
Allah-u Teâlâ’nın sıfatları sonsuzdur. Fakat Allah’a (c.c) iman konusu incelenirken, öğrenilmesi gereken bazı temel sıfatlar vardır ki, bunlara “Ulûhiyet Sıfatları” denilmektedir. Ulûhiyet sıfatları İslam âlimleri ve mutasavvıflar tarafından değişik şekillerde tasnif edilmişse de, bunların hepsi esasta aynıdır. Burada Selbi (Zâti) sıfatlar (6 adet), Sübûti sıfatlar (7 adet) ve bir de Tekvin (yaratma) sıfatı kısaca açıklanacaktır. Tekvin sıfatı birçok ilmihalde Sübûti sıfatlar başlığı altında anlatılmıştır.
Şu noktayı öncelikle ifade etmek gerekir ki, Allah-u Teâlâ‘nın Zâtı, diğer varlıkların zâtına benzemediği gibi, sıfatları da diğer yaratıkların sıfatlarına benzemez. Allah’ın (c.c) sıfatları kendi Mukaddes Zâtının gereğidir. Eksiklikleri, noksanlıkları, yenilenmeleri, değişmeleri söz konusu değildir. Allah-u Teâlâ’nın sıfatları mutlak ve nihayetsizdir. Kayıt, sınır, had, hudut, son kabul etmezler. Kayıtsız, şartsız, sonsuz mükemmellikte, eksiksiz ve kemâl-i mutlaka hâlindedirler. O’nun yüce sıfatları kadimdir, ezelidir, evveli yoktur. Ne isim ve ne de sıfatlarında sonradan meydana gelme diye birşey yoktur. Ebedidir, bir son, bitiş kabul etmezler. Bütün kâinatı ihata etmişlerdir (kapsamışlardır). Hiçbir şey sıfatların kapsam alanı dışında kalmaz.
Selbi (Zâti) sıfatlar sadece Allah Teâlâ’nın zâtına mahsus olan, başkasına verilemesi câiz ve mümkün olmayan sıfatlardır. "Selb etme’nin lügat anlamı çekip kendine almak, kendine hasr etmek (başka yerde olmaması) demektir. Bu sıfatlara selbiye denilmesi, bunların Allah-u Teâlâ mahsus ve mahlukâttan selbedilmiş olması, yani bu sıfatların sırf Hak Teâlâ mahsus olup, mahlukâtta kati’yen olmaması yüzündendir. Bu sıfatlar Allah-u Teâlâ’nın sırf zâtına mahsustur, bunlar mahlukâtta yoktur. Keza bu sıfatların zıdları da yüce Allah( c.c ) hakkında düşünülemez. Misal: Kıdem, yani ezeli olma sıfatı Hak’da vardır, mahlukâtta yoktur. Kıdem’in zıddı olan Hudûs, yani sonradan olmak ise mahlukâtta vardır, Cenâb-ı Hak’da yoktur. Selbi sıfatlar sırf Hakka mahsus olduklarından Tenzihi veya Zâti sıfatlar olarak da isimlendirilmektedir. Bu sıfatlar şunlardır:
Vücûd: “Var olmak“ demektir. Vücûdun zıddı olan yokluk Allah (c.c) hakkında düşünülemez. Allah Teâlâ’nın varlığı hakkında sayısız deliller vardır. İnanma niyetinde ve düşüncesinde olan bir insan, kâinata ibret nazarlarıyla bakıp aklını iyi kullandığı takdirde gördüğü her şey ile Allah’ın (c.c) varlığını anlayabilir. Çünkü her şey O’nun varlığına bir delildir; lisan-ı hâl ile O’nun varlığını dile getirmektedir.
Allah-u Teâlâ “Vâcib-ül Vücûd” dur. Vâcib; lâzım, gerekli, zorunlu gibi mânaları ihtiva eden Arapça bir kelimedir. Vacibü’l vücûd demek, varlığı kendisinden olup, varlığında başka bir var ediciye muhtaç olmayan ve yokluğunun düşünülmesi mümkün dahi olmayan zât demektir. Yâni, Allah-u Teâlâ’nın varlığı mutlaktır, O’nun olmaması düşünülemez. O daima mevcûd olup, kendi Zâtıyla kâimdir. Gerçek ve mutlak olarak var olan sadece O’dur. O’nun varlığı başkasından değildir, zâtının gereğidir. O’ndan başka herşey (yani tüm Evren) ise, O’nun varlığı ile var görünür, O’nun yaratması ile ademden vücuda (yokluktan varlığa) gelmiştir. Allah Sübhânehu ve Teâla ezelde var idi, beraberinde mevcûdattan hiç bir şey yoktu.
Kıdem: “Ezeli olmak, başlangıcı olmamak” demektir. Allah Teâlâ, kadimdir, ezelidir. Varlığının başlangıcı yoktur , ne kadar geriye gidersek gidelim, O’nun olmadığı bir zamanı düşünmek mümkün değildir. Oysa, içinde yaşadığımız bu âlem hâdistir (sonradan meydana gelmiştir), yani bir zamanlar yok iken sonradan var olmuştur. Nitekim, günümüz bilimi Evren’in bundan yaklaşık 13,7 milyar yıl önce toplu iğne başından daha küçük bir noktadan “Büyük Patlama“ ile yaratıldığını söylemektedir. O halde, Evren ezelden beri var olan bir muhdis’e (var eden’e) muhtaçtır. O muhdis de Allah-u Teâlâdır. Nitekim:
Allah her şeyin yaratıcısıdır ” (Zümer sûresi,62)
“ Muhakkak ki Rabbiniz yerleri ve gökleri altı günde (devirde) yaratandır… ” (Yunus sûresi, ayet 3 ve Araf suresi, ayet 54)
ve benzeri âyetler ile bu husus beyan edilmiştir. Âlemin kadim (ezelden beri) olduğunu söyleyen kâfir olur çünkü Kıdem sıfatı sadece Allah-u Teâlâ’ya mahsustur.
Neyin önü -evveli varsa, onun sonu- âhiri de vardır. Dolayısıyla bu Evren’in de bir gün sonu olacaktır. Oysa, varlığı vâcib olan ve evveli olmayan Allah-u Teâlâ’ya yokluğun gelmesi mümkün değildir. Çünkü kadîm (ezeli) olana yokluğun gelmesi düşünülemez. Öyle ise Allah-u Teâlânın ezeli ve ebedi olması lâzımdır. O, varlığının evveli olmamak üzere kadim, varlığının sonu olmamak üzere bâkidir. Yani, Allah-u Teâlâ hakkında bekânın manası, ebediyette O’na ârız olabilecek yokluğun düşünülememesi, böyle bir şeyin Allah (c.c ) hakkında imkansız olmasıdır.
Nitekim Kıdem de, ezelde geçen yokluğun imkansız oluşudur. Böylece her iki sıfatın mânâsı O’nun hakkında yokluğun imkansız oluşundan ibaret olmaktadır. Hülâseten Allah-u Teâlâ zamandan ve mekandan münezzehtir.
Bekâ: “Varlığının sonu olmamak, ebedi olmak” demektir. Allah Teâlâ, bâkidir, ebedidir, dâimdir. Varlığının sonu yoktur, ne kadar ileriye gidersek gidelim O’nun olmayacağı bir zaman düşünülemez.
Kısaca, Allah Teâlâ ezelen ve ebeden vardır, mevcûddur. O’nun olmadığı veya olmayacağı bir an bile düşünülemez. Zaten vâcibu’l vücûd (varlığı kendinden ve zorunlu) olması, O’nun kadîm olmasını gerektirdiği gibi, bâki olmasını da gerektirir. Ezeli olanın, ebedi olması zorunludur. Bu hususta ;
Hadid sûresine şöyle buyurulmaktadır:
“ O Evveldir, Âhirdir, Zâhirdir, Bâtındır, ve O herşeyi bilendir “ (Hadid suresi, ayet 3)
Evvel (ilk) = öncesi olmayan , varlığının başlangıcı olmayan, hep var olmuş olan,
Âhir (son) = sonu olmayan, hiç bir zaman yok olmayacak olan demektir.
Cenâb-ı Hakkın nasıl önünde ön yok ise, öylece sonunda da son yoktur, çünkü son kendisidir, o bir son sıfatıyla son olmuş değildir. Kendinden gayrı ne ön, ne de son vardır. Ön de, son da kendi olduğu cihetle (Kıdem) ve (Bekâ) Cenâb-ı Hak için sıfat itibar olunmuşlardır…
Vahdâniyet: “Allah Teâlâ’nın zâtında, sıfatlarında ve fillerinde bir ve tek olması, eşi, benzeri ve ortağı bulunmaması, yegâne olması“ demektir. Onun zât ve sıfatları mahlukâtın zât ve sıfatlarına benzemez. Bu sebeple Hak Teâla misli (benzeri) ve niddi (benzeri, eşi) bulunmaktan münezzehtir. İlahlık, yaratıcılık ve vâciblik (varlığı zorunlu olma) konularında O’nun ortağı yoktur.
Başka bir ifade ile Allah Teâlâ birdir, tekdir, eşsizdir, ortaksızdır. Bütün bunlar ilâh olmanın gerekleridir. Vahdaniyetin zıddı olan birden fazla olmak, eşi ve ortağı bulunmak (şirk), Allah hakkında düşünülmesi imkansız olan sıfatlardandır. Allah Teâlâ bütün âlemlerin Rabbidir. Her şeyi yaratan , yaşatan, rızkını veren, besleyen, büyüten ancak O’dur. İlâhlıkta tekdir, O’ndan başka bir ilâh, hüküm ve otorite sahibi, kendisine itaat ve ibadet edilecek, sığınılacak bir başka varlık yoktur.. Bu hususlar birçok Kur’ân ayetiyle sâbittir.
Vahdâniyet sıfatının sırrı olan: Zât, Sıfât ve Ef’âl’in Allah-u Teâlâ hazretlerine mahsus olduğunu bilmek ve bunları mahlukâta nisbet eylememek Tevhid’in özü ve başlangıcıdır.
Muhâlefetün li’l havâdis: “Sonradan olan şeylere benzememek” demektir. Varlıkların tümü Allah Teâlâ tarafından yaratılmışlardır, yâni sonradan olmuşlardır. Yaratan, elbette ki yaratılana benzemez.
Allah Teâlâ; gördüğümüz, bildiğimiz şeylere benzemediği gibi, hatırımıza, hayalimize gelen şeylere de benzemez. Dolayısıyla hâdis (sonradan olan) varlıkların özelliklerinden tamamen münezzehtir. Kadim olan, hâdisin kat’iyyen aynı olamaz. Örneğin, cisim ve şekil sahibi olma, bir mekâna ihtiyacı olma, zamanla kayıtlı olma, yemek, içmek, uyumak, v.b gibi yaratıklara mahsus haller Hak Teâlâ için söz konusu değildir. Kur’ân-ı Kerîm de şöyle buyurulmaktadır:
“ O’nun benzeri hiç bir şey yoktur. O, İşitendir, görendir “ ( Şûrâ suresi,11 )
Kıyâm bi-nefsihi: “Varlığı kendinden olmak, var olmak için bir başka varlığa ihtiyaç duymamak” demektir. Yâni, Allah Teâlâ hz.leri zâtıyla kâimdir. Varlığı zâtının gereği olup başkasından değildir. Var olmak için bir yaratıcıya, bir yere, bir zaman, bir sebebe muhtaç değildir. Başkasına muhtaç olmak (kıyâm bi- gayrihi), Allah hakkında düşünülemez. Çünkü, tüm mahlukâtın kıyâmı Cenâb-ı Hak’ladır.
Allah-u Teâlâ (yalnız başına) kaaimdir. Ayakta (varlıkta) kalmak ve varlığını devam etirmek için hiçbir yönden hiçbir kimseye ihtiyacı yoktur. Aksine, her şey O’na muhtaçtır. Her şey O’nunla kaaimdir, O’nun kaaimliği kimseye bağlı değildir. Başka bir ifade ile, varlığı başkasına bağlı değildir, tüm mahlûkatın varlığı ise O’nun varlığına bağlıdır. Her şeyi ayakta tutan ve koruyan O’dur. O’nun desteği olmadan hiçbir şey ayakta (varlıkta) duramaz ve varlığını devam ettiremez…
Evreni gözlemlediğimiz zaman bazı varlıkların belli yönlerden diğerlerine bağımlı olduğunu, onlara dayandığını görmekteyiz. Örneğin, bazı canlılar hayatta kalmak için bitkilere, bitkiler hayatta kalmak için, güneş ve suya, .. v.b muhtaçtırlar. Bu zincir, yani silsile Allah-u Teâlâ’ya kadar uzayıp gider ve orada kalır. Yani, en son makam, merci O’dur. O’ndan ötesi yoktur. “Bütün silsilelerin müntehâları (sonu) sırr-ı kayyûmiyetdir “ Dolayısıyla, direkt veya dolaylı olarak her şeyi ayakta tutan ve koruyan Cenab-ı Haktır. Kısacası : “Allah-u Teâlâ bizatihi kâimdir, dâimdir, bâkidir. Bütün eşya onunla kâimdir, devam eder ve vücudda kalır, bekâ bulur . Eğer kâinattan bir dakikacık olsun o nispet-i kayyumiyet kesilse, kâinat mahvolur..."
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.2k Okunma |
779 Oy |
0 Takip |
30 Bölümlü Kitap |