
Ey Rabbim!
Burada anlatacağımız konularla önce bizleri, sonra da tüm mü’min kardeşlerimizi âmil eyle. Bu konularla amel edebilmeyi bizler için okumaktan daha kolay kıl. Bizlerin ve tüm iman eden kardeşlerimizin ahlâkını Resûlullah. ( s.a.s) ' in ahlâkına benzet. Yazdıklarımızı ümmet için faydalı kıl. Özellikle bu konuya ihtiyaç duyanlara bu bilgileri vasıl eyle. Hiç şüphesiz ki sen, duaları işiten ve onlara en iyi şekilde karşılık verensin. (Allahumme âmin)
Bilmeliyiz ki bu dinin başı “Tevhid”dir. Baş olmadan bedenin bir anlamı olmayacağı gibi bedende başın yeri neyse, dinde Tevhidin yeri odur. tevhid olmadan da hiçbir amelin anlamı olmaz. Lakin her başa kendisini güzelleştirecek, fonksiyonunu daha iyi yerine getirecek bir göz, bir ağız, bir kulak lazımdır. Bunlarsız bir başın insana faydası neredeyse yok gibidir. İşte, eğer bu işin başı Tevhid’se o başın gözü, ağzı, kulağı da hiç kuşkusuz ahlâktır. Gözden, ağızdan ve kulaktan mahrum olan bir baş ne kadar fayda sağlayabilir ki?
Güzel ahlâk denilince, dinini en iyi şekilde yaşamaya gayret eden her mü’minin kalbi titrer, yüreği hoplar. Ona sahip olabilmek için becerebilse her şeyini feda etmeyi göze alır. Onun, iman eden yüreklerde tartışmasız bambaşka bir yeri vardır.
İşte böylesine önemli bir mefhumdur “güzel ahlâk”.
Müslümanların “Nasıl olsa akidemiz sağlam!” öngörüşüyle onu basite alması yahut ihmal etmesi asla olacak bir şey değildir. Hele hele tâli bir konuymuş gibi değerlendirmeleri katiyen kabul edilemez. Böylesi bir değerlendirme yaparak ona gereken değeri vermeyenler, dünyada da âhirette de muhakkak hüsrana uğrar, kaybedenlerden olurlar. Bu nedenle bu konuya Allah(c.c) için dikkatle eğilmeli, üzerinde ciddiyetle durmalı, onu anlamak ve yaşamak için var olan bütün eforumuzu harcamalıyız. Yani sözün özü; hepimiz güzel ahlâk sahibi Müslümanlar olmalıyız.
Fıtratı bozulmamış, özünü yitirmemiş her temiz insan bilir ki güzel ahlâk, bu dinde bir insanın kalitesini ortaya koyan en önemli husustur. Bir insanın makbul birisi olup olmadığı ancak güzel ahlâkı sayesinde bilinebilir. Tevhid’i kabul etmiş birisi bile olsa, eğer güzel ahlâktan ve bu ahlâkın zorunlu kıldığı değerlerden yoksun ise o insan Allah ( c.c) katında da mü’minler katında da değerini yitirir. Bu nedenledir ki, güzel ahlâka: “Tevhidle beraber her insanda olması zorunlu olan eşsiz bir değer.” diyebiliriz
İslam dini, yalnızca Allah’a (c.c) kulluğu emreden Tevhid esaslı bir din olduğu kadar, müntesiplerine erdemli söz ve davranışlara sahip olmalarını tavsiye eden güzel bir ahlâk dinidir aynı zamanda. İlk inen ayetlerde bile Tevhid’in ve ahlâkın yan yana zikredilip, mü’minlerin bu her iki değere de sahip çıkmaları gerektiğinin vurgulanması, zikrettiğimiz hakikatin doğruluğunu ortaya koyan en önemli işaretlerdendir.
Kur’ân ve Sünnet’i şöyle hızlıca gözden geçiren herkes bu iki ilkenin, yani “Tevhid” ve “ahlâk” ilkelerinin asla birbirinden ayrılmadığını ve hep yan yana zikredildiğini rahatlıkla görebilir. İlerleyen satırlarda örneklerini zikredeceğimiz üzere, Rabbimiz subhanehu ve teâlâ, nerede tevhide vurgu yapmışsa, genelde oranın ya bir öncesinde ya bir sonrasında mutlaka ahlâka da vurgu yapmıştır. İşin burası gerçekten de üzerinde dikkatle durulmaya, tefekkür edilmeye ve hikmeti hakkında derin derin düşünülmeye değen çok önemli bir noktadır.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hepimizin bildiği bir hadisinde: “Ben ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” ( Beyhakî ) buyurarak, Allah’ın (c.c) kendisini peygamber olarak göndermesindeki yegâne gayenin “güzel ahlâk”ın kemale erdirilmesi olduğunu beyan etmiştir. Bu hadiste, üzerinde düşünülmesi gereken ince bir nokta vardır. Yani bu hadisin ortaya koyduğuna göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sanki başka bir gaye için değil, sadece güzel ahlâkın nasıl olması gerektiğini insanlara öğretmek ve bunu kendi pratiği ile onlara tebliğ etmek için gönderilmiştir.
Ahlâk, bir insanda görülebilecek en bariz vasıftır. İnsanlar kişinin akidesini, inancını ve nasıl iman ettiğini bilemezler; çünkü onun yeri kalptir. İbadetlerin de birçoğu riya endişesi ile gizli ve insanların nazarlarından uzak olarak yapıldığı için insanlar onu da hakkıyla bilemezler. Ama ahlâk böyle değildir. İnsanlar kişinin davranışlarını, muamelelerini, tepkilerini, tavırlarını görebildikleri için onu bunlarla yargılar ve ona göre değerlendirirler.”
Evet, insanların, ahlâkı akide ve ibadetten daha kolay görüp bilebilmesi, Efendimizi böylesi bir üslup kullanmaya sevk etmiştir. İşte bu nedenle de Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem insanların hepsi tarafından ortak bir değerlendirme mahalli olduğu için ahlâkı diğer tüm İslami esasların önüne takdim etmiş ve onu dinin diğer her maddesinden daha çok ön plana çıkararak, Müslüman olmayanların İslam’ı en güzel şekilde değerlendirmeye tabi tutmalarına olanak sağlamıştır. Yani ilk defa İslam’a muhatap olan bir kâfir bile Müslümanları gördüğünde tereddüt etmeden: “Bunlar, çok iyi ve kaliteli insanlar.” diyebilmelidir. Ve –hamd olsun– öyle de demişlerdir. Tarih bunun örnekleri ile doludur.
* Tevhid ve Ahlâk Bir Elmanın İki Yarısı Gibidir *
Mü’minler, tüm insanlığı ıslah edip düzeltmek için seçilmiş özel insanlardır.
“Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyar ve Allah’a iman edersiniz…” ( Al_i İmran 110 )
Eğer mü’minler olarak bizler bu görev için seçilmişsek o zaman Allah’ın ( c.c) onaylayacağı şekilde bu ıslah görevini nasıl gerçekleştirmemiz gerektiğinin ve bu noktada ne gibi bir metot uygulayacağımızın doğru cevabını bulmak zorundayız. Öyle ya, bu iş kafamıza göre olacak, arzularımızın istediği şekilde belirlenecek bir şey değildir. Bu iş tamamen ilahî bir görevdir. Bundan dolayı sınırlarının da tamamen sahibi tarafından belirlenmesi gerekmektedir. Bu işin sahibi Allah ( c.c) olduğuna göre, elbette sınırlarını belirleyenin de O olması gerekir. İşte bu nedenle bizim bu konuda öncelikle doğru bir metoda sahip olmamız ve bu metottan Rabbimizin razı olup olmadığını tespit etmemiz gerekmektedir. Ta ki ona göre hareket edip ıslah yolunda sahih bir menhec üzere yürümüş olalım.
Şimdi gelin, hep beraber “İnsanları ıslah ve düzeltme konusunda nasıl bir metot ve nasıl bir sıralama takip etmeliyiz ?” sorusuna cevap bulmaya çalışalım.
Bu soruyu Yüce Kitabımız’a yönelttiğimiz zaman ıslah için izlenmesi gereken metodun şu şekilde sıralandığını görürüz:
• Akidede ıslah.
• Ahlâkta ıslah.
• İbadette ıslah.
• Ahkâmda ıslah.
Allah subhanehu ve teâlâ, Kur’ân’ının hemen her yerinde akide ile ahlâkı her daim yan yana, peş peşe veya birbiriyle bağlantılı olarak ele almıştır.” diye, işte bu bizlere göstermektedir ki ahlâkî meziyetlere sahip olmak Allah (c.c) nezdinde neredeyse doğru akideye sahip olmak kadar elzem ve ehemmiyetli bir meseledir.
Bu ayetlerle alakalı dikkate şayan diğer bir nokta da şudur: Müddessir, Meâric ve Kalem sûrelerinde zikredilen ahlakî tüm ilkeler, akidenin yoğun olarak gönüllere nakşedildiği Mekke döneminin ilk anlarında inzal edilmiştir. Furkan ve İsra sûrelerindeki ilkeler ise Mekke’nin orta ve ilerleyen safhalarında indirilmiştir. Mekke döneminin ilk, orta ve son dönemlerinde inzal buyrulan bu ilkelerin tamamının ortak özelliği ise; hepsinin ahlâka dönük olması ve ahlâkla ilişkili konuları ele almasıdır. Bu ayetlerin tamamında mü’minlerin iç ve dış âlemlerini güzelleştirmeyi hedefleyen erdemli davranışlar konu edinilmiştir. Şimdi, zihinlerde daha iyi kalmasını sağlamak için bu vasıfları maddelendirerek zikredelim. Sizden ricamız; bunları atlamadan tek tek ve dikkatlice okumanızdır:
• Irzı korumak, yani namuslu, hayâlı ve iffetli olmak,
• Emanete ve ahde riayet etmek,
• Adakları yerine getirmek,
• Şahitliği dosdoğru yapmak,
• Elbiseyi temiz tutmak,
• Sadece Allah rızası ve hatırı için sabretmek,
• Nefse ağır geldiği hâlde sırf Allah için malı yoksulla, yetimle ve esirle paylaşmak,
• İyilik yapıldığında insanlardan hiçbir karşılık beklememek; bu konuda sadece Allah’ın rızasını gözetmek,
• Cahiller sataştığı veya laf attığı zaman selamete çıkaracak sözler söylemek,
• Harcamalarda israftan ve cimrilikten kaçınmak; dengeli harcama yapmak,
• Akrabaya, yoksula, yolcuya haklarını vermek, onlara yardımcı olmak,
• Boş, yararsız ve bâtıl bir şey görüldüğünde değerli insanların tavrını sergileyerek geçip gitmek,
• Nasihat edildiğinde kulak kabartıp, görmeye, anlamaya çalışmak,
• Yalana ve günaha şahitlik etmemek,
• Yapılan iyiliği çok görerek başa kakmamak,
• Allah’ı dikkate almayan ve kötü vasıflara sahip olanlara itaat etmemek,
• Arkadan çekiştirmemek,
• Kaş göz hareketleriyle alay etmemek,
• Gösteriş yapmamak,
• Hayrı engellememek,
• Geçim endişesi taşımamak,
• Çocukların ve insanların canına kastetmemek,
• Bilgisiz olunan meselelerin ardına düşmemek,
• Ölçü ve tartıyı dosdoğru yapıp bu hususta aldatmaya kaçmamak,
• Yeryüzünde kibirle ve şımarıklıkla yürümemek…
Tüm bu vasıflar, Mekke döneminde akide ile aynı anda Müslümanlara verilmeye çalışılan ahlakî değerler, erdemli meziyetlerdir.
Artık 21. yüzyılın Müslümanları olarak biz de bu önemli hakikatin farkına varmalı ve insanları Tevhid’e davet ederken Tevhid’le beraber onlara aynı anda ahlâkı da vermeliyiz...
İşte, satırlardır ifade etmeye çalıştığımız bu ince ama önemli detay, derdi olan Müslümanlara çok mühim mesajlar vermektedir. Biz bunu iyi anlar ve gereğini güzelce uygularsak, hem kendimizin hem de toplumumuzun ıslahında önemli bir başarıya imza atmış oluruz...
* İman ile Ahlâk Beraber Olmak Zorundadır; Yoksa… *
Rabbimizin, insanları ıslah etmede “akide” ve “ahlâk”ı asla birbirinden ayırmadığını, bunları hep yan yana zikrettiğini, yan yana zikretmediği yerlerde ise Tevhid’in hemen sonrasında ahlâkı konu edindiğini ifade ettik. Islah hareketlerinde ve cemaat çalışmalarında bu önemli husus gözetilmediğinde, yani akide ile ahlâk beraberce ele alınmadığında, bakın ortaya nasıl bir insan tiplemesi çıkıyor:
• Söz verip sözünde durmayan,
• Ahitlerini yiyen,
• İffet ve hayâ nedir bilmeyen,
• Konuşunca rahatlıkla yalan söyleyen, söylerken de yüzü kızarmayan,
• Kolaylıkla gıybet edebilen,
• Laf taşıyan,
• Ara bozan,
• Sır tutamayan,
• Kavgacı,
• İnatçı,
• Tartışmacı,
• Her konuda haddi aşan,
• Hak hukuk gözetmeyen,
• Emanete riayet etmeyen,
• Ağzı bozuk olan,
• Müstehcen kelimeler kullanan,
• Merhametten yoksun,
• Büyük nedir bilmeyen,
• Küçüklerine şefkat göstermeyen,
• Anne babasına bağırıp çağırabilen,
• Eşine karşı şiddetli,
• Çocuklarına öfkeli,
• Oturmasını kalkmasını bilmeyen,
• Âlim ulema tanımayan,
• Nasihat dinlemeyen,
• Aldığında vermeyen,
• Aldatmayı marifet sayan,
• Sıra kapmayı maharet gören…
Kısacası insanların öncelikle kendisinden, sonrasında da davet ettiği akidesinden nefret ettiği bir insan tiplemesi ile karşı karşıya kalıyoruz.
Biz, ne yapıp ne edip bu ahlâkî zaaflarla mücadele etmeli ve bu noktada pasifliği bir kenara koyarak aktif bir ıslah cihadının içine girmeliyiz. Aksi hâlde insanlara güven veren bir “İslam Nesli”nin ortaya çıkması asla mümkün olmayacaktır.
Baş tarafta söylediğimiz : “İnsanları bir araya getiren şey ‘akide’;
onları bir arada tutan şey ise ‘ahlâk’tır.”
cümlesini önemine binaen sonda bir kere daha tekrarlıyor ve sizleri Allah’a ( c.c) emanet ediyoruz.
Ve’l hamdu lillahi Rabbi’lâlemîn
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.2k Okunma |
779 Oy |
0 Takip |
30 Bölümlü Kitap |