MERHABA BEBEKLERİM NASILSINIZ?6
BUGÜNKÜ BÖLÜMÜMÜZÜN HEDEFİ 250 OKUNMA 100 OY VE 230 YORUMDUR.💜♥️🫶🏻2
BUGÜNKÜ BÖLÜM İÇİN SİZE KEYİFLİ OKUMALAR DİYEMEYECEĞİM İÇİN ÜZGÜNÜM ÇÜNKÜ OLDUKÇA GERGİN VE ÜZÜCÜ BİR BÖLÜM OLDU. 5
YARIN SEZON FİNALİNDE GÖRÜŞÜRÜZ BEBEKLERİM SİZİ SEVİYORUM😍🥰😘3
Alışveriş yapmak için merkeze gelmiştim. Neredeyse evde her şey bitmişti. Bugün kalabalık bir pazara denk gelmiştim. O yüzden meyve ve sebzeleri marketten almak yerine pazardan almayı seçmiştim. Açıkçası hayatımda ilk kez pazara giriyordum. Fazla gürültülüydü. Sesten ne alacağıma bile odaklanamamıştım. Pazarcılar kürtçe bağırıyordu. Ben ne dediklerini anlayamıyordum.3
“Bunun fiyatını öğrenebilir miyim?” Asık suratlı pazarcı oflayarak bana baktı.2
“Ben sana satmam bak işine” Şok içinde kalakaldım.4
“Anlamadım?” Adam elini boşver anlamında geçiştirdi. Bende daha fazla uzatmadan başka bir tezgaha yönelmiştim. Pazar kapalı bir alana kurulduğu için merkezde hiç bilmediğim bir yere yürümek zorunda kalmıştım. Yani buradan bir şeyler almam gerekiyordu. Onca yolu boşuna yürümemiştim.2
🪖
“Kaç dakika da tamamladın parkuru asker!” Tuna Yüzbaşı kendi timinden başka bir askeri birliği eğitiyordu. Yeni gelenler tanıştıkları Komutanı içten içe sevmemişti.12
“Komutanım 2 dakikada tamamlamışımdır.” Tuna Yüzbaşı elindeki telefonuna baktı.4
“3 dakika 40 saniye, sence bu benim işime yarar mı?” Tuna Yüzbaşı’nın sert ses tonu askeri ürkütmüştü.8
“Kiminiz belki de burada kalmayı seçecek, seçmek için arzusu olanlar, en iyisini yapmak zorundalar. Dağda sorun istemem. Yavaş adam istemem. Arkada kalıp bana sorun çıkartacak adam istemem.” Tuna Yüzbaşı askerleri karşısında toplamış bir ileri bir geri giderek sert çehresiyle konuşuyordu.2
“Kalmaya gönüllü olan var mı?” Bu sefer sesini yumuşatmıştı.
“Ben Komutanım” Konuşan askere doğru adımladı.1
“İstediğin şey uğruna çabalamıyorsun asker!” Sesi gürdü.2
“Eğer asker olmak istiyorsan daha çok çabalaman gerekiyor. Bizde yavaş adam kabul edilmez.” Asker başını salladı.2
“Tuna yine öttürüyor.” Ömer Üsteğmen ve Ahmet Başçavuş uzaktan Tuna Yüzbaşı ve erleri izliyordu.4
“Şu halimi hatırlıyorum da Tuna Yüzbaşıma hayran kalmıştım. Sırf o timine beni alsın diye gece gündüz antrenman yapıyordum.” Ahmet Başçavuş konuşmuştu.6
“Onların arasında hayran kalanın olduğunu nedense sanmıyorum. Biraz ciddiyetsiz duruyorlar.” Ömer Üsteğmen konuşmuştu.4
“Komutanım” Ahmet Başçavuş, Tuna Yüzbaşı’ya seslenince Tuna Yüzbaşı hareketlenerek onlara yürüdü.
“Kahvaltı için seni bekliyoruz Tuna” Ömer Üsteğmen konuşmuştu.
“Siz devam edin benim biraz işim var. Ahmet şu telefonu şarja takar mısın? Benimkinin ucu bozulmuş.” Ahmet Başçavuş başını sallayarak telefonu aldı.
“Yenge ararsa?” Ahmet Başçavuş sormuştu.6
“O zaman aç eğitimde de, gelince arayacak seni dersin.” Ahmeg Başçavuş başını salladı.
“Tamamdır, acıkırsan bana gel ben ayırırım sana” Ömer Üsteğmen konuştuğunda Tuna Yüzbaşı başını sallamakla yetinmişti.6
SARE LİA SARUHAN 2
Pazardan büyük bir sinirle ayrıldım. Çünkü köylüler bana hiçbir şey satmıyordu. Sinirden ağlamak üzereydim. Telefonu kulağıma götürdüm. Tuna’yı aramıştım. Telefon bir kaç çalıştan sonra yeniden kapanmıştı. Israrla aradım.2
“Alo Sare” Ahmet’in sesini duymayı beklemiyordum.2
“Tuna nerede bir şey mi oldu?” Kalbim sıkışmıştı.4
“Yok hayır, o eğitimde, şarjının ucu bozulmuşta bana verdi. Takmam için, Sare ararsa eğitimden sonra arayacağımı söyle dedi.” Başımı sallayıp gözyaşlarımı bastırmaya çalıştım. Zayıf bir kız değildim. Ama haksızlığa gelemiyordum.6
“Anladım tamam, teşekkür ederim.” Sesim çatallaşmıştı.
“Neyin var, sesin ağlayacak gibi?” Ahmet bir anda ciddileşmişti. Ciddi ses tonundan konuştuğum kişinin Ahmet olup olmadığını anlamam mümkün değildi. Tamamen farklıydı.2
“Bir şeyim yok. Sadece bir şeyler almak işin pazara gelmiştim. Kimse bana bir şey satmadı.” Ağlamamak için zor duruyordum. Pazar yolu uzaktı bir de aynı yolu geri yürüyecektim.
“Bunların hepsi yavş….. her neyse iyi değilsen yanına geleyim?” Buraya kadar zahmete sokmak istemiyordum. Zaten bende alıp eve dönecektim.8
“Sadece Tuna’ya beni aramasını söyler misin? İyiyim eve döneceğim zaten birazdan.” Sesim yine boğuk çıkmıştım.2
“Tamam bir şey olursa hemen beni ara” Ahmet’in cümlesinden sonra istemsiz tedirginleşmiştim. Çünkü girdiğim sokakta kimse yoktu. Gündüz vakti olduğunu kendime hatırlatıp hızlı hızlı yürüdüm.4
“Tamam görüşürüz.” Telefonu kapattığımızda daha hızlı yürüdüm. İstemsizce içime bir korku süzülmüştü. İki sokakta daha geçebilirsem insanların kalabalıklaştırdığı yere girmiş olacaktım. Kalabalığı sevmediğim kadar ıssızlığı da sevmezdim. Gündüz ya da gece olması umrumda değildi. Sokağın başını döneceğim sırada ansızın bir el ağzıma dolanmıştı. Nabzım ciddi bir derecede yükselmeye başladığında korkuyla elimi ağzıma kapanan ele yönelttim.2
“Sakin ol Öğretmen hanım” Kulağımdaki ses Azer’in sesiydi. Kalbim dehşetle atmaya başladı.8
“Seni Ahad’a teslim etmek için, ne kadar aldığımı bilsen, o yüzden çarpınmayı kes seni bırakmam.” Ahad’ın ismimi duymamla daha çok çırpınmam bir olmuştu. Ama ensemde duyduğum bir acı gözlerimin kararmasına sebep oldu. Omzumdaki çantamın yere düştüğünü hissettim. Ve başım geriye doğru düştü. Dünya o dakikadan itibaren benim için kararmıştı.3
Başım zonkluyordum gözlerimi açamayacak haldeydim. Bir araçta olduğumu ve bu yolu taşlı olduğunu hissetmiştim. Çünkü araç ilerlerken sağa sola yalpalıyordu. Ellerimi sıkan bileklerimden kurtulmaya çalıştım. Yavaş yavaş gözlerimi açtığımda ensem felaket derecede yanıyordu.
“Bırak beni” Güçlükle konuştum.
“Senin için tonla para kaldırmışım, niye bırakayım.” Azer iğrenç sesiyle konuştu.4
“Tuna bunu yaptığını öğrendiğinde seni mahfedecek.” Azer’in yüz ifadesinin bir anlığına gerildiğine şahit oldum.2
“Komutan seni bir daha hayatta bulabilirse tabi” İçime korkunç bir korku düştü. Ya Tuna’yı bir daha göremezsem?2
“Bırak beni dedim!” Arkadan öne doğru atıldım. Bacaklarımla Azer’i tekmeliyordum.
“Ahad’a teslim ettiğimde zaten bırakacağım.” Ayaklarımın darbesinden kurtulmaya çalışıyordu.
“O ayaklarını kesmeden dur!” İğrenç sesi yeniden kulaklarımı doldurdu.2
“Sana beni bırak dedim!” Omzuna sertçe bir tekme geçirdiğimde araba sağa sola yalpaladı ardından sağ tarafta duran koca taşa çarparak durdu. Azer’in başı çarpmanın etkisiyle direksiyona çarpmıştı. Bense ayaklarımı koltuğa yaslayarak kendimi sabit tutmayı başarmıştım. Fazla zamanım yoktu. Hızlı olmam lazımdı. Öne eğilip kapıların kilidini açtım. Ardından kapıyı açtığımda son sürat koşmaya başladım. Nerede olduğumu bilmiyordum. Merkezden ne kadar uzaklaştığımı da bilmiyordum. Nereye gittiğimi bilmediğim bir yere koşuyordum. Arkamdan silah sesleri duyduğumda korkuyla bir anlığına durup arkama baktım.2
Oradaydı.4
Benim kabusum.5
Tam karşımdaydı ve bana sırıtıyordu.3
Sanki kaçamayacağımdan oldukça emindi.4
Ahad.
Pis pis sırıtarak bana bakıyordu. Ellerini birbirine vurarak alkış yaptı. Korkuyla öne yeniden atıldım. Hızla koşmaya başladım. Ama bileklerimdeki ipler buna izin vermiyordu. Ağaçlık alana ilerlediğimde hızımı hiç kesmeden koşmaya devam ediyordum. Arkama bakmak gibi bir hata yaptığımda ayaklarım birbirine dolandı ve ben sertçe yere düştüm. Gözyaşlarım şimdi kendisini serbest bırakmıştı.3
“Tuna, ne olur yardım et.” Çaresizce ellerimi yüzüme götürüp gözlerimi sildim. Ardından kalkmaya çalıştım. Zor zahmet bunu yaptığımda yeniden hızlıca koştum.4
Nereye gittiğimi bilmediğim bir yere yöneldim. Tek istediğim bunun bir kabus olması ve bu kabustan Tuna’nın kollarının arasında uyanmaktı. Koşmaya devam ederken bir güç beni yan tarafımdaki ağaça doğru fırlattı. Hızla ağaça çarptığımda acıyla yere düştüm. Yan tarafıma bir tekme yemiştim. Yaşadığım acı dayanılmazdı. Gözlerimi bile açamamıştım. Bir el saçlarımdan tutup başımı havaya kaldırdı.
“Bizim fareyi yakaladım.” Korkuyla çırpındım ama bu onun saçlarımdan daha çok çekmesine sebep oldu.4
“Ahad’a söyleyin.” Terorist saçlarımdan çekerken çırpınmaktan bir an olsun vazgeçmedim. Ellerini çeneme koyarak sertçe konuştu.4
“Bana bak eğer çırpınmaya devam edersen, seni sabaha kadar inletirim.” İğrenç sözleri midemi bulandırmıştı. Kusmak üzereydim.4
Beni yerden kaldırdığında elleri hala saçlarımdaydı. Bir süre geldiğimiz yolu yürüdük. Korkudan titremeye başlamıştım. Adım sesleri duyduğumda gözlerimi ayaklarımdan çektim. Terorist beni bir eşya gibi fırlattığında birinin ayaklarının önündeydim. Başımı kaldırıp bakmadım. Çünkü kim olduğunu tahmin edebiliyordum. Ağır ağır bana doğru eğildi.
“Açıkçası bu kadar uğraştıracağını düşünmemiştim.” Ahad’ın sesi tüm kanımı dondurdu.
“Yüzüme bak.” Bu emre tabiki de itaat etmedim. Saçlarımdan tutup ona bakmamı sağladı.
“Yüzün gerçekten güzel, koleksiyonuma yakışırsın.” Yüzümü buruşturarak baktım.
“Midemi bulandırıyorsun.” Tükürür gibi söylemiştim. Kahkaha attı.
“Sende benim içimde seni bir yatağa fırlatma dürtümü etkinleştiriyorsun.” İğrenç sırıtışı midemi bulandırdı.2
“Kalk!” Sert sesiyle birlikte saçlarımdan tutarak beni ayağa kaldırdı.5
“Bağlayın şunu, diğer ipi de bana verin.” Korkuyla çırpınsam da bir işe yaramadı.
“Başına büyük bir bela aldın. Karasu seni mahfedecek, en başta da Tuna!” İplerden kurtulmaya çalıştım. Öyle sıkı bağlamışlardı bileklerimdeki kan çekildi sanmıştım. İpin diğer ucunu Ahad’a verdiklerinde Ahad beni kendisine doğru çekti.
“Ahh, şu Türklerin her yerde kendilerini avutma çabasına hayranım.” Beni yeniden peşinde sürükledi. Kendimi bir köpek gibi hissediyordum.4
“Bu bir avutma değil. Bu sefer hiçbirinin elinden kurtulamayacaksın. Seni öldüreceklerinden şüphem yok!” Konuşm onu rahatsız etmiş gibiydi. İpi kendi ellerinde dolayarak beni sertçe çekti. Yere düştüğümde yeniden onun ayaklarının dibindeydim.1
“Beni yıllardır Türkiye öldürmeye çalışıyor. Bende yıllardır yaşıyorum. O aptal askerler benim ayağımın altında ezilirken, hala kendinizi avutacak bir güç bulmanız gözlerimi yaşarttı doğrusu” Kaşlarımı çatarak ona baktım.3
“Bir gün öleceksin, öldüğünde yersiz yurtsuz oluşun dağlarda seni akbabaların ziyafeti yapacak.” Ellerini saçlarıma yerleştirdi. Büyük bir sertlikle çekerek yüzümü yüzüne yaklaştırdı.2
“Sen kendini avutmaya devam et. Türkiye’nin seni asla bulamayacağı yere gömeceğim seni.” Göğsüme büyük bir korku yerleşti.3
“Tuna’ya müstakbel karısının cesedini bile vermeyeceğim. Ne büyük bir acı.” Saçlarımı daha çok çekti. İnat ederek acımı bastırdım. Tuna’nın dokunmaya kıyamadığı saçlarımın dipleri acıyla kavruluyordu. Öyle seviyordu ki benden bir parçanın kesilmesi bile onu üzüyordu. Şimdi kestirmeye bile kıyamadığı saçlarım Ahad tarafından sökülürcesine çekiliyordu.6
“Seni bulduğunda sana yapacaklarını düşünemiyorum bile” Güçlükle konuştum.1
“Beni bulursa, sana yaptıklarımı göreceğinden bana vakit ayıracağını düşünemiyorum bile” İçim korku, üzüntü ve dehşetle doldu. Ardından saçlarımı bırakıp ipi tuttu. Benim kalkmama bile fırsat vermeden beni sürüklüyordu. Ne zaman kalkmayı denesem sertçe çekiyor ve yere doğru tökezleyip düşmemi sağlıyordu.5
“Allahım, bunca zaman senden yaşamayı diledim. Güzel bir hayatım olsun diye, ama lütfen eğer öleceksem bu canımı çok yakmasın.” İçimden ettiğin duanın kabul olması için bir sürü amin diyordum.5
Nereye geldiğimizi bile bilmeden sadece yürüyorduk. Yolda beni daha fazla perişan etmek için ayakkabılarımı çıkartmıştı. Taşlı olan yola her bastığımda acıyla hareket ediyordum. Yinede hiçbir şekilde belli etmek istemiyordum. Gözlerim bağlı olduğunda attığım adımları göremiyordum. Bu sürekli yere düşmeme ya da ayağımın bastığı yerin çok acıtmasına neden oluyordu. Kaç saattir yürüdüğümü hatırlamıyordum. Şuanda hava kararmış mıydı onu bile bilmiyordum. Bir aracın kapısının açılma seslerini duydum. Ardında içeriye itilmiştim.1
Bir süre sonra araç durduğunda göğsüm dehşetle atmaya başladı. İçimden sürekli dua ediyordum. Kapı açıldığında biri kolumdan tutarak beni yeniden sürükledi. Götürdüğü yere giderken ayaklarıma batan taşlar canımı alacak kadar fena bir acı veriyordu. Yokuş çıkıyorduk. Ayaklarım artık dayanacak gibi değildi. Gittiğimiz yer düzleştiğinde bir yere girdiğimizi farkettim. Ardından kolumdaki el, el değiştirmiş gibi beni öne doğru resmen fırlatmıştı. Ayaklarım birbirine dolandı yere düştüm. Yere düşmemle çenemi vurmam bir olmuştu. İşte o zaman ağzımdan acılı bir yakarış çıkmıştı. Saçlarım yeniden çekildi.2
“Şimdi sen düşünüyorsun burada ne işim var diye?” İğrenç sesini yeniden duydum.
“Sen Rebecca’nın bir bedelisin.” Ne demek istediğini anlayamadım. Gözlerimdeki bez parçasını çekip attı. Yüzünü yüzüme yaklaştırdığında iğrenerek başımı geri çektim.4
“Sen kafayı yemişsin!” Bağırmaya mecalim yoktu. Ama sesim yüksek çıkmıştı.
“Benden en değer verdiğim biri çalındı. Bende karşılığında onun en değer verdiğini çaldım.” Ne demek istediğini anlamakta güçlük çekiyordum.2
KALE
“Hoşgeldiniz çocuklar.” Mit başkanı Aren ve Yila’yı karşılamıştı.4
“Başkanım nerede açık verdiğimi anlamıyorum. Temkinliydim.” Mit başkanı başını sallayarak konuştu.
“Uzun yıllar çok iyi gizlendiniz Aren, bunun bir gün gerçekleşeğini biliyorduk. Bu yüzden çıkış protokolünü hazırladık.” Aren tedirgin bir tavırla başkanına baktı.
“Başkanım bir an önce önlem almamız gerekiyor. Ahad, Türkiyeye dair tüm planlarını öne çekebilir.” Başkan kuşkulu bir tavırla Aren’e baktı.2
“Siz şimdilik dinlenin, daha sonra neler yapacağımızı konuşacağız.” Aren ve Yila başını sallayarak odadan çıktı.
SARE LİA SARUHAN2
“Senin birine ya da bir şeye değer vermen kulağa hiç olası gelmiyor.” Ahad gülerek doğruldu. Öyle korkunç gülüyordu ki tüm iliklerim donmuştu.1
“Seni mahfedeceğim, önce bedenini mahfedip daha sonra ruhunu alacağım.” Bana doğru delirmiş gibi bir kahkaha attı. Ardından elini çeneme koyarak sıkıp kendisine doğru çekti.
“Onu benden aldığına pişman edeceğim.” Ardından yüzüme sert bir yumruk yedim. Algılarım kapandı. Başım dönmeye başladı. İçimde Lia korkuyla bedenimi sarsacak bir çığlık atmıştı. Ellerim bağlı olduğundan kendimi savunamadım. Daha sonra bir tokat attı. Bir kez daha, bir kez daha ve defalarca, ardından tekmesini karnıma geçirdiğinde nefesimin kesildiğini hissettim.5
“Tuna” Ağzımdan sözler öylesine kısık ve güçsüz çıkmıştı ki benden çıkıp çıkmadığına emin olamadım.
“Ne kadar kötü, Tuna’nın senin cesedini bile bulmasına izin vermeyeceğim.” Saçlarımdan çekmişti. Tuna’nın kestirmeme bile surat astığı uzun saçlarımı eline dolamıştı.5
“Sen beni senin elinde bırakacaklarını mı sanıyorsun? Hepsi seni öldürmek için gelecek.” Ahad korkunç bir kahkaha attı.1
“Onlar seni bulamayacak. Zamanla terk edilip unutulacaksın, yıllar geçse bile hatırlanmayacak kadar, hiç yaşamamışsın gibi sileceğim seni bu dünyadan.” Hayır, Tuna beni unutmazdı. Abim, abilerim beni unutmazdı. Her şeyden önce beni İmre unutmazdı.2
“Asla bu dediğin olmayacak. Onlar beni asla unutmaz!” Güçsüz çıkan sesimle bağırmaya çalıştım.5
“Türkiye seni terk edecek.” Yine aynı kelime oyunları.2
“Terk etmeyecek!” Saçlarımdan yeniden çekti.
“Ama sen onları terk edeceksin.” Gözlerinde gördüğüm şey beni mahfetti. Ciddiydi. Bu işin sonucunda nedense ben bile ölme ihtimalimi düşünmeye başladım.
“Video kaydını aç, özellikle Mit’e yolla.” Bilgisayarın başında olan adam başını salladı. Ahad beni kolumdan tutarak sandalyeye oturttu. Bileklerimi çözüp arkaya doğru bağladılar. Ayaklarımda bağlandığında başımı güçlükle sabit tutmaya çalıştım. Yüzümün her yanından patlayan tenimden sızan kanlar boynuma doğru akıyordu.2
“Canlı bir video kaydı, bakalım ne kadar telaşa düşürecek.” Kahkaha atıp sandalyeyi çekip ters oturdu. Daha sonra sandalyenin başlığına kollarını koydu.
“Güzelim neden cevap vermiyorsun?” Tuna kaçıncı araması olduğunu sayamadığı bir aramanın ardından sesli mesaj bıraktı. Eğitimden geldiğinde hava kararmaya başlamıştı. Telefonunu Ahmet Başçavuş’tan alarak eve doğru ilerledi. Kısa bir duş sonrasında telefonunu eline alıp defalarca Sare’yi arayıp mesaj atmaya başlamıştı.
“Bebeğim aramalarımı gördüğünde beni ara, yemek mi yapıyorsun? Uyuyor musun?” Sesli mesajı bırakıp koltuğa oturdu. İstemsizce içini kaplayan huzursuzluk rahat durmasına izin vermiyordu.
“Alo İmre, rahatsız ettiğim için kusura bakma lütfen, Sare’ye ulaşamıyorum. Yanında mı?” Tedirginlikle bekledi.
“Ben nöbetteyim Tuna, muhtemelen evde uyuyakalmıştır.” Bunu kendiside düşünmüştü. Ama içini kaplayan sıkıntı bedenine yayılmaya devam ediyordu.
“Anladım iyi nöbetler, ben eve gidip bakacağım.” Kısa bir süre sonra telefon kapanmıştı.
KALE
“Başkanım!” Başkanın odasına çalmadan girdiği için mahçup hissetsede ne diyeceğini bilemedi.
“Başkanım bir sorunumuz var.” Başkan tereddütle ayağa kalktı.
“Ne oldu?” Sesinde kuşku vardı.
“Mutlaka görmeniz gereken bir şey var başkanım, elimize bir video ulaştı. Sistemlerimize gönderilmiş.” Başkan tedirgin adımlarını dışarıya yönelterek içeriye girdi. Tüm mit personellerin toplandığı odada bir sürü bilgisayarlar vardı. Duvarların üzerine sabitlenmiş bilgisayarlardan bir video kaydı oynatılıyordu. Başkan büyük bir sinirle videoyu izlemeye başladı.
“Durum nedir Tuğrul?” Personelden sorumlu olan ve görevi yöneten başkana sormuştu.
“Başkanım, Ahad sistememize bir video yolladı. Ardından canlı yayın linki, elinde birini tutuyor gibi görünüyor ama henüz kimliğini tespit edemedik.” Başkan eliyle işaret verip video kaydının oynatılmasını istedi.
“Bu çok eğlenceli olacak küçük yaratık.” Ahad sandalyenin başlığına kolunu yaslamış karşısındaki kadını izliyordu. Kadının sırtı dönük olduğundan kim olduğu anlaşılmıyordu.
“Yüzüme bak.” Emri sert ve basitti. Ama kadın buna uymadı. Sandalyeden kalkıp kadının saçlarını eline geçirip yüzünü kendisinr çevirdi.
“Ne kadar aciz görünüyorsun.” Sırıtıyordu. Daha sonra videoya baktı. Kadının saçını bıraktığında başı öne doğru düştü.4
“Mohat, yani namı değer Aren Saruhan, benim karımı kaçırdın. Bende karşılığında senden kardeşini aldım.” Video Ahad’ın sözlerinden sonra bitmişti. Başka hızla Tuğrul Başkana döndü.2
“Biz bu zaafiyeti nasıl verebildik?” Ellerini alına koyup ovuşturdu.
“Acil bir şekilde paylaşılan videoyu ve canlı yayın linkini Yavuz Albay’a yollayın. Aren’i kaleye çağırın hemen!” Personeller başlarını sallayıp emri yerine getirmek için bilgisayarlarının başına hızlı bir şekilde yönelmişlerdi.
“Bu şahsiyetsiz yine ne planlıyor?” Yavuz Albay askerlerinin çağırdığı bilgisayarların olduğu odaya adımladı. Video kaydı oynatıldığında videoyu büyük bir dikkatle izledi. Ardından son sözün edilmesiyle yumruklarını sıkarak masaya vurdu.2
“Sare’yi kaçırmış” Bedenine yüklenen sinirle gözlerini ekrana kilitledi.
“Tuna Komutanım bunu gördüğünde onu tutamayacağız.” Yanındaki asker konuşmuştu.
“Aren açığa çıkmış demek ki, bunu bize niye daha önce söylemediler. Buna nasıl bir zaafiyet!” Yavuz Albay’ın gür sesi tüm odayı doldurmuştu. Bilgisayarların başındaki askerler yutkunarak ekrana bakıyordu.4
“Tuna şuan nerede? Onu acil bir şekilde karargaha çağırın derhal!” Asker hızla kapıya yönelmişti.
Sareme ulaşamıyordum. Kendimi tedirgin etmemeye çalışsam da içime düşen sıkıntı buna engel oluyordu. Bir an önce onu görmek zorundaydım.
“Efendim Ömer?” Aracıma binerken Ömer’in aramasını yanıtladım.
“Kardeşim, karargaha gelir misin?” Ömer’in ses tonu içimi gıcıklandırdı. Ben zaten karagahtan yeni gelmiştim.
“Bir kaç saat önce oradaydım, acil değilse köye gitmem lazım, Sare’ye ulaşmıyorum.” Telefonun ucunda bir süre sessizlik oluştu.
“Tuna acil gelmen lazım kardeşim.” Ömer normalde bu ses tonuyla konuşmazdı. Ciddi bir tonda konuşması beni daha da tedirgin etti.
“Geliyorum.” Arabamın yönünü karargaha çevirdim. Her ne olduysa bir an önce halledip Sareme gitmek istiyordum.
Kısa bir süre sonra arabamı karargahın önüne çekip araçtan indim. Karargaha ilerlediğimde içimdeki kuşku niyeyse daha da büyümüştü.
Neden apartopar kaleye çağırıldığımı anlamamıştım. Aracımı kalenin önüne çekip anahtarımı verdim. İçeriye girdiğimde büyük bir sessizlik beni karşıladı. İçime süzülen kuşku beni paniğe sokmak üzereydi.
“Başkanım” Başkanımın yüzü her zamankinden daha ifadesizdi.
“Gel Aren.” Ses tonu beni germişti.
“Bir şey mi oldu başkanım?” Gerginliğimi gizleyemiyordum.
“Aren, elimize bir video kaydı ulaştı.” İşte o zaman Başkanımın bu bakışını anladım. İçime yerleşen kuşkunun nedenini şimdi anladım.
“Bana Ahad’dan deme Başkanım.” Sesim çatallaşmıştı.
“Aren, video kaydını izlemen gerek evlat.” Gözlerimi geldiğimden beri farketmediğimi bilgisayarlara çevirdim. Hemen arkamda Yila vardı. Onun burada olduğunu bile farketmemiştim. Video kaydı oynamaya başladı. İçimde duyduğum büyük bir endişe telefonumu hızla çıkarmama sebep oldu.
Rehberimde meleğimin telefon numarasının üzerinde parmaklarım titreyerek durmuştu. Ardından Ahad’ın son sözleri kulağımda çınladı. Meleğimi kaçırmıştı. Ellerim güçsüzleşti. Telefonu tutamayacak haldeydim. Önümdeki masaya elimi bastırıp başımı öne eğdim.
‘Mohat, yani namı değer Aren Saruhan, benim karımı kaçırdın. Bende karşılığında senden kardeşini aldım.’ Kulaklarımda sesi çınladı. Gözlerim dolmaya başladığında kendimi sıktım. Ben yıllarca onu kendi mesleğimden uzak tutmuştum. Bilmesine engel olmuştum. Hayatım o kadar zordu ki hem babamdan hem de kendi hayatımdan uzak tutmaya çalıştım. Şimdi onu kendi yaptığım hatamın sonucunda en zarar göreceği insanın eline düşürmüştüm. Yıllarca koruyup kolladığım meleğimi bir caninin eline hapsetmiştim.
“Aren, çalışmalara başladık. Onu en kısa sürede bulacağız.” Etrafımdaki hiçbir sesi duyamıyordum. Benim Saremin kişilikleri yine çıkacaktı. Yine tedavi olacaktı. Yine hiç istemediği ve onu zayıflatan, günden güne eriten o ilaçları kullanacaktı. Belki bir kliniğe kapatılmak zorunda kalacaktı. Tüm bunlar beni mahfetti ve ayakta duramadım. Hafif öne doğru sendelediğimde Tuğrul beni tutmuştu.
“Ona zarar vermeden bulmam lazım.” Şuanda tüm algılarım durmuştu.
“Ben göreve devam ederim. Beni istiyor. Takas yapabiliriz.” Doğrularak başımı sinirle Yila’ya çevirdim.
“Türkiye hiçbir şekilde bir teroristle pazarlık yapamaz.” Sözlerim karşısında Yila yanıma geldi.
“Başkanım, izin verim gideyim, yoks….” Başkanım cümlesini bitirmesine izin vermedi.
“Sare’yi bulacağız. Senin gitmen demek senin de hayatını riske atmamız demek, bunu göze alamayız.” Başım çatlayacak derecedeydi. Tüm uzuvlarım sinirden ve endişeden ağrı içindeydi.
“Beni niye çağırdın Ömer?” Toplantı odasındaydık. Timim karşımdaydı. Çoğunun başı öne eğikti. Ne olduğunu merak ediyordum. Ama soramıyordum.
“Yavuz Albay birazdan gelecek.” Görev emri olsa ben timime haber verirdim. Şuan neler olduğuna odaklanamıyordum. Aklım Sare’deydi.
“Tuna” Kapı açıldığında içeriye babamın girdiğini gördüm. Tuhaf bir hali vardı.
“Neler oluyor? Benim acil bir işim var.” Hızla konuşmuştum.
“Tuna, sana söylem….” Sözünü kestim bir gariplik vardı.2
“Bunu daha sonra konuşabilir miyiz? Ben Sare’ye ulaşamıyorum. Söz veriyorum geldiğimde nereye yollarsanız yollayın hazır bir vaziyette duracağım. Ama şimdi Sare’ye gitmem lazım.” Arkamı dönmüştüm. İçim bir tuhaftı.
“Tuna, sana söylemem gereken bir şey var.” Babamın sesi hiç bu kadar kederli çıkmamıştı.
“Baba, yani Komutanım, benim Sare’nin yanına gitmem lazım.” Timime baktım. Başları niye eğikti.2
“Tuna az dinle.” Hayır dinlemek istemiyordum.
“Baba saatlerdir nişanlıma ulaşamıyorum. Sen bana az dinle diyorsun. Siz niye böylesiniz?” Cevabından korktuğum soruyu timime yönelttim.
“Oğlum Sare” Sözünü yeniden kestim.
“Bir dakika” Telefonumu çıkarıp Sare’yi aradım. “Sare telefonumu açmıyor. Benim köye gitmem lazım.” Hiçbir söz duymak istemiyordum. Yeniden arkamı döndüğümde babam kolumdan tutarak öne doğru çekti.
“Tuna, sana emrediyorum burada kal ve beni dinle!” Ne ceza alacağım umrumda bile değildi.
“Elimize Mit’ten bir video kaydı ulaştı.” Buz kesmiştim. Vücuduma yayılan o tanıdık his beni yine buldu.
“Bu sabah saatlerinde” Sözünü kestim.
“Hayır, devamını getirme.” Ellerimi enseme götürdüm. Başıma korkunç bir ağrı girmişti.2
“Bunu daha sonra konuşalım. Benim gerçekten şuan nişanlımı görmem gerek.” Beynim hiçbir şeyi kabul etmiyordu.
“Oğlum, bak az dinle” Babama yalvarır gibi baktım.
“O cümleyi tamamlama” O cümlenin sonunda beni mahfedecek bir şeyin olduğunu anlamıştım.
“Video kaydı Ahad’dan gelmiş Tuna” Gözlerimi Ömer’e çevirdim.
“Aren açığa çıkmış, Yila’nın da açığa çıkma ihtimaline karşı onu yanında getirdi. Neyseki sağ salim Türkiyeye bu sabah vardılar. Ama sorun şu ki, Ahad, Yila’yı Rebecca olarak karısı sanıyor. Aren onu buraya getirdiği için Rebecca’nın kaçırıldığını düşünüyor. Bu sebeple de Aren’in canını yakmak için” Bakışlarım bu sefer babama değmişti.5
“Yapma” Sesim beklemediğim bir tonda güçsüz çıkmıştı.
“Video kaydında Ahad’ın Sare’yi kaçırdığını görüntüledik. Aren’e karşı bir misilleme yapmış.” Anladığım ama anlamayı inkar ettiğim o sözü duydum. Yer ayaklarımın altından kaymaya başladı. Sözleri beynim inkar niteliğinde kullanmıştı. İnanmıyordum.
“Hayır, yanlış görmüşsünüzdür. Benim Sare’ye gitmem lazım.” Kapıyı açıp sertçe dışarıya çıktım. Arkamdan gelmeleri umrumda değildi.
“Tuna!” Babamın sert sesini duydum.
“Bana istediğin cezayı ver. Bugün emirlerini uygulamayacağım!” Öyle bir bağırmıştım ki karargahta yankılanmıştı.
“Tuna” Bu sefer Biran seslenmişti. Kolumdan tutarak beni durdurdu.
“Beni bırak, benim Sare’ye gitmem lazım!” Biran elbette beni bırakmadı.
“Tuna, kardeşim bak bulacağız. Neredeyse alıp geleceğiz.” Benim beynim onun kaçırılmış olma ihtimalini algılayamadı.2
“Neyi alacağız, Sare köyde kaçırılmadı!” Hala inkar ediyordum.
“Tuna” Ömer öyle bir bağırdım ki ses tellerimin acıması umrumda değildi.
“Bırak beni, sana beni bırakmanı emrediyorum!” Ömer beni bırakmadıkça daha da sinirleniyordum.
“Tuna o videoyu gördüm. Yapma böyle inkar etmen, inanmaman bir işe yaramayacak. Söz veriyorum bulacağız!” Onu ittirerek konuşmaya başladım.
“Hayır, hayır, hayır yeniden, yeniden onu o şekilde göremem, onu o şekilde görmeye dayanamam. Benim onu bulmam lazım.” Ömer’in kollarını ittirerek ilerlemeye çalıştım.
“Onun yerini bile bilmiyoruz. Mit araştırıyor. Bulduğumuzda alıp geleceğiz.” Ömer’in kollarını yeniden üzerimden ittirdim.
YAZARIN KALEMİNDEN3
“Benim kaybedecek vaktim yok. Onu bulmam lazım!” Ömer Üsteğmenin cüssesi yeterli gelmeyince Biran Teğmen Murat Teğmen ve Hakan Asteğmen tutmak için yönelmişti.
“Kardeşim bulacağız, ama bu sinirle yanlış bir şey yapmana izin veremem.” Ömer Üsteğmen güçlükle konuşmuştu.
“Ömer beni bırak, benim Sare’ye gitmem lazım” Tuna Yüzbaşı sakin kalmaya çalışarak konuştu.
“Bak ben sinirli değilim. Siz beni tuttukça ben sinirleniyorum. Beni bırak” Yeniden sakinlikle konuştu.
“Beni bırak Ömer, sinirleniyorum.”
“Bak benim Sare’ye gitmem lazım.”
“Çok korkmuştur. Benim onu görmem lazım bırak beni”
“Canı çok yanacak Ömer bırak beni!” Sakinliği bir kenara bırakarak bağırarak konuşmuştu.
“Tuna, derhal kendine gel!” Yavuz Albayın sert sesi onu çileden çıkarmaya yetmişti.
“Ömer beni bi bırak, Ömer beni bi bırak!” Ellerini üzerinden ittiğinde dehşet bir sinirle Yavuz Albaya baktı.
“Kendime mi geleyim, sen bana nişanlımın teroristin biri tarafından kaçırıldığını söylüyorsun, ben nasıl kendime gelirim. Şuandan itibaren hangi emrin beni burada tutabilir!” Öyle bağırmıştı ki karargahtaki tüm askerler gerginlikle izliyordu.
“Bulacağız.” Yavuz Albay kararlı ses tonuyla konuştu.
“Bizim onu ilk kaçırıldığında nasıl bulduğumuzdan haberin var mı? Onu o şekilde bir kez daha bulursam işte o zaman yakmadık yer bırakmam. Önümde durma çık!” İlk defa Komutanına karşı geliyordu.
“Onu nerede arayacaksın, nereye götürdüklerini bilmiyoruz. Dağı taşı her yeri arayamazsın!” Tuna Yüzbaşı sakin kalmaya çalışmaya çalışıyordu.
“Gerekirse tüm dağı karış karış ararım. Ama yinede onu orada bırakmam!” Yavuz Albay sinirlenerek Tuna Yüzbaşı’nın yakasından tuttu.
“Bunu yapmak vakit kaybından başka bir işe yaramaz. Yerini bulduğumuzda zaten alacağız. Bu sinirle kendini riske atmama izin vermem. Eğer ki emrimi dinlemez. Yerinde durmazsan, yemin olsun seni açığa alırım!” Tuna Yüzbaşı, Yavuz Albayın ellerini sertçe yakasından çekti.
“İstersen her şeyimi elimden al, istediğin cezayı ver ya da beni açığa al, ama ben bir kez daha birini kaybetmeyeceğim.” Yavuz Albay, Tuna Yüzbaşı’nın önünde durup gitmesine engel oluyordu. Tuna Yüzbaşı başına girdiği korkunç ağrıyla alnını ovuşturdu. Göğsü inip kalkıyordu.
“Komutanım, canlı yayın açtılar.” Tuna Yüzbaşı, Karasu ve Yavuz Albay anında başlarını sesin geldiği yöne çevirdiler. Ardından hızla odaya ilerlediler.
Odaya girdiğimde ekranda açık olan yayına baktım. Benim güzelliğimin yüzünü göremiyordum. Sadece Ahad vardı. Elim ayağım titrediğinde güç almak için masaya ellerimi dayadım.
“Nasıl hissediyorsun kendini?” Ahad’ın sesi tüm odayı doldurdu.
“Karımı kaçırdığın için pişman hissediyor musun Aren?” Aren’e inat benim nişanlımı kaçırmıştı.
“Eminim pişmansındır.” Ahad iğrenç kahkahasıyla sandalyeye oturduğunda kamera Sare’ye doğru döndü. Başı öne eğikti.
“Kaldır başını” Ahad’ın sesiyle yavaşça kaldırdığında kalbim yerinden çıkacak derecede atmaya başladı. Yüzü mosmordu. Benim kıyamadığım yüzü yara bere içindeydi. Benim dokunmaya kıyamadığım saçları dağınıktı.
YAZARIN KALEMİNDEN3
Ekranı sinirli yüz hatlarıyla izleyen Aren, kardeşini gördüğünde duyduğu acı tüm yüreğini kasıp kavurmuştu.
“Senin abimle derdin ne?” Sare güçlükle konuştu.
“Abinin kim olduğunu bilmiyormuş gibi konuşma küçük yaratık.” Sare şaşkınlıkla baktı. Bu şaşkınlığa Ahad şaşırmıştı.
“Yoksa bilmiyor musun?” Teredütle konuşmuştu.
“Sen neyden bahsediyorsun?” Sare’nin sesi güçlükle çıktı.
“Abinin Mit ajanı olduğundan haberin yok mu?” Sare isterik bir kahkaha atarak ona baktı.4
“Sen gerçekten bunu nasıl uydurdun?” Ahad sinirle baktı. Kaşlarını çatmıştı.
“Abin senden de gizlemiş demek ki” Sare yeniden güldü.
“Sen gerçekten kafayı yemişsin, abim önemli bir iş insanı, Mit ajanı olduğu kanaatine nasıl varabildin?” Ahad kahkaha atıp yeniden ciddileşti.
“Senin o abin, Mohat adında en önemli ve en güvendiğim tek adamımdı. Ama öğrendim ki Türkiye adına çalışan bir Mit ajanıymış, kim olduğunu öğrenince elimden kaçtı. Yanında karımı da götürdü. Sende karımın bir bedeli olarak buradasın.” Sare şaşkınlıkla dinleyip yeniden bir kahkaha attı.
“Sen gerçekten beni kaçırmana sebep olsun diye bu hikayeyi mi uydurdun?” İnanmıyordu.
“Aptal aptal konuşma, abin benim yanımda çalışan en has adamımdı. Zayıflığımı biliyordu. Bunun da Rebecca olduğunu gayet iyi bildiğinden onu kaçırdı. Bende karşılığında seni kaçırdım. Tabi ben daha kârlıyım çünkü bir taşla iki kuş vurdum. Hem abinin hem de Tuna’nın en değerlisini çaldım. Bu işin sonunda öldüğünde ikisine de muhteşem bir acı bırakacağım.” Sare ölümden korkmuyordu. Sadece sevdiklerinden böyle bir sonla ayrılmaktan korkuyordu. Yaşarken acıyla yaşamıştı. Ölürken en azından mutlu olmayı diliyordu.4
“Şimdide inanmıyor musun? Öyleyse şunlara bak.” Elinde tuttuğu kağıtları Sare’nin gözünün önüne doğrulttu. Sare istemeye istemeye kağıtlara baktığında, abisini Mohat’ken görmüş olsaydı tanıyamacağını düşündü.
“Seni ilk kaçırttığımda nasıl buldular sanıyorsun? Abin çok zekiydi.” Ekranın başındaki Aren ve Tuna nefeslerini tutmuş izliyordu.
“Diyelim ki abim dediğin gibi bir Mit ajanı, o zaman sandığın kadar zeki olmadığını anlamış olman gerekiyor. Yıllarca güvenmişsin.” Sare onun damarına basıyordu. Gülerek konuşmıştu.2
“Her neyse, abin Rebeccam’ı geri getirecek. Yoksa seni kaybeder.” Sare sırıtarak Ahad’a baktı.2
“Belki de karın senden kaçmak için abime yalvardı. Bunu bilemezsin, ya da şöyle düşünelim, belki de karın da Mit ajanıydı?” Ahad bir anda ciddileşerek kaşlarını çattı. Bu ihtimal aklına hiç gelmemişti. Ekranın başındaki Aren, kısa bir anlığına kardeşinin zekasına gururlanmıştı. Sare tam da yetiştirmek istediği şekilde yetişmişti.4
“Öyle bir şeyin olması mümkün değil.” Ahad sert ses tonuyla konuştu.2
“Mümkün” Ahad bir anda ayağa fırlayarak yeniden konuştu.
“Mümkün değil, çünkü Rebecca konuşamıyor.” Sare gülmeye başladı.4
“Birine aşık olmak için konuşmaya gerek yoktur Ahad, belki de karın abime aşık olarak senden kaçmak istedi.” Sare, Ahad’ın zayıflığına oynuyordu.
“Sözlerine dikkat et.” Sesi boğuk çıkmıştı.
“Sakin ol Ahad, kimse bizi kuzeyin dik yamaçlarında bir mağara da bulamayacak. Yani beni yine öldürebilirsin.” Ahad kaşlarını çatarak Sare’ye baktı.5
HAYAL
“Abi tüm bunları öğrenmeme ne gerek var?” Abim beni hiç bilmediğim bir yere getirmişti.
“Sana yönünü pusula olmadan nasıl bulacağını anlatacağım meleğim.” Abimi dikkatle dinledim.6
Doğada ağaçların ve taşların üzerinde oluşan yosunlara hiç dikkat ettin mi? Peki onların taşların ve ağaç gövdelerinin hep aynı tarafında olduklarını fark ettin mi? Nemli ve serin ortamı seven yosunlar, güneş ışınlarının ısıttığı güney tarafı değil kuzey tarafı tercih ederler. Bu nedenle yosunları tutarlı bir şekilde kuzeyi gösteren pusulalar olarak kullanabilirsin.” Abimi dikkatle dinledim. Ve beni yönlendirdiği tarafa ilerledim. Yosunları bana gösterdi. Başımı anladım anlamında salladım.
Karıncaların yerin altındaki labirenti andıran yuvalarının yeryüzüne açıldığı tümsek biçimindeki kapıları güneye bakar.” Biraz ilerledikten sonra bir karınca yuvasına geldik. Eliyle onu gösterdi.
“Güneş doğudan doğup batıdan batana dek gökyüzünün güneyinde bir yay çizer. Tam öğle vaktinde tam güneydedir. Diyelim ki öğlenle gün batımının tam ortasındaki bir anda yönünü bulmaya çalışıyorsun. Güneş’in doğrultusunu, o anda güneybatıyı gösteren bir pusula olarak kullanabilirsin. Ya da yere bir çubuk dikersen, çubuğun gölgesi tam zıt yöne, yani kuzeydoğuya düşer.” Abimi dikkatle dinliyordum. O kadar tatlı anlatıyordu ki yanaklarını sıkmaya başladım.
“Ciddi ol Sarem” Gülerek ellerimi çekti.
“Tamam abi bir gün kullanacağım.” Kaşlarını çattı.
“Sare, güzelim beni ciddiyetle dinle lütfen, hadi antrenmana geri dönelim.” Oflayarak ayaklarımı sürüdüm.
“Abi gerçekten dövüşmeyi neden öğrenmek zorundayım? Sen varsın beni korursun.” Abim saçlarımdan öperek konuştu.
“Benim olmadığım zamanlarda güvende olduğundan emin olmalıyım.” Ona başımı sallayarak sarıldım.6
BÖLÜM SONU7
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
150.79k Okunma |
14.44k Oy |
0 Takip |
165 Bölümlü Kitap |