11. Bölüm

9. ALLAH TEALA'NIN SÜBÛTÎ SIFATLARI

Genç _Muvahhide☝️
sibel_01

Sübûti Sıfatlar

Allah Teâlâ’nın Sübûti sıfatları: Hayat, İlim, İrâde, Kudret, Semi’ (İşitmek), Basar (Görmek) ve Kelâm (Söylemek) dır. Bir de Tekvin (Yaratmak) sıfatı vardır ki, bazı ilmihallerde bu da Sübûti sıfatlar başlığı altında zikredilmekle beraber, burada ayrıca ele alınacaktır. Sübût’un lügat anlamı görünmek, ortaya çıkmak demektir.

 

Allah-u Teâlâ’nın isim ve sıfatları ezelidir, başlangıcı yoktur ve ebedidir, sonu yoktur. O’nun hiçbir ismi ve sıfatı hâdis (sonradan olan, yaratılmış) değildir. Misal, Allahın c.c hayatı ezeli ve ebedi olarak zâtındandır, O’ndan bir an bile ayrılmaz ve O’nun hayatı başkalarından faydalanarak da meydana gelmemiştir. O’nun sıfatlarından bir sıfat ve isimlerinden bir isim sonradan var olmaz. Zira Allah sübhanehu ve Teâlâ zâtında Vâcibü’l Vücûd’dur. Zâtında ve sıfâtında tam kemâl sahibidir. Eğer O’na bir sıfat sonradan gelmiş olsaydı veya zâil (yok) olacak olsaydı, bu kemâlde noksanlık olurdu. Noksanlık ise Allah-u Teâlâ hakkında muhaldir (imkansızdır). Öyleyse Allah-u Teâlâ’nın sıfatlarının hepsi ezeli ve ebedidir.

Allah-u Teâlânın sübûti sıfatları hakkında şöyle buyurmaktadır: “Allah-u Teâlâ sıfatlarıyla ezeli olduğu gibi aynı zamanda ebedidir. O sıfatlar kendisinden ebediyyen zâil olmaz. Mahlukatın sıfatları bunun aksinedir, yani ezeli ve ebedi olmayıp sonradan olmuş ve fânidir. Oysa, yüce Allahın ( c.c) sıfatları O’nun zâti ile ezelde kaimdir ve aynı zamanda bâkidir, ebedidir. O’nun sıfatları kemâl üzeredir. O’nun sıfatları (zâtında sonradan meydana gelmek sûretiyle) hâdis değildir. İntikal ve bozulmayı kabul etmez.

 

Cenâb-ı Hak ezeli ve ebedi olan hayat sıfatı ile diridir. O, ezeli ve ebedi olan Kudreti ile kâdirdir. Kudret O’nun ezeldeki sıfatıdır. Kendi kelâmı ile konuşucudur. Kelâm O’nun ezeldeki sıfatıdır. Allah-u Teâlâ konuşucudur, emredicidir, yasaklayıcıdır, haber vericidir. Vahiy, Cenâb-ı Hakkın kelâm sıfatının bir örneğidir. Allah-u Teâlâ’nın kelâmı harf ve seslerden oluşan kelâm cinsinden değildir.

 

Allah-u Teâlâ ezelde ilmiyle bilicidir. İlim O’nun ezeldeki sıfatıdır. Allah-u Teâlâ’nın ilmi ezelidir, ebedidir, artmak veya eksilmekten münezzehtir. Yani, Cenâb-ı Hak geçmişte cehaleti icap ettiren, sonra da elde edilen ilimle değil, ezeli sıfâtı olan ilimle bilicidir. İnsanlardan âlimlerin ilmi ise böyle değildir. Onun ilmi cüz’iyyat, külliyat, mevcudat (var olan şeyler) ve ma’dûmattan (var olmayanlar, yok’lar) , mümkinat ve müstehilattan (mümkin olmayanlar) her şeyi ihâta etmiştir (kapsamıştır). O, ezelde ilim sıfatı ile mevcuttur, kadim olan ilmi ile her şeyi bilir. Allah( c.c )olanı bilir. Olmayanı da, şayet olmuş olsaydı, nasıl olacağını da bilir. Yaratıcı olanın âlim olmaması imkansızdır.

 

“ Hiç yaratan bilmez mi? Çünkü O Latifdir, Habirdir “ (Mülk suresi, 14)

 

Latîf: Herşeyin tüm inceliklerini ve sırlarını bilen,

 

Habir: Herşeyden haberdâr olan, demektir.

Allah-u Teâlâ ezelde mütekellim (konuşucu) idi, halbuki Musa aleyhisselâm ile daha konuşmamıştı. Mahlûkatı yaratmazdan önce ezelde Hâlik idi. Mahlukat ve mevcudat yok iken O’nda hâlıkiyyet ve rubûbiyet sıfatları var idi. Allah-u Teâlâ yaratmayı murad ettiği vakit muhakkak vukû bulacak şekilde hâlik idi. Başka bir ifade ile, Allah-u Teâlâ mahlûkatı yarattığı andan itibaren “hâlık” (yaratıcı) ismini almış değildir. Mahlûkat yaratılmadan önce de Cenâb-ı Hak “hâlık” ismi ile vasıflanmaktaydı. Yâni ezelde, mahlûkat olmadığı halde yaratma kudretine sahipti…”

Diğer sıfatlar da bu bahsedilenlere göre kıyaslanabilir…

 

Ehl-i Sünnet inancına göre bu (sübûti) sıfatlar, Cenâb-ı Hak’kın ne aynıdır, ne de O’ndan gayrıdır.

Sübûti sıfatların böylece genel özelliklerine temas ettikten sonra, HAYAT- İLİM-İRÂDE- KUDRET- SEMİ’ -BASAR- KELÂM sıfatlarına biraz daha ayrıntılı olarak bakalım :

1- Hayat: Hayat sıfatı bütün diğer sıfatların esası ve anası hükmündedir, bu itibarla “ Ümmü’l sıfât” olarak tâbir olunur. Hayat bulunmayan yerde diğer sıfatların hiçbiri mevcut olmaz, diğer sıfatlar ancak hayat sıfatı ile kaim olurlar.

Hayat, “diri ve canlı olmak” demektir. Yüce Allah c.c diridir, canlıdır. O , ezeli ve ebedi bir hayata sahiptir. Hayat sıfatının zıddı olan “ölü olmak” Allah c.c hakkında düşünülemez. Kurân-ı Kerim’de Allah’ın Hayy (diri) olduğunu, hayat sıfatıyla vasıflandığını bildiren çok sayıda âyet vardır.Misal :

“ O Hayy’dır (daima diri dir) ; O’ndan başka hiçbir tanrı yoktur “ (Mümin suresi, 65)

Canlıların tümünün diriliği Allah Teâlâ’nın hayat sıfatının bir yansımasıdır. Bu sıfat yansığı müddetçe mahlukât “Hayy” dır, yani canlıdır, diridir; yansıma kesilince “hayat” biter, yani ölürler:

“ O, hem hayatı veren (dirilten) hem de öldürendir. (Mümin suresi, 68)

 

Yukarıda beliritildiği üzere, Cenâb-ı Hak (Hayy) dır, ama bir hayat sıfatı ile (Hayy) olmuş değildir, O’nun hayatı zâtidir, o itibarla hayat sıfatı O’nun zâtında zâtının aynıdır.

2- İlim: “Bilmek“ demektir. Allah Teâlâ her şeyi bilir. Olmuşu, olmakta olanı, olacağı, gerek topluca gerekse tek tek , ayrı ayrı bilir. Gizli olanı da bilir, açıkta olanı da bilir. İlim sıfat da – diğer sıfatları gibi- ezeli ve ebedi olduğu için, Allah Teâlâ ezelden ebede kadar olacak her şeyi küll (bütün) olarak da, cüz (parça parça) olarak da bilir. Allah’ın ilmi bütün yaratıkları ezelden ebede kadar kuşatmıştır, hiçbir şey O’nun ilminin dışında kalmaz:

 

“ .. Allah’ın herşeye kâdir olduğunu ve her şeyi ilmiyle kuşattığını bilesiniz “ (Talak suresi,12)

O, yok olan şeyi yokluk hâli ile bildiği gibi, onun nasıl vücûd bulacağını da bilir. Var olan şeyi de varlık hâli ile bildiği gibi, onun nasıl yok olacağını da bilir. O’nun bilmediği, bilemeyeceği bir şey olamaz; kezâ ilim sıfatının zıddı olan cehl (bilgisizlik) de Allah (c.c) hakkında düşünülemez.

 

Allah’ın( c.c ) ilmi yaratıkların ilmine benzemez. Yaratıkların ilmi hâdis (sonradan) dır, artıp eksilebilir, son bulmaya mahkumdur. Mesela, cahil bir kişi çalışarak zaman içinde bilgisini arttırabilir, bir müddet sonra da – ör., bir hastalık neticesinde – öğrendiklerinin hepsini unutabilir, yani sahip olduğu ilmini kaybedebilir. Allah Teâlâ ise bütün bu yaratıklara mahsus hallerden münezzeh (pâklanmış, yüce) dir. O’nun ilmi sonradan öğrenilerek (hâsılı tahsil ile) meydana gelmiş değildir. Cenâb-ı Hak’ka tecdid-i ilim nispet edilmesi, yâni O’nun ilminin – öğrenmek suretiyle- yenilendiğinin iddia edilmesi, mûcib-i küfürdür. Çünkü O, ezelen ve ebeden ilim sahibidir. O’nun ilmi artmaz, eksilmez, son bulmaz. İlim Hak teâlânın sıfatlarından biri olduğu için ne biter, ne tükenir, ne de yok olur; ucu bucağı olmayan bir deniz gibidir. Maddi ve manevi bütün ilimler O’nundur.

 

3- İrâde: “Dilemek, bir şeyi yapmaya veya yapmamaya azmetmek“ demektir. Allah Teâlâ irâde sıfatıyla bir şeyin olmasını veya olmamasını; olacaksa nerede, ne zaman, ve ne şekilde olmasını tayin eder:

“ Biz bir şeyin olmasını istediğimiz zaman ona sözümüz sadece “Ol !” dememizdir. Hemen oluverir “ (Nahl suresi,40)

İrâde sıfatı Allah Teâlâ’nın ezelde zâtıyla kaaim bir sıfattır. O ezeli ve ebedi irâdesiyle dilediği bir şeyi yapar, yaratır; dilemediğini de yapmaz, yaratmaz:

 

“ Şüphesiz ki Allah dilediğini yapar “ (Hac suresi 14. ve 18inci ayetlerden)

 

Ancak, Allah Teâlâ’nın dilemesi biz insanların ki gibi –hâşâ– keyfi olmaz, mutlaka bir hikmeti vardır. Mesela, insanların ve bütün mahlukâtın rızkını veren O’dur. Fakat bu rızıkları dilediği ölçüde indirir, çünkü Allah Teâlâ hiç çalışmadan kulları rızıklandırsaydı, bu sefer insanlar yeryüzünde sadece fesad ve bozgunculuk yaparlardı:

“ Allah kullarına rızkı bol bol verseydi, yeryüzünde azarlardı. Fakat O, (rızkı) dilediği ölçüde indirir… ” (Şûrâ suresi, 27)

Cenâb-ı Hakk’ın dilediğini yapması, aynı zamanda O’nun sonsuz kudretine delâlet etmektedir. Çünkü yeterli gücü ve kudreti olmayan dilediğini yapamaz. Örneğin, bir insan ne kadar zengin, güçlü, makam ve mevki sahibi, v.b olursa olsun dilediği herşeyi yapamaz. Bazı maddi engeller veya başka kimseler, güçler onun dilediğini yapmasına engel olurlar. Ancak Allah-u Teâlâ için böyle bir şey söz konusu değildir ve olamaz. Çünkü O’na karşı durabilecek veya O’na mâni olabilecek başka hiçbir kimse, güç veya kuvvet yoktur. O, bir şeyi yapmayacaksa da, yine ancak kendisi istemediği, irâde buyurmadığı için yapmaz; yoksa başkası O’na asla engel olduğu için değildir.

 

Kısacası, herşey O’nun irâde ve meşiyyeti ile (dilemesiyle) olur. İstediği olur, istemediği olmaz. Her ne isterse yapar. İstemezse hiçbir şey olmaz.

4- Kudret:

 

“Gücü yetmek” demektir. Allah Teâlâ sonsuz bir güç ve kudret sahibidir. O’nun herşeye gücü yeter. O’nun güç yetiremeyeceği, zorlanacağı hiçbir şey yoktur:

 

“ Şüphesiz ki Allah, herşeye kaadîr (gücü yeten) dir. “

 

Kadir, “ âciz olmayan, her şeye kayıtsız şartsız gücü yeten” demektir. Kur’an-ı Kerîm’de birçok yerde geçen bu âyet bizlere Allah-u Teâlâ’nın her şeye tam anlamıyla ve kayıtsız-şartsız olarak gücünün yettiğini bildirmektedir. Allah-u Teâlâ sonsuz güç, kuvvet ve kudret sahibidir. O’nun güç ve kudretine bir sınır yoktur. Güç, kuvvet ve kudreti eksiksiz, noksansız ve mutlak kemâlde olup, irâde ettiği yani dilediği şeyleri yapmasına hiç bir engel yoktur : “ O dilediğini yapar..” (Bakara suresi, 253)

Allah-u Teâlâ’nın kudreti zâtî (kendinden)dir. Cenâb-ı Hak için hiç bir şeyde, kudret’in zıddı olan acziyet söz konusu değildir. Çünkü O sonsuz, tam ve mutlak kudret sahibidir. Bu mutlak kudret karşısında: büyük – küçük, az- çok, cüz’i – külli , .. v.b o kudrete nispetle farkları yoktur. O kudret-i mutlaka da mertebeler bulunmaz. Trilyonlarca ton ağırlığındaki devâsa gezegenleri, zerreler kadar kolay döndürür. Bir iş başka bir işe mâni olmaz, hiçbir şey O’na zor gelmez. Dolayısıyla O’nun kudretine göre en büyük şey, en küçük şeye denktir. Yıldızları yaratmak, zerreler kadar kolaydır. Bir tane çiçeği yaratmak ile, bahar mevsiminde onbinlerce cins çiçekten milyarlarcasını yaratmak O’ na göre aynıdır, ağır gelmez. Yine, milyarlarca insanın yaratılması veya öldükten sonra tekrar diriltilmesi, ilâhi kudret’e göre tek bir kişinin yaratılması (veya diriltilmesi) gibidir:

 

“ Sizin (yoktan) yaratılmanız da (öldükten sonra) diriltilmeniz de, ancak tek bir kişi (nin yaratılması ve diriltilmesi) gibidir. ” (Lokman suresi, 28)

Kâinat’da her yerde Cenâb-ı Hak’kın kudret eserleri vardır, yeter ki o gözle, iman gözlüğü ile bakılsın… Örneğin, bir damlacık su’dan işiten, gören, konuşan, düşünen, bütün organları yerli yerinde olan; görünüşü, şekli düzgün bir varlık, yani bir insan yaratmak az bir şeymidir?

 

“ Muhakkak ki biz, insanı katışık bir nutfeden yarattık; onu imtihan ediyoruz. (Onun için) kendisini işitici ve görücü kıldık… ” (İnsan suresi, 2)

Ve, bundan da daha büyük, daha akıllara durgunluk veren şey, Evren olarak isimlendirdiğimiz milyarlarca galaksi ve milyar kere milyarlarca yıldızlardan, gezegenlerden, süpernovalardan, pulsarlardan, kara deliklerden, .. v.b meydana gelen bu muazzam ve muhteşem yapı.. Bunları yaratan bir İlâhın sonsuz bir ilim ve mutlak bir kudret sahibi olması gerekmez mi?

 

“ O ki, yedi göğü (birbiriyle ahenkli) tabaka tabaka yarattı. Rahman’ın yarattığında hiçbir düzensizlik görmezsin ! Haydi, gözünü çevir (de bir bak), hiçbir çatlak görecekmisin? “ (Mülk suresi, 3)

5- Sem’i (İşitme): “Her şeyi çok iyi, ziyâdesiyle işiten” anlamına gelmektedir. Allah-u Teâlâ mahlukâtının bütün seslerini, fısıltılarını, duâlarını, niyazlarını, yakarışlarını uzaklık ve yakınlık söz konusu olmadan kâmilen, tamamen ve hiç eksiksiz işitir. Bütün varlıkların hepsini aynı anda birden görüp, onlardan çıkan seslerin, yakarışların veya duaların tümünü birden işitmek Cenab-ı Hak’ka ağır gelmez. Canlı veya cansız, zerreden kürreye, sayısız mahlukattan çıkan her türlü sesi, sözü, duâyı, yakarışı, çağrıyı, hamd ve tesbihatı eksiksiz duyar. Birinin sesini işitmek, ötekinin sesini işitmeye mani olmaz. O, bu sesleri asla biribirine karıştırmaz veya şaşırmaz:

“ Şüphesiz ki Rabbim (her) duâyı (hakkıyla) işitendir ..” (İbrahim suresi, 39)

Allah-u Teâlâ işitmek için herhangibir âzâya veya alete muhtaç olmadığı gibi, bu sıfatın zıddı olan işitmemek ve sağırlık O’nun hakkında asla düşünülemez. Diğer bütün yüce vasıfları gibi, Cenabı Hak’kın “duyma, işitme“ sıfatı da hududsuz, kayıtsız ve şartsızdır; mutlak kemâl halindedir ve bizlerin her türlü tasavvurunun tamamen dışındadır .. Kısaca söylemek gerekirse, O ezelden ebede kadar, kâinatta bulunan her türlü varlığın her türlü sesini, sedâsını, duâsını, hamd ve tesbihâtını hiç eksiksiz bir şekilde ve hepsini birden aynı anda “duyar ve işitir”. Bunlardan hiçbiri O’nun Semi’ sıfatının dışında değildir ve hiç biri diğerine engel de olmaz :

 

“ Şüphesiz Allah işitendir, görendir “ (Hacc suresi,75 )

6- Basar (Görme): “Her şeyi çok iyi gören” anlamına gelmektedir. Allah-u Teâlâ kâinatın her bir noktasındaki her şeyi hiç eksiksiz görür. Sonsuz büyüklükteki âlemlerin herhangi bir noktasında bir hadise yoktur ki, Allah celle celâluhu onu görmüş ve işitmiş olmasın. Hiçbir şey O’nun görüşünün dışında değildir ve hiç bir şey de Onun görmesine engel olamaz. İnsanları, cinleri, melekleri, yeryüzündeki canlıları, göklerde bulunanları, yıldızları, galaksileri, … veya sayısız atomları, elektronları, protonları, molekülleri, .. v.b , kısacası her türlü canlı –cansız, sayısız mahlukâtın tümünü birden aynı anda görmek ve bilmek O’na ağır gelmez veya bundan dolayı şaşırmaz. Birini görmek, diğerlerini görmeye engel olmaz. O’ nun “ görmesi“ için uzaklık- yakınlık, aydınlık- karanlık- küçük – büyük, .. v.b hiç farketmez. Kısacası, Allah-u Teâlâ yerlerde ve göklerde, mülk âleminde veya melekût aleminde görülebilecek her şeyi Basîr sıfatıyla kuşatmıştır ve onları görmektedir. O, bütün kâinatı görerek idare etmekte, evirip çevirmekte, inşa ve tanzim etmektedir. Yâni, kısaca: “ .. Muhakkak ki O, her şeyi görendir ..” (Mülk suresi,19)

7- Kelâm: “Söylemek ve konuşmak” demektir. Allah-u Teâla kelâm sıfatına sahiptir. O’nun kelâmı ses ve harflerden meydana gelmez; bunlardan münezzehtir ve diğer (sübûti) sıfatları gibi ezeli ve ebedidir. Kelâm sıfatının gerçek mahiyeti bizce bilinemez. Hak Teâlâ dilediği zaman, kendi ezeli kelâmını kendi şânına layık bir şekilde bazı kullarına (bazı peygamberlere ve meleklerine) işittirir. Kelâmın zıddı olan konuşmamak ve dilsizlik, yüce Allah c.c hakkında düşünülemez.

 

Allah -u Teâlâ’nın sıfatları mahlukâtın sıfatlarına benzemediği için, O’nun konuşması bizim konuşmamız gibi değildir. Biz boğaz, dil, dudak ve ağız gibi âletlerle (organlarla) ve harflerle, yani bilinen şekilleriyle mahrece dayanan seslerle konuşuruz. Allah -u Teâlâ âletsiz ve harfsiz konuşur Çünkü O, zâtında ve sıfatında kemâl sahibidir. Harfler, âletler gibi mahluktur. Allah-u Teâlâ’nın kelâmı ise mahluk değildir, bilakis O’nun kelâmı kadimdir. Yani kısaca Allah -u Teâlâ kendi celâline lâyık olduğu gibi konuşur. Akıl, bunun nasıl olduğunu idrak etmekten âcizdir.

Peygamberlere gelen vahiy de bu kelâm sıfatının bir tecellisidir. Yani, yüce Allah c.c bu sıfatı ile peygamberlerine kitaplar indirmiş, bazı peygamberler ve melekleri ile de konuşmuştur. Kur’an-ı Kerim ve diğer semâvi kitaplar O’nun sözüdür. Allah c.c kelâm sıfatıyla peygamberlerine söylemiş, emirler vermiştir. Kitap ve şeriatını onlara bildirmiştir; yasaklar koymuş, âhiret hallerini açıklamış, haberler vermiştir. Bu sıfatla ilgili Kur’ân da şöyle buyurulur:

 

“ Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur, yahut bir elçi (Cebrâil aleyhisselam) gönderip izniyle ona dilediğini vahyeder. O, yücedir, hakîmdir . “ (Şûrâ suresi,51)

 

Bölüm : 23.01.2025 13:35 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...