendirdiğim dudaklarıma. Ne saçma ama kaçırdığı bir kişiyi göreve götürmek. Bana nasıl güvendiğini söylemesi için bir soru yönelttim.

 

“Bana nasıl güveniyorsun? Yani beni demir kapı ardına hapsettin, bir odada sapık gibi kırmızı ışık altında fotoğraflarım var. Herşeyi geçtim senin taklitçin beni taciz etti.” O kadar sinir doluydum ki, sırf bir ödev için başıma böyle şeyler geldi.

 

Gözleri karardı, dişlerini sıktı konuşmaya başladı “ben yapmadım, o nefsine sahip çıkmadı. Ben ona sana taciz etmesini söylemedim.” Sesi titrerken üstüme doğru yürümeye başladı. Geri adım atmadım, ya şimdi ya hiç. Dönüm noktamız olacaktı ikimiz içinde. “Hadi ya,” dedim sinirle gülerken, “sen yaptırttın, sen demedin mi bana o taklitçiyi sana ben gönderdim. Ben dedim o yaptı!” Bas bas bağırıyordum. Bende sinirlenmiştim, hemde fazlasıyla.

 

“Anlamıyorsun,” dedi, üstüme yürümeyi keserken.

 

“Anlatmıyorsun,” dedim, yumuşayan sesimle.

 

Bana arkasını dönüp yürürken ayakkabısı dikkatimi çekti. Alt tabanı kırmızı bir ayakkabıydı. Barlas bir O yana bir bu yana dönerken “dur artık midem bulandı,” deyip elimi mideme koyup öne doğru eğildim. Elimle ağzımı kapatırken kusmamaya çalıştım, rujum bozalacaktı.

 

Benim yanıma doğru gelirken, Barlas. Elini bacaklarımın altına koyup beni kucağına aldı ve yatağa yatırdı. Sinirle gözlerimi kapatırken “hiç midesi bulanan bir kadını kucağına alıp yatağa konulur mu?”

 

“Ben hiç bir kadını kucağıma almadım ki bilmiyorum,” dedi masum bir sesle.

 

Gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. Asla inanmazdım yani Barlas'ın ilk kucağına aldığı kadın ben olmuştum. “Ne” dedim şokla. Barlas sırıtıp “beğenemedin mi kelebeğim? İlk kucağıma aldığım kadın sende. Senlede son bulacak sanırsam.”

 

Göz bebeklerim titredi, hayır ben yeminimi bozmak istemiyorum. “Hayır” dedim kararla ekledim. Barlas sırıttı. “Neyden korkuyorsun? Sen bana değil taklitçiye aşık oldun.” Kaşlarım çatıldı o dememiş miydi bana taklitçiyi sana karşı ben yönettim diye?

 

“Ne farkeder? Ben korkmuyorum sadece katilime bağlanmak istemiyorum. Kim böyle bir şey ister ki? Bu işin sonunda beni öldürmeyeceğinin ne farkı var?” bir şey demedi ama bana doğru yaklaşmaya başlamıştı pislik. Hızla yataktan kalkıp öbür uca gittim odanın. “Aptal, aptal şeyler yapma! Karşında iki yaşındaki çocuk yok!” Diye uyarı dolu sesimle belirttim. “Aklından ne geçtiğini gayet iyi biliyorum. O taklitçiye ben öyle bir şey demem.” Ağzımı açıp konuşacaktım ki bağırmaya başladığı için ağzımı kapatıp dinlemeye başladım.1

“Ulan ben ortalıktan bir tacizci pisliği kaldırım. Kız gelmiş bana tacizci demeye çalışıyor, bak sen şu işe, ben mi dedim git öyle yap diye oropsu çocuğunun en başından beri aklındaymış. Fark etmedim ne yapayım ne, ne, ne. Söyle ne yapayım!.” haklı olma ihtimali var mıydı? Olabilir miydi cidden böyle bir şey? Eğer böyle değilse nedensizce çok mutlu olurdum. Bu düşünceme göz devirdim.

 

“Sevdiğim kadın bana tacizci demesi çok koyuyor be, İnci.” bir şey diyemedim.3

 

İnanmak istiyordum. “İnanayım mı barlas Özdemir.” Sesimde ki tonlama inanmak istiyordu.

 

“İnan, İnci Aksoy.” İnanmamı istiyordu. İnanmıştım, cidden ilk defa Barlas’a inanmıştım. Ama bir insan hiç katile inanır mıydı ki? İnanmamam lazım dı ama kalbime söz geçiremiyordum. Lütfen, lütfen İnci kötü şeyler yapıyorsun. Güvenme, inanma. Gözümden yaşlar akarken Barlas bana doğru adımlayıp bana sarıldı.

 

Barlas Özdemir, İnci Aksoy’a sarılmıştı. Sarılma, karşılık verme yapma İnci, sarılma.

 

Ben vatanımı bozan biz adama aşık olamazdım, yapmamam lazım. Ama bir dakika aslında, aklıma gelen şeyle gülümsedim. Aşık rolü yapıp bu ülkeden kaçacaktım ve muhabirliğe devam edecektim. Bu kadar basitti.8

 

Sarıldım, ellerimi Barlas'ın kaslı sırtına sardım. Barut gibi keskin bir kokusu vardı, hoştu. Bir elimle gözümün altında ki yaşları silerken gülemeden edemedim, enayi.

 

Birbirimizden ayrıldığımı Barlas ellerimi tutup alınlarımızı birleştiri, Allah'ım lütfen öpmesin, lütfen. Gözümü kapattım ve düşünmeye başladım, bu kesin onun için ağladığımı sanmıştı. Hayır bir katil için ağlamamıştım. Daha dün aşık olmamak için dua ederken şimdi devranı döndürmüştüm, ben asıl İnci Aksoy.

 

Şeytanın ikizi olan İnci, İnci Aksoy.

 

Barlas'ın güldüğünü işittim, son gülen iyi gülerdi Barlas bey. Kafamı Barlas'ın alnından ayırıp “nereye gidiyoruz?” Diye sordum. Bunu beklemiyordu ki kaşaları şüphe ile kalktı. Hayır İnci daha fazla belli etme. Ortama yıldırım gibi düştü Barlas'ın kalın ve erkeksi sesi “niye sordun kelebeğim?” kelebeğim demişti demek ki Barlas'ın keyfi yerindeydi. Ne güzel.

“Niye sormayayım kelebeğim?” Dedim onu taklit ederek. Barlas kahkaha atarken bunun bir kez daha deli olduğunu düşündüm. “Bir otele gideceğiz, almamız gerek dosya var.” Bir ajan olmadığı kalmıştı o da oldu. Hayırlı olsun.

 

“Bu dosya ne işine yarayacak peki?” Aynen İnci sor sen, asla anlamaz. “Kelebeğin çenesi mi açıldı?” Sabır. Sanki utanmış gibi yapıp gülüp kafamı aşağıya eğdim. Barlas elini omzuma koyarken beni kapıya doğru yönlendirmeye başladı. En son buradan çıktığımı hiç iyi şeyler olmamıştı. Omuzlarım dikleşti, bakışlarım keskinleşti. Düşmanı en yaralacak şey bu olsa gerek önceden güven verirsin ardından ise bingo, ve puf.

 

Dış kapıya vardığımız da yerde bir ayakkabı kutusu gördüm. Barlas tuttuğu elimi bırakıp kutuya doğru eğilip kutuyu aldı ardında ise kapağını açtı. Üstü siyah, altı kırmızı bir topuklu ayakkabı vardı. Bunu yanlış hatırlamıyorsam Barlasta da vardı ama o topuklu ayakkabı modelini giymemişti. Gülmemek için verdiğim mücadele Barlas'ın soğuk ellerini ayak bileğimde hissetmemdi. Lan köpek, madem böyle şeylerin vardı niye söylemiyorsun, köpek. “Ooo,” dedim şaşırarak “sizin böyle yetenekleriniz var mıydı Barlas bey?” Diye sordum. Barlas ayakkabıları bana giydirdikten sonra çömeldiği yerden kalkıp “bilmem, varmıymış?” Diye soruma soru ile cevap verdi adından ekledi “İnci.” İnc kadar başına taş düşsün. “efendim,” dedim anlamaması için. “Sence de bugün sende bir gariplik yok mu?” Sesi katil olduğunu bana hatırlatmıştı. Sesi, kalın ve baskın çıkmıştı.

 

“Ne gibi?”

 

Sırıttı, ardından dudak büzüp “bilmem ki” dedi. Tüh, lütfen bil. Kafa sallayıp Barlas'ın koluna girdim. Hah İnci, yapış sen böyle asla anlamaz. Şükürler olsun ki dışarıya çıktığımı derin bir nefes aldım ama almam yarıda kesildi. Biri öyle gür “Barlas’ım!” Diye bağırmıştı ki korkudan çimenlerin üstüne düşmüştüm. Kalçamın üstünde hissettiğim acı inledim. Sinir ile soluyup kafamı kaldırdım ardından “hay senin Barlas'a.” Küfür edecekken Barlas araya girip.

 

“Şttt, kelebeğim.” Dedi, normalde susmazdım da neyse. Barlas bana muzip bir gülümseme yollayıp “Anıl’ım” diye karşılık verdi. Zıkkım, dedim mırıldanarak ama galiba mırıldanmamıştım çünkü ikiside gülmeye başlamıştı. Düştüğüm yerden zar zor da olsa kalktığımı ayı gibi böğüren adama bakmaya başladım, maşallahı vardı.

 

Yeşil gözlü, esmer, saçı üçe vurulmuş bir çocuktu. Barlas'ın boyundan iki üç santim küçüktü. Her türlü belalı olduğunu gösteren sol kaşında olan piercingi ve yüzündeki anlamsız ama bir o kadar da korkunç tebessüm kendini belli ediyordu. Ne yapacağımı bilemedim bende ona karşı gülümsedim hemen sağında Barlas vardı kollarını göğsünün üstünde kavuşturmuştu. O da bana bakıyordu hemde gülerek.

 

Aynı ruh şeytanları gibiydi. Yani aslında ruh almak için bir şeytana gerek yoktu iki insan ve iki kalp yeterli olurdu.

 

Sinir ile “ne gülüyorsunuz? Ayı mı oynuyor? Diye sordum. Duyuldu yedim. Yeşil gözlü adam birden bana bir adım atıp diliyle dudaklarını yalayıp “lilith’i biliyor musun?” Ne alaka, evet biliyordum. Kafa salladım.1

 

“Onun ruh ikizi gibisin.” Dedi. Ardından Barlas’a baktı ve ekledi: “lilith ve şeytan mükemmel uyum.” Hassiktir. Güldüm sadece, bu Barlas'ın gözünden kaçmadı kollarını bozup “oyun oynamak ister misin?” ne oyunu ne oluyordu? Hayır anlamında kafamı salladım ardından ise bir kaç adım geriledim. Tamam da ben güçsüz kadın rolü oynamak istemiyordum. Ben geri adım attıkça o daha da üstüme geldi. Bu sefer o adımlarını büyüttüğü için ben arkamı dönüp hiç düşünmeden ormanın içine topuklu ayakkabılarıma pata küte koşmaya başladım.

 

Aptallar, ikiside aptal. Özelliklede o Barlas bozuntusu. Sanki olduğum yerde koşuyormuş gibiydim. Ağaçlar ilerliyor ama ben ilerlemiyor gibiydim her yer aynıydı.

 

Nereden çıkmıştı bu oyun? Ciğerlerim artık bana durmam için yalvarırken ben durmadım. Biliyordum sonu kötü olacaktı. Yakalanırsam ceza alacaktım aynı küçükken annem'den kaçıp yakalanmam gibi. Bazı cezalar insana hayatını sorgulatırdı. Daha hızlı konuştum, daha, daha, daha hızlı…

 

Anneme küçükken “çocuğunun canını yakan ne olsun, annecim?” Diye sormuştum. Annem ise hiç düşünmeden “anne olmasın” demişti. Şimdi soruyorum; kader mi insanı değiştirirdi yoksa yüreğinde ki hançerin derinliğimi? Bana kalırsa her kişi değişirdi. İyi değildim. Olduğum yerde kimseyi umursamayıp diz çöktüm ve hıçkıra, hıçkıra ağlamaya başladım. Ağladığım konu ne kaçırıldığım dı nede gelecek kaygısı ağladığım şey annem ve annemin bana çektirdiği şeylerdi.

 

Her şey bana annemi hatırlatıyordu bu kaçış bile… Kalbim annemi affetmemi istiyordu, beynim ise annemin bana yaşattıkları şeyleri ön fragmlıyordu. Şimdi sana soruyorum anne kalp herşeyi affeder mi? Gelmişlerdi önümde dikiliyorlar dı, ikiside. Çıt dahi çıkarmıyorlardı. Ne olmuştu İnci? Daha demin onların karşısında güçlü durmak adını omuzlarını dikleştirmiştin, konu anne olduğumu mu bu kadar aciz oldun?

 

Anne sorunları olan birisini kimse üzemezdi kalbi taştan olurdu en azından benim için böyleydi. Dakikalar geçti belkide saat ben ağladım onlar durdu sanki daha demin beni kovalamamışlar gibi. Ne kadar geçti bilmiyorum ama en sonunda ben başımı kaldırdım. İkiside bana bakıyordu büyük ihtimalle ağlamam hoşlarına gitmiş olacaktı.

 

Ama öyle olmadı adını bilmediğim adam önüme diz çöküp “hey lilith, ağlama. Hem artık hayatında ben varım eğer ağlarsan sana asla mükemmel pastalarımdan yapmam” dedi. Tüh lütfen bana pasta yap.

 

“Neli pasta?”

 

“Çikolatalı pasta.”

 

Gözlerimden bir pırıltı geçti, bunu fark etti gülümsedi ama beni korkutmamak için korkunç gülümsemesinden değil de masum gülmsemesinden gülümsedi. “Yağmur geldi dimi aklına?” Diye sordu. O Yağmuru nereden tanıyordu? Gözlerimdeki pırıltı söndü ve sonsuzluğa adım attı. Bana göz kırpıp “meslek sırrı güzellik” deyip yanağımdan makas aldı. Barlas hafifçe öksürdü ardından “biz göreve gidiyorduk en son kardeşim.” Dedi.

 

Adam bana bakıp, “biz gece bunu korkuturuz ha.” Deyip çöktüğü yerden kalktı ve Barlas'ın yanına gitti. Umarım elbisem kirlenmemiştir, umarım makyajım akmamıştır. “elbisende kirlendi, makyajımda aktı. Yarım saatin var. Git eve tekrar hazırlan, yedek elbise almıştım sana” dedi Barlas.

 

“Yolu nereden bilsin, mal.” İsmini bilmediğim adam haklıydı. Barlas, dirseğini ona geçerecekken o adam Barlas'ın kolunu ters döndürüp yakınlarında olan ağaca yüz üstü yapıştırıp kulağına doğru yaklaşıp bir şeyler fısıldadı sonra ise ikiside güldü.

 

Dudağımın üstü yukarıya kıvrılmıştı, gülümseme değil di aksine bunlar ne yapıyor anlamında’ydı. O adam birden sesini kalınlaştırıp, “seni sevmek ölümse koyim götüne gülümse,” dedi. Buna ilk başta anlam verememiştim sonra ardından öyle bir güldüm ki, anlatamam.1

 

Barlas gözlerini kısmış avına bakıyordu. “Kaçtın, kaçtın kaçamadın sonun hayırlı olsun.” Sesi gözü gibi kısık, kısık çıkıyordu bu da tehlikeli gösteriyordu. “Lilith, koş gel yanıma.” Dedi geri, geri adımlarken. Hiç düşünmeden onun yanına gittim ve elini tuttum.

 

Elini tuttuğumu hissedince “abo,” diye mırıldandı. O an ne oldu bilmiyorum ama sanki arkamızdan atla kovalayan varmışcasına koşmaya başlamıştık.

 

🦋

 

Eve varmıştık, tekrar hazılanmıştım hemde eskisinden daha iyi bir şekilde. Mükemmel olmuştum. Aşağıda salonda oturuyorlardı, beni bekliyorlardı. Belli ki bunların planları önceden hazırdı. Zaten Barlas Özdemir'in hep bir planı vardı. Çok kurnazdı, çok akıllıydı ama düşünmeden de edemedim. Ben taklitçiye mi aşık olmuştum yoksa Barlas'a mı?

 

Yatağın üstüne oturmuş düşünüyordum. Yıkım istiyordum, Barlas'ın yıkılmasını istiyordum. Kendi enkazının altında nefes alamasın istiyordum, kendi açtığı suda boğulsun istiyordum, kendi kıskançlığında gebermesini istiyordum.

 

Çok mu şey istiyordum?

Duygulardan arınmış o ses “İnci hadi in!” Diyene kadar herşey güzeldi. Çiçekler açmış, hava güzel, güneş var ama şimdi ne güneş açtı ne de çiçek. Hava kararmış, gök gürlüyor, çiçek solmuş. Barlas aynı kara ölüm haberi gibiydi.

 

Bir şey demedim. Ayağa kalkıp odadan çıktım. Beni merdivenden inerken büyülenmiş şekilde bakan iki erkeğe göz devirdim. Acaba ileride de bana bir ihtimal bu şekilde bakarlarmı, demir korkuluklar arasında?10

 

 

Bölüm : 09.02.2025 22:42 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...